Final
Alarik endişeyle bir Ela'nın bedenine bir de çıldırmış gibi yerde parçalara ayrılmış Nemirdes'ten gözlerini alamayan Aragathi'ye baktı. Çok fazla vakti yoktu. Eğer köprüden geçmeden önce yetişemezse onu asla kurtaramazdı.
Aragathi öfkesinden deliye dönmüştü. Binlerce yıldır aradığı, kendisine amaç edindiği bu kıymetli kolye şimdi siyah parçalar halinde yerlere saçılmıştı. Mornor'un karşısına eli boş geçeceğini düşünmek korkudan delirmesine yeterliydi. Dişlerini sıktı. Bedeni neredeyse iki katı büyüklüğe ulaşmıştı. Küçük farenin kendisini öldüreceğine hiç ihtimal vermemişti. Fakat olan olmuştu. Buna neden olansa karşısındaydı.
"Seni onun yanına göndereceğim." diye hırladı ve büyücünün üzerine atladı.
***
Siyah bir çukurun içinde yuvarlanıyordum. Her ne kadar bedenim olmadan daha hafif hissetsem de ilginç olan ruhumun hala acıyı hissediyor olmasıydı. Sebepsiz bir acı içinde kıvranıyordum. Acaba köprüye gitmeden beni cehenneme mi göndereceklerdi? Korkuyu hiç bu kadar derin hissetmemiştim. Belirsizliğin korkusu çok daha kötüydü.
Keşke bayılabilseydim. En azından döne döne yuvarlandığım bu karanlık boşluktan çok daha iyi olurdu. Ne yazık ki öyle bir imkanımın olmadığı belliydi. Sanki uzay boşluğunda süzülüyor gibiydim.
O kadar uzun zaman sürdü ki bu işkence ne Alarik ne de diğerleri hiçbir şey kalmamıştı zihnimin kalıntılarında. Sadece ve sadece derin boşlukluğun içinde ruhumu iki büklüm yapan ızdırap vardı.
En sonunda iğne ucu kadar mavi bir ışık gördüm derin karanlığın içinde. Oraya uzanmak istesem de süzülmeye devam ettim. Izdırapla haykırmaya başladığım sırada çığlıklarım zihnimde yankılanmaya başladı. İşte bu çok daha kötüydü.
Ben mavi ışığa gideceğime, o bana doğru gelmeye başladı. Kendimi büyük bir çarpışmaya hazırladım nedense. Çok geçmedi yüksek bir yerden düşmüşüm gibi sert zemine tosladım. Elbette canım yanmıştı! Kemiklerim olsaydı büyük ihtimalle kırılırdı.
Zorlukla yerden kalktığımda siyah taşlarla döşenmiş bir köprünün üzerinde olduğumu anladım. Gökyüzü görebileceğim en canlı, aynı zamanda da en koyu maviyle boyanmıştı. Parlayan yıldızların yanında büyük, küçük gezegenler de vardı. Kimisi kırmızı kimisi siyahtı. Bir tanesi beyaz renkteydi. O diğerlerine göre uzaktı.
Köprüden geçen ruhlar beni görmüyor gibilerdi. Kimisi karnında ya da kafasında kanaması durmuş, soluk kırmızı yaralarla, kimisi yeterince temiz bir halde, kimisi de boynunda büyükçe bir çürükle yürüyorlardı. Hatta kül renginde benden daha çok saydam olanlar da vardı. Kül rengi ruhların yüzünde derin bir acı vardı.
Ellerime baktığımda bileklerimde kurumuş kanın solgun kırmızılığını ve yarılmış derimi görmek en son beklediğim şeydi. Beyaz elbisemin uçları kanla kaplanmıştı. Demek ki nasıl öldüysen öyle gidiyordun mahkemeye.
Ruhların ilerledikleri yolun ucuna baktım. Köprüyle aynı taşlarla yapılmış, siyah bir inci gibi parlayan kolezyum benzeri bir yapı görünüyordu. Panikle etrafıma bakındım. Alarik'i göremiyordum. Aragathi onun gelmesine engel olmuş olabilir miydi? Ön sezilerim geri dönüşü olmayan bir yola girdiğimi haykırıyordu. Gitmek istemesem de oraya doğru mıknatıs misali çekiliyordum. Diğer ruhlar yüzlerinde sabit bir ifadeyle ilerliyorlardı. Benim gibi panik içinde etrafına bakınan birkaç tanesi dışında kimse yoktu.
Dudaklarımdan tek bir isim dökülüyordu o sırada. Alarik'i sayıklıyordum ateşli bir hasta gibi. Ne kadar çok seslenirsem o kadar çabuk gelecekmiş gibi defalarca ismini sayıkladım.
Uzun süren yolun sonunda kolezyumun kapısına geldim. Önümdeki ruhlar kapılardan geçip kayboluyorlardı. İki uzun sütun yükseliyordu kapının yanlarından. Kapı on beş metre kadar vardı. Bir dev bile kolaylıkla hiç eğilmeden girebilirdi içeriye. Altın kaplama çift kanatlı kapının üzerinde mavi safir taşlarından yapılma semboller vardı.
Yapının önüne geldiğimde son kez arkama dönüp baktım. Gelen giden yoktu. Öyle çok korkuyordum ki ikinci kez ölebilirdim. Ardına kadar açık çift kanatlı kapılardan dışarıya bir kadın çıktı. Uzun boylu, incecik bir kadındı. Siyahi teninde parlayan açık renkli, uçuk mavi gözleri vardı. Kuzgun karası saçları kalçalarına dökülüyordu. Saçlarının tepesinden iki tane köpek kulağına benzer ince, uzun siyah renkli kulakları vardı. Dikkatlice bakınca gerçekten de köpek kulakları olduğunu fark ettim. Mavi, sarı elbisesi bacaklarını sarıyor, derin bir yırtmaç kasıklarına kadar uzanıyordu. Aynı şekilde göğüsleri de davetkar bir şekilde açıktı. Uzun bacaklarının ardında hareket eden incecik, siyah bir kuyruk vardı. Yarı insan yarı köpek bir kadındı. Ve inanılmaz güzeldi.
Sürmeli mavi gözleri kısa bir an baştan ayağa süzdü beni. Sonra dudakları aralandı. Uzun köpek dişleri parlamıştı. "Seni biliyorum. Elda." diye mırıldandı bilmediğim bir aksanla.
Ruhum ona doğru çekildiğinde karşı koyamadım. Sesimi çıkarmadan onu izlemeye başladım. Etrafımda bir tur döndü zarifçe. Sanki beni kokluyor gibiydi. "Hmm." diye bir ses çıkardı düşünceli düşünceli. O beni süzerken ruhlar kapıdan içeriye giriyorlardı. Benim gibi birkaç ruh ise öylece kadını izliyorlardı.
"Yaptığın şeyi takdir ediyorum Elda. Ama ruhlar aleminin de kuralları vardır." diye mırıldandı alçak bir sesle. "Neden içeriye giremiyorsun?" Soruyu bana sorsa da cevabı biliyordu. Ne diyeceğimi bilemeden kapıdan içeriye girenlere baktım. İnsan, köpek karışımı kadın uzun tırnaklarıyla sakin yüzleri gösterdi.
"Neden onlar gibi sakin değilsin?"
Cevap veremedim. Duyacağım şeyin yeterince ürkütücü olduğunun bilincindeydim. Kadının siyah parmakları bileklerimi tuttu. Yaralarıma baktı başını olumsuz bir tavırla sallayarak.
"Burası Yaşam Köprüsü." dedi köprüyü başıyla işaret ederek. "Bu köprüden geçenler geri dönemezler ve sonsuz yaşamlarına yani en başından beridir ait oldukları yere dönerler."
Ardından siyah taşlarla bezeli kolezyumu gösterdi. Sanki siyah bir inci tanesi gibi görkemle parlıyordu. "Burası ise Kabir. Ruhlar burada mahkemeye çıkarlar. Onları vicdanları sorgular. Mahkeme sonucuna göre ruhun akıbeti belirlenir." İçini çekti. "Ama sen buraya giremezsin. Nedenini söylememi ister misin?"
Başımı evet der gibi salladım. Sanki benimle birlikte kapıdan içeriye giremeyen diğer ruhları görmüyor gibiydi. Yine de bana yapacağı açıklamayı onlar da dinliyordu.
"Çünkü sen intihar ettin. Senin akıbetin zaten belli. Mahkemeye çıkamazsın. Onlar sakinler çünkü ecelleri ile öldüler. Ama sen kendi ecelin oldun. Seni almaya gelen Ecel sana ait bir kalıntıydı. Sen panik içindesin çünkü kayıp bir ruhsun. Zamanından önce geldin."
"Peki nereye gideceğim?" Sesimi zor bulmuştum. Sanki çok uzaklardan geliyor gibi oldukça alçaktı.
"Seni Araf'a göndereceğim. Buraya gelmeden önce geçtiğin o karanlık, senin seçtiğin sonsuz yaşamın. Aynı zamanda diğer intihar edenlerin de seçimleri aynı karanlık boşluk."
O korkunç karanlığı ve ızdırap dolu süzülüşü sonsuza dek yaşamak mı? Diğer ruhların da, belli ki onlar da benim gibi intihar etmişlerdi, yüzlerinde aynı korku ve panik vardı. O ızdıraba bir beş saniye bile katlanamazdım. Sonsuzluk oldukça uzun bir zaman kavramıydı.
"Ama... ama benim başka seçeneğim yoktu. Herkesi kurtarabilmem için kendimi feda etmeliydim!"
Kadın sevecen bir şekilde gülümsedi ama onun ardında acıma vardı. "Yaptığını takdir ettiğimi söyledim. Fakat söylediğim gibi maalesef ruhlar aleminin de kuralları vardır. Onlar değişemez, bükülemez ve asla göz ardı edilemez! Elimden gelen bir şey yok."
Bileğimde yine aynı iskeletin parmaklarını hissedince çığlık attım. Gözlerim hala Alarik'i arıyordu. Neredesin diye haykırdım içimden. Kurtar beni!
***
Kafası granit zemine gürültülü bir şekilde çarptığında dişleri de birbirine çarptı. Beynindeki sarsılmanın yanı sıra ağzından çenesine sıcak kanın süzüldüğünü hissediyordu. Aragathi'nin yeni darbesi Alarik'in yerden havalanıp karşı duvara yüz üstü çarpmasıyla son buldu. Korkunç bir çatırtı duyulmuştu o an. Alarik burnunun kırıldığını biliyordu. Fakat umrunda bile değildi. Onun aklı Ela'daydı.
Araf mevzusunu ona açıklamamış, daha da korkmasını istememişti. Eğer planı kusursuz işledeydi onu kurtaracağından emindi. Oysaki yanılmıştı. Onu Araf'a götürürlerse, kendisini öldürse dahi kurtaramazdı. Bir şeyler yapmalıydı.
Aragathi her zaman kalıp olarak ondan daha cüsseli ve güçlü olmuştu. Ama Alarik gibi kıvrak zekalı değildi. Her zaman şiddete meyilli olduğunu biliyordu, duygularına özellikle de öfkesine çok çabuk yenilirdi. Mornor'un tarafına geçtiğini öğrendiğinde şaşırsa da içinde bir yerlerde bunun beklediği bir şey olduğunu en baştan biliyordu. Aragathi mavi büyücü olarak yaratılsa da karanlığın efendisine hizmet ettiğinden beridir karaydı.
Ayağa kalkmaya çalışırken Aragathi ensesine yapışarak yeniden duvara çarptı yüzünü. Kendinden geçmeden bu işe bir son vermeliydi. Yoksa onu gerçekten de öldürecekti. Kendisi için değil Ela'yı kurtarmak için. Ona söz vermişti.
"Yanaqh şhed." diye hırladı kan tükürerek. Aragathi yüzüne görünmeyen bir kırbaç darbesi alarak geriledi. Yüzündeki yara izine benzer uzun bir kesik meydana gelmişti ve oluk oluk kanıyordu. Yeni bir darbe daha aldı göğsüne. Gömleği yırtılmış, bu sefer daha derin bir kesik açılmıştı derisinde. Darbeler sayısız bir hızla indiğinde acıyla uludu. Kolları, bacakları, sırtı sayısız kesiklerle dolmuş, her yeri kan içinde kalmıştı. Alarik kanlı dişlerini göstererek sırıttı.
"Sevdiğim bir Akad laneti." dedi alayla. Aragathi öfkeyle hamle yapacağı sırada ondan önce davrandı.
"Şarrebu!"
Aragathi kaskatı bir şekilde kalakalmıştı. Bir milimini bile kıpırdamıyordu. Sadece çılgın gözleri fır dönüyordu. Boynundaki ve alnındaki damarlar kabarmıştı. Alarik, Glìven'in hançerini çıkardığında göz bebekleri büyümüştü.
"Senin en büyük eksiğin, kadim büyüleri bilmemendi Aragathi. O kadar koca kafalısın ki bir türlü öğrenemedin. Tek bildiğin şiddet göstermek."
Aragathi'nin kilitli dudaklarından bir homurtu yükselse de Alarik oyalanmamakta kararlıydı. Hançeri kaldırdığı sırada odaya giren siyah bir duman görüşünü kapattı. Kasırga gibi esiyordu odanın içinde. Tek yapabildiği Ela'nın bedeninin üzerine atlamak oldu. Onu korumalıydı. İçinden çok geç kalmamış olmayı diliyordu.
***
Sonumun geldiğini anlasam da direnmeye karar vermiştim. Böyle bitemezdi! Kendimi feda etmenin karşılığı bu olmamalıydı. Kolumu kurtarmaya çalışırken kadının koluna yapışmaya çalıştım. Ama ona dokunamıyordum. Parmaklarım onun teninde öyle saydamlaşmışlardı ki içinden geçmiştim adeta.
"Sonunun böyle bittiğini bilseydim yapmazdım!" diye bağırdım panikle. Kadın dikkatle bakıyordu yüzüme.
"Kimse sonunun ne olacağını bilmez."
"Sonsuzluk çok uzun. Beni oraya götürmeyin." diye yalvarmaya başladım en sonunda. Kadın aldırmayarak arkasını döndü. Söyleyeceğini söylemişti.
"Asena!"
İsmini duyan kadın birden durdu. Sevinçle çığlık atmamak için kendimi zor tutmuştum. Alarik koşturarak yanımıza geliyordu. O da bizim gibi saydam olsa da açık mavi bir aura yayılıyordu bedeninden. Endişeli gözleri beni bulduğunda uzak durmam için uyaran bir bakış attı. Ardından irkilerek kolumu tutan iskeletimi gördü.
"Alarik." diye güldü Asena ağdalı bir tavırla. "Beni Asena diye çağıran bir tek sen varsın." Kollarını boynuna doladı ve dudaklarına hafif bir öpücük kondurdu. Canımın yandığını hissetsem de bir şey belli etmedim.
"Bence çok kadınsı bir isim." diye güldü gergin bir şekilde. Rahat davranmaya çalışıyordu ama panik içinde olduğu belliydi.
"Mahkemeleri izlemeye mi geldin? Uzun zamandır yoksun."
Asena sanki artık beni görmüyormuş gibi ecelime döndü. "Gidebilirsiniz." dedi yumuşak bir sesle. Alarik hızla atladı.
"Mahkemesi olmayacak mı?"
Kadının kurnaz bakışları ikimizin arasında gidip geldi. Bir süre sonra da derin bir nefes alarak büyücünün koluna girdi. "Alarik, Alarik..." diye söylendi tatlı bir sesle. "Beni kandıramazsın. Onu tanıdığını biliyorum. Sen de biliyorsun ki burada kurallar işler. İntihar edenler Araf'a gönderilir, kendilerini savunma hakları yoktur."
Alarik'i ilk defa böyle umutsuz görüyordum. Kadının kolunu sıktığını fark ettim. "Anlaman lazım, bunu yapmak zorundaydı." diye yalvardı.
"Onu kurtaramazsın." dedi Asena kesin bir sesle. Ardından bir sessizlik oldu. Kadının çivit mavisi gözleri birden büyüdü. "Onu kurtarmak için geldin. Ah! Beni kandırabileceğini mi sanıyorsun Maia!"
Göz bebeklerini kırmızı damarlar sarmaya başlamıştı. Öfkelendiği belliydi. Arkadaşlarımın dedikleri doğruydu. Onu kandıramazdık.
"Geldiği andan beridir onda senin kokunu alıyordum! Geleceğini biliyordum ama beni kandırmak! Yaptığın en aptalca hata!"
"Onu bırakamam." Sesinin titrediğini duyduğumda dehşete düşmüştüm. Sonumun geldiğinden emindim. Mavi gözleri yaşlarla dolmuştu. Onu böyle görmeye dayanamazdım. Yutkunduğunda adem elması titremişti. Asena büyük bir ilgiyle onu dinliyordu. Düşünceli bir hali vardı.
"Ne olacağını biliyordun." dedi en sonunda. "Sonunun böyle olacağını biliyordun, yine de geldin."
Ne demek istemişti? Beni kurtaramayacağını bile bile geldiğini mi ima ediyordu? Alarik'in yüzündeki kabulleniş daha çok yıkmıştı beni. Ona güvenmiştim! Asena bana döndü. Düşüncelerimden çok farklı bir şekilde konuştu.
"Seni benden tek bir şey alabilir. O da..." Son sözlerini Alarik'e dönerek söyledi. "Takas."
Benim ruhum karşılığında onun ruhu! Alarik'in en başından beridir planladığı bu muydu? Ben dünya için kendimi feda etmiştim. O da benim için kendisini mi feda edecekti?
"Hayır!" diye bağırdım. "Beni böyle bir vicdan azabıyla nasıl yaşatırsın?" Öfkem Alarik'e dönüktü. "Sensiz ben nasıl devam edebilirim? Benim için öldüğünü bilerek..."
"Ben de devam edemem Ela." dedi yalvaran bir sesle. "Beni affet."
Asena'ya döndüm. "Başka bir yolu yok mu?"
"Ölüm anlaşma yapmaz küçük hanım. Eğer kişi bir yaşam için kendisini feda edecekse bedeli ağır olur." Alarik'in çevresinde dönmeye başladı. Siyah kulakları havaya dikilmişti, uzun ince kuyruğu zarifçe hareket ediyordu.
"Elda'ya karşılık bana büyünü vereceksin."
Alarik ödeyeceği bedelin ağırlığıyla gözlerini yumdu. Bense seviniyordum. Büyü gücü gitse de en azından ölmeyecekti!
"Kabul ediyor musun Maia?"
Kısa bir sessizlik oldu. Alarik'in zihninden o anda neler geçtiğini bilmek isterdim. "Kabul ediyorum." diye mırıldandı yenilmiş bir şekilde.
Asena'nın tek bir bakışıyla yanımdaki iskelet anında karanlığa gömüldü. Diğer ruhlar ise ecelleriyle birlikte Araf'a döndüler. Onların sonsuz ızdırabını düşündükçe titriyordum. Asena bana hiç bakmadan Alarik'e döndü. Pazarlık henüz bitmemişti.
"Elda'nın burayı bilmemesi gerekli. Yaşayan hiçbir canlı, sen hariç, Sirius'u hatırlamamalı. Onun hafızasını sileceğim. Sadece Sirius'u değil. Yaşadıklarını da unutacak. Sen de dahil. Bambaşka bir hayata gönderilecek. Artık onunla bir işiniz kalmadı. Değil mi?"
Alarik başını ağır ağır olumlu yönde sallarken panikle onlara doğru ilerledim. Asena'nın boğazına yapışmak istiyordum. Benim hayatımı hangi cüretle değiştirmeye kalkardı?
"Hayır!" diye bağırdım. "Buna izin veremem! Benim hayatım benim kararlarım!"
"Senin hayatındı!" diye bağırdı birden. "Anlamıyor musun? Elda öldü. O hayatı öldürdün. Geri dönmek istiyorsan ancak başka bir hayatla dönebilirsin!"
Ağlamaya başladım. Ruhların da gözyaşları oluyordu demek ki. Alarik'e döndüm. Belime sarıldığında boynuna sarıldım. "Lütfen bir şeyler yap. Seni unutmak istemiyorum."
"Yapabileceğimin en iyisi bu."
Asena'nın yumuşayan sesini duydum. "Ruhun reenkarnasyon geçirecek. Başka bir bedenle, başka bir kişilik olarak dünyaya döneceksin. Görevini başarıyla tamamladın. Umarım yeni hayatında kendini öldürmeyi seçmezsin."
Alarik'in okyanus mavisi gözlerine bakarken yüzünü zihnime kazımak istiyordum. Asena'yı duymuyordum bile. Canım yanıyordu. Onu unutmak istemiyordum, kollarının sıcaklığını unutmak istemiyordum.
"Başka seçeneğimiz yok." dedi dudaklarımı öperek.
"Lütfen, lütfen beni bul. Bul ve hatırlamamı sağla. Lütfen." diye yalvardım. Onun da benden bir farkı yoktu.
"Böyle olacağını bile bile geldim buraya Ela, seni o karanlıkta bırakamazdım. Senin de istemediğini biliyorum. Yaşadığını bilmek bana yetecektir."
Son kez sıkıca sarıldı. Ardından dudaklarımı tutkuyla öptü. Asena'ya döndüğünde ona engel olamadım.
"Kabul ediyorum."
O anda Alarik'in bedeninden mavi bir akım geçti. Mavi akım büyüdü, büyüdü. Kollarını iki yana açmıştı ve acıyla haykırıyordu. Mavi bir topun içindeydi artık. Ellerinden, bileklerinden akmaya devam eden büyüsü elektrik akımı gibi patlıyor, cızırdıyordu. Yere yığıldığında mavi balon etrafında parlıyordu. Bir anda patlayarak mavi boncuklar gibi zemine yığıldılar. Sirius'un mavi toprağı, o baloncukları emdi.
Yanına gitmek istedim. Koşmak, ona sarılmak. O anda Asena yanımda belirdi. İki parmağını alnıma dayadı. Çivit mavisi gözlerinde buzdan bir alev yanıyordu. Sözleri zihnimde yankılanırken gözlerim kapandı.
"Hatte!"
***
Beş Yıl Sonra
Genç kadın dikkatli bir şekilde pastanın kenarılarına kremasını sıkıyordu. Yeşilin oldukça sıra dışı bir tonuna sahip iri gözlerini hedefine kilitlemişti. Son bir tane kalmıştı. Onu da sıktıktan sonra siparişi hazırdı. Krema poşetini sabit bir şekilde tuttu. Yavaşça sıkmaya başladı.
"Merhaba."
Duyduğu sesle irkildi ve poşeti hızla sıktı. Küçük bir nohut tanesi kadar olması gereken krema devasa bir dağ gibi olmuştu. Sinirle gelene baktı. Sinsi sinsi gelmek de ne demekti? Ayrıca kapı açılırken çalan zili de duymamıştı!
"Siparişim mahvoldu." diye inledi. "İşimi bitirmemi bekleyemediniz mi?"
Adam okyanus mavisi gözlerini, genç kadının yeşil gözlerine dikmiş kaygısızca gülümsüyordu. "Üzgünüm." dedi hiç de üzgün olmayan bir tavırla. "Sadece canım pasta çekti ve burası oldukça sıcak göründü gözüme."
Genç kadın sakinleşmek için derin bir nefes aldı. "Pekala, siz oturun." diye söylendi sinirle. Adamın alaycı sesini duyunca siniri daha çok arttı.
"Mahvolan siparişinizden bir dilim alabilirim. Nasılsa yenisini yapacaksınız. Telef olmasın."
Adam masasına geçerken kadın "zıkkım ye" diye söyleniyordu. Gece karası saçlarını toplayıverdi yeniden. Pastaya öyle dalmıştı ki saçlarının dağıldığını fark etmemişti bile. Pastadan bir dilim tabağa koyduktan sonra, özellikle bozulan kremalı tarafını kesmişti, üzerindeki önlüğü tezgaha bıraktı. Adamın masasına doğru yürürken okyanus mavisi gözlerin bedenini baştan ayağa süzdüğünü fark etmesiyle yanakları kızardı. Tabağı gürültüyle masaya koydu.
"Başka bir isteğiniz?"
"Adınızı öğrenebilir miyim?" diye sordu adam sanki genç kadının öfkesini hiç önemsemiyormuş gibi. Burnundan soluyarak menüyü gösterdi genç kadın. Üzerinde süslü harflerle "Nil Pastanesi" yazıyordu. Adamın kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı.
"Nil." diye mırıldandı sanki çok komik bir şey aklına gelmiş gibi.
"Beğenemediniz mi?"
"Aslında beğendim. Ela'dan daha egzotik."
O da ne demekti öyle? Kadının kaşları çatıldı. "Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?"
"Ne münasebet!" dedi adam sahte bir şaşkınlıkla. Nil şüpheyle onu süzdü. Siyah dağınık saçları ve dikkat çekici mavi gözleriyle yakışıklı bir adamdı aslında. Bir de baştan ayağa siyah giyinmese daha dikkat çekici biri olurdu. Sadece gözleriyle aynı renkte bir saç bandı takılıydı bileğinde.
"Afiyet olsun beyefendi." dedi sadece. Sonuçta müşteriydi.
"Benim adım da Deniz." diye seslendi ardından. "Memnun oldum...Nil."
İsmine yine hafif bir vurgu yapmıştı. Sanki komik bir şeymiş gibi. Genç kadın gözlerini devirdi. "Sordum sanki."
Yeniden tezgahın arkasına geçtiğinde adamı çoktan unutmuştu. Aklı fikri siparişini yeniden hazırlamaktaydı. Şükürler olsun ki daha vakti vardı. Pastası için uğraşırken her hareketini izleyen okyanus mavisi gözlerin farkında bile değildi.
SON
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro