Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

IV


O günden itibaren doğa felsefesi, özellikle de kimya, kelimenin tam anlamıyla tek uğraşım haline geldi. Modem araştırmacıların bu konular üstüne yazdıkları dâhice ve ayrıntılarla dolu eserleri büyük bir şevkle okudum. Derslere katıldım, üniversitedeki bilimadamlarıyla tanıştım ve itici görünümü ve davranışlarına rağmen Krempe'nin bile sağlam bir sağduyu ve gerçek bilgi sahibi olduğunu keşfettim. Waldman ise bana hakiki bir dost oldu. Kibarlığı dogmacılıkla hiç lekelenmemişti, ders anlatım tarzı ise bilgiçlikten tamamen uzak, samimi ve hoştu. Bilgiye giden yolda karşılaştığım engelleri belki binlerce kez giderdi ve en karmaşık araştırmaları dahi net ve anlaşılır kıldı. Uygulamalarım ilk başta tutarsız ve belirsiz olsa da yoluma devam ettikçe güçlendi ve nihayetinde öyle coşkun ve hevesli bir hal aldı ki laboratuvarımda Çalışmamı sürdürürken yıldızların sabah ışıkları arasında kaybolup gittiğini gördüğüm zamanlar çok oldu.
Böyle yoğun bir çalışmanın sonucunda kısa sürede uzun yol kat ettiğim tahmin edilebilir. Hevesim diğer öğrencileri, kabiliyetimse eğiticileri hayrete düşürüyordu. Profesör Krempe her fırsatta yüzünde alaycı bir gülümsemeyle, "Comelius Agrippa nasıl gidiyor?" diye sorarken Profesör Waldman da kaydettiğim ilerlemelerden duyduğu sevinci, büyük bir içtenlikle dile getiriyordu. Bu şekilde tam iki yıl geçti ve ben bu süre zarfında Cenevre'ye hiç gidemeden, tüm aklım ve ruhumla kendimi gerçekleştirmeyi umduğum keşiflere adadım. Yaşamayan hiç kimse bilimin, insanın aklını nasıl başından aldığını bilemez. Diğer çalışmalarda ancak sizden öncekilerin gittiği noktaya kadar gidebilirsiniz ve öğrenilecek yeni bir şey yoktur, oysa bilimsel çalışmalarda keşif ve yenilikler için tükenmez kaynaklar mevcuttur. Belli bir çalışmayı yakından takip eden ortalama zekâ kapasitesine sahip biri dahi, o alanda mutlaka büyük bir yetkinlik kazanır. Belli bir amacın peşinde ve kendini tamamen bu yola adamış olan ben de öyle büyük bir hızla yol alıyordum ki iki yılın sonunda bazı kimyasal aletlerin geliştirilmesi konusunda keşifler yaparak üniversitede büyük saygınlık ve beğeni kazandım. Bu aşamaya vardığımda ve doğa felsefesinin teorisi ile pratiğini üniversitedeki profesörlerin dersleri çerçevesinde olabildiğince öğrendiğimde, Ingolstadt'ta kalmamın gelişimime daha fazla katkısı olmadığını fark ettim ve yaşadığım yere, dostlarımın yanına dönmeyi düşündüm. Ancak vuku bulan bir olay gidişimi geciktirdi.
Özellikle ilgimi çeken konulardan biri insanın, daha doğrusu yaşayan tüm hayvanların yapısıydı. Kendi kendime hep, "Acaba yaşam ilkelerinin temeli

nereden geliyor?" diye sorardım. Oldukça cüretkâr ve sırrını korumuş bir soruydu bu. Yine de korku ve dikkatsizlik çalışmalarımızı sınırlamamış olsaydı acaba neleri öğrenmenin eşiğine gelmiştik? Bu tür koşulları kafamda evirip çevirdikten sonra doğa felsefesinin özellikle fizyolojiye yakın dallarına eğilmeye karar verdim. Neredeyse insanüstü bir tutkuyla hareket etmediğim sürece bu alandaki çalışmalarım usandırıcı ve katlanılmaz olacaktı. Yaşamın nedenlerini incelemek için öncelikle ölüme başvurmamız gerekir. İlk olarak anatomi bilimiyle tanıştım ama yeterli değildi. İnsan bedeninin doğal yaşlanma ve bozulma sürecini de araştırmalıydım. Eğitim sürecimde babam zihnimin doğaüstü korkulara maruz kalmasını engellemek için sıkı önlemler almıştı. Batıl herhangi bir öyküden ya da ruhlardan bir kez olsun korktuğumu hatırlamıyorum. Karanlığın hayal gücüm üzerinde en ufak bir etkisi yoktu ve kilise mezarlığı benim için güzelliği ve kudreti barındırmaktan, solucanlara yem olmaya dönüşmüş, hayattan mahrum bedenlerin depolandığı bir yerden öte şey değildi. Bedensel çürümenin nedenleri ve sürecini incelemeye başladığım şu dönemde gecemi gündüzümü mezarlarda, ceset mahzenlerinde geçirmem gerekiyordu. Tüm dikkatimi insanda nahoş duygular uyandıran nesneler üstüne yoğunlaştırmıştım. O güzel insan bedeninin nasıl yitip heba olduğunu gördüm. Ölümle gelen bozunmanın, yaşamın yeşeren yüzünü ele geçirişine tanıklık ettim. Beyin ve göz denen o mucizevi uzuvları solucanların devralışını izledim. Ancak yaşamdan ölüme, ölümden yaşama geçişle gelen değişimin de gözler önüne serdiği neden sonuç ilişkisinin inceliklerini araştırır, analiz ederken bir ara duraksadım; ta ki karanlığın ortasından üstüme ani bir ışık doğana dek. öyle parlak ve mucizevi ama öyle sade bir ışıktı ki bu... O vaat ettiği tablo ile başımı döndürürken ben de araştırmalarını aynı ilme yöneltmiş onca deha arasında böylesi şaşırtıcı bir sırrın keşfinin bana düşmesine hayret ettim.
Unutma ki bir delinin hayalleri değildi bunlar. Gökte parlayan güneşin ışıkları bile, doğruluğunu beyan ettiğim bu şeyden daha kati değildir. Gerçekleşmesi bir mucizenin eseriydi belki, ama keşfin aşamaları gayet belirgin ve ihtimal dahilindeydi. Akıl almaz bir çalışma ve Yorgunlukla geçen geceler ve gündüzlerin ardından oluşumun ve yaşamın sırrını keşfetmiştim. Dahası cansız varlıklara hayat verebilir hale gelmiştim.
İlk başlarda yaşadığım şaşkınlık, sonraları yerini sevince ve coşkuya bıraktı. Zorlu çalışmalarla geçen onca zamanın ardından hayallerimin doruğuna ulaşmış olmak, emeklerime karşılık en güzel armağandı. Ancak bu öyle büyük ve akıl almaz bir keşifti ki beni ona götüren basamaklar artık aşınmıştı ve benim tek görebildiğim ortaya çıkan sonuçtu. Dünyanın yaratılışından bu yana en bilge insanın amacı ve arzusu olan şey, artık benim avucumun içindeydi. Tabii her şey

sihirli bir sahne gibi birdenbire önümde belirivermiş değildi. Ulaştığım bilgi belli bir başarıyı gözler önüne sermekten çok, çabalarımı tamamen araştırmamın hedefine doğru yöneltmemi sağlayacak nitelikteydi. Durumum tıpkı ölülerle birlikte gömüldükten sonra, tek bir cılız ışığı takip ederek yaşama doğru çıkış yolu bulan Arap'ınkine8benziyordu.
Hevesli halinden, merak ve ümit dolu bakışlarından sırrımı öğrenmek istediğini anlıyorum, dostum; ancak söyleyemem. Hikâyemi sonuna kadar sabırla dinlersen bu konudaki çekincemi anlarsın. Kendi başıma geldiği gibi, seni de felakete ve kaçınılmaz yıkımına doğru coşku içinde ve korunmasızca gönderecek değilim. Talimatlarımdan değilse de en azından benden ya da benim örneğimden yola çıkarak bilgiye ulaşmanın ne denli tehlikeli; dünyayı yurdu belleyen insanın, tabiatının izin verdiğinden fazlasına göz dikenden ne kadar daha mutlu olduğunu öğren.
Elime böylesi akıl almaz bir gücün verildiğini anladığımda, uzunca bir süre onu nasıl kullanacağımı bilemedim. Can bahşetme yeteneğine sahip olmama rağmen onu bünyesine alabilecek yapıyı, lifleriyle, kaslarıyla ve damarlarının tüm incelikleriyle hazırlamak yine de inanılmaz zorlu bir işti. İlk başlarda kendim gibi birini mi yaratsam, yoksa daha basit birini mi, emin olamadım ama yakaladığım başarının heyecanıyla hayal gücüm insan kadar karmaşık ve harika bir hayvan yaratma konusundaki yeteneğimden şüphe etmeme izin vermeyecek kadar aşka gelmişti. Elimin altındaki gereçler bu güçlükte bir işi gerçekleştirmeye yetecek nitelikte değildi, ama önünde sonunda başarıya ulaşacağımdan şüphem yoktu. Kendimi çeşitli tersliklere hazırladım; çalışmalarım sürekli sonuçsuz kalabilir ya da sonuçta ortaya çıkacak şey, mükemmel olmayabilirdi. Ancak yine de bilim ve mekanikte her geçen gün kaydedilen ilerlemeleri düşündükçe, girişimlerimin en azından gelecekteki başarılara temel oluşturması ümidiyle cesaretlendim. Planımın büyüklüğünü ve karmaşıklığını, uygulanabilirliğine engel olarak görmüyordum. İşte bir insanın yaratımına başladığımda duygularım bunlardı. Küçük parçaların detayları hızımı yavaşlattıkça ilk düşüncemin aksine, devasa boyutlarda bir yaratık geliştirmeye karar verdim. Boyu yaklaşık iki metre, diğer uzuvları da bununla orantılı olacaktı. Bu karara vardıktan ve birkaç ayın sonunda malzemelerimi toplayıp derledikten sonra işe koyuldum.
Başarının ilk coşkusuyla birlikte beni bir hortum gibi sürükleyen duyguların çeşitliliğini kimsenin anlaması mümkün değil. Yaşam ve ölüm bana her şeyden önce, aşmam gereken hayalî bir sınır gibi görünüyordu. Sonra da karanlık dünyamıza bir ışık seli yağdıracaktım. Yepyeni bir tür beni yaratıcısı ve kaynağı olarak belleyecek ve saygı gösterecekti. Birçok mutlu ve mükemmel yaratık

varlıklarını bana borçlu olacaktı. Hiçbir baba çocuklarının minnetini, benim bu varlıklarınkini hak ettiğim gibi hak edemeyecekti. Zihnimde bu düşünceler dönüp dururken kendi kendime, madem cansız varlıklara hayat vereceğim, o durumda belki zaman içinde ölümün çürüttüğü bedenlerdeki yaşamı da yenileyebilirim dedim; gerçi şimdi bunun imkânsız olduğunu biliyorum.
Girişimimi bitmez tükenmez bir coşkuyla sürdürürken bu düşünceler ruhumu canlandırıyordu. Ancak çalışmaktan rengim solmuş, iğne ipliğe dönmüştüm. Kimi zaman katiyetin sınırına geldiğim halde, başarısızlığa uğruyordum. Fakat yine de bir sonraki günün ya da saatin vaat ettiği umuda tutunuyordum. Yalnızca bana ait bir sırra bağlamıştım tüm ümidimi. Ben dur durak bilmeksizin, soluk soluğa şevkimle doğanın kuytularını araştırırken gökteki ay geceler boyu süren çalışmalarıma tanıklık ediyordu. Kutsallıktan uzak mezarların rutubeti içinde çırpınarak ya da balçığa can vermek için yaşayan hayvanlara eziyet ederek geçen sır dolu uğraşımın dehşetine akıl sır erdirmek mümkün mü? Düşündükçe şimdi elim ayağım titriyor ve anılarım gözlerimin önünden akıp gidiyor. Ama o zamanlar beni iten karşı konulmaz, hatta neredeyse delice bir güç vardı. Bu amaca hizmet etmenin dışındaki tüm aklımı ve ruhumu yitirmiş gibiydim. Yaşadıklarım aslında geçici bir trans halinden başka bir şey değildi ve o tabilikten uzak dürtü etkisini yitirir yitirmez, yenilenmiş bir zihin gücüyle eski alışkanlıklarıma dönmüştüm. Ceset mahzenlerinden kemikler topladım ve kâfir ellerimle insan bedeninin muazzam sırlarını taciz ettim, iğrenç icat atölyemi ise evimin çatı katına, diğer tüm dairelerden bir koridor ve merdivenle ayrılan, gözlerden uzak bir odaya, daha doğrusu hücreye kurmuştum. işimin ayrıntılarıyla uğraşmaktan gözlerim yuvalarından uğramıştı. Kadavra ve kesim odası, malzemelerimle doluydu. Tabiatım bir yandan durmaksızın artan bir hevesle tetiklenir, bazı zamanlarda da tiksintiyle işime sırtımı dönmeme neden olurken nihayet çalışmalarımın sonuna geldim.
Yaz ayları bu şekilde, ruhum ve yüreğimle tek bir amacın peşinde koşarak geldi geçti. Oysa mevsim çok güzeldi, tarlalar hiç bu kadar bol ekinle dolup taşmamış, bağ bozumu hiç böyle zengin olmamıştı. Benim gözlerimse doğanın cazibelerine karşı duyarsızlaşmıştı. Etrafımı kuşatan manzarayı görmezden gelmeme neden olan hisler, bana uzun süredir görüşmediğim, millerce uzaktaki dostlarımı da unutturuyordu. Sessizliğimin onları endişelendirdiğini biliyor ve babamın sözlerini gayet iyi hatırlıyordum: "Halinden hoşnutken bizleri sevgiyle anacağını ve senden düzenli haber alacağımızı zaten biliyorum. Ancak haberleşmemiz kesintiye uğradığında, bunu diğer görevlerini de aksattığının bir delili olarak yorumlarsam kusuruma bakma."
İşte bu yüzden babamın ne düşündüğünü tahmin ediyor, ama düşüncelerimi,

kendi içinde tiksinç olsa da hayal gücümü karşı konulmaz şekilde ele geçiren işimden bir türlü uzaklaştırmıyordum. Tabiatımın tüm alışkanlıklarını yiyip tüketen büyük hedefim gerçekleşene dek, sevgiyle ilgili tüm duygularımı ertelemek ister gibiydim sanki.
O zamanlar babamın ihmalkârlığımı düşüncesizlik ya da saygısızlığa bağlamasının haksızlık olacağını düşünüyordum, ama artık hatanın biraz da bende olduğunu düşünmeye hakkı olduğuna inanıyorum. Üstün bir insan sükûnetini ve huzurunu her zaman muhafaza edebilmeli ve tutkunun ya da geçici heveslerin dinginliğini bozmasına izin vermemelidir. Bilgi arayışı da bence bu kuralın istisnası sayılmaz. Eğer kendinizi adadığınız çalışma, sevginizi zayıflatmaya ya da değerini hiçbir zaman yitirmeyecek basit zevklerden aldığınız hazzı yok etmeye başlamışsa o çalışma mutlaka kural dışı, yani insan zihnine aykırıdır. Bu kurala her zaman uyulmuş olsaydı, kimse uğraşlarının aile sevgisiyle gelen dinginliği bozmasına izin vermeseydi, Yunanistan boyunduruk altına girmez, Caesar ülkesini kurtarır, Amerika aşama aşama keşfedilir, Meksika ve Peru imparatorlukları yok edilmezdi.
Hikâyemin en can alıcı noktasında ahlaki dersler vermeye başladım galiba, üstelik bakışların da devam etmemi söylüyor.
Babam mektuplarında hiçbir şikâyette bulunmadı, yalnızca uğraşlarımla eskisinden çok ilgilenerek karşılık verdi. Kış, bahar ve yaz çalışarak geçti, ama işime öyle gömülmüştüm ki gözlerim ne filizlenen çiçekleri ne de yeşeren yapraklan görüyordu; oysa eskiden içimi sevinçle doldururdu bu manzaralar. Yapraklar sararıp döküldüğünde, işimin de sonlarına yaklaşmıştım ve geçen her gün, başarımı daha net bir şekilde sergiliyordu. Ancak kaygılarım coşkumu bastırıyordu ve ben en sevdiği işle uğraşan bir sanatçıdan çok, madenlerde çalışmaya mahkûm bir köleye ya da sağlıksız başka bir ticaretle uğraşan birine benziyordum. Geceleri üstüme ağır bir humma çöküyor, tedirginliğimi iyice artırıyordu. Yaprak düşse ürküyor, bir suç işlemişim gibi akranlarımdan köşe bucak kaçıyordum. Kimi zaman da perişan halimin farkına varıp korkuya kapılıyordum. Beni ayakta tutan tek şey, idealimin verdiği enerjiydi. Zorlu çalışmalarım yakında sona erecekti ve vücudumu hareket ettirmek ya da keyifli vakit geçirmek başlamakta olan hastalığımı iyileştirecekti. Yaratma işim bittiğinde kendime, bunların ikisini de yapacağıma söz verdim.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro