Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

♣️28♣️

Gri, yeşil duvarların olduğu bir odacıkta oturuyorlardı. Duvarlarda meşaleler yanıyor, sarı yumuşak bir ışık etraflarını sarıyor, duvarlara gölgeler vuruyordu. Burada zaman kavramı yoktu. Genç kadın kendini kapana kısılmış gibi hissediyor, sanki toprağın altına diri diri gömülmüş gibi zorlukla nefes alıyordu. Odanın içerisinde birkaç kap kaçak, küçük bir ocak, ortada taştan alçak bir masa, bir kenarda ise samanlardan oluşan bir yatak vardı. Üzerinde beyaz bir çarşaf seriliydi.

Odanın ortasında uzun cübbesi, uzun saçları ve sakalıyla yaşlı adam ileri geri gidip geliyordu. Nil, bir köşeye büzüşmüş boşluğa bakıyor, Alarik ise onun yanında dalgın bir tavırla yaşlı adamı izliyordu.

Bir süre sonra yaşlı adam elinde dumanı tüten iki tas getirip masaya koydu. İçerisinde yeşil renkli bulamaca benzeyen bir şey vardı. Nil midesinin bulandığını hissetti.

"Balık çorbası," diye açıkladı yaşlı adam hoşgörüyle gülümseyerek. Nil'in ne düşündüğünü anlamış gibiydi. "Güçlü kalmanız için yemeniz lazım."

Alarik, genç kadının elini tutarak masaya getirdi. Sandalye olmadığı için soğuk zemine oturdular. Nil üzerindeki monta rağmen üşüyordu.

"Ocağa biraz daha yaklaş küçük hanım," dedi bir kez daha konuşarak Meerin. "Üşüyorsunuz."

Alarik'ten ayrılmak istemeyen Nil başını hayır der gibi salladı. Zorlukla, "Teşekkürler, böyle iyiyim," diye mırıldandı. Alarik çorbasını içmeye başlamıştı bile. Nil de istemeye istemeye yeşil şeyden bir kaşık aldı. Fakat korktuğu gibi değildi. Çorba çok lezzizdi. Onun tereddütlü halinin yok olup kasesine gömüldüğünü gören Meerin yeninden gülümsedi.

"Yemeklerimi kendim yaparım," dedi yavaşça. "Aghartılar'ın damak zevki bir hayli tuhaf olabiliyor."

"Burada ne işin var Meerin?" diye sordu Alarik birden. Onları kurtardığı andan beri ilk defa yaşlı adama bir şey demişti. Meerin bu sorunun cevabını bir süre düşündü.

"Dünyadan elimi eteğimi çektim," dedi en sonunda tane tane. "Aghartılar beni kabul etti. Evim artık burası."

"Sen buraya ait değilsin."

"Sen de buraya ait değilsin Alarik," diye cevabı yapıştırdı yaşlı adam gözlerinde eğlendiğini belli eden bir parıltıyla.

"Ama ben saklanmıyorum."

Alarik'in cevabıyla yaşlı adamın gözlerindeki parıltı söndü. Hafifçe geri çekildi. "Buraya neden geldiğinizi biliyorum," dedi konuyu değiştirmek isteyerek. "Daha doğrusu ne için geldiğinizi biliyorum. Fakat aradığınız şey burada değil."

"Burada olmadığını zaten biliyorum," diye araya girdi Alarik. "Nerede olduğunu bulmaya geldik."

Meerin kaşlarını çatıp bir süre sakallarıyla oynadı. "Nerede olduğunu biliyorum. Ama orası çok tehlikeli. Gitmek istediğinizden emin misiniz?"

"Mecburuz," diye mırıldandı Nil. Gözlerinde beliren bir ifade yaşlı adamın dikkatini çekmişti. Fakat herhangi bir yorum yapmadı. Kısa bir an genç kadının yüzünü inceledi. Ardından iç geçirdi.

"Shambalalılar'ın merkezinde."

"Orası neresi?"

Yaşlı adam sakin ama keyifsizce gülümsedi. "Gürcistan."

"Gürcistan mı?" diye tekrarladı şokla Nil. Başını ellerinin arasına aldı. "Kutuplar'dan Gürcistan'a gitmek ne kadar sürer ki?" dedi yarı gülüp yarı sinirlenerek.

"Size yardımcı olacağım. En kısa zamanda gidebilmeniz için. Tabii bunu yapmaya gerçekten niyetliyseniz. Çünkü çok tehlikeli."

"Yapmak zorundayız," dedi Alarik öfkeyle. "Zira bütün dünyanın saklanmak için Agharta'ya sığacağını sanmıyorum."

Yaşlı adam ve büyücü gözlerini birbirine dikti. Aralarındaki sessiz gerilim genç kadını sıkmıştı. Tek kelime etmeden çorbasını içmeye devam etti. Bir yandan da düşünüyordu. Gürcistan! Aklına son beş yılını geçirdiği küçük dairesi ve pastanesi geldi. Huzur içerisinde pastasını yapmak, ardından evine çıkıp bir bardak kahve eşliğinde kitap okumak ya da film izlemek, ne kadar normal, monoton ve rahatlatıcıydı. Sahte bir hayat dahi olsa o zamanlara dönmeyi ne çok istiyordu. Alarik'le birlikte diye düşündü. Acaba Alarik ile dört tarafında duvar olan, mutfağı, banyosu ve yatak odası olan, normal bir evde, normal bir hayat yaşamak nasıl bir şey olurdu?

Meerin, Alarik ile giriştiği sessiz savaşta mağlup olarak ayağa kalktı. Kap kacaklarını düzene sokarken konuşmaya devam etti. Bunu neden yaptığını Nil anlamamıştı. Alarik'in yüzüne bakmak istemiyor galiba diye düşündü.

"Gürcistan'da gideceğiniz yer Veryovkina Mağarası. Orası dünyanın en derin mağarası. Shambalılar'ın son zamanlardaki ikametgahı orada. Son zamanlardan kastım en az yüz yirmi yıldır oradalar. Eski dostumuz Aragathi tacı oraya götürdü. Shambalalılar tarafından korunuyor."

"Ne zaman gidebiliriz oraya?"

"Ne kadar vaktiniz var?"

"Yeterince zaman kaybettik."

"Burada bir kapı var."

"Ah, hayır," diye böldü onu Nil dehşetle. "Birini daha öldürmek zorunda kalacağımızı söyleme."

Meerin şaşkınlıkla genç kadına baktı. Kısa bir duraklamanın ardından havaya kalkmış kaşları indi ve yeniden anlıyorum der gibi hoşgörülü bir gülümseme belirdi yüzünde. "Hayır, bu boyutlararası bir kapı değil. Başka bir zamana gitmek için insan kurban etmek gerekir ama zaman değil de mekan değişikliği yapılacaksa bu kurban bir hayvan olabilir."

Genç kadının yüzü sararmıştı. "Ama o da bir can!"

"Hedefine varabilmek için her zaman bir bedel ödemen gerekir."

Nil cevap vermedi. Dudağını ısırıyordu. Gözlerini çorba kasesine dikmişti. "Lamia'ya da yiyecek bir şeyler götürmem gerek."

Yaşlı adamın yüzü buruşsa da bir şey demedi. Bir kase çorba katıp masaya koydu. "Koridorun sonundan sol tarafa dön."

Alarik de genç kadınla birlikte ayaklandı. "Seninle geleyim. Sonuçta ev sahiplerimiz bizden pek hoşlanmıyorlar. Tek başına kalmanı istemem."

Nil cevap olarak sadece başını olur anlamında salladı. Sıcak kaseyi eline alıp odadan çıktı ve uzun bir koridora girdiler. Duvarlarda meşaleler yanıyordu. O rahatsız edici klostrofobi yine genç kadının boğazını sıkmaya başlamıştı. Sessizlik içerisinde ilerlediler. Bir süre boyunca kendi düşüncelerine dalmış bir halde yürüdükten sonra Nil dalgın bir sesle, "Onun burada olduğunu biliyordun, değil mi?" diye sordu.

Kimin diye sormadı Alarik. Sıkıntılı bir soluk verdi. "Bir ihtimal," dedi alçak bir sesle.

"Ve bu ihtimali benimle paylaşmak istemedin."

"Ben sadece seni korkutmak istemedim. Meerin burada olmayadabilirdi. O zaman ne yapardık bilmiyorum."

"Anlıyorum."

Büyücü genç kadına endişeyle baktı. Kızgın olmasını bekliyordu ama genç kadının solgun yüzü sakindi. Sol tarafa döndüklerinde karanlık odanın içerisinde bir ışık parladı ve duvara dayalı meşale yanmaya başladı. Odayı loş bir ışın sarmıştı. Lamia oradaydı. Orta yerde, gümüşten bir kafesin içerisine bir hayvan gibi tıkılmıştı. Cansız bir halde yerde yatıyordu. Üzerinde hala Meerin'in kırmızı pelerini vardı.

"Üşüyor," dedi Nil endişeyle. "Ona kıyafetlerini vermeliyiz. Meerin'e söyler misin? Lütfen, Alarik."

"Seni burada tek başına bırakmak istemiyorum," dedi Alarik endişeyle.

"Endişe etme. Yalnız değilim."

"Evet, bir kafesin içine tıkalı bir yılanlasın. Çok rahatladım."

"Alarik."

"Tamam," diye patladı büyücü. "Bir şeyler ayarlamaya çalışırım. Hemen döneceğim, dikkatli ol."

O gittikten sonra Nil kafese yaklaştı. Yerde yatan kadının bembeyaz kesilmiş yüzüne baktı. "Lamia," diye mırıldandı. Onu duyacağını sanmıyordu ama Lamia hızla gözlerini açtı. Gözleri kıpkırmızıydı ve saçlarındaki yılanlar acıyla tıslayarak kıvranmaya başladı.

"Hey, sakin ol. Benim, Nil. Sana çorba getirdim."

Parmaklıkların arasından dikkatle kaseyi koydu. Lamia bir insandan çok bir hayvanmış gibi burnunu havaya dikip çorbanın tüten buharını kokladı. Gözleri hala kıpkırmızıydı. Ardından yattığı yerde dönerek kaseye doğru süründü. Çorbaya bakarken gözlerindeki kırmızılık geçti, saçları düzeldi. Yerinde doğrularak kaseyi eline alıp var gücüyle içmeye başladı.

Nil ürpererek izliyordu onu. Karşısındaki bir insan değil bir yaratıktı. Onu ilk defa böyle görüyordu. Bir yaratık olarak. Çorba bittiğinde Lamia kaseyi bıraktı ve pelerinin ucuyla ağzını sildi. Titreyerek iyice sarıldı bez parçasına. Şimdi biraz daha normal görünüyordu.

"Teşekkür ederim," dedi cılız bir sesle.

"Seni kafese koymalarına engel olamadım."

Lamia, "Aghartılar," diye tısladı nefretle  dişlerinin arasından.

"Sana hiç güvenmiyorlar."

"Benden nefret ediyorlar," dedi bir hışımla. Fakat kısa bir süre sonra sakinleşti. İçini çekti. "Gerçi bunun için onları suçlayamam."

Nil tedirgin bir bakış attı ona. "Onlara ne yaptın?"

Lamia'nın bakışları eski alaycılığına dönmüş gibi kayıtsızlaştı ve eğlenceli bir ışıkla parladı. "Onları katlettim," dedi gizleyemediği bir zevkle. "Daha çok yeni doğan bebeklerini boğazlardım. Yeni doğum yapmış anneleri korkutur, onları sütten keserdim."

"Bunu yapmayı özlüyormuş gibi konuşuyorsun."

Lamia suçlu bir bakış attı ona doğru. Ardından omzunu silkti. "Bu benim doğamda var."

"Önceden insan olduğunu söylemiştin. Hep böyle bir..." devamını getirmedi. Lamia'nın gözleri ışıladı.

"Devam et. Böyle bir? Beni nasıl tasvir edeceksin merak ettim? Hep böyle bir canavar değildin mi demek istiyorsun?"

"Eskiden insandın."

Sonunda Lamia pes etmiş gibi içini çekti. Gözlerindeki alaycı parıltılar birer birer sönmüştü. Ciddi olduğu nadir anlardan birine girmişti. "Çok eskidendi. Dünyanın varoluşu kadar eskiden.Göründüğümden daha yaşlıyım küçük kız. Sevgilinden de, Gliven denen o bunaktan da ve hatta Meerin denen moruktan da yaşlıyım ben."

Bu bilgi Nil'in şoka girmesine neden olmuştu. Halbuki karşısındaki kadın en fazla yirmi yedisinde görünüyordu. "Neden bunu seçtin? Neden bir katil olmayı seçtin? Anlamıyorum."

"Bazen ben de anlamıyorum." Gözleri bir noktaya takılı kalmıştı. Sanki orada eski anılarını görüyordu. "Fakat benim bu hale gelmemin tek sorumlusu ben değilim. Ben sadece özgürlük istedim. Bana biçtikleri rolü kabul etmedim. Beni bu yüzden günahkar saydılar. Daha en başında kendi seçimlerimi yaptığım için beni kötüler sınıfına koydular. Dünyaya kötülük salmayayım diye çok eziyet çektirdiler, canımı çok yaktılar. Yalnız kaldım, acı çektim, her şeyimi kaybettim. Ta ki hiçbir şey hissedemez olana kadar. Hissetmezsen canın yanmaz. Canın yanmazsa kaybetmezsin. Ben de kaybetmedim. Kazandım. Her defasında daha çok kazandım. Onları beni ittikleri o bataklığa çekebilmek için gücümün yettiği her güzel şeyi yok ettim. Her türlü karanlığı ben saldım yeryüzüne. Ve bundan çok keyif aldım. Sen busun dedikleri şeyin özüm olduğunu anladığım ve kabul ettiğimde özgürdüm artık."

"Hala onlardan nefret ediyorsun."

"İliklerime kadar hem de."

"Peki neden onlarla birliktesin şimdi? Neden aydınlık tarafa geçtin?"

Lamia güldü. Keyifsiz bir gülüştü bu. "Sence onlar aydınlık taraf mı? Valarlar'a olan güvenin gözlerimi yaşarttı."

Genç kadın sırıttı. İlk defa Lamia'ya içten bir şekilde gülüyordu. "Neden gri tarafa geçtin?"

"Gri taraf," diye tekrarladı Lamia dudak bükerek. "Ah, keşke sigaram olsaydı. Moruk tacın yerini söyledi mi?"

"Konuyu değiştirme."

"Bizim tek bir konumuz var küçük kız. O da o boktan taç.'

"Gürcistan'da."

Lamia uzun bir ıslık çaldı. "Umarım oraya nasıl gideceğimizi de biliyordur."

"Senin boyutlararasında kullandığın kapıdan bir de mekanlararası olan için varmış."

"Heey, dahice."

Ardından ikisi de sustu ve loş karanlıkta duvara dayalı meşalelere baktılar. Aralarındaki bu sessizlikte bir bağ vardı sanki. Lamia'nın bakışları meşaleden kopup genç kadının yüzüne kaydı. Bir süre onun profilini inceledi.

"Birini sevdim," dedi en sonunda. "Çok, çok uzun zaman sonra birini sevdim ve değiştim."

Nil kaşlarını çattı. "Şahmeran olduğun hikayedeki gibi mi?"

"Tatlım hakkımdaki o kadar çok hikaye var ki ben bile çoğunu bilmiyorum," diye içini çekti Lamia. "Fakat o hikayeden sonra Şahmeran olarak adlandırıldığım doğru." Bir süre sustu. Anlatmakla anlatmamak arasında bocalıyordu sanki. "Bir süre sonra yorulup bir köşeye çekilmiştim. Çok uzun bir süre ortaya çıkmadım. Zaman değişiyordu. İnsanlar değişiyordu. Eskisi kadar kolay avlar değillerdi. Türlü türlü silahları vardı. Hem Yavanna da beni ehlilleştirebilmek için epey bastırıyordu. İki yüz yıl boyunca yeryüzüne çıkmadım. Mersin'de yaşıyordum o sıra. Bilirsin, Mersin epey eski tarihlerden kalma bir şehir. Antik çağda orada bir krallığım vardı. Yeraltında tabii. Yıllar yıllar sonra bir insanoğlunun krallığıma adım attığını öğrendim. Onu öldürmeye niyetliydim." Yeniden sustu. Gözlerindeki ifade yumuşamıştı. "Onu buldum. Ufacık bir çocuktu. Oyun oynarken kuyulardan birinden tünellerimden birine düşmüştü sanırım. Onu öldürmek istedim ama gözlerindeki bir şey beni durdurdu. Ne olduğunu anlatamam. Şimdi bile anlam veremiyorum. Ama onu yanımda tutmaya karar vermeme neden olmuştu. Onu büyütmek istedim. Ona baktım, besledim, korudum, sevdim. İnanır mısın, o da beni seviyordu. Bu çok garipti. O kadar uzun süredir beni seven biri olmamıştı ki. Hatta hiç olmadı. O benim hiç doğurmadığım ve doğurmayacağım evladımdı. Ama sonra..." Derin bir nefes aldı. Nil gözünü bile kırpmadan onu dinliyordu. Lamia şu an bir şeylerin etkisiyle içinden geldiği gibi konuşuyordu. İlk defa kartlarını gösteriyordu. En küçük bir şey bu büyüyü bozabilir ve onu sonsuza dek sustururdu.

"Büyüyordu," diye devam etti. "Büyüyordu. Onu yeryüzünden saklamak, korumak gitgide zorlanıyordu. Hem hala ailesini hatırlıyordu. Onları özlüyordu. Soruları hiç bitmiyordu. Onu özgür bırakmak zorundaydım. O benim gibi değildi. Bana kaybettiklerimi geri getiremezdi. Bana sevmeyi öğretmişti ama. Bu yüzden gitmesine izin verdim. Fakat sonra bana ihanet etti. İhanet." Bu kelimeyi tükürür gibi söylemişti. "İnan bana güzelim hayatım boyunca ihanete uğradım ama canım hiç bu kadar yanmamıştı."

"O hikayede ölen sendin," diye mırıldandı Nil, ona değil de kendi kendine konuşur gibi.

"Hayır. Ben o kadar kolay ölmem. Ama beni öldürmek isteyen ve bana ihanet eden herkes öldü. Onları ben öldürdüm." Gözleri yeniden kıpkırmızı olmuştu. Nil ürperdiğini hissetti. Lamia gerçekten de karanlık bir yaratıktı. Ama öfkesi uzun sürmedi. Çok geçmeden içini çekti ve gözleri eski haline geri döndü. Yalnızca daha kederli bakıyordu artık.

"Onu öldürünce yeniden karanlığa büründüm. Ama bu karanlık beni mutlu etmiyordu. Artık içimdeki karanlığa katlanamıyordum. Buna daha fazla devam edemezdim. Bu yüzden Yavanna'nın buyruğu altına girmeyi kabul ettim."

Yeniden bir sessizlik oluştu. Nil, Lamia'nın anlattıklarını düşünüyordu. Lamia tekin olmayan, içindeki karanlığı yenmeye çalışsa da aynı zamanda onun bir parçası da olan bir yaratıktı. Yıllar sonra sevmeyi öğrenmişti ama en ufak bir pürüzde içindeki canavar tekrar ve acımasızca ortaya çıkıyordu. Dalgın bakışlarla buz gibi toprak zemine bakarken, "İnsanlar her zaman ihanet eder," dedi alçak bir sesle. "Asıl erdem, ihanet edeni affedebilmektir."

"Affetmek, ihanet edenin yanına kâr bırakmaktır. Her suçun bir cezası olmalı."

"Nerden bilebilirsin, belki de affetmek en büyük cezadır."

"Nasıl?"

"Onu vicdanıyla baş başa bırakarak."

"Saçmalık," dedi Lamia öfkeyle. Fakat yüzü sararmıştı. Eskisi gibi kendinden emin ve güçlü görünmüyordu. Titreyerek pelerine daha sarındı ve Nil'den biraz uzaklaştı. Fark edilir bir hareket değildi ama Nil fark etmişti. İçini çekti. Konuyu değiştirmek istiyordu. Alarik nerede kalmıştı acaba?

"Tacı nasıl yok edeceğimi biliyor musun?" diye sordu aniden. Lamia irkildi. Neyse ki Nil başını kapıya doğru çevirdiği için tepkisini görmemişti.

"Emin değilim. Yalnızca Adıyaman'a gittiğimiz zaman bir yol bulacağımızdan eminim."

"Kara büyü için kan bedeli lazım demiştin. Yok olması için de bir can gerekiyor, değil mi?"

Lamia afallamıştı. Cevap vermek için ağzını açtı ama bir süre tek kelime edemedi. Nil'in yeşil gözleri yüzünü delip geçiyordu sanki. Oysa bakışlarını ondan kaçırmak adına her türlü bahaneyi bulmaya hazırdı. "Bi... Bilemiyorum."

"Bana öbür dünyada ne olduğunu biliyor musun? Alarik anlatmıyor. Ama bilmem lazım."

"Bilmen gerekseydi Alarik anlatırdı."

Ondan çok da emin olma diye geçirdi içinden Nil. Alarik ona bilmesi gerektiği şeyleri anlatmıyordu ki. Bilmesi gerektiğini düşündüğü şeyleri anlatıyordu yalnızca.

"Senin için katlandığım şeyler can sıkıntımla birlikte artıyor Maran," diye söylenerek içeri giren Alarik'le iki kadın da düşüncelerinden sıyrıldı. Lamia, Alarik'e kızamayacak kadar yorgundu. Önüne kıyafetlerini attığında sevinmişti. Üzerindeki pelerini hızla sıyırdı ve kıyafetlerini üzerine geçirmeye başladı. Onun yine pervasızca karşılarında çıplak durması Nil ve Alarik'in başlarını çevirmelerine neden olmuştu.

"Karşında sürekli soyunan bir kadın varken yine de bana sadık kalman yüreğimi sıcacık yapıyor," diye gülümsedi Nil, Alarik'e bakarak.

"Çok romantik hayallerini yıkacağım için üzgünüm tatlım ama senin için değil, benden ölesiye nefret ettiği için uzak duruyor."

"Doğru noktaya parmak bastın Maran," dedi Alarik. Nil'in dik dik bakışlarını görünce, "Sana olan sadakatimin bozulması için çıplak birkaç kadından daha fazlası lazım, sevgilim."

"Daha fazla çıplak kadın mı?"

Lamia'nın alaycı sorusu Alarik'in burnundan solumasına nesne olmuştu. "Bir de buna yardım etmek istiyorsun," diye sitem etti Nil'e.

Nil pes etmiş bir şekilde ellerini havaya kaldırdı. "Sana hak veriyorum doğrusu."

"Hadi ama çocuklar şaka yaptım," dedi hemen Lamia. "Bilirsiniz, her zaman yaparım. Tatlı ve komik şakalar."

"Daha fazla tatlı ve komik şakalar düşünebilmen için seni yalnız bırakalım," dedi Alarik, bir elini Nil'in beline koyarak. Birlikte çıkışa doğru giderlerken Lamia arkalarından sesleniyordu.

"Bana yemek getirmeyi unutmazsınız değil mi? Çocuklar?"

"Tam bir baş belası," diye homurdandı Alarik odadan çıktıklarında. Nil gülüyordu. Büyücü, genç kadına yandan bir bakış attı.

"Bana kızmamana şaşırıyorum. Meerin konusunu söylemediğim için kızacağını sanmıştım."

Nil'in yüzünde yumuşak bir ifade belirdi. Tatlı ve yumuşak bir ifadeydi ama bir şekilde Alarik'i huzursuz etmişti.

"İnsan bazen her şeyi anlatamıyor. Seni anlıyorum."

Ardından koridor boyunca ilerlemeye devam etti. Alarik bir süre geride kalıp onu izledi. "Bunun beni rahatlaması gerekiyordu," dedi kuşkulu bir tavırla.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro