Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

♣️26♣️

"Bütün bunlar bitince ne yapacağını düşündün mü hiç?"

Bir kayanın ardında oturuyorlardı. Lamia uyku tulumunun içine kıvrılmış rahatsız bir uykudaydı. Nil ise Alarik'in neredeyse içine girecek denli iç içe oturuyordu. Dikkat çekmemek için ateş yakmamışlardı ve üzerlerindeki termal montlara rağmen üşüyorlardı. Genç kadının sorusuyla büyücü önce kaşlarını çattı fakat kısa bir süre sonra bakışları yumuşadı ve dudakları gizli bir tebessümün gölgesiyle çok hafif kıvrıldı.

"Seninle olmayı düşünüyorum. Umarım sen de bunu düşünüyorsundur."

Genç kadının gülümsemesi buruktu. "Senden başka kimsem yok ki," diye mırıldandı alçak bir sesle.

Büyücü yapmacık bir alınganlıkla, "Bunu kötü bir şeymiş gibi söyledin sanki?" diye söylendi. Nil alça sesle güldü. Yine de gülüşünün ardındaki hüzün hala hissedilebiliyordu.

"Seni üzen ne Ela?"

Alarik'in yumuşak bir sesle sorduğu soruyla genç kadın irkildi. Ela. İsmini duymak canını yakmıştı. "Bana Nil demeni istemiştim," diye fısıldadı kederle.

Alarik içini çekti. "Seni üzen ne Nil?"

Genç kadın bir süre konuşmadı. Dudakları ince bir çizgi halini almıştı. Bütün bu çılgın şeyleri yaşamadan önceki hayatını düşünüyordu. Ela olduğu zamanları. Açıkçası o zamanları çok net hatırladığını söyleyemezdi. Sanki binlerce yıl geçmişti üzerinden.

"Bazen..." diye kekeledi. "Bazen bütün bunlar olmasaydı hayatım nasıl olurdu diye merak ediyorum. Herhalde okuldan mezun olur, üniversiteyi kazanır ve bu yaşıma geldiğimde çoktan mezun olmuş olurdum. Ailem yaşıyor olurdu. Nisan... Hala arkadaşım olurdu. Normal bir hayatım olurdu."

"Onları özlüyor musun?"

"Evet."

Alarik içini çekti. "Bütün bunlar olmasaydı muhtemelen Surion'da yarı elflerle birlikte yaşıyor olurdun. Sen her halükarda bu aleme aitsin."

Genç kadın yüzünü buruşturdu. Bu gerçeği hiç düşünmemişti. O yarı elfti. İşin doğrusu kendisini hiç yarı elf olarak hissetmemişti. Ne bu tarafa aitti,  ne de öte tarafa. İnsan olmak için de fazlasıyla eksiği ya da fazlası var gibiydi. Alarik, genç kadının ne düşündüğünü anlamış gibi şefkatle saçlarını okşadı.

"Bütün bu yaşadıklarıma rağmen," diye mırıldandı hafif bir sesle. "Ki hiç kolay şeyler yaşamadım. Seni tanıdıktan sonra iyi ki yaşamışım diyorum. Sen ne düşünüyorsun, ne istiyorsun ya da ne arıyorsun bilmiyorum ama ne düşündüğümü, ne istediğimi ve neyi aradığımı biliyorum. Bunların hepsi sensin. Bana umut veriyorsun Nil. O kadar uzun zamandır karanlıktayım ki istemesem de içimde karanlığın kalıntıları var. Bir kere saf kötülüğe denk geldin mi asla eskisi gibi olamazsın. Bir damga gibi ruhunda iz bırakır. Asla eski saflığın, umudun, ışığın olmaz. Fakat sen... Bana kaybettiğim o ışığı gösteriyorsun. Seni kaybetmekten o kadar korkuyorum ki. Yeniden karanlığa gömülürsem benden geriye kalan da olmaz artık. Bu sefer seni kaybedemem. Bu görevi üstlenmeni hiç istemedim. Uzaktan da olsa ışığını seyretmeye razıydım. Fakat tam anlamıyla güvende olman için bu kötülüğün kökünü kazmamız gerektiğini fark edince..." Durdu. Duyguları bir anda üzerinden akan bir çağlayan gibiydi. "Bunu yapmak zorundayız ve ben seni korumak için her şeyi feda etmeye hazırım. Seni seviyorum, sen sevdiğim tek şeysin, sahip olduğum ve aradığım tek şeysin. Sana olan duygularımı asla tam anlamıyla açıklayamayacağım, hissettiremeyeceğim. Kelimeler yetmez çünkü. Fakat seni koruyabilmek için her şeyi feda edebileceğimi bil."

Genç kadın kollarını büyücünün boynuna doladı. Böyle konuştuğu zamanlar ona olan aşkı daha çok artıyordu ama içinde bir yerlerde Alarik'in bu işin sonundan ne kadar çok korktuğuna ve yine birbirlerini kaybedeceklerine dair tatsız bir duygu da hissediyordu. Dilerim diye geçirdi içinden. Bu hikaye mutsuz sonla bitmez.

Her yer kararmış, ay yükselmişken bekledikleri anın geldiğini anlayıp saklandıkları yerden çıkmaya karar verdiler. Tam Lamia'yı uyandıracaklardı ki birden üzerilerine yığılan küçük ok yağmurlarıyla ne yapacaklarını şaşırdılar. Saldırı öyle ani ve beklenmedik bir anda gerçekleşmişti ki ne kaçmaya ne de kendilerini savunmaya vakit bulabilmişlerdi. Omzuna saplanan küçük okla birlikte Nil inledi ve küçük, tüylü sapını tutup çekti. Gözleri kararıren bunun ok değil, üflemeyle atılan bir iğne olduğunu fark etti. Saniyeler içerisinde soğuk zemine düştüğü anda Alarik'in de vurulup yere düştüğünü hayal meyal fark etti. Sonrası karanlıktı.

♣️

Boğuk bir iniltiyle gözlerini açtı. Midesi bulanıyor, başı dönüyordu. Ağzında sanki kül yemiş gibi ağır ve metalik bir tad vardı. İlk önce bir şey hatırlamadı. Sanki birisi başına balyozla vurmuş gibi ağrı hissediyordu. Fakat uyanmaya başlayınca bölük pörçük de olsa hatırlamaya başladı. Her yer karanlıktı ve hiç ses yoktu. En son bir iğneyle vurulup bayıldığını hatırlıyordu.

"Alarik," diye seslendi karanlığa. Sesi pürüzlü çıkmıştı. Cevap gelmedi. Hiç ses yoktu. Yalnız olduğunu anladı. Yattığı yerden doğrulmaya çalıştı. Soğuk, toprak bir zeminde yatıyordu. İğne deliği kadar bile ışık gelmiyordu. Elleri arkadan bağlanmıştı. Titreyerek yerinden doğrulmaya çalıştı. Ağrıyan kasları hareketlenmesiyle isyan etti. Kısa bir an durup sessizliği dinledi belki bir fısıltı duyarım umuduyla. Hiç ses yoktu. Sessizlik öyle derindi ki sağır olabilirdi. Bileklerindeki bağlardan kurtulmaya çalıştı ama öyle sıkı bağlanmışlardı ki kollarını hissetmiyordu bile.

"Kimse yok mu?" diye seslendi. Yine cevap yoktu. Acaba Alarik neredeydi? Ya da Lamia? Neredeydiler? Yoksa Shambalalılar dedikleri yaratıklar mı kaçırmıştı onları? Ya da Aragathi'nin mi parmağı vardı? Yoksa en kötüsü, sonunda Mornor'un eline mi düşmüştü?

"Keşke bir ışık olsa," diye mırıldandı. Karanlık da sessizlik de ürkütücüydü. En azından nerede olduğunu bir bilseydi.

Ona yıllar sürmüş gibi gelen bekleyişin ardından sessizliğin içerisinde ayak sesleri duydu. Sanki bir tırtılın ayak sesleri gibi hışırtılı ve hızlı hızlıydı. Ayak sesleri önünde durdu. Sonra ani bir alev belirdi. Küçüktü ama etkiliydi. Hemen ardından bir meşalenin yaydığı ışıkla etrafı aydınlandı. Gözlerini kırpıştırdı.

Karşısında iki tane insan duruyordu. Hayır, insana benzeyen iki yaratık duruyordu. Sıska, ufak tefek, parlayan, bembeyaz kayış gibi derileri kemiklerine yapışmış, küçük sulu gözleri kıpkırmızı bakan, kafalarında saç namına iki uzun, beyaz telin ya olduğu ya da olmadığı iki yaratık.

Garip bir dilde konuşarak yanına geldiler. Şaşırtıcı derecede güçlülerdi. Genç kadını ittire kaktıra ayağa kaldırdılar. Nil o zaman koridor gibi bir yerde olduğunu fark etti. Kalbi gümbür gümbür atıyordu. Yaratıkların ne dediğini anlamıyordu ama galiba yürümesini istiyorlardı. Ayaklarını sürüyerek onları takip etti.

Uzun ve karanlık koridorlarda geçtiler. Öyle basık ve dardı ki genç kadın klostrofobi atağı geçirmekten korktu. Meşalenin ışığı dışında tek bir ışık, iki yaratık dışında tek bir canlının sesi yoktu. Koridorlar bir türlü bitmiyordu. Sürekli sağa, sola dönüyor yukarı ya da aşağı tırmanıyorlardı. Nil, başının döndüğünü, midesinin bulandığını hissetti ve yere çöküp midesinde ne var ne yoksa toprak zemine boşalttı. Kustukça daha çok midesi bulanıyor, elleri bağlı olduğu için gerilen kasları acıyor, nefes almakta zorluk çekiyordu. Çıkarın beni bu tünelden diye bağırmak istiyordu fakat hiç hali yoktu. Oksijen azlığı gözlerinin kararmasına sebep oluyordu. Yanındaki yaratıklarsa hiç ses çıkarmadan, kıllarını bile kıpırdatmadan, ki pek kılları olduğu söylenemezdi, onu izliyorlardı.

Kusma isteği geçtiğinde başını soğuk duvara dayayıp derin derin soluklar aldı. "Lütfen," diye mırıldandı zayıf bir sesle. "Kollarımı çözün." Fakat aldığı tek cevap sırtına yediği sopanın hafif acısı olmuştu. Bu, yürü demekti.

Titreyen bacaklarının üzerine kalktı. Artık sürünerek yürüyordu. Yine uzun koridorlar boyunca bir sağa, bir sola, yukarıya, bir aşağıya gitmeye devam ettiler. Bir ara kaybolduklarını sandı. Fakat yaratıklar nereye gittiklerini gayet iyi biliyor gibiydiler.

En sonunda yüksek tavanlı geniş bir salona geldiler. Nil burada daha rahat nefes alabildiğini fark etti. Havalandırma daha iyiydi. Duvarlara meşalaler konmuştu. Geniş oda yumuşak, sarı bir ışıkla aydınlanmıştı. İçerisi o iki yaratığa benzeyen en az bir düzine yaratıkla doluydu. Nil nefesini tuttu. Yaratıkların ortasında Alarik ve Lamia vardı. Alarik yere diz çökmüş, başını yere eğmişti. Onun da elleri, kendisinin elleri gibi arkasına bağlıydı. Lamia ise hasta gibiydi. Griye dönüşmüş teninde boncuk boncuk terler vardı. Gözleri şişmiş ve kızarmıştı. Elleri sicim gibi bir şeyle önüne bağlanmıştı. Bileklerinden kan aktığını dehşetle fark etti. Belinden aşağısı siyah renkli yılan formundaydı ve kuyruğu da aynı sicimle sıkı sıkı bağlıydı. Bilekleri gibi kuyruğundan da kan akıyordu. Müthiş bir acı çektiği yüzünden belli oluyordu.

Arkasındaki yaratıkların dürtmesiyle yeniden hareketlendi ve tam Alarik'in yanına, onun gibi diz çökmek zorunda kaldı. Yaratıkların homurtusu etraflarını sarmıştı.

"İyi misin?" diye soludu Alarik. Sesi hasta gibi çıkmıştı.

"İyiyim," diye yalan söyledi. Fakat sesi o kadar titriyordu ki pek inandırıcı değildi. "Sen iyi misin?"

"İyiyim," diye homurdansa da Nil, onun da yalan söylediğini anlamıştı.

"Ne dediklerini anlıyor musun?"

Büyücü bitkin bir sesle hayır dedi. Ne dediklerini anlamıyordu. Dahası Lamia'da onların dilini bilmiyordu. "Görünüşe göre Lamia'yı bizden bile daha fazla sevmiyorlar," diye homurdandı.

"Onu öldürecekler mi?"

"Üçümüzü de öldürecekler gibi duruyor."

"Ne yapacağız?"

"Bilmiyorum."

"Kim bu yaratıklar? Shambalalılar mı?"

"Bilmiyorum. İster inan ister inanma ama daha önce ne Aghartılarla ne de Shambalalılar ile görüştüm."

Panik genç kadının boğazını yaksa da en azından Alarik'in yanında olduğu için daha rahattı. Yine de bu öldürüleceklerini bilmenin dehşetini azaltmıyordu.

Tam o sırada yaratıkların uğultusu kesildi. İçeriye yeni birisi gelmişti. Ne olup bittiğini görmüyordu ama bir iki kişinin yeni gelenle hararetli bir sohbete başladıklarını duydu. Keşke ne dediklerini anlayabilselerdi ve keşke şu rahatsız iplerden kurtulabilselerdi.

Tartışma ilerlemişti. Bu sefer başka sesler de katılmıştı. Genizden gelen, tuhaf sesler çıkarıyorlardı. "Keşke ne konuştuklarını bilebilsek," diye mırıldandı yavaşça. Alarik'in içini çektiğini duydu.

Uzun bir tartışmanın ardından sessizlik oluştu. Sonunda bir karara varmış olmalıydılar. "Bizi öldürmeye karar verdiler sanırım," diye fısıldadı büyücüye.

"Ona çoktan karar vermişlerdi zaten," dedi Alarik yeniden içini çekerek.

İşte bu kadar diye düşündü Nil. Bu maceranın sonu buydu. Geri kalanı onlarsız devam edeceklerdi. "Alarik," dedi çok alçak bir sesle. "Seni seviyorum. Ne olursa olsun iyi ki seninle karşılaştım."

Bir sessizlik oldu. Nil gözlerini yummuş darbeyi beklerken, acaba nasıl ölecekti, çok yaşlı ve yumuşak bir sesin, "Veda etmek için henüz çok erken küçük hanım," dediğini duydu. Aynı anda bileklerini sıkı sıkı saran iplerin kesildiğini de duydu. Kollarına kan hücum ederken büyük bir rahatlamayla ellerini göğsüne çekip bileklerini ovuşturdu ve onunla konuşan sese başını kaldırdı.

Çok ufak bir adamdı bu. Çok yaşlıydı. Belki Gliven'den bile yaşlı. Uzun sakalları ve saçları o kadar beyazdı ki resmen ışık saçıyorlardı. Boncuk gibi ufak mavi gözleri yaşına rağmen cam gibi parlaktı. Üzerinde yerlere kadar uzanan kırmızı, ipek bir pelerin vardı. Diğer yaratıklara hiç mi hiç benzemiyordu. Aslında normal, yaşlı bir insana benziyordu. Alarik'in de bileklerindeki iplerin kesildiğini duydu. Büyücü başını kaldırdı ve yaşlı adamla göz göze geldi. Yaşlı adamın gözlerinde bir ışık yandı.

"Merhaba Alarik. Seninle yeniden karşılaşmak ne güzel."

Büyücü gözlerini bile kırpmadı. "Merhaba Meerin," diye karşılık verdi duru bir sesle.

Nil kaşlarını çattı. Meerin. Bu isim nereden tanıdık geliyor? Birbirlerini nereden tanıyorlar? Tam o sırada aklına geldi. Meerin, Alarik ve Aragathi'yi yetiştiren yeryüzünün büyücüsüydü. Kolyeyi, Nemirdes'i Mornor'a vermeyip Mavi Göl perilerinin kraliçesi olan karısı Abella'ya vermiş, Mornor'da kraliçeyi kandıramayıp taşı alamadığı için Mavi Göl'de bir soykırım yapmış, Abella'yı da katletmişti. Karısının ölümünden sonra Meerin ortadan kaybolmuştu.

"Gördüğünüz muamele için Aghartılar adına özür dilerim. Yabancıları pek sevmiyorlar," diye devam etti yaşlı adam sanki önemli bir şey yokmuş gibi. Genç kadın bileklerini ovalarken gözleri birden Lamia'ya kaydı. Yaşadığı acıdan yüzü çarpılmış, çığlık bile atamıyor, yerde kıvranıyordu. Sorulacak çok soru, söylenecek çok şey vardı ancak Nil, onu böyle görmeye dayanamıyordu.

"Onu neden çözmüyorsunuz?" diye sordu aniden.

Sorusuyla sanki Lamia'yı hiç fark etmemiş gibi şaşıran Meerin ondan tarafa şöyle bir göz attı. "Dostlarım sizi serbest bırakmayı kabul ettiler. Fakat Lamaştu onların baş düşmanı."

"Onu da çözün. Görmüyor musunuz acı çekiyor?"

Meerin, ee ne olmuş der gibi genç kadının gözlerine bakıyordu. Cevap vermedi.

"Alarik," diye büyücüye doğru döndü yalvararak. "Söyle bıraksınlar onu."

"Küçük hanım," diye araya girdi yeniden Meerin. "Lamaştu onların baş düşmanı. Dünyaya insan ırkı gelmeden çok önce Aghartılar'a sayısız fenalık yapmış bir canavar. Onu istesek de serbest bırakmazlar."

"Ama artık Yavanna'nın yaratığı, kötülüğün değil. Ben ona kefil olurum. Lütfen. Amacı sadece bize yardımcı olmak. Lütfen Meerin, onu böyle bırakamam. Sen de biliyorsun bizim tarafımızda olduğunu. Lütfen."

Genç kadının yaşlarla dolan gözlerine en ufak bir duygu kırıntısı olmadan bakan yaşlı adam kısa bir süre sonra iç geçirdi. "Söz veremem. Ama deneyeceğim."

"Teşekkür ederim," diye fısıldadı Nil.

Fakat yaratıklar Nil'in bu isteğinden hiç hoşnut kalmamış, salon öfkeli seslerin uğultusuyla dolmuş, çirkin yüzleri inatçı bir kesinlikle hayır der gibi bakıyordu. Nil koşturarak Lamia'nın yanına gitti ve bileklerindeki gümüş ipliği çekmeye çalıştı.

"Lütfen, ben ona kefilim, size hiçbir zararı olmayacak," diye yalvardı yeniden. "En azından şu şeyi çıkarın. İple bağlayın. Ona zarar verdiğini görmüyor musunuz?"

Yaratıklar boş gözlerle kızı dinlediler. Dillerini konuşamasalar da anlıyorlar gibi duruyordu. En sonunda aralarından birisi homurdanarak gelip Lamia'nın bileklerindeki ve kuyruğundaki gümüş sicimi kesti. Lamia zayıf bir tıslamayla yere yığıldı. Hemen ardından yılan formu değişip yeniden bacakları ortaya çıktı. Acı içerisinde bilincini kaybetmiş bir halde çırılçıplak yatıyordu. Meerin yavaş hareketlerle pelerinini sırtından çekip Lamia'nın çıplak bedenine örttü.

"Yine de siz burdan çıkana kadar bir yerde kilitli kalacak. Ancak buna izin verdiler."

"Teşekkürler," diye mırıldandı yüzü yemyeşil olmuş baygın yatan kadına bakarak. "En azından acı çekmez."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro