
Bölüm 29
Gözlerimi açtığımda başımda çok şiddetli bir ağrı vardı. Ağzımın içi kupkuruydu. Sıcak basmıştı bedenimi. Üzerimdeki örtüyü halsizce ittirdim. Yanan bir şöminenin önünde yatıyordum. Acıyan gözlerle etrafıma baktım. Duvarlar dönüyordu ve kafamın içinde sanki şimşekler çakıyordu.
"İyi misin?"
Nisan'ın sesiydi bu. Yorgun bir yüzle başucuma oturdu. Gözlerinin etrafında uykusuzluğun neden olduğu koyu halkalar vardı. Koyu kestane saçlarını rasgele tepesine toplamıştı. Ellerimi başımın üzerine koydum.
"Gerçek mi her şey?" diye fısıldadım. "Gerçekten onları kaybettim mi?"
Arkadaşım sesini çıkarmadı. Gözlerimi yumduğumda damla damla yaşlar süzülüyordu yanaklarımdan. Cayır cayır yanıyordu gözlerim, ellerim. Nisan sıkıntıyla odanın bir köşesine bakıyordu. Başımı kaldırıp baktığı yere diktim gözlerimi. Alarik en karanlık köşede oturmuş bizi izliyordu. Onu gördüğüm gibi öfkeyle dolmuştu içim. Hışımla ayağa kalktım. Başım dönmeye başlamıştı. Sendeleyerek üzerine yürüdüm. Ayağa kalktı ve duvar gibi bir yüzle izlemeye devam etti. Tam düşecekken omuzlarımdan tutarak destek oldu.
"Bırak!" diye haykırdım. "Sen yaptın! Onları sen öldürdün!"
"Neden yapayım?" diye cevap verdi sakince. Ellerini ittirdim. Bir adım geri atarak boşta kalan ellerini pantolonunun ceplerine soktu.
"Sen Mornor'un adamısın! Beni kandırdın!"
"Mornor'un adamı olmadığımı söylemiştim. Anneni babanı ben öldürsem, öğreneceğini bile bile seni oraya götürmezdim. Hatta seninle hiç uğraşmaz o gün teslim ederdim."
Haykırarak üzerine yürüdüm. Acım öfkeye dönüşmüştü ve acısını bir şekilde çıkarmam gerekiyordu. Ona vurmaya başladım. Hiç tepki vermedi. Ağladıkça yumrukluyordum. Karnına, kollarına, göğüslerine vurdum. Bir yandan da haykırıyordum.
"Senden nefret ediyorum! Hepinizden nefret ediyorum! İğrenç dünyanızdan nefret ediyorum!"
Yere oturduğumda Nisan'nın da yanıma geldiğini hissettim. Titreyen bedenime sarılmıştı. "Sakin ol lütfen. Yeni iyileştin." diyordu durmadan. En sonunda yorgunlukla olduğum yere yığıldım. Başımdaki ağrı artmıştı, bedenim şiddetle titriyordu. Bir çift kol beni kucakladığında ona karşı koyacak gücüm bile kalmamıştı. Alarik yatağa yatırdı beni tekrar. Gözleri endişeyle büyümüştü. Kendimi yatağa bıraktım ve sessiz hıçkırıklarla ağlamaya devam ettim. Gözlerim kapalıydı açmaya mecalim yoktu. Ela işte o an ölmüştü.
***
Önümdeki kaseye baktım. Nisan bize çorba yapmıştı. Benimse içimden hiç yemek yemek gelmiyordu. Alarik tam karşımda sigarasını içiyor bir yandan da gözünü kırpmadan beni izliyordu. Nisan ise dalgın dalgın çorbasını kaşıklıyordu. Üzerinde o gün gördüğüm okul üniforması hala duruyordu. Sadece gömleğini çıkarmıştı. Uzun siyah bluzu ve okul eteği ile duruyordu günlerdir. İçimi çektim.
"Onu neden getirdin buraya? Nisan bu dünyaya ait değil."
Arkadaşım kendisinden bahsedildiğini anladığında aniden irkildi. Benim gibi elden ayaktan kesilmemişti şükürler olsun. Ama çok solgundu ve onda görmediğim derin bir sessizliğin içindeydi.
Büyücü içine çektiği sigaranın dumanını üflerken yüzümü buruşturdum. "Onu mimlediler. Orada bırakamazdım." dedi boğuk bir sesle.
"Ne demek mimlediler?"
"Biz evinin sınırlarına dahil olduğumuz anda Mornor geldiğini anladı. Yaratıkları belirmeye başladığı anda sizi kaçırdım. Eğer Nisan'ı bıraksaydım, seni alabilmek için aklının almayacağı şeyler yaparlardı ona."
Nisan'ın beti benzi atmıştı. Alarik bakışlarını benden çekip ona döndü. "Sen yatarken ben Nisan'a bilmesi gereken şeyleri anlattım."
"Peki ya ailem? Ya benim ailemi de Ela'nın ailesi gibi..." devam edemedi. Sesi çatlamıştı. Büyücü sert bir hareketle sigarasını tabağına bastırdı.
"Aileni başka bir şehre gönderdim. Zihinlerini yıkadım. Artık Nisan diye bir kızları olduğunu hatırlamıyorlar. Bir oğlan çocukları var. Adları, meslekleri hepsi değişti."
Nisan inlemesini bastırabilmek için dudaklarını kapattı. Gözlerinden sicim gibi yaşlar süzülürken kahroluyordum. Benim yüzümden onun da hayatı kararmıştı. Masadan kalkıp odadan çıktığında peşinden gitmek isteyerek ben de kalktım ama Alarik bileğimi tuttu. "Yalnız kalmaya ihtiyacı var. Bizim de seninle konuşmamız gereken konular var."
"Seni dinlemeliydim." diye inledim. "Oraya hiç gitmemeliydim."
"Artık pişman olmak için çok geç. En azından yaşayacaklar."
Hüzünle başımı salladım. Soğuk çorbayı önümden ittirdim. Görmek bile içimi kaldırıyordu. Bir şey yiyebilecek halim yoktu. Alarik kaseyi yeniden önüme sürdüğünde burnumdan soludum.
"İstemiyorum!"
"Güçlü olman lazım. Yeterince vakit kaybettik zaten."
Bitkin bir halde saçlarımı karıştırdım. Öyle çok uykum vardı ki! "Kaç saattir uyuyorum?"
"Dört gündür."
"Ne?"
Panikle ayağa kalktım. Yattığım döşek misali yatağa baktım. Dört gündür uyuyor muydum? Nisan dört gündür bizimle miydi? Peki ya biz neredeydik? Deli gibi odanın içinde volta atıyorken bir yandan da büyücüye bağırıyordum.
"Dört gün! Dört gün uyumama nasıl izin verirsin?"
Kollarını göğsüne bağladı hiç oralı olmayan bir tavırla. "Hastaydın. Üzgünüm ama şifa dağıtmak gibi bir özelliğim yok."
"Hasta mıydım?"
"Her dediğimi tekrarlayacak mısın?" diye sordu canı sıkkın bir halde. "Ben de bu durumdan memnun değilim ama günlerdir ateşler içinde yatıyordun. Bugün kendine gelebildin. Gereksiz sorular ve dramayla daha fazla vakit kaybetmeyelim."
"Ailem öldü!" diye hırladım öfkeyle üzerine yürüyerek. Kolyem yeniden ısınıyordu. Alarik'in bir an boğazını sıvazladığını fark ettim. Öksürmeye başladı.
"Çek şu partilerini üzerimden." diye tısladı nefes nefese. "Kaybın için üzgünüm ama çok işimiz var."
Sinirimi geçirebilmek için ateşe doğru döndüm yüzümü. Büyücü derin bir nefes almıştı bakışlarımı çekince. Kazağının yakasını çekiştirdi.
"Mornor'dan ailemin intikamını alacağım." diye hırladım dişlerimin arasından. Ellerimi yumruk yapmıştım. Şöminedeki ateş öfkemle birlikte gürleyerek harlandı. "Iolas bana söz vermişti. Onları koruyacaktı."
"İhanete uğradınız. Aranızda bir hain var. Aileni Mornor değil bir elf öldürdü."
"Neden?" diye haykırdım acıyla. "Ailemden ne istediler?"
"Çünkü kaybedecek bir şeyin kalmadı artık. Geri dönmek için hiçbir nedenin yok. Onlar da geri dönmeni istemiyorlar zaten."
Boğazım kurumuştu. Bu gerçek olabilir miydi? "Nasıl emin olabilirsin?"
Acıyla güldü. "Ah Ela, eğer aileni Mornor öldürseydi emin ol ölümleri bir kazayla olmazdı. Ve inan bana cesetlerini sana sergilemiş olurdu. Onun tarzı çok daha acımasızca ve vahşi. Şükretmelisin. İşkenceyle öldürülmedikleri için."
Titreyerek sandalyeme oturdum. Mornor'un yaratıkları geliyordu gözümün önüne. Ya onlar tarafından parçalanarak öldürülselerdi? Dev yılan tarafından öldürülen zavallı Thalia geldi aklıma. Acıyla irkildim. "O haini bulmalıyım." diye inledim.
"Bulacağız elbette." diye cevapladı beni Alarik fazla sakin bir edayla. "Ama önce küçük elfleri kurtarmalıyız. Bakalım onlar bize ne anlatacaklar. Tabii ölmedilerse."
***
Masanın üstünde Eldar'ın ve sarayın küçük bir prototibi duruyordu. Alarik büyüyle yapmıştı hepsini. Mavi renkte dalgalı bir yayın gibiydi sanki. Pencereden yağan yağmuru izlerken bir yandan da masaya eğilmiş büyücünün yansımasını izliyordum. Oldukça ciddiydi. Alarmı harekete geçirmeden Eldar'a nasıl girebileceğimizin planını yapıyordu. Son günlerde ona daha çok güvenir olmuştum. Nedense kendisine güvenmemi istemiyor ama bana da zarar gelmesine engel oluyordu. Beynimde hissettiğim karıncalanmayla gözlerimi yumdum. Elbette beni Sirius'un kapılarını açabilmem için koruyordu. Neden sürekli bunu unutuyordum? Neden sürekli onun için önemli biri olmayı istiyor gibi davranıyordum? Daha fazla onu düşünmemek için daha farklı şeylere kafa yormaya karar verdim.
Iolas ne haldeydi acaba? Yoksa o da mı ölmüştü? Peki ya yıkılmış halde bıraktığım Aron? O da ölmüş olabilir miydi? Sonuçta etrafımda kandan oluşan bir aura vardı artık. Thalia, ailem... Sırada kim vardı?
"Laurë bana ihanet etmiş olabilir." dedim ona dönerek birden. Alarik başını masadan kaldırıp bana baktı. "Bana düşman olan bir tek o vardı. Ah! Bir de Alessea."
"Laurë'nin kaçmana yardım ettiğini söyledin. Eğer sana ihanet eden o olsaydı emin ol seni Mornor'a teslim ederdi. Sonuçta seni getirene büyük bir ödül vaat edildi."
"Söylesene Alarik. Bu büyük ödül ne?"
Kaşları çatıldı. Yeniden Eldar ve saraya bakmaya başladı. "Seni getirene tek bir kişiyi diriltme gücü verecek." diye söylendi alçak bir sesle.
İşte bu beklediğim şey değildi. Ben daha çok para, mücevher veyahut iktidar gibi maddiyata dayalı bir ödül bekliyordum. Bu duyduğum en ilginç teklifti. "Peki ya sen? Kimin dirilmesini istiyordun? Ve neden vazgeçtin?"
"Vazgeçtiğimi kim söyledi?"
Ona doğru yürümeye başladım. Nisan yan odada uykuya dalmıştı. Yaşadığı değişime ve çektiği özleme, acıya bir mola vermesi gerekiyordu. "Beni Mornor'a vermedin." dedim basitçe. Masada tam karşısına geçmiştim.
Tekrar bana dikti gözlerini. "İstediğimi bana sen vereceksin çünkü."
Sonra masanın etrafını döndü ve bana yaklaştı. Yaklaştıkça çekim alanına giriyordum. Yine de beni öpmesine bir daha izin verecek değildim. Daha çok yaklaştı. Yüzlerimizin arasındaki mesafe gittikçe azalmıştı. "Ayrıca zaman geçtikçe senden etkilendiğimi de inkar etmeyeceğim." diye mırıldandı boğuk bir sesle.
Karnıma ağrı girmişti ve kalbim heyecanla kasılmaya başlamıştı. Büyücü işaret parmağıyla tüy gibi yüzüme dokundu. Yüzümden boynuma ince bir hat çizerek göğüslerime doğru indi. Dokunduğu yerler yanıyordu ve ben kendimden geçmek üzereydim. Bir adım daha yaklaştı. Burunlarımız birbirine değmişti. Ben daha ne olduğunu anlamadan belimi kavradı diğer eli. "Aramızda inanılmaz bir cinsel gerilim var. Sen de benden etkileniyorsun." diye mırıldandı usulca.
Yanaklarım kızarsa da hareket edecek gücü yoktu bacaklarımın. Dudaklarıma doğru uzandı. "Sence de bu gerilimi bitirmenin vakti gelmedi mi?" diye fısıldadı arzulu bir tonla. Tam zaferine ulaşacakken ittirdim onu. Gözleri kocaman oldu. Boşluğuna denk gelmişti ve reddedilmeyeceğinden o kadar emindi ki şaşırmıştı. Hızlı adımlarla ondan uzaklaştım ve masanın diğer ucuna geçtim.
"Özgüvenine hayranım." dedim alayla. Açıkçası sinirlenmesini umuyordum ama o güldü. Hem de gerçek bir gülüşle dişlerini ortaya çıkararak güldü. Yorum yapmayarak masanın üzerindeki plana döndü.
"Ne yaparsak yapalım sen Eldar'a girdiğin gibi alarmlar devreye girecek. Yakalanmadan zindanlara giremeyiz."
Saraya bakarken gülmeye başladım. "Girebiliriz. Ama çok az bir vaktimiz kalacak. Yakalanma olasılığımız çok yüksek. Hızlı hareket etmeliyiz."
"Nasıl?"
Zindanların en altını işaret ettim. Büyük dağın eteğini. "Yeraltından gireceğiz. Tünelden."
***
O kadar uzun zamandır yürüyorduk ki Alarik birden durdu. Elinde asa gibi büyük bir sopa vardı. Sopanın ucunda ise yumruk büyüklüğünde masmavi bir taş duruyordu. Taştan yansıyan mavi ışık etrafımızı ve hali hazırda yolumuzu da aydınlatıyordu. "Kaybolmadığımıza emin misin?" diye çıkıştı birden. Elimle tavanı yoklamaya başladım. Aron'un girişi nasıl bulduğunu bilmiyordum ama bir şekilde hissedilerim diye umuyordum.
"Ben bu tünelle kaçabildim."
"Ama girişin nerede olduğunu bilmiyorsun."
Gözlerimi yumdum ve yarı elflerin büyüsünü hissetmeye çalıştım. Hiçbir şey olmadı. Biraz daha konsantre olmaya çalıştım. Kolyem yeniden ısınmıştı. Tek hissedebildiğim ileriye yürümemiz gerektiği idi.
"İlerde." dedim en sonunda. Ağzında bir şeyler homurdanarak yürümeye başladı. Çok uzun sürmedi ki tepemizde bazı sesler duyulmaya başladı. Zaferle Alarik'e gülümsedim.
"Burası."
"Onu anladık." dedi gözlerini devirerek. Tavanı kontrol ederken bileğini tuttum.
"Ben yukarı çıkmayacağım. Alarmı çalıştırırsak çok az bir vaktimiz kalır. Kimseyi arkamda bırakmak istemiyorum."
Başını sallayarak beni onayladı. Yeniden tavanı yoklamaya başlamıştı. Gözleri maviden siyaha dönerken tavanda mavi bir ışık belirdi. Ardından kapak hareket etmeye başladı.
"Alarik..."
Tam gidecekken durdu. Uzanıp yanağını öptüm. Neden böyle bir şey yapmıştım bilmiyordum ama yapmam gerektiğini hissetmiştim. Sonuçta onları kurtarmak zorunda değildi. Nisan'a yardım etmek zorunda değildi. Şaşkınlıkla bana bakarken "Kendine dikkat et" dedim. Bir süre gözlerime baktı. Sonra başını sallayarak kapağı itti. Mumların zayıf ışığı yansıdı içeriye. Dışarı çıktı ve kapağı kapattı. Yeniden karanlığa gömülmüştüm.
Çıt bile çıkarmayarak yukarıdan gelecek herhangi bir sesi duymaya çalıştım. Kalbim çok hızlı atıyordu. Bulunduğum yer ilk defa rahatsız hissetmeme neden olmuştu. Beş dakika geçti. Hiçbir şey yoktu. Acaba neler oluyordu yukarıda? Yaşıyorlar mıydı? Yoksa hareket dahi edemeyecek kadar kötü durumlar mıydı? Ya da Alarik yakalanmış olabilir miydi?
Nefesim daralırken ensemde tüyler ürperten bir şey hissettim. Olduğum yere çakılmıştım. Sırtımdan terler boşalırken arkamda bir şeyin olduğuna emin olmuştum. Çünkü hırlıyordu. Hızla öne atıldım. Oysaki geç kalmıştım. Tam karşımda, karanlığın içinde sapsarı gözleri belirdi. Buz gibi, çürümüş bir el parçası ağzımı kapattı. Başka bir el bileğime, başka eller ise bacaklarıma dolanmıştı. Havaya kaldırdılar bedenimi. Çırpınmalarıma rağmen ne sesim çıkıyor ne de gücüm yetiyordu onlara. Hiç hareket etmeyen kapağa bakarken karanlığın içine sürüklendim. Tuzağa düşmüştüm.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro