Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

II.CİLT

I

Duyguların peş peşe olaylarla biçimlenmesini takiben ortaya çıkan, ruhu ümitten olduğu kadar korkudan da mahrum eden atalet ve katiyetin o ölüm sessizliğinden daha acı verici bir şey olamaz. Justine ölmüş, huzura kavuşmuştu, bense hâlâ sağdım. Kanım damarlarımda özgürce akıyor, ama yüreğim kimsenin kaldırıp atamayacağı bir çaresizlik ve pişmanlık yükünün altında eziliyordu. Uyku terk etti gözlerimi, kötücül bir ruh gibi dolanır oldum ortalarda. Korkunç denen şeyin çok ötesinde fesatlıklar yapmıştım ve (inanıyordum ki) arkasından çok daha fazlası gelecekti. Kalbim yine de iyilik ve erdeme olan aşkla dolup taşıyordu. Hayatıma iyi niyetlerle başlamış ve onları uygulamaya geçirebileceğim, dostlarıma faydalı olabileceğim günleri iple çekmiştim. Şimdi bütün planlarım mahvolmuştu. Geçmişe memnuniyet içinde bakıp gelecek için ümitler beslememi sağlayacak vicdan rahatlığı yerine, beni hiçbir lisanın tasvir edemeyeceği azaplarla dolu bir cehenneme sürükleyen bir pişmanlık ve suçluluk duygusunun esiri olmuştum.
Bu ruh hali, ilk şoku büyük ihtimalle hâlâ tam olarak atlatamamış olan sağlığımı kemiriyordu. İnsanlardan köşe bucak kaçıyordum. Sevinç ve mutluluğa dair tüm sesler bana eziyet gibi geliyordu. Tek tesellim yalnızlıktı; derin, kapkaranlık, ölüm gibi bir yalnızlık.
Babam yüzüme ve davranışlarıma yansıyan bu değişimi acı içinde izliyor, huzurlu vicdanı ve masum hayatının getirdiği duyguların uzantısı olan fikirlerle içimde bir güç ve üstümde dolanan kara bulutları dağıtacak bir cesaret uyandırmaya çalışıyordu. "Ben acı çekmiyor muyum sanıyorsun, Victor?" dedi bir gün. "Hiç kimse çocuğunu, benim William'ı sevdiğim kadar sevemez," diye sözlerine devam ederken gözleri yaşlarla doldu. "Ama ölçüsüz kederimizle geride kalanların mutsuzluklarına mutsuzluk katmaktan kaçınmak da görevimiz değil mi? Bu aynca kendine de borçlu olduğun bir görev, çünkü aşın üzüntü, gelişimi, hayattan keyif almayı ve hatta günlük görevlerini yerine getirmeni

engeller ki bunları yapmayan bir insan toplumda barınamaz."
İyi bir nasihat olsa da bu sözler benim durumumda tamamen geçersizdi; evet diğer duygularımın içine pişmanlığın keskin tadı ve dehşetin tedirginliği karışmamış olsaydı, acısını gizlemeye ve dostlarını teselli etmeye çalışacak ilk kişi ben olurdum. Oysa şimdi babama verebileceğim tek yanıt, çaresizlik dolu bakışlarım ve onun gözünden uzak durmaya çalışmaktı.
Tam bu sıralarda Belrive'deki evimize çekildik. Bu değişiklik özellikle bana yaradı. Kapıların düzenli olarak onda kapanması ve bu saatten sonra gölde kalmanın imkânsızlığı, Cenevre duvarları arasındaki ikametgâhımızı benim için oldukça itici kılmıştı. Ama artık özgürdüm-Ailenin geri kalanı gece odalarına çekildikten sonra çoğunlukla tekneye binip su üstünde saatler geçiriyordum- Kimi zaman yelkenleri açarak rüzgârla sürükleniyor, kimi zaman da kürek çekerek gölün ortasına vardıktan sonra tekneyi kendi haline bırakıp ıstırap dolu düşüncelerime dalıyordum. Etrafıma tam bir sükûnet hâkimken birkaç yarasa ile kıyıya yaklaştığımda kaba ve kesik kesik vıraklamaları duyulan kurbağaları saymazsak, bu güzel, bu eşsiz manzaranın içinde huzursuzca dolaşan, sükûnetten uzak tek varlık ben iken, belki sular üstüme kapanır da talihsizliklerim bir son bulur diye, içimden sık sık kendimi sessiz göle atmak geliyordu. Ne var ki gönülden sevdiğim ve varlığı varlığımın bir parçası olan kahraman ve çilekeş Elizabeth'i düşündükçe kendime engel oluyordum. Babamı ve yaşamayı sürdüren erkek kardeşimi de düşünüyordum; korkakça çekip giderek onları kendi ellerimle aralarına saldığım o iblisin hainliklerine karşı korumasız bırakabilir miydim?
İşte böyle anlarda hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve sırf onlara teselli ve mutluluk sunabilmek için yeniden huzura kavuşabilmeyi diliyordum. Oysa imkânsızdı. Pişmanlık her tür ümidi silip süpürüyordu. Geri dönüşsüz kötülükler yaratmıştım ve can verdiğim canavar yeni bir zulme sebep olacak diye her bir günümü korku içinde geçiriyordum. İçimde henüz her şeyin bitmediğine ve o yaratığın dehşetiyle geçmişin anılarını neredeyse unutturacak nitelikte, hayati bir suç işleyeceğine dair tuhaf bir his vardı. Geride sevdiğim birileri kaldıkça korku hep yaşayacaktı. Bu iblise karşı duyduğum tiksintiyi kimsenin aklı almaz. Onu düşündüğümde dişlerim gıcırdıyor, gözlerim çakmak çakmak oluyordu ve büyük bir düşüncesizlikle bahşettiğim canı almayı delicesine istiyordum. İşlediği suçları ve kötülüklerini zihnimde canlandırdıkça nefretim ve intikam duygum bütün sınırları aşıyordu. Onu tutup aşağı atabileceğimi bilsem, Andlar'ın zirvesine tırmanmaya razıydım. Nefretimin tüm acısını çıkarabilmek ve William ile Justine'in ölümlerinin intikamını alabilmek için onu yeniden görmek istiyordum.

Evimiz tam bir matem eviydi. Olayların dehşeti babamın sağlığını derinden sarsmıştı. Elizabeth üzgün ve mutsuzdu. Gündelik uğraşlarından artık hiçbir zevk almıyordu. Keyif veren her şey, ona ölülere saygısızlık gibi görünüyordu. Böylesine parçalanıp harap edilmiş bir masumiyete gösterilecek saygının sonsuz keder ve gözyaşı olduğunu düşünüyordu. Genç yaşında göl kıyısını benimle arşınlayan ve geleceğimizle ilgili coşkulu konuşmalar yapan o mutlu insan değildi artık, insanı hayattan koparmak üzere gönderilen acıların en büyüğü onu da ziyaret etmiş, donuklaştıran tesiriyle güzelim gülücüklerini soldurmuştu.
"Justine Moritz'in feci ölümünü düşündüğüm zaman, sevgili kuzenim," dedi, "hayata ve yaşananlara eskisi gibi bakamıyorum. Eskiden kitaplarda okuduğum ya da başkalarından duyduğum kötülük ve haksızlıklara, geçmiş dönemlere ait birtakım masallar ya da hayalî dertler gözüyle bakardım. En azından bana uzak ve hayal gücümden çok, aklıma yakındılar. Oysa ıstırap evimize girdiğinden beri, insanlar gözüme birbirinin kanına susamış canavarlar gibi görünüyor. Yine de haksızlık ediyorum aslında. Herkes zavallı kızcağızın suçlu olduğuna inanıyordu ve eğer cezasını çektiği suçu gerçekten işlemiş olsa, sahiden de insanların en bayağısı olurdu. Birkaç mücevher uğruna hamisinin ve dostunun oğlunu; doğumundan beri beslediği ve kendisininmişçesine seviyor göründüğü çocuğu öldürmek! Herhangi bir insanın öldürülmesine gönlüm yine de razı olmazdı, ama bu tür bir yaratığın toplum içinde barındırılmasını da kesinlikle istemezdim. Ama o kız masumdu. Biliyorum, hissediyorum masum olduğunu. Senin de aynı fikirde olman, bu düşüncemi doğruluyor. Ah, Victor, ah! Yalan gerçeğe böylesine benzerse kim gerçek mutluluğa yürekten inanabilir ki? Kendimi bir uçurumun kenarında yürüyormuş gibi hissediyorum. Sanki binlerce insan toplanmış» beni aşağıya çekmeye çalışıyor. William ile Justine öldürüldü, katilse kaçtı. Dünya üstünde elini kolunu sallayarak, hatta belki saygı görerek dolaşıyor. Yine de beni darağacına gönderseler dahi, o aşağılıkla yer değiştirmek istemezdim."
Bu konuşmayı dayanılmaz bir ıstırap içinde dinledim. Cinayete yalnızca neden olan değil, onu gerçekleştiren kişi de bendim. Elizabeth yüz ifademden çektiğim acıyı anladı ve yavaşça elimi tutarak, "Sevgili dostum, artık kendini teselli etmelisin. Tanrı biliyor ya bu olaylar beni de çok derinden etkiledi. Ama yine de senin kadar perişan halde değilim. Yüzünde öyle bir çaresizlik, hatta bazen öyle bir intikam ifadesi var ki görünce içim titriyor. Sevgili Victor, kurtul bu karanlık tutkulardan. Bütün umutlarını sana bağlayan yakınlarını düşün. Seni mutlu etme gücümüzü yitirdik mi artık? Ahi Birbirimizi hâlâ sever, hâlâ birbirimize inanırken buranın, bu huzur ve güzellik diyarının, doğup büyüdüğün yerlerin sunduğu sükûnet dolu lütufların zevkine varmalıyız. Huzurumuzu

bozacak ne olabilir ki?"
Hayatın tüm nimetlerinden çok değer verdiğim bu insanın sözleri, yüreğimde pusu kuran iblisi kovalamak için yeterli olacak mıydı? O konuşmasını sürdürürken bile, katil onu benden o anda koparıp alacak diye adeta korku içinde yanına sokuldum.
Artık ne dostluğun şefkati ne yerin ne de göğün güzellikleri ruhumu kederden uzaklaştırabiliyordu; sevginin dili bile etkisizdi. İyi niyetli hiçbir gücün nüfuz edemeyeceği bir bulut kuşatmıştı etrafımı. Aldığı ok yarasına bakabilmek, ölümünü beklemek için dermansız bacakları üstünde kuytu çalılıklara doğru sürüklenen yaralı geyikten hiçbir farkım yoktu.
Üstüme çöken bu kasvedi hüzünle kimi zaman baş edebiliyordum, ama bazen de ruhumu saran ihtiras kasırgası, bir yürüyüşe çıkarak ya da mekân değiştirerek dayanılmaz duygularımdan biraz olsun sıyrılmanın yolunu aramaya itiyordu beni. İşte yine böyle taşkın anlarımdan birinde, ani bir kararla evden çıktım ve adımlarımı Alp vadilerine doğru yönlendirerek, o manzaraların ihtişamı ve sonsuzluğu içinde kendimi ve insanlığımdan dolayı gelgeç tabiatlı olan dertlerimi unutmaya çalıştım. Gezintilerim beni Chamounix Vadisi'ne götürdü. Bu vadiyi gençliğimde sık sık gezmiştim ve son görüşümden bu yana altı yıl geçmişti: Şimdi ben harap durumdaydım, oysa bu vahşi, ebedî mekânın hiçbir şeyi değişmemişti.
Yolculuğumun ilk kısmını at sırtında geçirdim. Ardından bu zorlu yollarda daha güvenli ve incinme ihtimali daha az olduğu için bir katır kiraladım. Hava gayet güzeldi; ağustos ayının ortasındaydık ve kederli günlerimin başlangıcı olarak gördüğüm o feci dönemin, yani Justine'in ölümü üzerinden yaklaşık iki ay geçmişti. Arve koyağının iyice derinlerine doğru ilerledikçe ruhumun üstüne çöken ağırlık hayli azaldı. Her yanımı saran engin dağlar ve uçurumlar, kayaların arasında çağlayan ırmağın sesi ve şelalelerin uğultusu, Kadir-i mutlak gibi muazzam bir gücün dilini konuşuyordu. Ve ben, burada en müthiş kisvesiyle kendini gösteren, tüm varlıkların yaratıcısı ve hâkiminden daha az kudretli birinden korkmaktan ya da onun karşısında eğilmekten vazgeçtim. Yükseklere tırmandıkça vadi daha da muhteşem ve şaşırtıcı bir yapıya büründü. Çamlık dağların yamaçlarında asılı duran şato harabeleri, coşkun sularıyla Arve, sağda solda ağaçların arasından çevreyi gözetleyen kulübeler, eşsiz güzellikte bir manzara oluşturuyordu. Bembeyaz, parlak piramitleri ve kubbeleriyle her şeyin üstünde yükselen görkemli Alpler ise manzaraya, bambaşka bir dünyaya, bambaşka bir ırka aitmişçesine bir güzellik ve heybet kazandırıyordu.
Pelissier Köprüsü'nü geçtiğimde, ırmağın oluşturduğu koyak önümde boylu

boyunca uzandı. Koyağın üstünde yükselen dağa tırmanmaya başladım. Kısa süre sonra Chamounix Vadisi'ne girdim. Vadi az önce aştığım Servox'dan daha muhteşem ve görkemli olsa da onun kadar güzel ve etkileyici değildi. Burası yüksek ve karlı dağların hemen sınırıydı, ama etrafta şato harabeleri ya da yemyeşil topraklar görünmüyordu. Devasa buzullar yola yaklaşıyordu; çığların gümbürtüsünü duydum, geride bıraktıkları pusu gördüm. Mont Blanc, o heybetli ve azametli dağ, çevresini kuşatan zirvelerin arasından yükseliyor, muazzam kubbesiyle vadiye tepeden bakıyordu.
Bu yolculuk esnasında çoktandır unutulmuş birtakım duyguların kıpırtısını hissettim içimde. Bir dönemeç, ansızın karşıma çıkan yepyeni bir nesne, bana geçmiş günleri hatırlatıyor, gençliğin umarsız neşesini çağrıştırıyordu. Rüzgâr, yatıştırıcı sesiyle kulağıma fısıldıyor, Tabiat ana, ağlamaktan vazgeçmemi söylüyordu. Neden sonra o tatlı tesir etkisini yitirdi ve ben kendimi bir kez daha kederin esaretinde, derin düşüncelerin ıstırabına boyun eğmiş halde buldum. Derken hayatı, korkularımı ve hepsinden de çok, kendimi unutmaya çalışarak hayvanımı mahmuzladım. Sonra da dehşet ve ümitsizliğin yüküne dayanamayarak kendimi çimenlerin üstüne attım.
En sonunda Chamounix köyüne vardım. Bedenim ve zihnim yorgunluktan bitap düşmüştü. Kısa bir süre pencerede durup Mont Blanc'ın tepesinde oynaşan soluk şimşekleri izledim, aşağılarda gümbür gümbür akan Arve'nin çağlayışını dinledim. Aynı sakinleştirici sesler azgın duyularıma ninni gibi geldi. Başımı yastığa koyduğum anda uyku bastırdı. Uykunun gelişini hissettim ve hana bu şuursuzluğu bahşedene şükrettim.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro