Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

III.CİLT


Cenevre'ye dönüşümden sonra günler günleri, haftalar haftaları kovaladı, ama ben işime koyulacak cesareti bir türlü toplayamadım. Hayal kırıklığına uğrayacak olan iblisin intikamından korksam da zorla üstlendiğim görevin yarattığı tiksintiyi aşmakta zorlanıyordum. Kendimi yine aylarca sürecek bir çalışmaya ve zorlu araştırmalara adamadıkça bir dişi yaratamayacağımı anlamıştım. İngiliz bir filozofun girişimime katkıda bulunabilecek önemli birtakım keşifler yaptığını duymuştum ve bu amaçla İngiltere'ye gitmek için babamdan izin almayı düşünüyordum. Ancak işleri olabildiğince erteledim ve aciliyeti gözümde gittikçe azalan bu konuda ilk adımı atmaktan kaçındım. İçimde gerçekten de bir şeyler değişmişti; o güne kadar bozulmaya yüz tutan sağlığım oldukça toparlanmış, canımı sıkan vaadimi hatırlamadığım zamanlarda moralim iyice yükselmişti. Babam bu değişimi memnuniyetle izliyordu ve tüm dikkatini kederimden arta kalanları gidermeye yöneltmişti. Arada bir kederim beni nöbetler halinde yokluyor, yeni yeni doğmakta olan güneşi karanlığa boğuyordu. Böyle zamanlarda yalnızlığıma sığınıyordum. Gölde küçük bir teknede tek başıma günler geçiriyor, bulutları seyrederek dalgaların sessiz ve kayıtsız çırpınışlarını dinliyordum. Ama taptaze havayla, ışıl ışıl güneşin bana iyi gelmediği neredeyse hiç olmuyordu. Geri döndüğümdeyse dostlarımın selamlarına daha içten bir gülüş, daha neşeli bir ruh haliyle karşılık veriyordum.
İşte bu gezintilerden birinin dönüşünde babam beni yanına çağırdı ve, "Neşeni yeniden kazandığını, kendini toparladığını görmek beni çok memnun ediyor oğlum. Ancak hâlâ mutsuz görünüyor, aramıza katılmaktan kaçıyorsun. Bir süredir bunun nedeni üstüne kafa yoruyordum, sonunda dün aklıma bir fikir geldi. Eğer haklıysam lütfen söyle. Söylememen hem anlamsız olur, hem de bizleri çok üzer," dedi.
Sözleri üzerine tir tir titremeye başladıysam da babam konuşmasını sürdürdü; "İtiraf edeyim ki oğlum, sevgili Elizabeth'imizle senin evliliğini, hem ailevi

mutluluğumuz hem de yaşlılık günlerimin tesellisi adına daima hasretle beklemişimdir. İkiniz çocukluğunuzdan beri birbirinize bağlıydınız. Birlikte çalışırdınız ve mizacınız, zevkleriniz birbirine çok uyardı. Ne var ki insan kimi zaman çok tecrübesiz olabiliyor. Planıma yardım edeceğini düşündüğüm şeyler, onu tamamen çökertmekten başka işe yaramadı. Sen büyük ihtimalle Elizabeth'i kardeşin gibi görüyor, eş olarak hayal edemiyorsun. Kim bilir belki başka birini sevdin ve Elizabeth'e karşı onur borcun olduğunu düşündüğünden, insanın içini burkan şu mutsuzluğa gömüldün."
"Sevgili babacığım, için rahat olsun," dedim. "Kuzenimi canı gönülden seviyorum. Elizabeth'e duyduğum hayranlık ve sevgiyi, şimdiye kadar hiç kimse için hissetmedim. Geleceğe dair tüm ümidim ve arzum, hayatlarımızı birleştirmemiz üzerine kurulu."
Babam, "Bu sözlerinle beni uzun zamandır olmadığın kadar mutlu ettin, sevgili Victor. Hislerin buysa eğer, yaşadığımız olaylar içimizi karartmış olsa da bil ki çok memnun olacağız. Senin de içini kararttığını gördüğüm sıkıntıyı dağıtabilmeyi çok isterim. O nedenle evliliğin hemen resmiyete dökülmesine bir itirazın olup olmayacağını söyle bana. Birçok talihsizliğe uğradık ve yaşadığımız son olaylar da alışkın olduğumuz huzuru alıp götürdü. Ama sen henüz gençsin ve erken evliliğin, senin gibi yetenekli birinin geleceğe dair mevki ve başarı planlarına zarar vereceğini zannetmiyorum. Ancak mutluluğu sana zorla dayattığımı ya da herhangi bir ertelemenin beni ciddi şekilde üzeceğini sanma sakın. Sözlerimin samimiyetine inan ve çok rica ederim bana güvenerek içten bir yanıt ver," dedi.
Babamı sessizce dinledikten sonra bir süre cevap veremeden öylece bekledim. Aynı anda birçok düşünceyi zihnimde tarttım ve bir sonuca varmaya çalıştım, ama heyhat! Elizabeth'imle hemen evlenme düşüncesi bana korku ve dehşetten başka bir şey ifade etmiyordu. Henüz yerine getiremediğim bir vaatte bulunmuştum ve sözümden dönmeye cesaretim yoktu. Döndüğüm takdirdeyse hem benim hem de sevgili ailemin başına binbir türlü bela açılacaktı. Omzuma bindirilmiş, ağırlığıyla bana boyun eğdiren bu ölümcül yükle nasıl olur da bir şenliğe katılırdım? önce vaadimi yerine getirmeliydim. Ancak canavar, eşini alıp gittikten sonra huzur umduğum bu birlikteliğin tadına varabilirdim. Aklımı kurcalayan bir şey daha vardı; girişimim için ya İngiltere'ye gitmek ya da o ülkenin bilgi ve keşifleriyle üstlendiğim iş açısından büyük önem taşıyan filozoflarıyla uzun yazışmalara girmek zorundaydım. Yazışarak bilgi edinmek Çok zaman alan ve yeterince tatmin sağlamayan bir yöntemdi, üstelik o nahoş işi babamın evinde, sevdiklerimin yakınında gerçekleştirme fikri bende üstesinden gelinemez bir tiksinti uyandırıyordu. Biliyordum ki çalışmalarım sırasında binbir

türlü aksilik çıkabilir, bunlardan en önemsizi bile yakınlarımı dehşete sürükleyecek bir durumu gözler önüne serebilirdi. Bunun da ötesinde, zaman zaman kontrolümü ve meşum uğraşımın yaratacağı ıstırabı gizleme kabiliyetimi yitireceğimi biliyordum. Böyle zamanlarda sevdiklerimden uzak durmak zorundaydım. Bir kez başlayınca her şey çabucak sona erecek, ben de huzur ve mutluluk içinde aileme dönebilecektim. Vaadimi yerine getirdiğimde canavar sonsuza kadar çekip gidecekti. Ya da belki (pervasız hayallerime göre) bir kaza sonucu yok olarak beni esaretimden kurtaracaktı.
Babama bu duygular içinde cevap verdim. İngiltere'ye gitmek istediğimi söyledim, ama ricamın gerçek nedenini belirtmedim. Talebimi, babamın hemen ikna olmasını sağlayan bir samimiyetle dile getirirken, asıl amacımı şüphe uyandırmayacak şekilde gizledim. Şiddeti ve tesiriyle deliliği andıran derin ve bitmek bilmez bir melankolinin ardından, böyle bir seyahat fikriyle heyecanlanabilmem babamın hoşuna gitmişti, tebdilimekân ve değişik uğraşlar sayesinde eve dönene kadar tamamen toparlanacağımı ümit ediyordu.
Seyahatimin süresi bana bırakılmıştı. Birkaç ay ya da en fazla bir yıl olması düşünülüyordu. Ancak babam yalnız kalmamam için bir babadan beklenecek türden bir önlem aldı. Elizabeth'in de yardımıyla, bana danışmaksızın Clerval'in, Strasbourg'da benimle buluşması için gerekli ayarlamaları yaptı. Bu durum işimi gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğum yalnızlığı bozacaktı, ama yine de seyahatim esnasında dostumun varlığını bir engel gibi görmem mümkün değildi. Aslında çıldırtıcı düşüncelerle bitmek bilmez saatler geçirmekten kurtulduğum için mutlu bile olmuştum. Hem belki Henry düşmanımla arama bir set bile çekebilirdi. Yalnız olduğum takdirde canavar işimi hatırlatmak, gidişatı görmek için tiksinç varlığıyla ara sıra karşıma çıkmayacak mıydı?
İşte böylece İngiltere yolculuğum ayarlandı ve Elizabeth'le evliliğimizin döner dönmez gerçekleşmesi düşünüldü. Babamın ilerleyen yaşı herhangi bir gecikmeyi neredeyse imkânsız kılıyordu. Bense menfur uğraşımın karşılığında kendime tek bir ödül hakkı tanımıştım. Akla hayale sığmaz ıstıraplarımın karşılığında tek bir teselliydi bu; acı dolu esaretimden kurtularak Elizabeth'imle birleşip geçmişi unutacağım günlerin hayali.
Yolculuk için gerekli hazırlıklar yapılmıştı, ama ben içimi korku ve sıkıntıyla dolduran bir histen kurtulmakta zorlanıyordum. Yokluğum sırasında sevdiklerimi, meydanı boş bulacak düşmanımın varlığından habersiz, onun saldırılarına karşı savunmasız halde bırakacaktım. Gerçi beni gittiğim her yerde takip edeceğine söz vermişken İngiltere'ye gelmeyecek miydi? Bu normalde korkutucu bir düşünceyken sevdiklerimin güvenliğini sağladığı için yatıştırıyordu beni. Aksi bir durumun gerçekleşmesi ihtimaliyse beni çileden

çıkarıyordu. Ancak yarattığım varlığın esaretinde geçirdiğim süre boyunca hep anlık dürtülerle hareket etmiştim ve mevcut duygularım da bana canavarın peşimden gelerek entrikalarını ailemden uzak tutacağını söylüyordu.
Eylül ayının sonunda ülkemden bir kez daha ayrıldım. Seyahat benim fikrim olduğu için Elizabeth'ten fazla itiraz gelmemişti, ama ondan uzakta acı çekecek olmam düşüncesiyle kendi kendini yiyip bitiriyordu. Clerval'in bana eşlik etmesi onun fikriydi. Ancak yine de bir erkek, yalnızca bir kadının incelikli ihtimamına hitap eden binlerce küçük ayrıntıyı gözden kaçırabiliyor. Elizabeth dönüşümü çabuklaştırmamı söylemek için yanıp tutuşuyordu. Bana yaşlı gözlerle, sessizce veda ederken yaşadığı binlerce çelişkili duygu yüzünden dili tutulmuştu. Bense çevremde olup bitenlerden bihaber, nereye gittiğimi dahi bilmeksizin, kendimi arabaya attım. Tek anımsadığım, ki o da acı dolu bir anımsamaydı, kimya gereçlerimin de götürülmek üzere toparlanmasını isteyişimdi. Zihnimde dönüp duran dehşetli hayallerle birbirinden güzel ve heybetli manzaranın arasından geçip giderken bakışlarım hep sabit ve dalgındı. Tek düşünebildiğim seyahatimin amacı ve meşgul olacağım işlerdi.
Uzun yol boyunca kayıtsızlık ve tembellik içinde geçirdiğim birkaç günün ardından Strasbourg'a vardım ve orada iki gün Clerval'in gelişini bekledim. Sonunda geldi ve heyhat, ne büyük bir tezattı aramızdaki! O, her yeni görüntüye karşı duyarlı, gün batımını her izleyişinde neşe dolu ve her yeni günün doğuşuyla birlikte daha da mutluydu. Manzaranın değişen renklerine, gökteki şekillere dikkatimi çekiyordu. "İşte yaşamak budur," diye haykırıyordu, "varlığımın keyfine ancak şimdi varıyorum! Ama ya sen, sevgili Frankenstein, sen neden böyle mutsuz ve dertlisin!" İşin aslı, aklım sadece karanlık düşüncelerle meşguldü ve ne çoban yıldızının batışını görecek halim vardı ne de Ren'in sularına yansıyan altın rengi gün doğumunu. Ve sen dostum, benim düşüncelerime; keyfe giden her yolu tıkayan bir lanetin pençesinde sürüklenen şu zavallının düşüncelerine kulak vermektense inan ki doğayı duygu ve coşkunun gözüyle izleyen Clerval'in anılarını dinlemekten çok daha fazla keyif alırdın.
Clerval'le Ren'i tekneyle geçerek Strasbourg'dan Rotterdam'a gitmeye, oradan da gemiyle Londra'ya doğru yola çıkmaya karar vermiştik. Bu yolculuk boyunca girintili çıkıntılı birçok adanın yanından geçtik ve birkaç güzel köy gördük. Mannheim'de bir gün konakladıktan sonra Strasbourg'dan ayrılışımızın beşinci gününde Mainz'a vardık. Ren Irmağı, Mainz'ın aşağısında daha da güzelleşir; hızla akarak yüksek olmasa da, dimdik ve hoş görünümlü tepelerin arasından kıvrılarak geçer. Yine yolculuğumuz esnasında sarp tepelerin kıyısında yükselen, etrafı heybetli ve geçit vermez kara ormanlarla çevrili pek çok kale

harabesi gördük. Ren'in bu yakası gerçekten de eşsiz bir renk cümbüşüydü. Bir köşesinde sarp tepeleri, muazzam uçurumlardan aşağı gürül gürül çağlayan Ren'in karanlık sularına doğru bakan kale harabelerini görüyordunuz; bir burnu döndüğünüz anda ise karşınıza yemyeşil bayırlarla üzüm bağları, kıvrılıp bükülen bir ırmak ve kalabalık köyler çıkıyordu.
Seyahatimiz bağ bozumuna denk geldiği için ırmak aşağı ilerlerken, ırgatların türküleri çalındı kulağımıza. İçi kararmış ve kasvetli düşüncelerle ruhu sıkılan ben bile hayli keyiflenmiştim. Teknede boylu boyunca uzandım ve masmavi, bulutsuz göğe bakarken uzun süredir yabancısı olduğum bir sükûneti tattım. Benim hislerim bile böyleyse, Henry'ninkiler kim bilir nasıldı? Henry kendisini bir masal diyarına düşmüş gibi hissediyor, insanın nadiren yaşadığı türden bir mutluluğu tadıyordu.
"Ülkemin en güzel manzaralarını gördüm ben," dedi, "Lucerne ve Uri göllerini gezdim. Neşeli görüntüleriyle gözleri şenlendiren yemyeşil adalar olmasa, tam anlamıyla kasvetli ve yaslı bir görüntü teşkil edecek olan karlı dağlar, kapkaranlık, derin gölgeler bırakarak suya neredeyse dimdik iner oralarda. Zaman zaman fırtınanın bu gölleri tedirgin edişine, insana büyük okyanuslardaki hortumlar hakkında fikir verircesine rüzgârın su olukları oluşturuşuna şahit oldum. Dalgaların dağ eteklerini öfkeyle dövüşünü, rahiple sevgilisinin çığ altında kaldığı ve gece rüzgârları durulduğunda ölüm çığlıklarının hâlâ duyulduğu söylenen o yeri gördüm; tıpkı La Valais ve Pays de Vaud dağlarını gördüğüm gibi. Ancak bu ülke bana tüm o harikalardan daha büyük bir mutluluk veriyor, Victor. İsviçre'nin dağları daha heybetli ve şaşırtıcıda; ama bu ilahı ırmağın kıyılarında, eşini benzerini görmediğim bir sihir var. Şu uçurumun yakasında asılı duran kaleye bir baksana; bir de şu adadakine. Güzelim ağaçların arasında neredeyse kaybolmuş gitmiş. Bir de bağlarından dönen ırgatlara, dağın gölgesine yan gizlenmiş duran köye bak. Ah, ah, belli ki buraları mesken tutan ve gözeten ruhun tabiatı, buz üstüne buz yığan, ya da ülkemizin geçit vermez dağlarının zirvelerinde istirahate çekilen ruhtan çok daha büyük bir ahenk içinde insanla."
Clerval! Sevgili dostum benim! Sözlerini anımsamak ve her şeyinle layık olduğun övgüleri tekrarlamak şu an dahi mutluluk veriyor bana. "Tabiatın şiiriyle" yoğrulmuş bir insandı o. Yüreğinin hassasiyetiydi o çılgın, taşkın muhayyilesini dizginleyen. Ruhu coşkulu duygularla dolup taşardı, dostluğuysa dünyevi düşünenlerin ancak hayallerde arayıp bulmamızı salık verdiği türden sadık ve mucizevi bir dostluktu. Ama insani duygular dahi tatmin edemezdi onun hevesli mizacını. Çoğu insanın yalnızca hayranlık duyduğu tabiatın güzelliklerine yürekten bir sevgiyle bağlıydı:

Çağıldayan şelale musallattı ona Bir tutku misali: yüce kaya, Dağ, kasvetli ve gür orman, Renkleri ve şekilleriyle
Bir şehvetti adeta; bir duygu, bir aşk,
Başka albeniye ihtiyaç duymayan,
Düşünceden gelen, ya da
Gözden ödünç alınmamış herhangi bir meraktan.
Ya şimdi nerede sürdürüyor varlığını? O nazik, güzel insan yok olup gitti mi sonsuza kadar? Varlığı ancak yaratıcısının varlığına bağlı renkli, muazzam hayallerle, binbir türlü düşünceyle dolup taşan o zihin kayıplara mı karıştı? Artık sadece anılarımda mı yaşıyor? Hayır, bu doğru olamaz; güzelliğiyle ışıldayan o ilahı bedenin çürümüş olabilir, ama ruhun hâlâ mutsuz dostunu ziyaret ediyor, avutuyor sevgili Henry.
Dizginleyemediğim kederim için bağışla beni; bu kifayetsiz sözler, eşi benzeri olmayan Henry'yi sevgiyle anmaktan öte bir şey değil, ama yine de onun anısıyla ıstıraba gömülen yüreğimi yatıştırıyorlar. Hikâyeme kaldığım yerden devam edeyim.
Köln'den sonra Hollanda'nın ovalarına indik ve rüzgâr ters yönden estiği, ırmaksa işimizi kolaylaştıramayacak kadar yavaş aktığı için yolculuğun geri kalanını ertelemeye karar verdik.
Bu noktadan sonra güzel manzaranın yarattığı ilgi kaybolduysa da birkaç güne kalmadan Rotterdam'a vardık ve deniz yolu üzerinden İngiltere'ye doğru yola koyulduk. Britanya'nın beyaz kayalıklarını ilk görüşüm, aralık ayının sonlarına doğru, berrak bir günün sabahına rast geldi. Thames Irmağı'nın kıyıları ise yepyeni bir manzara oluşturuyordu. Engebesiz ama verimliydiler ve neredeyse her kasabanın kendi hikâyesi vardı. Tilbury Kalesi'ni gördük, İspanyol donanmasını, şöhretlerini kendi ülkemde bile duyduğum Gravesend'i, Woolwich'i ve Greenwich'i yâd ettik.
Nihayet Londra'nın sayısız çan kulesini, hepsinin üstünde yükselen St. Paul'ü ve İngiliz tarihinin ünlü Kule'sini gördük.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro