Rhys'ın bulunduğu yer çok da uzak değildi fakat Dara'nın sürekli konuşması yüzünden herkese cehennem kadar uzak gelmişti.
"En çok da şu aptal saçlarınıza sinir oluyorum. İpeksi, parlak, upuzun saçlarınız. Ne zannediyorsunuz, daha ilahi gözüktüğünüzü mü?" Kimse cevap vermemişti. "Ben size söyleyeyim. Süslü birer ahmak gibi görünüyorsunuz." Yine kimsenin sesi çıkmamıştı. Ama Dara'nın içindeki öfke bir türlü dinmiyordu. "Sen neden kestin o ilahi saçlarını savaşçı? Yoksa perçemlerin dövüşürken yüzüne mi savruluyordu?"
İolas, genç kadına uyarı bir dolu bakış atsa da nafile! Dara'nın umrunda bile değildi. Ulaşacakları yere kadar söylendi durdu.
Çok geçmeden büyük bir meşe ağacının altına gelmişlerdi. Grubun lideri ağacın gövdesine elini koydu ve eski bir duayı söylemeye başladı. Elini geri çektiğinde ağacın gövdesinde bir çatlak oluşmuştu. Çatlağın içinden ise altın sarısı bir ışık yayılıyordu. Çatlak büyüdü, büyüdü. En sonunda da ağacın içi komple gözükmeye başladı. Tam ortasında oyulmuş bir merdiven aşağıya kadar iniyordu.
Arkasındaki elflerin itelemesiyle homurdana homurdana indi Dara daracık merdivenleri. Karanlık bir koridora çıkmıştı yolu. Koridorun duvarlarında karşılıklı beyaz kürelerden ışık yayılıyordu. Koridorda yürümeye başladıklarında ağacın kapandığını duydular. Dara ortamın ilginçliği nedeniyle artık konuşmuyordu. İolas ise derin bir sessizliğe gömülmüş düşünceli bir tavırla etrafı izliyordu.
Koridorun sonunda bir merdiven daha aşağı iniyor, yeni bir koridora daha açılıyordu. Yaklaşık on beş dakikanın sonunda yedi kat aşağı inmişlerdi. "Vay canına, bir yer altı şehri mi?" diye hayranlığını dile getirmekten geri kalamadı Dara.
"Bakıyorum ilk defa bir şeyimizi takdir ettin." diye güldü elflerin lideri. Genç kadın ona gözünün ucuyla bile bakmadı.
"Sizi takdir etmedim ki. Burayı sizin inşa etmediğinizi biliyorum. Burası eski kavimlerden kalma, binlerce yıllık, terk edilmiş bir şehir. Burayı bulabilmenize şaşırdım ama. Yeraltı şehirlerini bulabilmek zordur." Son sözlerini İolas'a bakarak söylemişti. Savaşçının yüzünde olmayan şaşkınlık ifadesi ilgi çekiciydi çünkü.
En sonunda geniş bir odaya girdiler. Zemin siyah, parlak mermerdi. Duvarlar ise beyaz mermerdendi. Dara gözlerini kısarak mermerleri inceledi. Bunlar daha sonradan eklenmişlerdi. Odanın en başında büyük beyaz renkte ay taşından oyulmuş bir taht vardı. Tahtta oturan adam ise konuklarını görünce ayağa kalktı. Rhys yüzüklerle dolu parmakları, alnına taktığı ince altın tacı ve uzun beyaz cüppesiyle karşılarındaydı. Açık sarı saçları omuzlarına dökülüyor, neredeyse beyaza yakın buz mavisi gözleri ise dikkatle ikiliye bakıyordu. Saçlarını sivri kulaklarının arkasına atmıştı.
"Hoşgeldiniz." dedi tok bir sesle. İolas aynı ciddiyetle cevap verecekken Dara'nın inananamayan sesiyle dikkatleri ona kaydı.
"Binlerce yıllık bir tarihi gösterişiniz için mermerle mi kapladınız? Ahmaklığınız beni artık şaşırtma boyutlarına gelmiş!"
Rhys'ın genç kadına dik dik bakan gözleri kısıldı. Sonra dudaklarında hafif bir tebessüm oluştu. "Dara, seni görmek ne hoş!"
"Seni görmek de çok hoş." diye gülümsedi Dara yapmacık bir neşeyle. "Ne kadar şık bir elbise."
"Bilirsin, soyluluk meselesi."
"Bilmez miyim?"
İolas'ın boğazını temizlemesi ile ikisi de sustu. Ellerini havaya kaldırarak kırmızı iple bağlanmaktan neredeyse yara olmuş bileklerini gösterdi. "Ben de seni gördüğüme sevindim."
Rhys mesajı aldı almasına ama açıklama için önce elflerin lideri olan kişiye döndü. Elf açıklamasını yaparken de sesini çıkarmadan dinledi. Dara ise ayakta durmaktan sıkılmış, yere oturmuş acıyan bileklerini umursamamaya çalışarak geceliğin eteklerini düzeltiyordu. Elfin söyledikleri bitince Rhys ikiliyi uzun bir süre inceledi.
"Eldar'a neden gittiniz?"
"Mornor..."
"Mornor kaçtı." Rhys'ın sesi çelik gibi sertti. Dara onun bu sert sesinin altındaki kuşkuyu ve korkuyu hissetmişti.
"Kaçtı ama geri dönecek. Bunu biliyorduk. Hala vazgeçmiş değil. Hem Nil..."
"Nil de kim?" diye isyan etti Rhys sabırsız bakışlarını İolas'a dikerek.
"Elda, geri döndü."
Rhys'ın yüzü mümkünmüş gibi daha çok beyazladı. Sendeleyerek tahtına oturdu. Elini şöyle bir sallayınca İolas, anlatması için izin verdiğini anladı ve olan biteni baştan sona anlattı. Dara onu dinlerken her şeyi olduğu gibi anlatmasının ne kadar doğru olduğunu düşünüyordu fakat İolas bir bildiği varmış gibi duruyordu. Bir tek Nil ve Alarik'in nereye gittiğini söylememişti. Bir de Lamia'dan bahsetmemişti. Eldar'a geldiklerinde olan biteni anlatınca Rhys öfkeyle ayağa fırladı.
"Hiç şaşırmadım! Başından beridir planları buymuş demek ki! Mornor'un köpeği ile anlaştılar!"
"Bize yardım etmen gerek."
Rhys'ın bakışları yırtıcıydı, sanki ağzına geleni saymak istiyordu ikisine de. Fakat sinirli bir nefes alarak yardımcısına başıyla onları işaret etti. Diğer elf hızla yanlarına geldi. Önce yerde oturan Dara'nın ellerini çözdü. Dara, yanmış bileklerini tıslayarak inceledi. İolas'da aynı şekilde yaralarının izine bakıyordu.
"Bilekleriniz için merhem getirecekler. Bir de yiyecek bir şeyler. Biraz dinlenin. Sonra ne yapacağımızı düşünürüz." Gözleri Dara'yı buldu. "Bunu tek başımıza yapamayız. Halkının yardımına ihtiyacımız var."
Dara burnunu havaya kaldırarak ona meydan okudu. "Size asla hizmet etmezdik. Bu bokun içinde biz de olmasaydık eğer."
Rhys'ın dudağının bir kenarı keyifle havaya kalkmıştı. "Elbette sevgili Dara, sizin milli gururunuzu hiç unutmuyoruz."
Genç kadının bir kaşı havaya kalktı. İolas da sessizce ikisini izliyordu. Rhys kibar bir şekilde onlara yol gösterince peşine takıldılar. Dara etrafı izlerken içinde anlamlandıramadığı bir huzursuzluk vardı.
♣️
Uzun mermer masada birbirinden leziz yiyecekler olmasına rağmen Dara ve İolas çok az yemişlerdi. İkisi de sessiz ve düşünceliydiler. Yemeğe oturmadan önce çok güzel bir kadın gelmiş, ikisinin de bileklerine beyaz renkli merhem sürmüştü. Merhem biraz yakmıştı yakmasına ama şimdi yanıkları açık pembe bir hal almıştı.
Dara'nın gözleri zavallı bir yığın haline gelmiş, bir köşede duran kıyafetlerine takılmıştı. Elflere ağzına geleni saymakla o kadar meşguldü ki onların intikam almak isteyeceğini düşünmemişti. En azından bu şekilde. Çünkü kıyafetleri paramparça olmuştu.
"Rhys'a güveniyor musun?" diye sordu birden sessizliği bozarak. İolas dalgın bakışlarını ona çevirdi.
"Çok uzun zaman boyunca dostum oldu."
"Hatırlıyorum. Ben henüz küçük bir elfken, siz ikiniz Eldar'ın en çok konuşulan elfleriydiniz." Kısa bir an duraksadı. Kafasını ona doğru eğdi. "Ona hala güveniyor musun İolas?" diye fısıldadı. Menekşe rengi gözlerindeki kaygı İolas'ı huzursuz etmişti.
"Güvendiğim kişiler arasında olduğu doğru. Yine de uzun zamandır görüşmüyorduk." Bir an sustu. Pembe dudakları ince bir çizgi halini almış, açık yeşil gözleri düşüncelere dalmıştı. Dara çok yavaşça geriye çekildi. Öyle ki İolas onun uzaklaştığını fark etmemişti bile. "Burayı benimle bulduğunu anlamışsındır diye umuyorum." dedi birden. Genç kadın başını sallarken aynı anda kızıl tutamlarından birini kulağının arkasına atmıştı. "Burayı karargahı yapması ona olan umutlarımı yeşertiyor ama senin gözlerindeki kaygıyı da görmezden gelemiyorum. Sorun ne?"
Genç kadın gözlerini kırpıştırdı. "Burada da casus olmadığını nasıl bilebiliriz?'
"Bilemezsiniz. Ama ben bilirim." Bunu diyen içeriye giren Rhys'tı. İolas ve Dara'yı kafa kafaya vermiş fısıldaşırken görmek canını sıkmıştı. Özellikle Dara'nın hiçbir ayrıntıyı kaçırmayan izlenimleri çok rahatsız ediciydi. Onun sözleriyle ikili aynı anda irkildi. Dara, İolas'ın fazla yakınında olduğunu fark edince kızarıp hızla ayağa kalktı.
"İçimden bir ses burada yanlış giden bir şey olduğunu söylüyor. Kim bu yanlış elf?" diye Ryhs'ı tersledi.
"Zamanı gelince öğreneceksin. Hoşuna gitmeyecek ama baştan söyleyeyim." Rhys, uzun beyaz cüppesini çıkarmış, beyaz bir tunik ve koyu yeşil deri bir pantolon giymişti. Belindeki kemerine uzun kılıcını takmıştı. Sarı saçlarını bir lastikle arkadan bağlamıştı. Bu haliyle daha yeni gördükleri ilahi varlıkla alakası yoktu. Tam bir savaşçı gibi kuşanmıştı.
"Senin ahmak elflerin kıyafetlerimi parçaladı." diye tısladı genç kadın huysuzca kenarda duran yığınları göstererek. "Çocuklar bile onlardan daha yaratıcı olabilir."
Rhys rahat bir tavırla masanın başına oturdu ve kusursuz bir gülümseme ile Dara'ya baktı. "Senin için en büyük işkencenin o kıyafetin içinde olmak olduğunu söyledim. Yoksa çok daha acımasız planları vardı."
"Ucube." diye homurdanarak bir köşeye çekildi genç kadın. İolas ise ilgiyle ikisini izliyordu. Rhys ve Dara'nın tanışıklığını merak ediyordu doğrusu.
"Size yardım edeceğim. Daha çok halkım ve hakkım olanı almak için yapacağım bunu. Mornor'la da savaşacağım ama bu saçmalığın artık bir son olduğunu söylemen şartıyla." dedi Rhys büyük bir ciddiyetle İolas'a dönerek.
"İnan bunu benden daha fazla isteyemezsin. Son beş yılımı sürgün gibi yaşadım. Yıldızların Hanımı bir son olduğunu söyledi ama..."
"Son olması için uğraşıyoruz. Fakat bunun gerçekten son bulması için bulabileceğimiz her türlü yardıma ihtiyacımız var. Valarlar'a güvenerek kurtulamayız bu şeyden. İşi şansa bırakmayıp var gücümüzle savaşmalıyız." diye araya girdi Dara.
"Şu anda Eldar'a gireceksek halkına ihtiyacımız var."
"Onlar zaten savaşa hazırlar. Taht kavgası olsaydı karışmazdık ama bu işin ucu bize de dokunuyor."
"En son aldığım duyumlara göre Suríon'dan ayrılmayı planlıyorlarmış."
Dara'nın kaşları havaya kalktı. "Yanlış duymuşsun."
"Bana Suríon'da kimsenin olmadığı söylendi."
Genç kadın öfkelenmişti. Halkın dağlara saklanmasını planlamışlardı, bunu biliyordu. "Daha fazlasını biliyorsun. Dökül." diye hırladı. Rhys yeniden gülümsedi.
"Dağlara saklanmışlar."
"Aramıza bir casus soktun değil mi?" Dara'nın ses tonu iyice gerilmişti. "Demek ki bir casus da bizim aramızda varmış! Aman ne iyi!"
"Her şeyi biliyorum. Suríon'un da, Eldar'ın da casusu bana çalışıyor."
İolas hışımla ona döndü. "Grubumun arasındaki casus da mı senin yoksa?"
"Hayır sevgili İolas. Senin grubundan tek bir kişiyi bile yanıma çekemedim. Ama size ihanet eden ismi biliyorum."
"Kim?" Dara da, İolas da aynı anda sormuşlardı.
"Sevgili Aredhel."
"Hayır, hayır." diye araya girdi İolas gülerek. "Herkesten beklerim. Herkesten. Alessea'dan hatta Maglor'dan bile ama Aredhel ihanet etmez."
"Kharis onun amcası."
"Aredhel yapmaz!" İolas öyle bir hayal kırıklığı yaşıyordu ki bunu kabullenmesi çok zordu. Grubunun her zaman tatlı olmayı başaran, pozitif üyesi Aredhel ona ihanet edemezdi. Rhys'ın kaskatı kesilmiş yüzüne baktı.
"Zaten bile isteye ihanet etmedi. Kharis onu kandırıyormuş. Aredhel her zaman kocaman bir sevgi yumağıydı. Onun iyi niyetini suistimal ediyor. Yani, Alarik ve Eleniel'in..." Burda Nil'in yeni elf ismine vurgu yapmıştı. Bakışları aslında her şeyi biliyorum der gibi parlıyordu. "Alarik, Eleniel ve senin bahsetmeyi unuttuğunu varsaydığım yılan kadının Bolivya'ya gittiğini biliyorlar. Neydi o kapının adı? Ay Kapısı mı?" Kısa bir an düşündü. İolas'ın yüzü kireç gibi olmuştu. Rhys birden parmağını şıklattı. "Güneş Kapısı. Onlara orda bir sürpriz hazırladılar."
"Nil'i aramam lazım." İolas dışarı çıkmak için yeltense de önünü iki uzun boylu elf kapatmıştı.
"Arayamazsın. Vaktimiz yok. Başlarının çaresine bakmak zorundalar. Hep birlikte Suríon'a gideceğiz. Bir ordu toplayıp Eldar'ı alacağız."
"Haklı."dedi Dara yumuşak bir sesle İolas'a. "Arasan da açabileceğini sanmıyorum. Başlarının çaresine bakarlar." Ardından Rhys'a döndü. "Önce bana kıyafet vereceksiniz."
♣️
Dara verilen siyah pantolonu ve siyah tuniği de giydikten sonra çabuk çabuk saçlarını tepesinde topladı. Bıçaklarını beline, çizmesinin içine sıkıştırdı. Sadak ve yayını da sırtlandıktan sonra artık hazırdı.
O giyinir giyinmez İolas belirdi. Işığın kılıcını beline yerleştirmişti. Aklı fikri Nil'deydi. Onu koruyamayacak olmanın acısı canını yakıyordu. Dara'nın onu izleyen bakışları altında iyice gerildi.
"Onun güçlü olduğunu biliyorsun değil mi? Ayrıca yanında bir Maia ve yeryüzünün en eski yaratığı var. Hem bence Valarlar da o kızı takip ediyorlar."
"Nereden biliyorsun bunu?"
Dara omuz silkti. "Tek umutları Eleniel çünkü."
Sözleri İolas'a mantıklı gelmişti. İçindeki sıkıntı biraz daha rahatladı. Artık önlerindeki plana daha çok kafasını verebilirdi. Bekleme odasında durmuş Rhys'ı ve Suríon'daki casusunun gelmesini bekliyorlardı. İolas'ın yarı elflerle bir derdi yoktu. Evet, isyan ettiklerinde ordularıyla onların karşısına çıkan ilk kişi kendisiydi ama bunu ülke düzeni için yapmıştı. Kişisel bir problemi yoktu onlarla. Yarı elfler ikinci sınıf olmaya dayanamamış, bütün angarya işleri yapmanın yanı sıra haklarının da elflere göre daha az olduğunu ileri sürerek Aron liderliğinde isyan etmişlerdi. Aron'u yakalayıp zindana atan da kendisiydi. Tam dört ay kalmıştı o yerde. Dördüncü ayın sonunda kazdığı tünelle kaçmış, girebileceği her delik araştırılırken o halkını örgütlemeyi başarmıştı. Sonuç bağımsızlıktı. Yarı elfler Eldar'dan göçmüş kendi uygarlıklarını kurmuşlardı. Onlar saraylarda, değerli taştan ya da değersiz beton yığınları arasında yaşamazlar, ağaç kovuklarında yaşarlardı. Çünkü elfler arasında en çok doğaya bağlı olan kesim yarı elflerdi.
Odada bir o yana bir bu yana yürüyen genç kadını izledi. Zayıf, narin yapısını, uzun kızıl saçlarını ve menekşe gözlerini inceledi. Dara her zaman Aron'la birlikte halkının en çok dikkat çeken kişiliklerinden birisi olmuştu. Aron asla pes etmeyişiyle, Dara ise dişiliğine rağmen çok güçlü oluşuyla ön plana çıkmışlardı. Onların nişanlanmasına şaşırmamıştı. Bu evlilik Suríon'da milliyetçilik duygusunu daha da geliştirecekti. Fakat İolas'ı şaşırtan şey ilk zamanlar Dara'nın parmağında gördüğü yüzüğün artık olmayışıydı.
"Yüzüğünü düşürdün sanırım." dedi kendisini de şaşırtan bir soruyla. Dara bu soruyla irkilmişti. Boş bulunarak parmağına baktı. Sonra da cevap vermeyip sadece omuz silkti. Kısa bir sessizliğin ardından İolas bir daha konuştu.
"Rhys ile tanışıklığınızı merak ettim doğrusu."
Dara sorgulanmaktan hoşlanmasa da cevap verdi. "Eldar'a dayanıyor. Bir ara takılmıştık."
İolas'ın kaşları hayretle havaya kalktı. Rhys'ın hiçbir zaman ırkçılarla bir arada olmadığını biliyordu. O, elflerin sadece elf olduğunu ve bölünmemeleri gerektiğini savunuyordu. Dara sıkıntıyla anlatmaya devam etti. Yine kızıl tutamlarından birini kulağının arkasına sıkıştırmıştı.
"Çok, çok uzun zaman önceydi.Üzerinden asırlar geçti. Büyütülecek bir şey değil. O zamanlar çocuk sayılırdım."
İolas sadece başını sallamakla yetindi. Zaten cevap vermesine fırsat kalmadan Rhys içeriye girmişti. Yanında da casusu vardı. Dara, içeriye giren kişiyi görünce eliyle ağzını kapattı. Gözlerine yaşlar dolmuş, bedeni titremeye başlamıştı.
"Yüce Eru." diye mırıldandı. "Sen..." Cevap veremedi. Karşısında duran uzun boylu, ince yapılı, kızıl saçlı ve yüzü çillerle kaplı yarı elf erkek kardeşi Lucas'tı.
"Dara oradan nasıl gözüktüğünü tahmin ediliyorum ama ben kötü bir şey yapmadım. Sadece halkımızın iyiliği için hareket ediyorum." dedi çabuk çabuk kardeşi
"Neden?" Genç kadının sesi zar zor çıkmıştı. Derin bir enfes aldı. Sinirlerinin inanılmaz gerildiğini hissetmişti. "Neden Lucas? Ne iyiliğinden bahsediyorsun sen? Bizi elflere gammazladın demek! Yıllardır hem de!"
Lucas hızla öne çıktı. "Hayır, sadece bu sene. Yapma Dara. Mantıklı düşün. Bir kez olsun milli duygularını at bir kenara ve mantığını kullan. Rhys her zaman bizi destekledi. Biliyorsun! Tanıyorsun onu! Eşit muamele görebilmemiz için bizim yanımızda oldu. Onun iktidarlığıyla bize hakkımız olan verilecek."
"Ne hakkından bahsediyorsun sen?" diye bağırdı Dara. Kardeşinin boğazına yapışmamak için zor duruyordu. "Onların merhametine ihtiyacımız yok bizim!"
Kardeşi hararetle karşı çıktı. "Var! Var işte anla! Zayıfız Dara! Beş yıl önce nasıl yıkıldığımızı hatırla! Hala toplanmaya çalışıyoruz! Eldar'da olsaydık..."
"Eldar'da olsaydık Mornor'un buyruğu altında işkence görecektik. Anlamıyor musun aptal? Elflerle farkımız buydu bizim. Biz asla ihanet etmeyiz! Ama onların arasında hep bir hain olur! Lessien, Eldar'ın kapısını Mornor'a kendi elleriyle açtı! Fakat biz yapmadık! Biz savaştık. Yıkıldık ama onun kölesi olmadık!"
Sözleri odanın içinde bomba etkisi yaratmıştı. Rhys ve İolas, Dara'nın haklı sözleriyle rahatsız olmuştu. Lucas ise kıpkırmızı kesilmişti. Ülkesinin yıkılması, küller içinde kalmasının verdiği acıyı bir daha yaşamamak için elflerle iş birliği yapmak istemişti halbuki. Niyeti kötü değildi. Fakat Dara'nın zehir zemberek sözleri ile ilk defa kendisini suçlu hissetmişti. Dara öfkeyle gözlerinden akan yaşları sildi.
"Şimdiye kadar. Artık bizim de onlardan bir farkımız kalmadı." diye hırladı kardeşinin omzuna parmağıyla vurarak. "Yüzünü bir daha görmek istemiyorum."
Ardından tek kelime etmeden odadan hışımla çıktı. Lucas'ın gözleri kızarmış, sulanmıştı. Yalvarır gibi ikiliye baktı. "Kötü bir niyetim yoktu."
Rhys anlayışla onun omzunu sıktı. "Üzülme, ben onu ikna ederim. Öfkesinin sönmesini bekle. Eminim savaşa kardeşiyle küs katılmak istemeyecektir."
Lucas yaşaran gözlerini sildi çabucak. Rhys'a hak verdi. Dara birden parlar, çabuk sakinleşirdi. Öfkesi geçince onu affederdi. Böylece üçü de sessizce Dara'nın peşine takıldı.
🐞
Merhaba arkadaşlar. Nasılsınız? Umarım hepiniz iyisinizdir.
Bölümlerin neden geç geldiğini açıklayacağım. Çevirmenlik işine başladım. Bu nedenle vaktimin çocuğunu çeviri yapmakla geçiriyorum. Ayrıca eşim de koronadan dolayı karantinaya alındı. Bütün hafta hem onun için hem de çocuklarım için koşturdum.
Elimden geldiğince bölümleri geç yüklememeye çalışacağım. Ama söz veremiyorum. Özür dilerim.
Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Hikayenin ilerleyişi hakkındaki fikirlerinizi de merak ediyorum. Burada belirtirseniz gerçekten çok sevineceğim. Şimdiden hepinize teşekkürler.
İyi geceler.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro