Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

IV

"Samanlarımın üstüne uzandım ama gözümü uyku tutmadı. Gün içinde olanları düşünmeye başladım. Beni özellikle etkileyen şey, bu insanların nazik tavırlarıydı. Aralarına katılmayı çok istiyor, ama cesaret edemiyordum. Bir gece önce saldırgan köylülerden gördüğüm muamele zihnimde hâlâ capcanlıydı. Bundan sonra ne tür bir ilişkiye girmeye karar verirsem vereyim, bir süreliğine sessiz sakin barakamda saklanacak, insanların hareketlerini etkileyen dürtüleri izleyerek anlamaya çalışacaktım.
Kulübedekiler ertesi sabah gün doğmadan uyandı. Genç kız ortalığı toparlayıp kahvaltıyı hazırladı, oğlansa kahvaltıdan sonra çıkıp gitti.
Bugün de tıpkı bir önceki gün gibi geçti. Genç çocuk sürekli dışarıda, kızsa içeride çalışıp duruyordu. Bir süre sonra kör olduğunu fark ettiğim yaşlı adam, boş vakitlerini ya çalgısıyla ya da derin düşüncelere dalarak geçiriyordu. İki gencin bu muhterem ihtiyara gösterdikleri sevgi ve saygı eşsizdi. Her tür ihtimamı gösteriyor, her tür görevi büyük bir sevecenlikle yerine getiriyorlardı, adam da onları iyilik dolu bakışlarıyla ödüllendiriyordu.
Tam olarak mutlu oldukları söylenemezdi. Genç çocukla kız sık sık bir köşeye çekilip ağlıyorlardı. Mutsuzluklarının nedenini anlayamıyor, ama derinden etkileniyordum. Böylesine hoş insanlar bile mutsuzlarsa, benim gibi zavallı, eşsiz dostsuz birinin perişan olması gerekirdi. iyi ama bu sevgi dolu insanlar neden mutsuzdu? Hoş bir eve (bana öyle görünüyordu) ve her tür konfora sahiptiler. Üşüdüklerinde onları ısıtacak bir ocakları, acıktıklarında yiyebilecek lezzetli yemekleri vardı. Harika giysiler giyiyor, her gün sevgi ve iyilik dolu gözlerle birbirlerine bakıyor, dahası birbirlerinin dostluğundan, sohbetinden keyif alıyorlardı. O halde gözyaşlarının anlamı neydi? Gerçekten acıyı mı ifade ediyordu? İlk başlarda bu soruların cevabını bulmakta zorlandıysam da sonsuz bir dikkatle ve geçen zamanla birlikte, önceleri esrarengiz görünen durumları anlar oldum.
Bu sevimli ailenin dertlerinden birinin nedenini hayli zaman sonra keşfettim: Yoksulluk. Bu illetten çok çekiyorlardı. Yiyecekleri yalnızca bahçede yetişen sebzeler ve bir ineğin (sahiplerinin ancak az miktarda besleyebildiğinden kış aylarında çok az verdiği) sütüydü. Anladığım kadarıyla şiddetli açlık sancıları çekiyorlardı, özellikle de iki genç; çünkü birkaç kez kendilerine hiç ayırmadan ihtiyarın tabağına yemek koymuşlardı.
Bu düşünceli davranış beni derinden etkilemişti. Geceleri onların

erzaklarından birazını kendim için aşırmayı adet edinmiştim, ama bu hareketimle kulübedekilere acı çektirdiğimi fark edince vazgeçtim ve yakınlardaki bir ormandan topladığım meyveler, yemişler ve otlarla iştahımı köreltmeye çalıştım.
Aynca onlara yardımcı olmanın bir başka yolunu da keşfettim. Delikanlının her gün belli bir vakti evdeki şömine için odun toplamakla geçirdiğini fark etmiştim. Bunun üzerine ne işe yaradıklarını kısa sürede keşfettiğim alet edevatı alarak, geceleri eve birkaç gün idare edecek miktarda odun taşımaya başladım.
Bunu ilk yaptığım günü hatırlıyorum; genç kız sabah kapıyı açtığında karşısında koca bir odun yığını bulunca şaşkınlıktan donakaldı. Bağırarak birkaç kelime söylemesinin ardından delikanlı da yanına geldi. O da çok şaşkındı. Çocuğun o günü ormana gitmeden kulübede tamirat yaparak ve bahçeyi düzenleyerek geçirişini memnuniyetle izledim.
Zaman içinde daha da büyük bir keşif yaptım. Bu insanların tecrübe ve duygularını birbirlerine anlaşılır birtakım seslerle ilettiklerini kavramıştım. Söylenen sözlerin dinleyicinin zihninde ya da yüzünde mutluluk ya da acıya, gülümseme ya da üzüntüye neden olduğunu da anladım. Bu adeta ilahı bir ilimdi ve öğrenmek için yanıp tutuşuyordum. Ancak bu amaçla gerçekleştirdiğim her girişimin sonucunda aklım karışıyordu. Çok hızlı konuşuyorlardı ve görünür nesnelerle belirgin bir bağlantı içermeyen sözcüklerinin neyi işaret ettiğini bir türlü çözemiyordum. Yine de büyük bir gayret sonucu ve barınağımda geçen birkaç ay döngüsünün ardından, belli başlı nesnelere verilen adları öğrenebildim; 'ateş', 'süt', 'ekmek' ve 'odun' gibi sözcükleri öğrenip kullanmaya başladım. Genç çocuk ve kızın birden fazla ismi var gibiydi, ama ihtiyara yalnızca 'baba' deniyordu. Kıza 'kız kardeş' ya da 'Agatha', oğlana da 'Felix', 'erkek kardeş' ya da 'oğul' deniyordu. Bu seslerin her birinin işaret ettiği kavramları öğrendiğimde ve telaffuz etmeyi başardığımda duyduğum sevinci anlatamam. Ayırt etmeyi başardığım, ama henüz anlamlarını çözemediğim ya da kullanmadığım birkaç sözcük daha vardı; 'iyi', 'sevgili' ya da 'mutsuz' gibi.
Kışı bu şekilde geçirdim. Nazik tavırları ve güzellikleri yüzünden kulübe sakinlerini çok sever olmuştum; onlar mutsuzken ben de üzülüyor, onlar sevindiğinde neşelerini içimde hissediyordum. Onların dışında çok az insan görmüştüm ve kulübeye başkaları geldiğinde şahit olduğum kaba hal ve tavırlar da dostlarımın üstün özelliklerini gözümde daha değerli kılmıştı. İhtiyarın sık sık çocukları, kederi bir yana bırakmaya teşvik ettiğini görebiliyordum. Yüzündeki, bana dahi mutluluk bahşeden o sevecen ifadesiyle neşeli bir tavırla konuşuyordu böyle zamanlarda. Agatha bazen gözlerinde belli etmeden silmeye çalıştığı yaşlarla, saygı içinde dinliyordu onu. Yine de babasının öğütlerini dinledikten sonra çehresi ve ses tonu daha bir neşelenmiş gibi gelirdi bana. Felix için aynı

şeyi söylemek mümkün değildi. O hep grubun en kederlisiydi ve diğerlerinden büyük ıstıraplar çektiği, benim tecrübesiz duyularım için bile aşikârdı. Ancak çehresi daha hüzünlü olsa da sesi kız kardeşinden daha neşeliydi; özellikle de ihtiyara hitap ettiği zamanlarda.
Bu tatlı insanların mizaçlarını ortaya koyan daha sayısız olay anlatabilirim. Sefalet've mahrumiyetin ortasında dahi Felix, karlı topraktan başını uzatan ilk beyaz çiçeği memnuniyetle kardeşine vermeyi ihmal etmemişti. Kız henüz uyanmadan, sabahın erken bir saatinde kızın süthaneye giden yolu üzerindeki karları temizler, kuyudan su çeker ve görünmez bir el tarafından sürekli doldurulmasına hayret ettiği depodan odun taşırdı. Bazı gündüzler tahminimce komşu çiftçi için çalışıyordu, çünkü sık sık tarlalara gidiyor, akşam yemeği vaktinde döndüğü halde yanında odun getirmiyordu. Kimi zaman da bahçeyle uğraşıyor, ama soğuk aylarda yapacak pek bir şey olmadığından, ihtiyara ve Agatha'ya bir şeyler okuyordu.
Bu okumalar ilk başlarda beni hayrete düşürmüştü, ama zamanla okuma sırasında da, tıpkı konuştuğu zamanlarda olduğu gibi belli birtakım sözcükleri söylediğini keşfettim. O yüzden de kâğıdın üstünde konuşma diline ait, anlayabildiği bazı işaretler gördüğünü tahmin ettim ve onları öğrenebilmeyi çok istedim. Ama henüz o işaretlerin ifade ettiği sesleri dahi anlayamazken bunu nasıl başarabilirdim? Zamanla bu ilimde hayli ilerlediysem de bütün aklımı bu işe verdiğim halde hâlâ konuşmaları takip edemiyordum. Kulübe sakinlerine kendimi göstermeyi büyük bir hevesle bekliyordum, ama dillerini iyice öğrenmeden herhangi bir girişimde bulunmamam gerektiğini açıkça hissediyordum. Dillerine hâkim olduğum takdirde belki biçimsiz şeklimi görmezden gelmelerini sağlayabilirdim; gözlerimin önündeki, onlarla aramdaki tezat, bunun da farkına varmamı sağlamıştı.
Komşularımın kusursuz görünümlerini; zarafetlerini, güzelliklerini ve kibar yüz hatlarını çok beğeniyordum, oysa berrak bir su birikintisine düşen kendi yansımamı gördüğümde nasıl da dehşete kapılmıştım! önce gördüğüm şeyin gerçekten kendim olduğuna inanamayarak ürktüm. O canavarın ben olduğuma iyice kanaat getirince de büyük bir karamsarlık ve üzüntüye kapıldım. Ne yazık ki o acınası çirkinliğin ölümcül sonuçlarından henüz habersizdim.
Güneş iyice ılınıp günler uzayınca karlar eridi ve Çıplak ağaçları, kara toprağı gözlerimin önüne serdi. Felix artık daha yoğun çalışır olmuş, yürekleri burkan kıtlık emareleriyse kaybolmuştu. Sonradan anladığıma göre yiyecekleri sıradan, ama doyurucuydu. Kendilerine yetecek miktarda üretmeyi de başarabiliyorlardı. Bahçede birkaç çeşit yeni bitki yetişti, aile de bunlarla beslendi. Mevsim ilerledikçe bu rahatlama belirtileri gittikçe arttı.

Sonradan göğün suyunu boşalttığı zamanlara verilen isim olduğunu anladığım yağmurlu günlerin dışında, her gün öğle vakti yaşlı adam, oğluna yaslanarak yürüyüşler yaptı. Bu yürüyüşler sıkça tekrarlandı ve şiddetli bir rüzgâr toprağın ıslaklığını yok edince mevsim eskisinden de keyifli bir hal aldı.
Benim barakadaki hayatımsa yeknesaktı. Sabahları kulübe sakinlerinin faaliyetlerini izliyor, onlar işlerine koyulunca da yatıp uyuyordum. Günün geri kalanını dostlarımı seyrederek geçiriyordum. Onlar uykuya dalınca ay ışığı varsa ya da yıldızlı bir geceyse ormana gidip kendime yiyecek, komşularıma da yakacak topluyordum. Geri döndüğümde gerekiyorsa kulübelerinin önündeki karları temizliyor, Felix'ten gördüğüm birtakım işleri yapıyordum. Görünmez bir el tarafından yapılan bu işlerin onlarda büyük bir şaşkınlık yarattığını sonradan öğrendim. Böyle zamanlarda bir-iki kez 'iyilik meleği', 'harika' gibi sözler söylediklerini duysam da anlamlarını kavrayamadım.
Düşüncelerim artık iyice canlanmıştı ve bu hoş insanları isteklerini, duygularını keşfetmeye can atıyordum. Felix'in neden kederli, Agatha'nın da neden üzgün göründüğünü anlayabilmek için çaba sarf ediyordum. (Ne aptalım ki!) bu değerli insanları mutlu kılmanın kendi elimde olabileceğini düşünüyordum. Uyurken ya da dalgınken o muhterem ama ihtiyarın, yumuşak başlı Agatha'nın ve kusursuz Felix'in görüntüleri zihnimde uçuşuyordu. Onlara geleceğim üstünde söz sahibi olacak, üstün varlıklar gözüyle bakıyordum. Onlarla tanışacağım zamanı hayalimde binlerce kez canlandırdım. Kibar davranışlarımı görüp teskin edici sözlerimi işitene kadar benden tiksineceklerini, o yüzden de öncelikle kabul görmem, sonra sevgilerini kazanmam gerektiğini düşünüyordum.
Bu düşünceler beni heyecanlandırıyor, lisan ilmine daha büyük bir şevkle sarılmama neden oluyordu. Bedenim gerçekten de kaba saba ama çevikti. Sesim onların müzik gibi seslerini andırmasa da anladığım sözcükleri kolaylıkla telaffuz edebiliyordum. Eşekle fino köpeğinin hikâyesinde olduğu gibi, görgüden nasibini almamış olsa da, sahibine iyi niyetlerle yaklaşan eşek, şüphesiz ki kötek ve tiksintiden fazlasını hak ediyordu.
Baharın tatlı sağanakları ve ılık havası yeryüzünün çehresini büyük ölçüde değiştirdi. Bu değişimden önce adeta mağaralarına çekilmiş hissi uyandıran insanlar ortalığa dökülmüş, çeşitli tarım işleriyle uğraşıyorlardı. Kuşlar daha bir neşeyle şakıyor, ağaçların dalları tohumlanıyordu. Ah, güzelim dünya! Daha dün kasvetli, ıslak ve çirkin görünürken şimdi tanrılara layık bir mekâna dönüşüvermişti. Doğanın bu büyüleyici görünümü benim de moralimi yükseltmişti. Geçmiş hafızamdan silinmiş, sükûnete bürünmüş, gelecek ise umut ve sevinç beklentisiyle ışıldamaya başlamıştı."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro