Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

On Altıncı Bölüm

Vapur, birçok defa o kadar ümit ve emelle işittiği düdüğünü bu sefer acılığıyla yüreğini oynatarak keskin keskin öttürüp iskeleden kalktığı zaman: "Her şey bitti!" ümitsizliği yerini, gittikçe öfke ve şiddete bırakıyordu. Bir şey yapmak mümkün olmadığı için âdeta bunalım derecelerine gelen bir kızgınlığa dönüşüyordu. Herkesin kendi aşağılık ve mahrum mutluluğunu bile çok görüp elinden nesi varsa almaya harcamışlar gibi acı duyarak, vapur uzaklaştıkça o kadar sevildiği, mutlu olduğu yerleri kendi kendine gösteriyor, acıyla fark ediyordu ki, elinden alınan bu mutluluktan uzaklaştıkça hem acı duyuyor hem de kızgınlığı bir kin hâline geliyordu.

Ah niçin özgür değildi? O zaman gidip Necib'e: "İşte seninim!" diyebilecekti. O zaman gösterecekti ki, kontrolü kendi elinde olan hayatın kendi arzu ve tercihiyle onun eline bırakıyor ve emanet ediyor. Sonra düşündü ki, asıl şimdi bunu söylerse bir şey feda etmiş, aşkının şiddetini ancak bu fedakârlıklarla göstermiş olacaktı. Fakat şimdi, şimdi bu mümkün değildi. Yalnız Süreyya değil, Süreyya olmasa bile bunu söyleyemeyeceğini hissediyordu. O kadar tantanayla feda edilecek hayatın bir değeri olmalıydı. Hâlbuki kendisi... "Ah genç olsam da, ona layık olsam da: Seninim! desem..." diye özlem duyuyordu. O zaman onu ne kadar mutlu edeceğini görerek bunu yapamamak ümitsizliğiyle boynu bükülüyor "Her şey bitti!" iç sıkıntısı yeniden yayılarak hiçbir çare bulamamak ümitsizliği tekrar hücum ediyordu. Son günlerde biraz unuttuğu karanlık düşüncelere tekrar gömülerek: "Eylül, ah işte eylül! Ne yapılsa boş... Bak, her şey bitti..." diyordu.

Her şeye, herkese, konağa yaklaştıkça her şeye kızarak, arabalara, sokaklara, geçenlere, haykıranlara büyük bir kızgınlıkla gidiyordu. Bu, kendini o yüksek tavanlı, karanlık sofaların içinde, yüksek pencereleri örten ağır perdelerin yarım gecesiyle dolu odalarda bulunca, isyanının nasıl aciz olduğunu görüp hiçbir şeye cesaret edemeyeceğini anlayarak tekrar: "Her şey bitti!" fikriyle düşünüp hırs ve aczinden ağlayacak bir hâle geldi.

Hacer'in: "Maşallah, maşallah efendim... Bu ne şeref!" diye gösterişle karışık bir alayla karşılamasına ancak dudaklarını ısırarak susabilmiş, hemen kendini odasına atmıştı. O zaman evin kalabalıklığının etkisiyle bir şey yapmaya, hatta şikâyet etmeye bile gücünün yetmeyeceğini gördü. Süreyya emirler vererek, yerleşmek için öteberi yaparak uğraşırken, orada sadece onun yanında tekrar, bu artık gittikçe düşman gördüğü adamdan öfkesini almak için tekrar acı bir istek duyuyor ve o zaman, onlardan da, bütün bu Hacerlerden, Fatinlerden, Efendilerden de korktuğuna kızıyordu. Onların ne mal olduğunu bildiği hâlde... Ah, onların hepsini birden şaşırtacak, hayretten öldürecek bir çılgınlık yapmayı kendinin öyle kolayca ezilecek sıradan bir kadın olmadığını anlatmayı nasıl istiyordu. O zaman biraz rahat ederek çareler düşünmeye, düzenlemeler yapmaya koyuluyordu.

Fakat hanımefendinin yanına çıktığı zaman bütün o şeylere sahip olmadığını anladı. Onun da bir şey işitmiş olması, bir şey düşünmesi ihtimalinin, huzurunda Allah kadar saygı gösterdiği kadının yanına öyle bir kalp çarpıntısı ve aşağılık duygusuyla girdi. Onun yüksekliğini düşünerek o kadar ezildi, o kadar kahroldu ki, mümkün değil bu aşağılık duruma dayanamayacağını tekrar anladı. Ruhunda o kadar kibir ve büyüklük vardı ki, başkalarında kendisine en ufak bir imaya bile katlanamıyordu. Böyle şeyler için doğmamış olduğunu zaten düşünmüştü; fakat tekrar ve pek acı olarak şimdi anlıyordu. Burada kendini tanımıyordu. Nasıl böyle imalı sözlere imkân verecek bir girdaba düşmüştü, bu nasıl mümkün olmuştu? Bunları düşündükçe şaşırıyor, bitiyordu. Bu kendisine yakınlık sevkiyle, intikam hırsıyla fikren düştüğü girdaplar içinde bir tembih darbesi oldu. Biraz düşünme ve orta hâlde kalması gerektiği hissi verdi.

Fakat Süreyya'yı neşe dolu, şen dolaşır gördükçe: "Ama sen kendin değil miydin? Sen kendin burada yaşamayacağını söylemiyor muydun?" diye haykırmak arzusuna direnebilmek için büyük çaba sarf ediyor, yoruluyordu. Ve onun sözlerine, başkalarının sorularına dargın ve asık suratlı görünmemek kaygısıyla sakin bir tavırla cevap vermek zorunluluğundan kurtulup kimsenin olmadığı yerlere kaçmak, kimseleri görmemek, yalnız kendi kendine düşünmek istiyordu.

Akşamüstü hep birlikte oturuyorlardı. Hacer, Suad'ın yanına gelmiş gayet dostane ve gizlice konuşuyor, söz arasında hayatından ve kocasından şikâyet ederek: "Ah, ne iyi ettiniz de geldiniz vallahi kardeşim!.." diye yüzüncü defa memnuniyetini söylüyordu. Yazın ne kadar boğulduğundan bahsederek: "Kıymetinizi asıl o zaman anladım!" diyor "Bizimkiler bilirsiniz ya!.." diyerek bunak gibi beyefendinin yanından ayrılmayan kocasından, hanımefendiyi bir dakika yanından ayırmayan beyefendiden şikâyet ediyor: "Onların arasında bunuyorum sandım..." diye kıs kıs gülüyordu. Ve Suad'ın gülümseyerek susmasına karşı, küçük şeytan gözleriyle derin derin bakarak: "Kaç kere düşündüm size geleyim, yalıya geleyim diye..." diyor, sonra: "Fakat korktum doğrusu!" diye bitiriyordu.

Suad sebebini sordu. O zaman biraz kararsızlıktan sonra üstü kapalı konuşmaya devam etti:

"Öyle ya, rahatsız ederimden çok... Çünkü yabancı değilim a!.. Fakat belki yer yoktur diye korktum doğrusu... Bize yalı küçük dediler. Eğer gelecek olursam sığacak yer bulamam dedim... Düşünsenize ne kötü olur? Mesela Necib'le ikimize bir oda... Değil mi?"

Zorla gülüyor, küçük bir kanepe yastığıyla dizinde oynarken eğilip gülüşünü ve heyecanını orada gizliyordu. Birden Suad'a bir yakınlık isteği geldi. O istediği sözü ima edip bir açıklama yaparak onunla barışmak, gerçeği ona anlatıp bu iftira ihtimali ve lekesini yok etmek isteğini duydu. Fakat Hacer'in gözaltından bakışında, kıvranışında öyle bir yılan hâli vardı ki, gözlerinde o kadar şeytan bir hıyanet gülüyordu ki, omuzlarını kaldırıp: "Ne fayda?" dedi. Anlıyordu ki bir şey kazanmayacak, belki zarar edecekti.

Pencerenin önüne oturan hanımefendi birden Hacer'e:

"Fatin Bey geldi, Hacer..." dedi. O, omuzlarını kaldırarak tekrar Suad'a bir şeyler anlatmaya başladı.

Süreyya annesiyle konuşurken dönüp, azarlar gibi bir gülümsemeyle:

"Küçükhanım, omuz silkmek nezakete uygun mu? Bak, kocan geliyor..." dedi.

Hacer yine kulak vermeyip Suad'a tatlı tatlı, güya gayet merakla anlatmaya devam ediyordu. Buraya taşındıkları haftanın içinde gittikleri bir düğünü anlatıyor, "Severek evlenmişler" diye gözleri parlarken şen görünmek için kendini zorluyormuş gibi küçük gülmeler, kıvranmalar, yarım sözlerle, daima elindeki yastığı dizinde evirip çevirerek anlatıyordu; fakat Süreyya'nın tekrar ikazına karşı sabrı tükenerek birden dudaklarında titremelerle, gözlerinde hışımla döndü: "Ooo, rica ederim, gelir gelmez beni yine cendereye sokma Süreyya" dedi. "Dünkü gelin değilim ya... Yolu da pekâlâ biliyor."

Süreyya'nın sözleri, Fatin'in gürültüsüne karıştı. Açılan kapının içinde bir yazdır daha büyümüş karnının arkasında, büyük bir sevinçle: "Ooo, oo!" diyordu. Yüzü geniş bir gülümsemeyle genişledi, katmerlendi. İki adım atıp nefes arasında "Kırlangıçların dönüşü!" dedi. Sonra ilerleyerek "Fakat fırtınasız kırlangıçlar iyi değildir derler..." diye gülümsedi.

Süreyya yarı alaylı, yarı öfkeli:

"Eğer fırtınaya ihtiyacınız varsa ondan kolay şey olmaz." diye homurdandı.

Fatin bu asık surata karşı hemen gülerek sokuldu:

"Vallahi ne iyi ettiniz de geldiniz, Süreyya'cığım. Doğrusu pek göreceğim geldiydi... Canım insan bir kere alıştı mı ayrılınca güç oluyor vallahi... Evin sanki tadı kaçmıştı..."

Ve yanına oturup tatlı tatlı konuşmaya başladı. Suad, birbirini hiç sevmeyen bu iki adamın şimdi böyle öteden beriden, belki biraz olayla, fakat yine sakinlikle gerçek ve derin olmayıp yalnız görünürde, yapmacık bir sevgiyle görüşmelerine bakarak: "Gören bir dost sanır, herkes böyle..." diye düşünüyor, Hacer'in aynı kabul ile kendini karşılayışını hatırlayarak ve hâlâ kulağına sokulup kıkırdaya kıkırdaya bir şeyler anlatışına bakarak: "Ben bile, ben bile öyleyim... Başka türlü yaşamak mümkün değil..." diyordu. Ah, bunu anlamakta ne kadar geç kalmıştı? Ama o bütün temiz ve içten kalbiyle yaşamak istiyordu. Ve şimdiye kadar öyle yaşıyorum inancındaydı. Fakat hiç öyle olmadığını nasıl acı acı anlamıştı.

Ve herhâlde şimdi itiraz edilebilecek zıtlıkları bulduğu Süreyya'ya bakıp kendi sabır ve tahammül etse, yine önceki gibi yaşacaklarken sadece kendisi bunda hata ettiği için, kocası da rahatını bozamayacağı için, aralarının nasıl bir uçurumla açılacağını düşünerek bu haksızlığa isyan ediyordu.

"Nasıl? Sonra bu da mı mutlu evlilik? İşte en iyisi... Hâlbuki işte en iyisi de kötüsü gibi!" diyor ve Hacer'in duygularını gizlemeyip açık davranmasını seviyordu. "Hiç olmazsa kimseyi aldatmıyor, herkes biliyor ki, birbirlerini sevmiyorlar, istemiyorlar..." diyordu.

Ve bundan sonra ömrü bunları bile bile, her şeyi göre göre geçecekti, değil mi? Artık Süreyya'nın önceki gizli ve tatlı sevgisine yabancı, evin böyle ayrı ayrı ruhî derinliklerini bildiği adamlarıyla yaşayacağı hayat onu ürkütüyordu. Bir hanımefendi... Evet Suad'ın sevdiği ve saygıya layık gördüğü yalnız o vardı. Onun da beyefendinin nasıl kahırlarına, zorluklarına katlanarak yaşadığını görüyordu. Bey'in hemen her şeyinde görülen hırs ve öfkesinin, bir kere kızınca hiç karşısındakinin kalbini, hatırını düşünmeyip hırs almak, acı çıkarmak için ağzına geleni söyleyerek zehir saçışının masum ve katlanılacak bir kurbanı olduğunu gördükçe: "Nasıl sabrediyor, Ya Rabbi?" derdi. Şimdi hatırladı ki, henüz kızken kendi de kötü kocaya düşerse tahammül eden kadınlar gibi sabredemeyeceğini, susamayacağını zanneder, öyle de iddia ederdi. Fakat bugün bu kadarına katlandığını görerek yavaş yavaş birbirini izleyerek gelecek böyle haksızlıklara bugünkü gibi sabır ede ede bir gün alışacağını anlıyor, "Yavaş yavaş ben de onlar gibi bir oyuncak, bir hizmetçi, sade bir hırs ve zevk aleti olacağım, hiç istediğim bir şey olmayacak, hep istenen şeylere alet olacağım..." diyordu. Ve buna katlanamayıp "Hayır, hayır, buna bir çare bulmalı!.. Bu mümkün değil!" demek istiyordu. Şimdiye kadar bunu yapmıştı; fakat arzu ve aşkla, aldandığını bilmeyerek... Şimdi artık biliyordu, artık şimdi... Hâlbuki herkes aldanmıyor mu? Herkesin mutluluğu böyle bir aldanmanın sonucu, bir gafletin lütfu değil mi? diye düşünüyor "Ah aldanabilsem, hiç olmazsa yine aldansam!" isteğiyle yanıyordu. Fakat artık mümkün değildi. Gözler o kadar açılmıştı ki, artık hep görüyordu.

Bir taraftan Hacer kulağının yanında, dirseğiyle kolunu dürterek kocasını gösteriyor, "Allah aşkına kardeşim, alnı nasıl parlıyor, börekçi çırakları gibi..." Sonra ileri çıkık, göğsüne eğik başının arkasında, yakalıkla fes arasında oturunca katlanan enseyi göstererek: "Ah ne kadar iğreniyorum, bilsen, kardeşim?" diye gayet gizli bir şikâyet edasıyla bakıyordu. Hacer'in daha önceleri birtakım itirafları olmuşsa da hiç bu dereceye gelmemişti. Suad ona bakarak şaşkınlıkla güldü. Bununla beraber bu genç kadın, bu şimdi: "İğreniyorum." diye yüksek görünmek istediği adamın karısıydı. Ve ona pekâlâ katlanıyordu. Bu duygularla beraber yine onun gece gündüz yanında yaşaması, onun okşamalarına katlanması Suad'ı düşündürüyor, "Hâlbuki pekâlâ onunla yaşıyorsun?" demek istiyordu. Ama o da Süreyya ile yaşamayacak mıydı? O da bundan sonra Süreyya'nın yine önceki gibi karısı olmayacak mıydı? Kalben o kadar ciddi dargın idi ki artık bunu mümkün görmüyordu. İçinde buna şimdiden isyan eden bir kırgınlık vardı. "Hayır, hayır, artık bitti!" demek istiyordu. "Beyefendi" dediler, hep ayağa kalkıldı. Suad tekrar o haşin, beyaz sakallı adamın karşısında bulunuşuna sıkıldı. Bey şöyle yan bakarak, etekleyenlere kayıtsızca: "Ooo, maşallah..." diye mırıldandıktan sonra karısına dönüp: "Hemen yemek yiyiverelim de... olmaz mı?" dedi. Öbürleri suskun duruyorlardı. Hanımefendi: "Peki, peki..." diye onu çıkardı. Ve Suad, bundan sonra, hayatının her gün böyle geçeceğini görerek acı bir hatırlayışla yalıdaki ömrünü, bu yaz geçen o güzel hayatı, o saf ve serbest, şimdi endişeli zamanlarını bile arzu ile gördüğü o güzel hayatı özlemle düşündü.

Sofrada biraz önce tam bir alçakgönüllülükle konuşan Fatin, beyefendinin huzuruyla cesaret kazanarak ona yaranmak için peçetesiyle sağa sola bıyıklarını silerek, gözlüğünün arkasından gözlerinin etkisini anlamak için telâşlı bakışlar fırlatarak:

"Tuhaf vallahi" diyordu. "Ben değişeceksiniz falan zannettimdi ama... Bir de baktım ki, yine öyle geldiniz..."

Süreyya alay edercesine gözleriyle açıklama isteyerek:

"Nasıl değişmek?" dedi.

Fatin sözün akışından memnun, sözlerine büyüklenme katarak:

"Belki biraz büyürdünüz filan dedimdi ama..." dedi ve gülerek Bey'e baktı.

O zaman Suad, Süreyya'nın gözlerinde yalıda sofrada kendine baktığı o çirkin bakışla hiddetlenerek: "Siz olsaydınız kabuğunuza sığmazdınız!" dediğini gördü. Ve içinden yine o zamanki zehir aktı. Birden, Necib burada olsaydı diye düşünüp yüreği hoplayarak: "Ama herkesin bin ikiyüzlülükle birbirini incelediği bu evde, onun vücudu bile bir tehlike!" diye karar verdi.

Yemekten sonra biraz onların yanında oturdular. Sonra Süreyya kalktı, "Haydi!" der gibi Suad'a baktı. Onu izlemek gerekti. Ve yürürken artık ne onun yanında, ne ötekilerin arasında yaşayamayacağını, hepsinden usandığını derin bir endişeyle hissederek bununla beraber hayatının bu adama bağlı olduğunu, canı istediği vakit istediği şeyi yapmazsa buraya gelişi gibi zorla yaptıracağını düşünerek perişan ve korkulu, ölmek isteyerek yürüyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro