Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

II

Beraber büyüdük, aramızda bir yaş bile yoktu. Herhangi bir anlaşmazlığa ya da tartışmaya yabancı olduğumuzu söylememe gerek yok sanırım. Uyum, dostluğumuzun ruhuydu ve karakterlerimizde mevcut farklılık ve zıtlıklar bizi birbirimize daha da yakınlaştırıyordu. Elizabeth'in sakin, işine odaklı bir yapısı vardı. Bendeyse bütün şevkimle kendimi daha yoğun uğraşlara verme kabiliyeti ve bilgiye karşı müthiş bir açlık mevcuttu. O, kendini şairlerin havai eserlerine kaptırıyor, İsviçre'deki evimizi kuşatan o muhteşem manzara, o heybetli dağlar, değişen mevsimler, fırtına ve dinginlik, kışın sükûneti ve Alp yazlarının canlılık ve karmaşası karşısında büyük bir hayranlık ve sevince boğuluyordu. Can dostum, ciddiyet ve memnuniyetle varlıkların ihtişamlı görünümleri üstüne derin derin düşünürken ben onların nedenlerini araştırmaktan keyif alıyordum. Yeryüzü benim için çözmek istediğim bir sır gibiydi. Anımsayabildiğim ilk duyguların arasında merak, doğanın gizil kanunlarını öğrenmek için yapılan azimli araştırmalar ve öğrendikçe duyulan, kendinden geçercesine bir mutluluk vardır.
Benden yedi yaş küçük erkek kardeşimin doğumu üzerine annemle babam gezgin hayatlarını tamamen terk etti ve memleketlerine yerleştiler. Cenevre'de bir evimiz, Belrive'de3gölün güney kıyısında, şehre yaklaşık beş kilometre mesafede bir kır evimiz vardı. Genellikle Belrive'de kalırdık ve ailemin yaşantısı inziva içinde geçerdi. Kalabalıktan kaçmak ve yalnızca birkaç kişiye sıkı sıkıya bağlanmak yapımda vardı. Bunun sonucu olarak çoğu okul arkadaşımdan hayli farklı olsam da kendimi yakın dostluklara adıyordum; özellikle de bir tanesine. Henry Clerval, Cenevreli bir tüccarın oğluydu. Eşsiz yeteneği ve zengin bir hayal gücü vardı. Maceraya, güçlüklere ve zevk için tehlike yaşamaya bayılırdı. Bolca şövalyelik ve aşk kitapları okumuştu. Kahramanlık şarkıları bestelemeye, büyü ve şövalyelik maceraları üstüne birçok hikâye yazmaya başlamıştı. Bizleri oyunlar sahnelemeye ve içinde Roncesvalles'den, Kral Arthur'un Yuvarlak Masası'ndan ve kutsal mezarı kâfirlerin ellerinden kurtarmak için kan döken şövalye kafilesinden türetilmiş karakterlerin olduğu gösteriler sergilemeye zorlardı.
Benden mutlu çocukluk yaşamış kimse yoktur. Annemle babam iyilik ve hoşgörüyle dolu insanlardı. Bizleri kendi kaprislerine göre idare etmeye çalışan despotlar gibi değil, zevk aldığımız sayısız eğlencenin yaratıcısı ve sağlayıcısı olarak görürdük onları. Başka ailelerin arasına karıştığımda ne kadar şanslı olduğumu anlardım ve anne babama duyduğum sevgiye, bir minnettarlık

duygusu da eşlik ederdi.
Kişiliğim kimi. zaman sert, tutkularım da ateşliydi belki , ama tabiatım icabı bunlar çocuksu heveslere değil, öğrenme arzusuna yönelikti. Amacımsa ayrım gözetmeksizin, her şeyi öğrenmek değildi. İtiraf etmeliyim ki ne dillerin yapısı ne devlet kanunları ne de ülkelerin politikaları ilgilendiriyordu beni. Göğün ve yeryüzünün sırlarıydı öğrenmek istediğim. Meşgul olduğum şey, ister varlıkların dış yapısı ister doğanın iç işleyişi ya da insanın esrarengiz tabiatı olsun, araştırmalarım her zaman metafizik olana ya da en geniş anlamıyla, dünyanın fiziksel sırlarına yönelikti.
Bu arada Clerval da varlıkların ahlaki ilişkileriyle ilgilenmeye başlamıştı. Yaşamın kalabalık sahnesi, kahramanların erdemleri ve insanın eylemleri onu ilgilendiren başlıca konulardı ve tüm ümidi, hayalî, hikâyelerde cesur ve maceraperest iyilikseverler olarak anılanlardan biri olmaktı. Elizabeth'in azizelere özgü ruhu, huzurlu evimizde kutsal mekânları aydınlatan bir fener gibi ışıldıyordu. Onun yakınlığı, bizim yakınlığımızda Yumuşacık sesiyle, ilahı gözlerinde beliren tatlı bakışlarıyla bizi kutsuyor, hayat veriyordu. Yatıştıran ve cezbeden sevginin yaşayan bir ruhuydu o. Çalışmalarım yüzünden suratım asılsa ateşli mizacım yüzünden kabalık etsem de o hep kendisininkine benzer bir nezakete uymamı sağlamak üzere yanımdaydı. Ve Clerval... Onun asil ruhunda kötülüğün barınması mümkün müydü? Ama yine de Elizabeth ona iyiliğin gerçek güzelliğini göstermese, iyilik etmeyi ona bir amaç, taşkın hırsına bir hedef kılmasa, Clerval böyle insancıl, böyle cömert ve düşünceli, macera dolu arayışlarında böylesine iyilik ve nezaket dolu olmayabilirdi.
Zihnime bahtsızlık lekesinin henüz bulaşmadığı, muazzam faydalara dönüşebilecek parlak tasavvurlarımın benliğe dönük, karamsar ve dar bir görüşe henüz dönüşmediği zamanlara ait bu çocukluk anılarımı anlatmaktan büyük keyif alıyorum. Üstelik küçük yaşlarımı resmederken beni farkına varılmaz adımlarla kederli hikâyeme doğru sürükleyen olayları görebiliyorum. Sonraları kaderimi alt üst eden o tutkunun doğuşunun hesabını kendi kendime verirken onun tıpkı bir dağ ırmağı gibi alçak ve unutulmaya yüz tutmuş kaynaklardan çıktığını keşfediyorum. Yol aldıkça büyüyen bu tutku, zaman içinde tüm ümit ve sevinçlerimi silip süpürdü.
Kaderimi belirleyen deha doğa felsefesi4olduğundan, hikâyemi anlatırken beni o bilimle ilgilenmeye iten gerçekleri de belirtmek istiyorum. On üç yaşlarımdayken Thonon yakınlarındaki kaplıcalara gezmeye gitmiştik. Rüzgârlı hava yüzünden bir gün boyunca otele kapanmak zorunda kaldık. Bu otelde şans eseri Comelius Agrippa'nın5bir kitabını buldum. Kitabın kapağını kayıtsızlıkla

açtım, ama yazarın kanıtlamaya çalıştığı teori ve konuyla ilişkilendirdiği muhteşem gerçekler kısa sürede kayıtsızlığımı coşkuya dönüştürüverdi. Zihnime sanki yepyeni bir ışık doğmuştu. Sevinçten yerimde duramaz halde keşfimden babama bahsettim. Babam kitabımın başlığına şöyle bir göz attıktan sonra, "Ah! Comelius Agrippa! Canım Victor'ım benim, vaktini bununla boşa harcama. Saçmalıktan başka bir şey değil bu," dedi.
Babam böyle söylemek yerine Agrippa'nın prensiplerinin tamamıyla çürütüldüğünü ve eskisinden çok daha büyük güçlere sahip, modem bir bilim sisteminin geliştirildiğini, çünkü eski sistemin güçlerinin asılsız, yenisininse gerçek ve uygulanabilir olduğunu açıklama zahmetinde bulunsaydı, eminim ki Agrippa'yı fırlatıp atar, aşka gelmiş olan hayal gücümü daha büyük bir şevkle sarılacağım eski çalışmalarımla tatmin ederdim. Hatta belki sonumu hazırlayan fikirler zinciri de o ölümcül itici güçle hiç tanışmamış olurlardı. Ancak babamın kitabıma şöyle bir göz atması, bende içeriğinden kesinlikle haberdar olmadığı izlenimini uyandırdı ve kitabı büyük bir heyecanla okumaya devam ettim.
Eve döndüğümde ilk işim bu yazarın ve sonradan da Paracelsus6ile Albertus Magnus'un7tüm eserlerini edinmek oldu. Bu yazarların çılgın hayallerini büyük bir hevesle okuyarak etüt ettim. Sanki sadece benim ve birkaç kişinin bildiği bir hazine gibiydiler. Doğanın gizlerini çözme arzusuyla durmaksızın yanıp tutuştuğumdan bahsetmiştim. Modern filozofların yoğun çabaları ve muhteşem keşiflerine rağmen o güne kadarki çalışmalarım bende hep bir eksiklik, tatminsizlik duygusu uyandırmıştı. Sir İsaac Newton'ın kendisini, engin ve keşfedilmemiş gerçeklik okyanusunun kıyısından deniz kabuğu toplayan biri gibi hissettiği söylenir. Doğa felsefesinin çeşitli dallarının, benim de aşina olduğum daha sonraki takipçileri, o çocuksu zekâma bile aynı arayışın peşindeki acemiler gibi görünüyordu.
Eğitimsiz bir köylü ancak çevresindeki nesneleri görüyor ve bunların pratik kullanımını öğreniyordu. En bilgili filozofsa bundan biraz fazlasını biliyordu. Doğanın çehresini saran örtü kısmen aralanmıştı belki, ama ölümsüz hatları hâlâ bir sır, bir esrardı. Bilge kişi onu parçalara ayırmış, tahlil etmiş, isimler vermiş olabilirdi ancak, değil nihai nedenlerini, henüz ikincil ve üçüncül nedenlerini dahi çözememişti. Berise insanı doğanın kalesine nüfuz etmekten alıkoyar gibi görünen güçlere ve engellere şöyle bir göz atmış, düşüncesizce ve cahilce tatminsizliğe kapılmıştım.
Oysa şimdi karşımda daha derinlere inmeyi başarmış ve daha fazlasını bilen kitaplar ve insanlar vardı, öne sürdükleri tüm fikirleri benimsedim ve onların müridi oldum. Böyle bir durumun XVIII. yüzyıl gibi bir çağda ortaya çıkması

insana garip gelebilir, ama ben bir yandan Cenevre okullarının sağladığı rutin eğitimi takip etmeyi sürdürüyor, bir yandan da ilgilendiğim konularda kendimi geliştiriyordum. Babam bilimsel eğilimlere sahip biri olmadığından ben bir öğrencinin bilgiye açlığının yanında, bir çocuğun körlüğüyle mücadelemi devam ettiriyordum. Öğretmenlerimin rehberliği altında, büyük bir sabırla felsefe taşının ve ölümsüzlük iksirinin arayışına giriştim. Ancak kısa süre sonra kendimi tamamen iksir konusuna verdim. Zenginlik bayağı bir amaçtı; ama hastalıkları insan bedeninden uzaklaştırabilmenin ve insanı acımasız bir ölüm dışında her şeye karşı dayanıklı kılabilmenin şanı kim bilir ne büyük olurdu!
Hayallerim bunlarla da sınırlı değildi. Hayalet ya da Şeytan çağırmak gözde yazarlarımın özgürce vaat ettiklerinin arasındaydı ve ben hevesle bu işin peşine düşmüştüm. Sihirlerim sürekli başarısızlığa uğradığında bunu eğitmenlerimin yetenek ya da doğruluktan yoksunluğuna değil, kendi acemilik ve hatalarıma yoruyordum. İşte böylece bir süreliğine coşkun bir hayal gücü ve Çocuksu bir mantığın rehberliğinde tam bir acemi gibi, birbiriyle çelişen binlerce teoriyi birleştirerek ve çeşitli bilgilerin bataklığında çaresizce çırpınarak çökertilmiş sistemlerle uğraştım durdum, ta ki bir kaza düşüncelerinim gidişatını yeniden değiştirene dek.
On beş yaşımdayken ailecek Belrive yakınındaki evimize çekildiğimiz bir sırada şiddetli ve korkunç bir fırtınaya tanık olduk. Fırtına, Jura Dağları'nın arkasından ilerledi ve gökyüzünün çeşitli yerlerinden yükselen ürkütücü gök gürültüsüyle aniden patlak verdi. Bense olanları merak ve sevinçle izledim. Kapıda durduğum sırada aniden evimizin yirmi metre kadar ötesindeki yaşlı ve güzel meşe ağacından bir alev akımının yükseldiğini gördüm. Göz kamaştıran ışık yok olduğu anda meşe de yok olmuş, geriye yanık bir kütükten başka bir şey kalmamıştı. Ertesi sabah bakmaya gittiğimizde ağacın akıl almaz şekilde parçalandığını gördük. Darbenin etkisiyle parçalar halinde dağılmamış, incecik tahta şeritlere ayrılmıştı. Bu derece harap olmuş bir şeyi ömrümde görmemiştim.
Daha önce elektrik kurallarını hiç duymamış değildim, ancak bu olayda büyük bir doğa felsefesi araştırmacısı yanımızdaydı ve felaketin de heyecanıyla bize elektrik ve galvanizm konusunda geliştirdiği bir teorisini anlatmaya koyuldu. Benim için bu hem yepyeni hem de hayret verici bir konuydu. Söylediği her şeyle hayal gücümün efendileri Comelius Agrippa'yı, Albertus Magnus'u ve Paracelsus'u gölgede bıraktı ve kaderin bir cilvesi sonucu bu adamların alt edilmesi beni çalışmalarımdan uzaklaştırdı. Sanki hiçbir şey, hiçbir zaman bilinemez ya da bilinemeyecekmiş gibi geliyordu bana. Onca zaman ilgimi çeken şeyler birden bana çok saçma göründü. Genç yaşlarda büyük ihtimalle daha fazla maruz kaldığımız türden bir akıl çelinmesi sonucu çalışmalarıma

aniden son verdim. Doğa tarihine ve onun tüm dallarına kusurlu ve eksik gözüyle baktım ve gerçek bilginin eşiğinden bile geçemeyecek o sahte ilmi küçümser oldum. Böyle bir ruh hali içinde kendimi sağlam temeller üstüne kurulu olan ve ilgimi hak eden matematiğe ve dallarına adadım.
İşte ruhumuzun yapısı böylesine karmaşık ve bizler mutluluk ya da felakete böyle incecik bağlarla bağlıyız. Şimdi geriye dönüp baktığımda ilgi alanımdaki bu neredeyse mucizevi kayma, koruyucu meleğimden gelen bir telkin gibi görünüyor; daha o zamanlarda beni mahvetmek üzere yıldızlarda asılı bekleyen fırtınayı def etmek için koruyucu ruh tarafından sergilenen son bir çaba. Yakın zamanlarda yürüttüğüm azap dolu çalışmaları terk ederek sıra dışı bir sükûnet ve iç huzuruna kavuşmam, bu ruhun zaferi oldu. Kötülük denen şeyin böyle çalışmaların ilerletilmesi, mutluluğunsa bu çalışmaların göz ardı edilmesi anlamına geldiğini o zaman kavramalıydım.
İyilik ruhunun gösterdiği gayret dolu bir çabaydı bu; ama hiçbir faydası olmadı. Alın yazısı fazlasıyla baskındı ve onun değişmez kanunları, kati ve korkunç yıkımımın emrini çoktan vermişti.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro