Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 28

İkimiz de çatık kaşlarla bilgisayar ekranına bakıyorduk. Ters bir suratla masanın üzerine koyduğum karton bardaktaki Nescafe'mi aldım. Alarik ise anlaşılmayan bir şeyler geveliyordu ağzında.

"Hiçbir kesin bilgi yok! Hani işe yarardı? Beni kandırmadığını düşünmek istiyorum Melez."

"Seni elbette kandırmadım." diye tersledim onu. "Ama sen beni kandırdın!"

Gözlerini bilgisayardan bir anlığına çekip bana baktı suratsız bir şekilde. "Ne demek istiyorsun?"

"Eskişehir? Gerçekten mi?" diye patladım. "Ailemi göreceğim için sevinirken beni bambaşka bir şehre getirdin!"

Sıkıntıyla yüzünü sıvazladı. "Ne kadar saf bir kızsın sen. Eru adına yemin ederim ki ailenin yaşadığı şehre girdiğin gibi Mornor ensende olacaktır."

Sırtımdan buz gibi bir ürperti dalgası geçti. Mornor ailemin yerini biliyordu demek. Her ne kadar Iolas ailemi koruyacağına söz verse de şu anda bir tutsaktı. İçimde çok derin bir sıkıntı peyda olmuştu. Kahvemi masaya koyarken ellerim titriyordu. Birden ellerini kavramamla birlikte büyücü ilk defa irkildi.

"Lütfen, uzaktan da olsa onları görmeme izin ver. Sağ olduklarını bilmeye ihtiyacım var."

Yüzünde ilk ciddi bir ifade oluşmuştu. Aklımdan geçenleri artık göremese de tahmin gücü epey yüksekti. Ellerini hızla çekti. "Çok şey istiyorsun." İşaret parmağıyla monitörü gösterdi. "Helyak doğuşu. Sonra isteklerine geçeriz."

İçimde beliren sıkıntıyı göz ardı etmeye çalışarak araştırmaya başladım. Bir halk kütüphanesine gelmiştik. Etrafımızda çok kişi yoktu. Bilgisayar eskiydi ve yavaş çalışıyordu. Taramaya yıldızın ismini yazarak başlamıştım. Hakkında pek çok makale mevcuttu. Alarik'in de anlattığı gibi eski çağlarda çok önemli bir yıldızdı Sirius. İnsanlar onu öteki alem olarak görmüş, Tanrı'nın ve tanrısal varlıkların orada yaşadıklarına inanmışlardı. Onu kutsal saymışlar, ona kurban adamışlar, tapmışlardı. Hareketlerini hesaplamışlar, kaybolduğu günleri saymışlar, dünyaya yansıyan etkilerini gözlemlemişler ve doğuşunu kaydetmişlerdi. Ama belli bir tarih yoktu.

Bilgilerin içeriğinde ilgimi çeken tek bir konu olmuştu. O da yıldızın mavi renkli olmasıydı. Aklımda bazı olasılıklar belirmişti o an. Alarik bir mavi büyücüydü. Rütbesinin kaynağı geldiği yer olabilir miydi? Sirius onun gezegeni miydi? Çok yazık ki Alarik sorularımı her daim cevapsız bırakıyordu.

Bir de Glìven'in sözleri rahatsız ediyordu vicdanımı. Günlüğü ona vermek istememişti. Günlüğün onun elinde tehlikeli bir silah olabileceğini söylemişti. Büyük ihtimalle Alarik'in neyin peşinde olduğunu biliyordu. Ona yardım etmekten çekindiğine göre Alarik'in planı ölümcül olabilir miydi? O zaman neden büyüsünü bana vermişti? Ne düşünmüştü ki?

"Odaklan." diye mırıldandı büyücü yavaşça. Zihnimi ondan uzak tutsam da mimiklerim beni ele veriyordu. Kendimi gizlemek adına bardağımı elime aldım ve koca bir yudum kahve içtim. En büyük ihtiyacım oydu.

Yaklaşık bir saatlik araştırmanın sonunda acıyan gözlerimi ovuşturdum. Alarik başını geriye atmış, bedenini hafifçe oturduğu sandalyeden aşağı sarkıtmıştı. Gözleri kapalıydı. Ağır ve düzenli nefesler alıyordu. Sanki uyuyor gibiydi. Belki de uyuyordu. Yandan güçlü profiline baktım. Düz bir burnu ve çenesi vardı. Boynunun altında belirgin bir adem elması vardı. Yüzü ne kadar genç ve dinamik dursa da bakışları, perde indirmediği gerçek duyguları ile yaşlılığını ve yorgunluğunu ele veriyordu. Onu genç tutan sanki içindeki bitmek tükenmek bilmeyen nefretiydi. Neye karşıydı bu nefret? Neyin peşindeydi? Ah bir bilseydim!

"Gördüklerin hoşuna gitti mi?"

Yerimde irkildim. Yine ukalalığı tutmuştu. Gözlerini açmadı ama yüzünde pislik sırıtışı belirmişti işte yine. Gözlerimi devirdim ve bilgisayara döndüm.

"21 Haziran olabilir. Ya da 21 Aralık. Belki de Romalılar gibi 25 Nisan. Tarihten emin değilim. Ama Giza Piramitleri'nden tam konumunu yakalayabilirsin. Keops Piramidi'nin içindeki Kraliçe Odası ile aynı düzlemde. Oradan net bir şekilde görülebiliyormuş. Yazın başlangıcı olabilir helyak doğuşu. Eğer Mısır'ı konum olarak alacaksan 21 Haziran'ı denemelisin."

Gözlerini açtı. Mavileri sulu bir kızarıklığın arasına gömülmüştü. Kaç gündür uyumuyordu kim bilir? "Denemekle olmaz o işler Melez. Oyun değil bu. Kapıyı yanlış zamanda açarsam felaket olabilir."

"Bazı yerlerde Köpek Günleri'nden bahsediliyor." dedim düşünceli bir ifadeyle çeneme vururken. "23 Temmuz ile 23 Ağustos arasında olurmuş. Köpeklerde bir takım değişilikler olduğu kaydedilmiş. Kuraklık başlıyormuş."

"Köpek Günlerini biliyorum. Biraz batıni bir inanç. Bilirsin, o zamanlar insanlar batıl inançlara pek düşkündü."

İçimi çektim makalelere yeniden bakarken. Neden kesin bir bilgi yoktu ki? Oysa o kadar emindim ki bulacağımdan! Alarik tavşan uykusuna geri dönerken gözlerim bir astroloji sitesinin başlığına takıldı.

7 Temmuz Kaderin Yazıldığı Gün

Bu tam da Alarik'in gizemiyle eş değer bir başlıktı. Yazıya göre bu tarih bütün canlıların kaderlerinin yazılacağı gündü. Çünkü 14 derece Yengeç burcunda Güneş ve Sirius yan yana gelecekti.

"Bulduğum şey helyak doğuşu mu bilmiyorum ama işe yarar bir bilgi olduğu kesin." diye mırıldandım.

Hafifçe yerinden doğruldu ve dikkatle makaleyi okudu. Başını yan yatırmış düşünüyordu. Uzun bir sessizliğin ardından bakışlarını nihayet bana çevirdi. "İşe yarar mı emin değilim ama denemeye değer. Kesin olan bir tarih ve yer var elimizde." Gerinerek ayağa kalktı. Gözlerini ovuşturdu. Bense yerimde durmuş, rahatsızca ekrana bakıyordum.

"O ne demek?"

"7 Temmuz'da Keops'a gireceğiz. Şafak vakti. Ve sen bana Şira'nın kapılarını açacaksın."

Yıldızın Arapça ismini söylemişti. Ayağa kalktım ve direk gözlerinin içine baktım. "Sana nasıl güvenebilirim?"

"Güvenemezsin Ela. Ama benimle olmaya mecbursun."

***
Bir kafede oturmuş öğle yemeği yiyorduk. Alarik karışık tost istemişti, bense en sevdiğimden ton balıklı soğuk sandviç almıştım. İkimiz de sessizdik ve öyle normaldik ki dışarıdan iki arkadaş ya da sevgili olarak görüldüğümüzden emindim.

Çayımı içerken etrafıma bakıyordum. Uzun zaman sonra kendi dünyama dönmek öyle iyi gelmişti ki kısa bir an bütün sıkıntılarımı unutmuştum. Kısacık bir an. Bu dünya bana ailemi hatırlatıyordu. Endişe bir fare gibi içimi kemiriyordu. Onları görmem gerekiyordu. Uzaktan da olsa, beş dakikalığına bile olsa, yaşadıklarını görmeliydim. Yüreğim sızlıyordu ama Alarik'in karşısında ağlamayacaktım.

"Bana söz verdin." dedim birden.

Ağzını peçeteyle silerken umursamaz bir şekilde omuz silkti. "Öyle sık söz istiyorsun ki benden."

"Lütfen Alarik, beni onlara götür." diye yalvardım en sonunda. Onunla laf dalaşına girecek ne keyfim ne de gücüm kalmıştı. Yerinden kalkarken cebinden sigara paketini çıkarıyordu.

"Gel başımın belası." diye söylendi. Dışarı çıktığımız gibi sigarasını yaktı. Tütünü içine çekerken gözlerini yummuştu. Kalın bir duman  burnundan çıkarken ciğerlerimin yandığını hissettim.

"Büyücüler sigara içmez diye biliyordum." dedim yanında yürüyebilmek için adımlarına uyarken.

"Kaç tane büyücü tanıdın ki?" diye cevapladı o da sorumu.

"Ohoo, bir dolu." dedim elimi sallayarak. Bakışları beni bulduğunda dalga mı geçiyorsun der gibi bakıyordu.

"Dumbledore, Voldemort, Gandalf, Saruman. Tandığım en güçlü büyücüler bunlar. Gerçi Gandalf'ın piposu vardı. Hımm."

Birden olduğu yerde durdu ve bana delirmişim gibi baktı. Bense en ciddi ifademle karşısında duruyordum. "Ela," dedi sakince ve yüreğim hopladı. İlk defa ismimi gereksiz bir vurguyla ya da imayla söylememişti. "Sen ne diyorsun? Onlar da kim?"

"Harry Potter serisi ve Yüzüklerin Efendisi serisinde izlediğim ve okuduğum büyücüler. Hiç görmediğimi ima ettin ya!"

Yüzüme uzun uzun baktı. Delirmediğimden emin olmak ister gibi. Hafif bir tebessüm belirir gibi oldu dudaklarının kenarında. "Hayat, film ya da bir roman değildir küçüğüm. Çok daha acımasızdır ve mutlu son diye bir şey yoktur."

***
Yine aynı girdapın içinde gelmiştim evimin sokağına. Kalbim özlemle deli gibi atarken sanki çok uzun zamandır ayrı kalmış gibiydim evimden. Bir süreliğine diye çıktığım bu belirsiz yolculuktan öyle bezmiştim ki her sabah aynı rutinlikle okula gidebilmek için otobüs durağına yürüdüğüm anları özlemiştim. Meğer en güzel anlarım onlarmış, bilememişim.

Evimin karşısına geçtiğimde annemle babam beni görür diye endişelenmemiştim hiç. Tam tersi görsünler istiyordum. Görsünler, sarılsınlar, beni unutmamış olsunlar istiyordum. Ah, beni bu amansız maceradan çekip alabilsinler nasıl da isterdim!

Apartmana yaklaşırken evimizin bulunduğu katın boş pencerelerini gördüm. Ayağımın altından kayan zemini hissettim önce. Ardından kulaklarım uğuldamaya başladı. Boştu! Daire bomboştu. Yıllardır camları mesken tutmuş zümrüt yeşili kadife perdeler yoktu. Annemin üç günde bir özenle sildiği camlardan birinde "Kiralık" yazıyordu.  Apartman kapısına koşturdum. Zilimizde babamın ismi yazmıyordu artık.

"Ela."

Duyduğum sesle hızla arkamı döndüm. Nisan üzerinde okul forması elinde çantasıyla yolun ortasında şaşkınlıkla bana bakıyordu. Çanta yere düştü. İkimiz de aynı anda hareket ettik. Birbirimize sarıldığımızda hıçkıra hıçkıra ağlıyorduk.

"Nerdesin sen?" diye feryat etti dostum. "Neden bıraktın bizi? Gitmek zorunda mıydın?"

Ellerine yapıştım gözlerimden yaşlar boşalırken. "Neredeler Nisan? Annemle babam nerede? Nereye gittiler? Beni neden bıraktılar?"

Arkadaşım ard arda gelen sorularımla birlikte daha çok ağlamaya başladı. Hatta o kadar şiddetlenmişti ki hıçkırıkları elleriyle yüzünü kapatmıştı. Onun bu kendinden geçmiş hali beni daha çok işkillendirmişti. Birisi kızgın bir şişle dağlıyordu sanki kalbimi.

"Ela..." Yeni bir hıçkırık seliyle konuşması kesildi. Omuzları sarsılıyordu.

"Söylesene! Söyle!" diye payladım en sonunda. "Neredeler? Neden gittiler?"

Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. "Onlar... onlar öldü Ela. Sen gittikten iki gün sonra trafik kazası geçirdiler. Tır... tırın altında..." durulan hıçkırıkları yeniden şiddetlenirken benim gözlerim kararıyordu. 

Yere yığıldığımda zihnimde Nisan'ın söyledikleri yankılanıyordu. Onlar öldü! Tırın altında... Sen gittikten iki gün sonra...

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro