
c h a p t e r ♔ t e n / f i n a l
Chapter 10.
chapter song: lee hi - breathe
"Oysa firar etmiş, onun yara bere içindeki kırmızı dudaklarında çoktan bir tuz göleti oluşturmuştum."
Archie yine uçurumun kenarındaydı. Gökyüzünde süzülmekte olan bir martıyı andıran Mela'sını izliyordu. Zihnindeki milyonlarca cevapsız soru yok olmuştu. Elleri cebinde doğmakta olan güneşin sunduğu havayı ciğerlerine çekiyordu –yaşamın en diri ve sahici özelliğini; nefes almayı.
Bütün gece, sonbaharın ayazını teninde hissederek yuva bildiği kayalıklarda oturmuş, bacaklarını kendisine çekip dizlerine başını vermiş ve uçmaktan keyif alan Carmela'yı izlemişti. Midesindeki acı sıvı arada bir boğazına nüksediyor, yorgunluktan mor halkalara kucak açan gözaltları kapanmaya direniyordu.
Eklemleri soğuktan kanamaya başlayan eline nefesini üfleyerek usulca ayağa kalktı Archie. Sendeledi ilkin. Tenini bir tokat gibi yalayan tan yeli sersemlemesine sebep oldu. Ayakta güçlükle dururken gözlerini bir an olsun Carmela'dan ayırmıyordu.
Kurumuş dudakları titrerken sesinin yankı yapmasına sebep olacak çatal bir sesle seslendi Carmela'ya Archie.
"Gerçekten burada mısın?"
Carmela konuşmadı. Uçmaya devam etti, sonuçta bir martıdan başka bir şey değildi seslendiği kişi.
"Sesini duyamıyorum. Yoksa bir hayal misin?"
Yaşananlardan habersiz martının güçlü çığlığı çarptı kayalıklara. Archie'nin soğuktan kanayan dudakları titrer oldu.
"Ayırt edemez oldum, gerçek ve düşleri. Carmela..." dedi güçlükle. Bir şarkı vardı sesinde. "Orada mısın?"
Hıçkırdı. Sesi martılara karıştı ve bütün şehri etkisi altına aldı.
"Öldüğünü söylüyorlar. Neden inkar etmiyorsun? Mela... Aklımı kaçırdığımı düşünüyorum. İnsanlar delisin diyorlar."
Bir çocuk gibi gözlerini aydınlanmakta olan gökyüzüne dikti. Hemen ardından, titreyen kirpiklerindeki faili meçhul zindanlardan onlarca mahkûm özgürlüğe akın etti. "Sana ihtiyacım var. Neden çıkıp da yanıma gelmiyorsun?" Gözyaşları yanaklarında buz tuttu. "Nefes alamıyorum."
Fakat ona ne vahşi martılar, ne kayalıklara çarpan sert dalgalar ne de başına buyruk rüzgar cevap verdi. Askıda kaldı Archie'nin kurduğu her bir cümle. Geçmişin boynuna dolanan ipleri kızdırdı dalgaları. Archie isyan ederek bağırdı.
"Carmela! Neden artık bana görünmüyorsun? Neredesin?"
Boğazında düğüm düğüm olan ağrı göğsünde sıkışarak midesine indiğinde belini bükerek bağırmaya devam etti –ta ki güneş doğup, tenine bir battaniye gibi örtünene kadar.
Archie'nin acı dolu hıçkırıkları dindi. Dalgaları arşınlayan bakışları, iki tepenin arasından doğmakta olan güneşe kaydı ve orada uzunca bir süre oyalandı.
"Neden?" dedi Archie kendinin bile duyamayacağı kadar kısık bir sesle. "Neden?"
Yine cevap gelmedi. Gelmeyeceğini biliyordu zaten, bu öylesine sorulmuş, tuhaf bir sorudan ibaretti sadece.
Archie büyük bir yıkım yaşamıştı. Şimdi ise artçı sarsıntılarda, yaşadığı her şeyin gerçekliğine tepki gösteriyordu. Pes edeli saatler olmasına rağmen, seçtiği en kısa yolun bu olmasına canını sıkıyordu. Üstelik her şey bu kadar canlı ve gerçek iken... Ruhu çürümüştü Archie'nin. Tıpkı bir sonbahar yaprağı misali toprağa doğru süzülemeden, dalında çürüyüp gitmişti. Ona kuruyup şehrin gürültüsüne karışmak gibi bir şans tanınmamıştı.
Gözlerini kapadı, açtı Archie. Soğukkanlılıkla gözyaşlarını sildi ve güneşin aydınlattığı sarı saçlarını gözünün önünden çekerek ileriye doğru ürkekçe adım attı.
Bu kez ileride onu bekleyen bir Carmela yoktu.
Bu kez kendisini özgürlüğe doğru bıraktığında kolundan sıkı sıkı tutacak bir Elliot yoktu.
Bu kez melekleri kıskandıracak bembeyaz kanatlar da yoktu –zira onları resmetmeyi bir türlü gerçekleştirememişti.
Bu kez tıpkı bir korkak gibi yaşadığı acının yükünden kaçacak olmak vardı.
Güneş yükseldi, yükseldi ve yükseldi. Cesedi portmantolarda asılı kalan iki fırça Archie'nin etrafında dans etmeye başladı. Bir renk cümbüşünün etrafında kalan adamın belki de son zihin oyunuydu bu. Notalar dağınık saçlarının arasında geziniyor, renkler tenine sıçrıyordu. Yüzüne acınası bir gülümseme indirdi Archie. Gözlerinden kayarak yanaklarında buz tutan damlalar, bu gülümsemeye kıyamadı ve usulca gerdanına doğru süzüldü.
Bir kez nefes aldı.
Fırçalar sırtında ahenkle dans ederek iki kanat çizdi.
İkinci kez nefes aldı.
Kanatlar ruhunun etrafında bir matem havası belirleyerek, kasvetle gezindi.
Üçüncü kez nefes aldı.
Ve ölüme doğru atıldı adım, çığlıkların kulak tırmaladığı çırpınışlar hareketlendi.
Bir sonbahar sabahı, kimi yaprak dalında çürüyüp kimi şanssızları ise kuruyup insanların ayaklarında un ufak olarak hayata veda ederken kayalıklara vurmuş bir çocuk cesedi buldu insanlar. Ölümü büyük bir trajedi olan hasta çocuğu herkes aylarca dillerinden düşürmediler. Bu çocuk, 23 Ekim 2003 tarihinde lösemi tedavisi başarısızlıkla sonuçlanarak hayatını kaybetmiş olan Archie Armanet'ti. Şizofreni hastası Elliot Poulain'in bir güz mevsimi başlayıp yıllarca herkesten gizli bir şekilde zihninde büyüttüğü çocuktu.
O çocuk hiçbir zaman ölmedi. Ta ki düşünce gardiyanları Elliot'ın zihnine kelepçeleri vurana değin.
SON
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro