Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 5

Yürüyüş yapmak için çıktığım yol ormanlık bir alana açılmıştı. Yeşilliğin biraz da olsa huzur getireceğini düşünüp koruya girmiştim. Hava serindi ama güneş ışıkları her yerdeydi.

Koru sessiz ve sakindi. Sadece kuş sesleri ve nereden geldiği belli olmayan bir çağlayanın şırıltı seslerini duyuyordum. Ve bu bana inanılmaz derecede huzur veriyordu.

Kafam çok karışıktı. Deniz'in varlığının üzerimdeki baskısını sorguluyordum. Bana sinema salonunda ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Belki de yanılan kişi bendim. Deniz'e bakarken birden dalmıştım belki de. Sonuçta beni hipnoz etmesi kadar gerçek dışı bir ihtimal değildi.

Peki ya Arda'ya ne demek gerekirdi? Bir anda hayatıma girmişti ve on beş gündür birlikte vakit geçiriyorduk. Cezası bittiği için okuluna geri dönmüştü. Ama okul çıkışları tamamen bize aitti. Bazen Nisan bize katılıyordu. Hatta birkaç kere Savaş'ı da dahil etmişti bu görüşmelere. Arda ve Savaş her ne kadar birbirlerine karşı kibar olsalar da aralarında ilginç bir şekilde çok derin bir soğukluk var gibi gelmişti bana. Belki de sadece bana öyle gelmişti. Belki de herkesin hareketlerinin altından bir şey çıkmasını bekleyen paranoyağın tekiydim.

Derin bir nefes çektim korunun temiz havasından. Her ne olursa olsun Arda'yla vakit geçirmekten hoşlanıyordum. Eğlenceli ve güvenilir bir tipti. Onunla kendimi rahat hissediyordum.

Deniz ise gizli bir düşmandı sanki bana. Onla ne zaman karşılaşsam kaçmaya çalışıyordum ama garip bir şekilde yine de ona çekiliyordum. Onun, o inanılmaz derecedeki parlak mavi gözleri gözlerimi bulduğunda içimi tarifi imkansız bir heyecan sarıyordu.

Düşüncelerimi ondan uzaklaştırmak için gözlerimi yumdum. O tekin biri değildi ve kendini beğenmişin tekiydi. Hayatındaki tek eğlence beni sinirlendirmekti. Oysaki Arda güvenilir, eğlenceli ve kesinlikle Deniz'den daha yakışıklı bir tipti. Öyle farklı bir enerjisi vardı ki sokağın ortasında ışıldıyordu resmen. Ve gittiğimiz her yerde kız olsun erkek olsun herkesin ilgi odağı olabiliyordu.

Başımı iki yana salladım. Buraya huzur bulmak için gelmiştim. Düşüncelerimin ağırlığı altında ezilmeye değil!

Duyduğum bir çıtırtı ile dikkatim sesin geldiği yöne çekildi. Küçük adımlarla çıtırtının geldiği yere yürüdüm. Çalıların arasında inanılmaz güzel bir tavşan burnunu hareket ettirerek bir sağını bir solunu kokluyordu. Çıkardığım sevecen ses ile hızla bana döndü. Boncuk gibi gözlerinde bir an küçük bir ışıltı sezdim. Kollarımı ona açmıştım ki ok gibi öne fırlayıp zıplayarak kaçmaya başladı.

"Korkma, sana zarar vermeyeceğim." diye mırıldandım yumuşak bir sesle peşine düştüğümde. Tavşan pofuduk kuyruklu kıçını hoplatarak kaçıyordu benden. Birden bir ağaç kovuğunun içine girip gözden kayboldu.

Gözlerim ağacın sanki sonsuza uzanıyor gibi duran dallarına çıktı. Gövdesi o kadar kalındı ki bizim oturma odasını kaplayabilirdi. Dalları ise gökyüzünü kaplıyor, sonsuzluğa yol alırcasına sonu gelmiyordu. Hayatımda hiç bu kadar büyük bir ağaç görmemiştim. Gözlerim ortasındaki derin kovuğa kaydı. Bir insanın rahatça geçebileceği boyda ve endeydi. Yavaşça başımı uzattım. Kovuğun karşısı ormana açılıyor gibi ışık vardı.
Temkinli birkaç adım atmıştım ki birden kendimi içeride buldum. İçerisi ılık ve huzur vericiydi. Endişemi yenip hızla karşıya, ışığın kaynağına yürüdüm. Tahmin ettiğim gibi kovuğun sonu ormana açılıyordu. Ama bambaşka bir ormana.

Nutkum tutularak etrafıma baktım. Ağaçlar her zamanki gibi klasik ağaçlardı. Ama sanki daha saf, daha canlı, daha özgür duruyorlardı. Rüzgarla sallanan yaprakları eski bir türküyü söylüyor gibiydi. Gümüş ve altın benekli kelebekler uçuşuyordu etrafta. Ve tuhaf denecek kadar parlak altın renginde uçuşan hareler vardı. O harelerden biri hiç görmediğim bir çiçeğin üzerine geldi. Çiçeğin beyaz yaprakları kocamandı. Eğilerek altın renkli hareyi inceledim. Gördüğüm şey karşısında çığlık attım.

Bu küçük bir insandı! Ah hayır, kanatları olan bir insan! Mini kırmızı bir elbise giymiş, parlak altın rengi saçları omuzlarına dökülmüş çok güzel, mini minnacık bir kadın vardı karşımda. Sırtında altın renginde neredeyse şeffaf denecek kadar ince ve küçük kanatlar vardı. İnce bir ses çıkararak uçuşuyordu. Çığlığım onu ürkütmüş olmalı ki hızla bana döndü. Minik yeşil gözleri bir an ilgiyle beni inceledi. Hızla bir sağıma bir soluma doğru uçtu.

"Nesin sen?" diyebildim zorlukla.

"Siz insanlar bizi rahat bırakamaz mısınız?" dedi kafamın içinde incecik bir ses. Gözlerim iyice açıldı.

"Sen mi konuştun?"

Kadın gözlerini devirdi. Sonra yeniden bana doğru uçtu. Sanki bir şey dikkatini çekmiş gibi etrafımda bir tur uçtu.

"Buraya nasıl geldin?"

Kadının sesini yeniden kafamın içinde duyunca dehşetle içimi çektim. Kadın altın telli saçlarını savurarak başını iki yana salladı.

"Sen bu aleme ait değilsin. Burada olmaman gerekir. Hemen geri dön!"

"Nesin sen?" dedim sadece cevap olarak. Kadın yeniden etrafımda bir tur uçtu. Yerinde duramıyor gibiydi.

"Ben bir periyim. Senin bu alemde olmaman lazım. Nasıl geldin bilmiyorum ama geri dönmelisin. Burası senin için tehlikeli."

"Zihnimin içinde konuşuyorsun!" diye haykırdım birden. Kadın yorgun bir şekilde başını salladı. "Ve, ve bir perisin öyle mi?"

"Adım Juniper." dedi ince sesiyle beni onaylamak istercesine. Hızla başımın etrafında uçmaya başladı.

"Ne... Ne yapıyorsun?"

Aynı hızla burnumun ucuna geldi. Küçük burnu saçlarımı kokluyordu. "İlginç." diye mırıldandı. "Tahmin ettiğim gibi. Geldiğin aleme dönmen lazım." dedi yine ısrarla.

Minyatür kadına bakarken hayretle içimi çektim. "Bu bir rüya. Bir rüya görüyorum. Rüyamda bir peri görüyorum." diye mırıldandım kendi kendime. Sanki bunu tekrar etmem akıl sağlığım açısından önemliydi. Kadının altın sarısı kaşları söylediklerimin doğru bir ihtimali olabilirmiş gibi çatıldı.

"Bu da bir ihtimal tabiki." dedi ince sesiyle. "Beni dinle. Alemine geri dön."

Uçarak benden uzaklaşmaya başladı. "Hey, bekle." diyebildim arkasından. Ama o beni hiç duymayarak, etrafına altın sarısı bir hale yayarak büyük bir hızla uçuyordu. Peşinden koşmaya çalışsam da yetişemedim. Derin bir nefes aldım. Pekala, bu bir rüyaydı. Her ne kadar fazlasıyla gerçekçi dursa da.

İnce bir kahkaha sesiyle hemen arkamı döndüm. Ağaçların arasındaki bir açıklıktan geliyordu ses. Yavaşça ağaçlara yaklaştım.

Benim yaşlarımda genç bir kız gülüyordu. Beline kadar uzun, güneş kadar parlak saçları ve bal rengi gözleri vardı. Üzerine ince, beyaz bir elbise giymişti. Koşturarak bir ağaca yaslandı. Yanakları al al olmuştu. Gözleri sıcacık bakıyordu. Tam ona doğru hareket edecekken uzun boylu bir adam belirdi. Uzun kahverengi saçları ve zümrüt gibi parlayan badem şeklindeki yeşil gözleri ile çok yakışıklıydı. Bacaklarında deri bir pantolon, üzerinde ise koyu yeşil, uzun bir tunik vardı. Belindeki kemer ve kollarındaki kolluklar deridendi. Adamın görünüşü eski çağlardan gelme bir savaşçı gibiydi. Zarif ve hızlı adımlarla kızın karşısına geçti. İkisinin gözleri de derin bir ateşle yanar gibi parlıyordu. Adam parmak uçlarını, sanki kırılgan bir mücevhere dokunurmuş gibi nazikçe genç kızın kızaran yanağında gezdirdi.

" Mani naa essa en lle?" diye mırıldandı zarif bir aksanla. Genç kız safça gözlerini açtı.

"Dilinizi bilmiyorum."

Adam şefkatle gülümsedi. Onları izlediğim için utanıyordum. Bu uygun bir davranış değildi ama kendime engel olamıyordum.

"Adın ne?" diye sordu bu sefer derinden gelen bir sesle. Genç kızın yanakları yine kızardı.

"Ah! Adım, Hazel. Aşağı köyde yaşıyorum." Bir an durakladı. "Peki ya sen? Senin adın ne?"

"Merilindir."

Adamın cevabı karşısında genç kızın gözleri iyice açıldı. Küçük dudakları şaşkınlıkla aralanmıştı. Adam yeniden konuşacakken kız heyecanla lafını kesti. "Söyleme. Senin kim olduğunu biliyorum. Sen..."

Derinden gelen başka bir ses ile dikkatim dağıldı. Etrafıma bakarken ağaçların erimeye başladığını fark ettim. Tam çığlık atacakken ayağım bir yere takıldı. Hızla yere çarptım. Yer açıldı. Ben hızla yarıktan aşağı kaymaya başladım.

"Kızım uyansana! Ela!"

Panikle gözlerimi açtım. Uzun süre suyun altında kalmışım gibi nefes nefese kalmıştım. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Nisan kaşları havada beni süzüyordu.

"Sen iyi misin?"

Yeniden gözlerimi kırpıştırdım. "Evet." diyebildim yavaşça. Gördüğüm rüyanın etkilerinden yavaşça sıyrılıyordum.

"Tembellik etme de kalk o zaman. Hadi. Daha çok işimiz var."

Yavaşça inledim. "Hayırrr. Ben gelmek istemiyorum."

"Ben de meraklı değilim açıkçası dağda bayırda kamp yapmaya. Ama Selçuk Hoca ısrarla yazdı adlarımızı. Ve ben açıkçası böyle dandik bir okul etkinliği yüzünden dandik bir dersten sıfır almak istemiyorum. Sen istiyor musun?"

Gözlerimi devirdim. "Beden eğitiminden nefret ediyorum. Selçuk Hoca'dan da nefret ediyorum. Sürekli övdüğü mükemmel futbolcularını görürse ya, bizi niye yoruyor ki?"

"Kesinlikle katılıyorum. Ama çok çene yaptın. Hadi, hadi!"

Bir saat sonra sırt çantalarımızı almış durağa doğru yürüyorduk. Bu da saçma okul etkinliklerinden biriydi ve bizi bulmuştu. Gruplar oluşturulurken Nisan ile görünmez olmaya çalışmıştık ama Selçuk Hoca'nın radarından kurtulamamıştık. İki gün boyunca bu işkenceyi çekmek zorundaydık.

Okula vardığımızda servisi bizi beklerken bulduk. Nisan canı sıkkın bir şekilde içini çekti. "En azından Savaş'la vakit geçirecebileceğim."

Gözlerimi devirdim. "Onlar da vardı değil mi?"

Arkadaşım yan gözle bana baktı. Gözlerindeki ışık şimdiden canımı sıkmaya başlamıştı. "Sen de Deniz ile vakit geçirirsin belki. Belki de yıldızınız barışır bu sayede."

"Aman, istemem." diye homurdandım.

Servise bindiğimizde Deniz ile Savaş belirdi arkamızdan. Oturduğumuz koltuğun önündeki sıraya geçtiler. Her zamanki selamlaşma faslından sonra Nisan ile klasik sohbetlerine başladılar. Onlara tamamen kulaklarımı kapatarak gördüğüm rüyayı düşündüm. Sanırım fantastik şeylerle fazla ilgileniyordum. İlginç bir rüyaydı ama rüyaydı. Her ne kadar gerçek gibi olsa da. Değil mi?

"Arda ile daha iyi vakit geçiriyorsun sanırım."

Deniz'in sesi ile irkildim. Koltuğunda yan dönmüş, kafasını da bana doğru uzatmıştı. Keskin mavi gözleri tekinsiz bir ışıkla parlıyordu. Huysuz bir şekilde kafamı çevirdim.

"Vaktini insanları sinir etmekle geçirmiyor. Kimilerinin aksine. Bu yüzden onunla vakit geçirmek hoşuma gidiyor."

Dudakları belli belirsiz yukarı kıvrıldı. Siyah saçları dağınıktı ve yumuşak gözüküyordu. Sanki dokunsam...

"Çok zorsun."

Suç işlerken yakalanmışım gibi kızardım birden. Bu çok saçmaydı. Düşüncelerimi okuyamazdı. Ama o kafamdan neler geçtiğini biliyor gibi muzip bir ifadeyle beni izliyordu. "Ne?" diyebildim zorlukla.

"Güvensizsin. Bir şeyi olduğu gibi kabul edeceğine sürekli sorguluyorsun. Bana karşı neden bu kadar ön yargılısın?"

Rahatsız bir şekilde yerimde kıpırdandım. "Ön yargılı değilim. Sadece seni tanımıyorum."

"Arda'yı da tanımıyorsun."

"Tanıyorum." diye itiraz ettim hemen. Ama bakışlarındaki bir şey duraksamama neden oldu. Meydan okuyan bir tavırla başımı kaldırdım.

"Siz tanışıyor musunuz?"

Böyle bir soru soracağımı biliyormuş gibi gülümsedi. "Hayır."

"O zaman sen neden ona karşı bu kadar ön yargılısın?"

"Ondan hoşlanmıyorum."

"Neden? Onu tanımıyorsun."

"Onun gibileri tanıyorum."

"Ve?"

Gözlerinde derin bir anlamla baktı yüzüme. "Kendisine ait olmayan şeylerin peşinde koşan tiplerden."

Söylediği laf kafamı karıştırsa da öfkem daha ağır bastı. "Ben kimseye ait değilim." diye çıkıştım. Kendini beğenmiş bir şekilde gülümsedi.

"Senden bahsetmedim ki."

"Neymiş peki bu kendisine ait olmadığı halde peşinden koştuğu şey?"

"Yakında öğrenirsin."

"Önüne dön." dedim aniden.

Şaşkın bir ifadeyle baktı birden. "Neden?"

"Çünkü çok sinir bozucusun." dedim gözlerimi kısarak. Sesimin bozuk çıkmadığını umuyordum. Ama pek başarılı değildim sanırım. O ise gevrek gevrek gülüyordu karşımda. Resmen beni sınamak için gönderilmişti.

"Senden bahsetmemi mi istiyordun yoksa?"

Öfkeyle soludum. "Seni bana bela olasın diye mi yolladılar?"

Birden yüzünden karanlık bir ifade geçti. Bu hiç hoşuma gitmemişti. "Beni ürkütüyorsun." dedim aniden. Mavi gözleri karardı. Simsiyah oldular neredeyse.

"Ürkmelisin."

Ellerimin titrediğini hissediyordum. "Bu bir tehdit mi?"

"Nasıl anlamak istersen. Bana aşık olmak seni ürkütüyorsa ürkmelisin."

Yüzündeki rahat sırıtış beynime kanın çıkmasına neden olmuştu. "Ne diyorsun sen ya? Egon beyninden büyük senin." Kollarımı göğsüme bağladım. "Önüne dön. Sen ancak benim sinirimi bozabilirsin. Uyuzluk uzmanlık alanın belli ki."

Yüzünde eğleniyor gibi bir ifade vardı. Bense hiç eğlenmiyordum. Çantamdan kulaklığımı çıkarıp hırsla kulaklarıma taktım. Deniz'in sırıtan yüzüne inat müziğin sesini sonuna dek açtım. İki gün bana zehir olacaktı. Belli olmuştu!

***

Kamp alanına geldiğimizde hep bir ağızdan inlemeye başlamıştık bile. Ama Selçuk Hoca'nın bizi dinlemeye niyeti yoktu. Halinden gayet memnun bir şekilde derin derin dağ havası çekiyordu ciğerlerine.

"Bizi perişan ettiği için mutluluktan ölüyor." diye mırıldandı Nisan yarım ağız. "Doğal ortam falan yalan yani."

"Sadist herif." diye söylenerek onayladım onu. Selçuk Hoca hepimizin eline birer çadır tutuşturdu.

"Çadır kurmayı bilen arkadaşlarınız olduğu kadar bilmeyenleriniz de var aramızda. İlk dersimiz çadır nasıl kurulur üzerine. Evet, aranızda çadır kurmayı bilen kimler var, bir adım öne çıksın."

Çoğunlukla erkeklerin olduğu bir grup öne çıktı. Araların da Deniz de vardı. Selçuk Hoca'nın onu bize yardıma yollaması ise hiç tesadüf gelmemişti bana.

"Kendi kendine kurulabilen çadırlar yok mu da böyle antik şeylerle uğraştırırlar bizi?" diye söyleniyordu Nisan çadır çantasını açarken. "Rengi de pek çirkinmiş."

"İstersen dışarda yatalım?" diye bir fikir sundum ona öfkeyle. Hemen kaşları havaya kalktı.

"Hey, bana yüklenme. Deniz'i ben istemedim, hoca yolladı. Ayrıca baksana çocuk seninle anlaşabilmek için çaba harcıyor. Sen de ona biraz yardım etsen diyorum?"

"Sen biraz sussan diyorum?" diye tersledim onu. Deniz yol boyunca yüzünden hiç eksik etmediği sırıtışı ile yanımıza geliyordu. Yanında da kankası Savaş vardı. Her ne kadar bizimle takılmaya yanaşmasa da bir arkadaşları daha vardı. Okula ilk geldiğinde gördüğüm, adını bile anımsamadığım, sessiz, soğuk bir tipti. Genellikle uzaktan uzaktan bizi izlemekle yetinirdi. İki kişiye yardıma giderken yine soğuk bir ifadeyle bizi izliyordu.

"Neden üvey evlat muamelesi gösteriyorsunuz ona?" diye çenemle işaret ettim arkadaşını. Deniz bir süre arkadaşına baktı.

"Kendi tercihi."

"Siz neden bizim okula geldiniz?" diye sordum aniden. Çok garip bir üçlüydüler. Deniz ne kadar uyuz bir tip olsa da uyuzluğu sadece bana özel olduğu için genelde herkesle iyi anlaşıyor gibiydi. Savaş zaten sakin, adına ters bir şekilde barış dolu bir çocuktu. Yüzünden gülümseme hiç eksilmezdi. Diğer çocuk her ne kadar suratsız olsa da sessiz, kendi halinde bir tipti. Ne olmuş da dönem ortasında okul değiştirmek zorunda kalmışlardı?

Gözleri bir an düşüncelere daldı. Sanki uzak bir anıyı anımsıyor gibiydi. "Kavgaya katıldık. Çok kötü bir kavgaya."

Söyleyiş tarzı ilgimi çekmişti. Sanki acı çekiyor gibi ya da olan biten ne olduysa çok pişman olmuş gibi bir ifade vardı yüzünde. Mavi gözlerine derin bir özlemin gölgesi düşmüştü. İçimin sızladığını hissettim aniden.
Yavaşça koluna dokundum.

"Bana anlatabilirsin." dedim yumuşak bir sesle. "Ne oldu da kavgaya katıldınız?"

Gözleri önce kolunda olan elime sonra yeniden gözlerime baktı. Bir şeyleri sorguluyor gibi bakıyordu. Gözlerinin arkasında saklı olan hüzün içime oturmuştu. Sonra birden bakışları değişti. Gözleri bir an boynuma kaydı. Hüzün gitmiş yerine öfke ve nefret gelmişti. Siyah iplik gibi bir şey gözlerinin arkasında yatan o hüzünü öldürmüş, mavi gözlerine yayılmaya başlamıştı. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Bir saliselik göz açıp kapamamla yine kaybolmuştu o siyahlık. Yavaşça elimi çektim kolundan.

"İhanet." dedi birden tükürür gibi. "İhanete uğradım. " Sesindeki nefret duyulmayacak gibi değildi. Birden yüzünde zalim bir gülümseme belirdi. Baştan aşağıya ürperdiğimi hissettim.

"Ama intikamımı alacağım. Yakında."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro