Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

♣️8♣️

Genç kadının gözleri yerleri kaplayan mavi çiçeklerin üzerinde dolaşıyordu. Gözleri kapanmadan önce bir hamaktaydı. Şimdiyse çok iyi bildiği bir odanın içinde, çiçekleri kimin koyduğunu anlamış, tedirginlik içinde kaçmayı düşünüyordu.

Yumuşak bir kahkaha duyduğunda bakışları kendisini izleyen uzun boylu adama kaymıştı. Onun kim olduğunu biliyordu. Siyah pantalonu, siyah kazağı, bileğindeki mavi bandanası, karışık siyah saçları ve haylaz mavi gözleri ile Alarik. Genç kadının kafasından geçenleri anlıyormuş gibi çarpık bir gülümseme ile izliyordu onu.

"Bu küçük ziyaretimden kimseye bahsetmiyoruz."

"Bahsedeceğim. Emin olabilirsin." diyen sesini duydu. Genç adam başını üzgünce yana eğmiş, elleriyle çiçekleri gösteriyordu.

"Sadece hediyeni getirmek istemiştim. Karşılığı bu mu?" diye dudaklarını büktü.

"Beni öldürmek istiyorsun!"

Büyücünün parmakları çenesini sıvazlarken, mavi gözlerinde tehlikeli bir ışık yanıp sönmüştü. "Hayır, seni öldürmek istediğimi de nereden çıkardın? Ölürsen bir işime yaramazsın."

O an genç kadın hızla kapıya koşturmuş, kapının kilidini açmaya çalışıyordu. Alarik, onu kapıdan uzaklaştırırken alaycı gülüşünü duyabiliyordu. "Boşuna uğraşma. Ben istemediğim müddetçe o kapıyı açamazsın."

Genç kadın boynundaki kolyenin ısındığını hissettiğinde Alarik de ellerini üzerinden çekmişti. Belirli bir mesafeye çekilmiş, kızarıp, kabaran ellerini havaya kaldırmıştı. Yüzünde her zamanki gamsız sırıtışı vardı. Nil, o sırada gördü kendisini. Alarik, ona zarar vermeyeceğini söylerken, karşısındaki aynada gördü aksini. Güneş gibi parlak sarı saçlar, üzerindeki beyaz elbise ile bütünleşmiş bembeyaz bir ten ve yeşil gözler. Aynanın aksinde duran kadın sakin olmaya çalışarak genç adama cevaplar veriyordu, kendisini gördüğü için şaşkın değildi. Hayır, onun bedeninin içinde uyanan Nil'in ruhu şaşkındı.

"Seni istemediler, bir kısmı babana olan saygılarından dolayı seni kabul etti. Senin aslında hiçbirini istemediğini, evine dönmek istediğini biliyorum ama onlara yardım edeceğine söz verdin. Onları düşündüğün için değil, aileni tehlikeye sokmak istemiyorsun."

Nil, kafasından geçenlerin de buna benzer şeyler olduğunu anlıyordu o an. Genç adamın zihnini okuduğunu biliyor, Arda'dan zihnine engel koymasını istemeyi düşünüyordu. Büyücü devam ediyordu.

"Sakin zihnine engel koydurma. Sana tavsiyem zihnini elleme. Bazı egzersizlerle düşüncelerine ulaşılmasına engel olabilirsin."

Yerdeki çiçeklerden gözlerini öfkeyle kaldırdığında genç adamın dibine girdiğini görmüş, kalp atışları hızlanmıştı. Gözlerindeki vahşi pırıltının verdiği korkuya rağmen o ışığın gerisinde huzur veren bir his görüyordu Nil. Onun gözlerinin içinde kayboluyordu. Ağzı kurumuş, kalbi sanki boğazından çıkacakmış gibi hızla atıyordu. Alarik'in işaret parmağı, çıplak omzundan başlayıp, tüy gibi okşayarak koluna doğru bir hat çizmesiyle titredi. Dokunduğu yerler alev almış, alevler büyüyerek genç kadını yutmuştu. Yüzünü, yüzüne yaklaştırdı.

"Hiçbirine güvenme." diye fısıldadı. Genç kadın yüzüne vuran nefes ile soluksuz kalmıştı.

"Sana mı güveneyim?"

"Bana hiç güvenme. Ama onlara da güvenme. Bu savaşta yapayalnızsın Elda."

Odanın duvarları erimeye, içinde olan bedenden uzaklaşmaya başlamışken genç adamın eğilip, genç kadının dudağının kenarına küçük bir öpücük bıraktığını gördü en son.

"Bir ev ayarladım." diye mırıldandı gözlerini genç kadının üzerinden çekmeyerek. Glìven ile oturmuş sohbet ediyordu Nil. "Iolas oraya gelecek ördekleriyle." diye devam etti. Senin de bizimle gelmeni istiyorum. Ördeklerin varsa eğer onları da getirebilirsin."

Aron anlamayarak büyücüye baktı. "İyi ama neden? Onu burada da korurduk."

Büyücünün yüzünde alaycı bir ifade oluşmuştu yeniden. Bu onun imzası gibi bir şeydi. Artık kimse garipsemiyordu. Bir elini, önündeki koca ağacın gövdesine yaslamış, diğer eline de uzun bir değnek almış toprağa garip şekiller çiziyor, gözleri ise sürekli Nil'i izliyordu. Büyücünün saçları yine birbirine karışmıştı. Düşüncelerle boğuştu zamanlar sürekli kafasını kaşıdığı için siyah dalgalı saçları hep böyle karışırdı. Aron onun gözlerinin etrafını çevreleyen koyu halkaların da farkındaydı. Zayıflamış, olduğundan daha uzun duruyordu. Aron ondan daha yapılı durduğunu biliyordu, ondan daha güçlü duruyordu ama büyücüden öyle bir enerji taşıyordu ki sanki baş parmağıyla bile düşmanını ezebilirdi. Onun yerinde durmayan gözlerine baktığında, neden güvenilir bir tip olmadığını anlıyordu. Fazla zeki ve fazla belirsizdi. Düşmanlarının da, müttefiklerinin de hep bir adım önündeydi. Her zaman ürkütücü bir adam olmuştu. Tek bir zayıf yoktu. Ela ile tanışana kadar.

"Kabak gibi ortasınız." diye güldü umursamaz bir tavırla Aron'un düşüncelerinden habersiz. "Size tavsiyem ülkeniz ikinci defa başınıza yıkılmadan saklanmanız yönünde. En azından biz tacı yok edene kadar." Sonra omzunu silkti. "Tavsiye veriyorum ama dinlemeyeceğinizi de biliyorum. Kalın kafalı herifler. " sonra birden durdu. Önündeki karmaşık şekilleri inceliyordu kaşları çatılmış bir halde. Sanki bir bulmacayı çözer gibiydi.

"Glíven de bizimle gelecek mi?"

"Yaşlılar yavaştır Aron. Bunak, ne zaman ihtiyacımız olursa o zaman gelir yanımıza. Tacı ele geçirmek ve yok etmek için uzuun bir yolculuğumuz var." Gözlerinde yaramaz ışıklar parlıyordu fakat keyifsizliği her halinden belliydi. Belli etmemeye çalışsa da Nil'in ondan uzak durması ve mesafeli davranmaya başlaması herkesin dikkatini çekmişti. Alarik düşünüyordu. Ne görmüş olabilirdi? Onu gölde yaktığı zamanı mı? Yoksa ilk ortaya çıktığında saldırdığı anıyı mı? Ya da onu Mornor'un önüne attığı günü mü görmüştü? İçini çekti. Halbuki seviştikleri geceyi görmesini ne çok isterdi.

"Sen ne çiziyorsun?"

"Agarta planları mı onlar?" Lamia elinde kocaman bir sandiviçle yanlarına gelmişti. Şekillere daha bir dikkatle baktı. O kadar heyecanlanmıştı ki Aron'u bile görmüyordu. Elindeki sadiviçi yarı elfin neredeyse eline yapıştırdı. Ellerindeki kırıntıları çırparak yere çömeldi. Hayranlıkla çizgilere baktı.

"Agarta da ne?" Aron onların anlamsız şekiller olduğunu sanıyordu. Fakat ne Lamia ne de Alarik sorusuna cevap vermediler. Onu duymamış gibiydiler.

"Girişi arıyorsun sanırım." Lamia'nın dudaklarına bilmiş bir tebessüm yerleşmişti."Alarik bebeğim, karşında yer altı dünyasının kraliçesi duruyor. Neden bana sormuyorsun?"

Alarik'in dudakları büküldü. "Peki Agartalılar'ın, senin yer altı dünyasının kraliçesi olduğundan haberleri var mı?"

Lamia ona ters ters baksa da cevap vermedi. Meraklı gözleri yine şekillere kaymıştı. Parmağıyla şekilli toprağa dokunuyordu. Dikkatli bakışları ve sessizce kıpırdayan dudaklarıyla sanki şekilleri okuyor gibiydi. "Girişleri biliyorsun." diye mırıldandı sonunda takdir eden bir sesle. "Ne planladığını anlamıyorum. Onlardan yardım mı almayı düşünüyorsun?"

Alarik onu dinlemiyor gibi duruyordu çünkü bakışları Nil'e kaymıştı yeniden. Uyandığından beridir yüzüne bakmayan genç kadın, Lamia yanına geldiği gibi onları izler olmuştu. Dudaklarının bir kenarı keyifle havaya kalktı. "Sayılır."diye mırıldandı. Planlarını açık etmeyi sevmezdi. Ne kadar az bilirlerse o kadar iyiydi. Birden fazla kafadan, her zaman birden fazla ses çıkardı ve bu da kaosa neden olurdu. Zaten yalnız çalışmaya alışık bir adamdı.

"Bak Alarik, ne planlıyorsun bilmiyorum. Ama bu işte hep beraberiz. Agartalılar pek sevimli yaratıklar değil. Yeryüzündekileri sevdikleri de çok söylenemez. O yüzden ne düşünüyorsun? Bilmeye hakkımız var." Lamia çok ciddi bir şekilde konuşmuştu. Onun böyle ciddi olduğu nadir anlarda Alarik geriliyordu. Hoşuna gitmese de Lamia'nın yerküre ve içinde barındırdığı gizemler hakkında ondan daha çok bilgisi vardı. Yerkürenin yaratığıydı o. Fakat şöyle bir sorun vardı ki Alarik çevresindeki yarı elflere güvenmiyordu. Aralarında köstebek olabilirdi. Ne var ki bunu dile getirdiği anda başına gelecekleri az çok biliyordu. "Zamanı gelince öğrenirsin." diye mırıldandı alçak bir sesle. Neyse ki Lamia'da zeka namına bir şeyler vardı da üstelememişti. Ne de olsa o da karanlığın yaratıklarından biriydi.

"Peki bunu neden çizdin?" Soran Aron'du. Bir şeye burnunu sokmasa şaşardı zaten.

"Unutmamak için." Gözleri ileriye sabitlenmişti. Glíven gitmiş, Nil bir başına kalmış garip bakışlarla çevresine bakıyor sık sık da Alarik ve Lamia'ya doğru tedirgin bakışlar atıyordu. Kafasını saran sargıyı içi ezilerek inceledi. Aron yine soru soruyor, Lamia, büyücüden ses çıkmayınca cevaplıyordu fakat Alarik'in kulakları artık ikisini de duymuyordu. Nil'in zihnine takılı kalmıştı. Genç kadının kafası çok karışıktı. Alarik'e karşı bir yakınlık hissetse de gördükleri ona olan güvenini baya azaltmıştı. Aslında Nil, orada bulunan kimseye güvenmiyordu. Gözlerini üzerinden çekmeden ona doğru yürüdü. Onun geldiğini gördüğü gibi genç kafasının düşünceleri arasında kocaman bir ünlem işareti belirmişti.

"Benden uzak durmaya çalıştığına dair güçlü fikirlerim var."

Nil gergin bir yay gibiydi yerinde. Gördüğü görüntüler yeterince sarsmış ve korkutmuştu onu. Bir yani Lamia'nın saçmaladığına öyle inanmıştı ki gördükleriyle dünyası allak bullak olmuştu. Özellikle Alarik'in sözleri zihninden çıkmıyordu. Onlara da, bana da güvenme demişti. Onlar kimdi? Bu insanlar mıydı?

"Ne gördün?" diye sordu Alarik. Genç kadının kafasının içinde dönüp dolaşan sorulardan hangi anıyı gördüğünü anlamıştı. Eldar'da odasını çiçeklerle süslediği gündü. Eh diye düşündü içinden. Fena bir anı değil, daha kötüsü de olabilirdi.

"Sen düşüncelerimi okuyabiliyor musun?"

Umduğu soru bu değildi. Hoş bir şekilde gülümsedi. Zaten hep ummadığı şeyler yaparak şaşırtırdı onu. Başını yana eğmiş bir eliyle kafasını kaşırken, saçları yine dağılmıştı. Dağılan saçları ona öyle haylaz ve tatlı bir görüntü vermişti ki Nil yüzünün kızardığını hissetti, hemen başını önüne eğdi.

"Bazen."

"Bazen de ne demek?"

Alarik duygularla yoğunlaşmış bakışlarını genç kadının kocaman yeşil gözlerine dikti. O gözlere bakmak öyle hoşuna gidiyordu ki. Özlemle içini çekti. "Seni anlamadığım zamanlar."

"Bu çok ayıp bir şey. Lütfen yapma."

Genç kadın rahatsız bir şekilde göz ucuyla onu süzdüğünde, büyücünün yüzünde çok bilmiş bir sırıtma mevcuttu. Bu sinir bozucuydu. "Glíven ile ne konuştuğunu biliyorum. Yakında istesem de düşüncelerine erişemeyeceğim zaten."

Nil sessiz kaldı. Glíven'e zihin okumanın mümkün olup olmadığını sormuştu. Aldığı cevap hoşuna gitmemişti haliyle. Buna nasıl engel olabileceğini sorduğunda Glíven, düşüncelerinin önüne görünmez bir duvar örebileceğini söylemişti. Sadece o barikatı düşünmesi yeterliydi. İyi de bunu nasıl yapacaktı?

"Nil." Alarik'in yumuşak sesini duyunca ürperdi. Genç adamın gözlerindeki anlayış dolu ifade ise gevşemesini sağlamıştı. "Ne gördüğünü biliyorum."

"Bana güvenme dedin."

Büyücü yüzünü buruşturdu. Bunu açıklaması çok zordu. "Zaman gelecek, benden nefret edeceğin şeyler de göreceksin." Genç kadının gözlerinin korkuyla büyümesiyle çabuk çabuk konuştu. "Aklından hemen kötü şeyler geçirme. Sana zarar vermedim." Bir süre düşünür gibi oldu. "Kısmen diyelim. Biz bu savaşta hep beraberiz. O sırada öyle demem gerekiyordu. Nedenini sana açıklayamam. Zamanı gelince zaten öğreneceksin. Ayrıca ben huysuz, yaşlı bir adamım. Söylenmelerim olabilir. Fakat senden tek bir isteğim var. İçine şüphe düştüğünde, ruhunu dinle. Orada bir yerlerde hala bana güvenen bir parçan var. Hissedebiliyorum. Senin de hissettiğini biliyorum."

"Hayatımı kurtardın." diye mırıldandı Nil sanki kendi kendini telkin eder gibi "Hep arkamdaydın. O manyak adamla tanıştığım zaman da etrafımdaydın değil mi?"

Alarik bu sorunun peşinden neler geleceğini tahmin edebiliyordu. Bu kaçınılmazdı. Başını yavaşça evet der gibi eğdi.

"O zaman neden Derin'i kurtarmadın? Onun öleceğini biliyor muydun?" Bir umutla bakıyordu ona. Bilmediğini, böyle bir sonucu tahmin edemeyeceğini söylemesini çok istiyordu ama Alarik cevap vermedi. Çünkü biliyordu. O kızın önünde sonunda öleceğini biliyordu. Öncelikleri farklıydı, onu kurtarmak zaman kaybından başka bir şey olmazdı. Genç kadının bunu anlayacağını sanmıyordu. Kayıplar her zaman olurdu. Bu olağan bir şeydi.

Cevap alamayınca Nil'in çenesi titredi, gözleri doldu. Teni buz gibi olmuştu. Karşısındaki adamın kaya gibi kontrolü, buz gibi olan kendine güveni sinirlerini bozuyordu. Bu çok gaddarcaydı. Adamın onunla aynı fikirde olmadığını anlamak için konuşmasına gerek yoktu. Genç kadın burnunu çekti. Başka bir şey demeden ayağa kalkıp kaçarcasına gitti. Alarik arkasından bakarken kendisini çok yorgun hissediyordu.

Aron arkasında en güvendiği adamlarından birini bırakmıştı. Beş yıl önce yapılan bir baskınla Súríon yıkılmıştı. O zamana göre şehri toparlamak için çok uğraşsalar da eski ihtişamına hala kavuşturamamışlardı. Şehirden gideceği için çok huzursuzdu. Büyücü haklıydı, çok kolay hedeflerdi. Halkının güvenliğini düşünmesi gerekiyordu. En güvendiği arkadaşları etrafını sarmış, o gittikten sonra şehri nasıl korumaları gerektiğini planlıyorlardı.

"Bence dağlara saklanmalısınız." diye fikrini yürüttü Aron.

"Yapamayız." diye karşı çıktı Varis. Varis en uzun boylu olanlarıydı. Hastalıklı gibi bir zayıflığı vardı ve yüzü diğerleri gibi sağlıklı değil sarı renkteydi. Yine de herkes ona saygı duyardı çünkü çok zekiydi ve Aron'un en güvendiği arkadaşıydı. Onun yokluğunda ülkenin liderliğini o üstlenecekti. "Yokluğumuzu fırsat görüp şehri yerle bir ederler. Beş yıldır toparlanmaya çalışıyoruz."

"Canınızdan kıymetli mi?"

"Burası bizim topraklarımız Aron, nasıl vazgeçeriz?" Bunu diyen Lucan'dı. Çilli suratı heyecandan pembeleşmişti. Aron içini çekti. Halkı bazen gerçekten de kalın kafalı olabiliyordu.

"Size vazgeçin demiyorum zaten. Ordu kurmaya çalışıyoruz, biliyorsunuz. Onlarla tek başınıza baş edemezsiniz. Biz gelene kadar dağlara çekilin, birbirinizden asla ayrılmayın."

"İolas neden gelmedi hala?" diye sordu içlerinden biri huysuzca. "Büyücüye güvenebilecek miyiz peki?"

"İolas bizimle gideceğimiz yerde buluşacağını iletti. Büyücüye gelirsek, elbette güvenemeyeceğiz. Ama o da bu savaşın bitmesi taraftarı. Tabiki kendi çıkarlarının peşinde. Bu nedenle şunu aklınızdan çıkarmayın. Bu savaşta hep beraberiz ama kendi arkamızı da kendimiz koruyacağız. Elfler de bize ne olduğuyla ilgilenmeyecekler. Kendi kendimizden sorumluyuz."

"Aron..." Yumuşak bir ses araya girdi. Genç bir kadınının kafası kalabalığın arasından çıktı. "Eldar'da taht mücadelesi olduğunu duydum. Elfler kendi aralarında bölünmüş durumdalar. İolas ise beş yıldır ülke ülke dolanıyor. Eldar'a bir kere bile gitmedi. Elfler böyle kendi kanlarına boğulmuşken nasıl birlikte savaşacaklar?"

Aron sıkıntıyla gözlerini yumdu. O da söylentileri duymuştu. Tahtın ikinci ve üçüncü kandan varisleri türlü oyunlarla birbirlerini alaşağı etme derdine düşmüşlerdi. Mornor'un tamamen gittiğini düşünüyorlardı. Nasıl bu kadar aptal olabiliyorlardı anlam veremiyordu. Halbuki Súríon kadar Eldar'da ağır hasar almıştı. Nasıl bu kadar çabuk unutabilmişlerdi olanları?

"İolas ile bu konuyu konuşacağım. Siz kendinizi kollayın. Varis benim ardımdan sizlere liderlik yapacak. Uygun görüyor musunuz?"

Sallanan kafalar, uygundur diye çıkan hafif mırıltılar ile Varis yeni lider kabul edilmişti. Vedalaşma vakti gelmişti. İçinde bir burukluk vardı. Bir daha dönemeyebilirdi. Onlarla yaşadığı son anlardan biri olabilirdi. Herkesle tek tek vedalaşırken sıra ona Eldar'dan bahseden genç kadına gelmişti. Genç kadın menekşe rengi gözlerini korkusuzca onun gözlerine dikmişti. Súríon'daki nadir kızıl saçlılardandı. Çilli yüzü ve bembeyaz teniyle çok güzel bir kadındı ve Aron pek istekli olmasa da halkının isteğiyle genç kadınlala nişanlanmıştı. Genç kadının ona olan duygularının farkındaydı ama kendisi için aynı şeyi söyleyemezdi. Hiç ciddi bir ilişkisi olmamıştı. Tanıştığı ilk zamanlar Ela'yı beğense de aşka dönüşmemişti hisleri. Bir de Ela'nın Nisan adındaki insan arkadaşından hoşlanmıştı. Galiba en çok hoşlandığı kişi o olmuştu ama Ela öldükten sonra genç kızın hafızasını silip ailesinin yanına geri göndermişlerdi. O bu dünyaya ait değildi. Bu dünyayla olan tek bağı Ela'ydı ve o da ölmüştü. Hüzünle içini çekti

"Ben de seninle gelmek istiyorum."

Dara'nın kendinden emin sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Kaşlarını çattı. "Bu çok tehlikeli Dara. Sen burada kalmalısın."

"Seninle geleceğim Aron. Yalnız başına gitmene göz yumamayız. Bizden biri yanında olmalı. Ayrıca o yılan kadına da güvenmiyorum."

İkisi de aynı anda kafalarını çevirip Lamia'ya baktılar. Genç kadın deri ceketini çıkarmış, siyah büstiyeri beyaz gerdanını bir zambak gibi ortaya çıkarmıştı. Bir omzundaki yeşil ve siyah pullarının parlaklığıyla dikkat çeken yılan dövmesi sinsi bir düşman gibi sırıtıyordu. Nerden bulup çıkardıysa bir dal sigara yakmış, kırmızı ojeli parmaklarının arasına sıkıştırmış, kırmızı dudaklarından yasak bir zevk gibi zehirli dumanı ince ince süzülüyordu. Yanında gergin bir ifadeyle oturan Nil'le konuşuyordu. Ona da bir dal sigara uzatmasını izlediler.

"Kıskançlık krizi için fazla tehlikeli bir durumdayız."

Sözleri ile Dara öfkeyle soludu. " Ne kıskançlığı?" diye dudaklarını büzüştürdü küçümsemeyle. "Bu kadın karanlığın yaratığı, Glíven kadar yaşlı ve ondan daha tehlikeli. Hiçbirimiz yokken, o bu topraklarda hüküm sürüyordu."

"Yılanların kraliçesi o..."

"Ona güvenemeyiz. Arkanı kollayacak bizden biri lazım."

"Dara haklı Aron, biz de aynı şekilde düşünüyoruz." dedi Lucan. Dara'nın erkek kardeşiydi. "Biz bunu kendi aramızda konuştuk ve Dara'nın seninle gelmesini uygun bulduk."

"Bana sordunuz mu?" diye patladı Aron. "Dara dikkatimi dağıtmaktan başka bir şeye yaramaz. Sürekli onu korumaya çalışmakla hiçbir şey yapamam ki!"

"Senden beni korumanı isteyen yok zaten." Dara iyiden iyiye sinirlenmişti. Aron'a karşı güçlü duyguları vardı, ona hayrandı ve çok hoşlanıyordu ama bazen bu kendini beğenmiş tavırlarıyla çileden çıkıyordu.

"Dara kendisini koruyabilecek kadar güçlü bir kadın. Bunu sen de biliyorsun. Yanında bizden biri olmalı." Konuşan Varis'ti. Ses tonu konunun tartışmaya kapalı olduğunu belirtiyordu.

"Pekala!" diye pes etti Aron. "Keyfi bilir."

Onlar tartışırlarken Nil sıkıntıyla oturduğu yerde onları izliyordu. Lamia yanına gelip, sıcaktan yakınıp da ceketini çıkardığında onu duymamıştı bile. Şu andan itibaren hayatının nasıl olacağını düşünüyordu. Neler olup bittiği hakkında en ufak fikri yoktu, en kötüsü de bütün bu olanlarla onun ne alakası vardı onu bilmiyordu! Çıldırmamak işten değildi! Lamia ona sigara uzattığında tereddütsüz aldı. Aslında sigara içmezdi ama aşırı gergin olduğu zamanlar sakinleşmesinde yardımcı oluyordu. Derin'in çabalarıyla içtiği zamanlardan hatırlıyordu. Yine de ne kadar sakinleştirici bir özelliği olsa da sigarayı sevmiyordu. Tam olarak ciğerlerine de çekemiyordu dumanı. Ciğerlerine biraz duman çekse öksürük krizine giriyordu.

"Büyücüye güveniyor musun?"

Lamia sigarasından derin bir nefes alırken bu dünyada kimseye güvenmediğini söylemek istemişti ama Nil'in duymak istediği bir cümle olmadığından emindi. Genç kadın, dokunsa dağılacakmış gibi bir ruh hali içindeydi. "Alarik'e güvenebilirsin."

"Bu belirsizlik beni deli ediyor. Seansların bir gün aralıklarla yapılmasını istemiyorum. Her gün yapalım."

"Akıl sağlığın bunu kaldıramayabilir." diye uyardı Lamia.

"Dayanamadığım zaman dururuz. Bu belirsizlik bir an önce son bulmazsa da akıl sağlım yerinde olmayacak."

Lamia omuz silkti. Bunu deneyebilirlerdi. Bir süre hiç konuşmadan oturdular. Öfkeyle tartışan Aron ve kızıl saçlı kadını izlediler. Alarik'i bekliyorlardı gitmek için. Ne cehenneme gideceklerdi hiç fikirleri yoktu

"Senin olayın ne?"

Nil'in sorusuyla Lamia dalgınca ona döndü. Bir an anlamasa da sonrasında yüzünde kocaman bir sırıtış meydana geldi. "Ne çeşit bir yaratık olduğumu mu merak ediyorsun?"

Nil kızarmıştı. Amacı hakaret etmek değildi. Eliyle saçlarını gösterdi. "Medusa mısın?"

"O kadar çok adım ve hikayem var ki tatlım. Medusa'da onlardan birisi. Bazen adımdan sıkıldığım zaman eski adlarımdan birini kullanmaya başlıyorum."

"Böyle mi yaratıldın?"

Lamia'nın yüzündeki alaycı gülüş soldu birdenbire. Gözlerinin içinde yanan ateşler söndü. Bu hali öyle dokunaklı ve öyle insani gelmişti ki Nil'e kısa bir an ona acımıştı. "Uzun hikaye, belki bir gün anlatırım." diye cevapladı kuru bir sesle.

"Sen!"

Alarik'in suçlayıcı sesiyle ikisi de yerlerinden zıpladı. Birden ortaya çıkmış ateş saçan gözleriyle Lamia'ya bakıyordu. "Ona ne yaptın? Sigara mı içiriyorsun?"

"İkram ettim ve o da aldı." diye cevapladı Lamia sakin ve ağır bir sesle. Yine neye kızmıştı acaba bu huysuz büyücü diye düşünüyordu.

"Ela sigara içmez!"

Alarik'in sözleriyle etrafa derin bir sessizlik çöktü. Nil oturduğu yerde biri kalbine bıçağı saplamış gibi bir acıyla irkilmiş ve nefesiz kalmıştı. Adı Ela mıydı? Anılarında Alarik ona Elda demişti ama bu isim ona bir şeyler çağrıştırmamıştı. Fakat Ela. Ruhunda bir yırtılma meydana gelmişti sanki. Elleri titredi, başı döndü. Alarik söylediği cümleyi fark ettiğinde yüzü kapkara kesilmişti. Genç kadın ağır ağır ayağa kalktı. Elindeki sigarayı yere atıp, ayağıyla ezdi. Gözlerini büyücünün gözlerine kilitlemişti.

"Ama ben Ela değilim."

Alarik'in canı yanmıştı. "Farkındayım." diye mırıldandı duyulmayacak bir sesle. Parmaklarını saçlarının arasından geçirdi ve acıtarak çekiştirdi saç tellerini. "Özür dilerim benim hatam." Bakışlarını kaçırdı. Nil hariç her yere ve herkese bakıyordu şimdi.

"Hazırsanız, gidelim. İolas bizi bekliyor."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro