Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 26

Bir kalp atımı kadarlık süre içerisinde sessizlik oldu. Glìven öyle hızla yerinden kalktı ki yaşına göre bu kadar atik davranmasına şaşırmıştım. Defteri kazağımın içinden çekti ve mavi taşa avucunun içiyle bastırdı.

"Yapma." dedim hızla eline uzanırken. Aynı anda surların ötesinden gelen hırlama seslerini işittim. Midem takla atarken acaba ne çeşit bir iğrenç yaratık göreceğimin endişesini yaşıyordum. Yerlerde sürüklenen zincirlerin ürkütücü sesi ve tiz çığlıklar sarmıştı etrafımızı. Bir gürleme duyuldu. Hemen ardından altımızdaki zemin titredi. Aron ve yarı elflerin silahlarını kuşandıklarını, surlara tırmandıklarını görebiliyordum.

Glìven aniden elini kitaptan çekince dikkatimi yeniden ona çevirdim. Hareket eden mavi renkli, elektrik akımına benzeyen bir dalgalanma vardı elinde. Ne olduğunu anlayamadan elini kalbimin üzerine koydu. Mavi dalgalar onun avucundan benim göğüs kafesime, kalbime doğru akmaya başlamıştı. Tenime değen eli alev gibi yakarken, kalbime süzülen büyü buz gibiydi. Sanki yüreğimi donduruyordu. Gözlerimi yumdum ve kısa bir nefes verdim. Ağzımdan çıkan hava soğuk bir duman şeklinde yükseldi karanlığa. Gözlerimin önünden hızlı oynayan bir film şeridi geçiyordu o an. Bir an yemyeşil bir çayır görürken başka bir an da bembeyaz dağların zirvesini görüyordum. Okyanusun derinliklerine indim ve gökyüzünün en üst sınırına yükseldim. Nefesim ciğerlerime yetmiyordu. Gecenin en karanlık kuytusundan gündüzün en parlak saatine koştum. Dizlerimin üzerine yığılırken yenidoğanların ilk, can verenlerin ise  son nefesini işittim. En kesif sessizliğin içinde bas bas yardım dilenen gözleri seçtim. Bilincim kayboluyordu sert zemine yığıldığımda. Ama görüntüler devam ediyordu. Oysaki kaybolan bilincim gibi onların da yok olmasını istiyordum ben.

Sesler kesilirken görüntüler de bir bir karanlığa karışıyordu. Buz gibi bir rüzgar esti. Üşümüştüm ama kollarımı bedenime saracak gücüm yoktu. O sessizlikte tek bir ses duydum zihnimde.

Aradığını günlükte değil sende bulacak. Onu ancak seninle bulabilir.

***
Gözlerimi açtığımda bir çift mavi gözün dikkatle beni incelediğini gördüm. Çığlık atarak yerimden zıpladım. Vücudumu kaplayan ter çiğ taneleri gibi sarıyordu her yerimi. Saçlarımı yüzümden çektim. Dikkatle etrafıma baktım. Şafak söküyordu ve ben daha önce yıkandığım gölün kenarındaydım. Her tarafım tutulmuştu. Orman derin bir sessizliğe bürünmüştü. İyi de ne zaman gelmiştim buraya?

"Uykunu böldüm kusura bakma."

Anlamayan gözlerle Alarik'e baktım. Her zamanki siyah kıyafetiyle şafağın karanlığıyla bütünleşmişti. Sadece mavi gözleri akıl almaz bir ışıkla parlıyordu. Yüzünde her zamanki alaycı ifade yerine kuşku vardı. "Bana günlüğü getirdin sanırım. İş konusundaki disiplinine hayran kaldım açıkçası. Şimdi, günlüğü ver."

Onu dikkate almadım. Zorlukla ayağa kalkarken hala etrafı dinliyordum. Neden bu kadar sessizdi? O an zihnimde alarm zilleri çalmaya başladı. Alarik beni izlerken hızla zihnimdeki perdeyi çektim. Düşüncelerimi okuması en son istediğim şeydi.

Beni buraya Glìven getirmişti. Nasıl yapmıştı? Belki de büyüyle ya da günlükten aldığı o güçle bir şekilde beni oradan kaçırmıştı. Peki ya onlara ne olmuştu? Peki ya günlük? Elimi kazağıma götürdüm. Yoktu. Etrafıma bakarken deli gibi kendi kendime sövüyordum. "Yaşlı herif. Elimden almış." diye inledim dişlerimi gıcırdatarak.

Alarik kolumu sertçe tuttu ve sarstı beni. Yüzü ilk defa bu kadar ciddiydi ve öfkeden kuduruyor gibiydi. "Bana bak Melez. Senle anlaşmamız vardı. Bana günlüğü getirecektin."

"Glìven elimden aldı. Senin elinde tehlikeli bir silah olacağını söyledi." diye söylendim, bir yandan da kolumu çekmek için debeleniyordum.

Güldü. Tüylerim diken diken olmuştu. Soğuk bir rüzgar bedenimi sardığında ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Bir girdabın içine çekilmiş gibi, döne döne dibe doğru çekildiğimi hissettim. Nefes alamıyor, mavi bir anaforun içinde boğuluyordum. Ciğerlerimden son soluğum da gittiğinde iç organlarımın da büküldüğünü hissettim.

Soğuk zemine düştüğümde sanki metrelerce yükseklikten yere çakılmış gibiydim. Başımı yere çarpmıştım ve kaşımdan yanağıma sıcak bir nehir gibi süzülüyordu kan. Yerden kalkmaya çalışırken etrafta alarm sesine benzeyen bir ses yankılanıyordu. Etrafımı incelememe gerek yoktu. Eldar'a gelmiştik.

Alarik kaba bir tavırla koluma yapıştı yeniden ve saraya doğru sürüklemeye başladı. Beni Mornor'a verecekti. Panik yüreğimi sararken ondan kurtulmaya çalıştım. "Dur! Bekle! Bekle!"

Haykırışlarımı duymuyordu bile. Can havliyle kolyemi düşündüm. Okkalı bir küfür savurarak elini kolumdan çekti. Tenim alev almış gibi yanıyordu. Korkuyla topuklarımla geri geri ittim külçe gibi ağırlaşmış bedenimi. "Sana teslim olmayacağım!"

Gözleri neredeyse simsiyah olmuştu. Bunu daha önce de görmüştüm ve en son gördüğümde oldukça korkutucuydu. Bedenimin bağlantısı yerden kesilirken gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı. Mavi bir baloncuğun içine hapsetmişti beni. Bize doğru yaklaşan sesler duyuluyordu.

Nemirdessss

Zihnimin içinde yankılanan korkutucu, boğuk, sürüngenimsi ses ile çığlık attım. Mornor karanlık ve aç bir gölge gibi sarayın girişinde belirmişti. Beni henüz görmüyordu ama hissettiğini biliyordum. Nemirdes boynumda kalp atışlarım gibi hızla atıyordu. Mornor'un iri cüssesi ve siyah pelerininden gözlerimi alamıyordum. Kafasına geçirdiği pelerinin siyah başlığının içi koyu karanlıktı. Sanki o karanlık bir ruhtan ibaretti ve bir şekil kazanabilmek için o korkunç siyah pelerine ihtiyacı vardı. Etrafına saf kötülük yayıyordu.

"İblis." deyiverdim. Çünkü o bir iblisti. Yaşla dolu gözlerimi Alarik'e çevirdim. "Beni dinle. Glìven, Glìven bana bir şey yaptı. Günlükteki taşa dokundu!"

Alarik'in taştan ifadesi bozulmamıştı ama beni dinlediğini biliyordum. "Ordan bir şey aldı. Sonra, sonra bana dokundu. Bir şeyler oldu." Korkumdan dilim bile dönmüyor, konuşamıyordum. Zihnimi toparlayamıyordum. Göğsüme vuran kolyemin ısrarı canımı yakıyordu. Ona dokunmak istediğimde masmavi bir ışıkla yanıp söndüğünü gördüm. "Bak, bak! Nemirdes!" diye haykırdım panikle. İlgisiz gözleri kolyeme baktığında kaşlarını çattı.

"Aradığını günlükte bulamayacaksın. Onu bana verdi! Ben olmadan aradığını bulamayacaksın!"

Nemirdessss

Zihnimde yankılanan sesle çığlık attım. "Beni ona verme! Öldürecek! Beni öldürecek!"

Mornor'un buz gibi kötülüğü zihnime akın ederken yine aynı rüzgarın bedenini sardığını hissettim. Girdap beni içine çekeren bilincim kaydı. Zihnime süzülüyordu. İblis'in karanlık göz çukurlarına doğru çekiliyordum. Siyahlık yerini okyanus mavisine bıraktı. Girdabın içinde dönerken kendimi kaybettim.

***
Yüzümü yalayan sıcaklık uyanmama neden olmuştu. Bir an nerede olduğumu algılayamamıştım. En son neler olmuştu? Glìven, günlük, Alarik ve Mornor. Görüntüler hızla zihnimde belirdiğimde çığlık atmamak için dudaklarımı kapattım.

Karşımda küçük bir kamp ateşi yanıyordu. Gündüz olmuştu ama hava kapalı olduğu için alacaydı gökyüzü. Titreyerek kendi kendime sarıldım. Soğuktan değil korkudan üşüyordum. Alarik karşımda oturmuş ateşi izliyordu. Normalde okyanus mavisi olan gözleri şimdi karanlık düşüncelerinin yansıması vurmuş gibi kopkoyu bir renge bürünmüştü. Glìven beni ona yollarken ne düşünüyordu bilmiyordum ama ben Alarik'e güvenmiyordum. Onunla nasıl kalacaktım? Ateşi içine hapseden gözleri beni bulduğunda hızla zihnimdeki perdeyi çektim. Gözlerini kıstı.

"Tünaydın."

Elim istem dışı bir hareketle kolyeme uzandı ve korunabilmek için etrafımda bir kalkan hayal ettim. Kalkanı göremesem de güven veren varlığını hissetmiştim. Alarik gözünü bile kırpmadan beni izliyordu. Aramızdaki gerilim çok güçlüydü. Ondan ölesiye korkuyordum. Yapabileceklerinin sınırı yoktu.

Birden ayağa kalktı ve bir eliyle siyah saçlarını karıştı. Saçları dağılınca yüzüne sevimli ve haylaz bir ifade vermişti. Bir yılan kadar sevimli diye düşündüm sığındığım zihin perdemin arkasından.

"O yaşlı bunağı çok hafife aldım." diye söylendi içini çekerken.

"Bunak dediğin adam senden daha zeki, kabul et."

Ağzımdan çıkanla gözlerim irileşse de bozuntuya vermemeye çalıştım. Yapmam gereken en son şey onu kışkırtmaktı. Yine gözlerini kısarak baktı yüzüme.

"Öğrenmişsin." dedi işaret parmağıyla şakağını işaret ederek. "Düşüncelerini görememek ne kadar sıkıcı."

"Bunu duyduğuma sevindim."

Bakışları beni rahatsız edecek kadar uzun bir süre süzdü bedenimi. Yüzünde yarım bir gülümseme belirmişti. "Böyle daha çok ilgimi çektiğini bilsen yine de sevinir miydin?" diye mırıldandı boğuk bir sesle. Kaşlarımı çattım. İşte bu hoşuma gitmemişti.

"Konumuza dönelim." diye mırıldandım hızla. "Sen ne arıyorsun ve Glìven bana ne yaptı?"

Homurdanarak bana sırtını döndü. İki elini de saçlarına daldırmıştı. Siyah tutamları dağılırken dikkatim de dağılıyordu. "Defterin sihrini kolyeme falan mı aktardı?" diye sordum kolyemi çıkarıp inceleyerek. Onu incelemekten çok daha iyiydi. Ayrıca kolye okyanus mavisi bir renge bürünmüştü.

"O benim büyüm." Homurtusu gittikçe artıyordu. "Nemirdes'e hiçbir güç ekleyemezsin."

"Peki neden maviye dönüştü?"

"Dikkatimi çekmek için küçük bir hile. Yaşlı bunak seni pusulam yapmış."

Hah, işte bu çok güzel haber diye için için haykırdım. Sürekli kendimi korumam gereken adamın yön bulucusu olmuştum bir de! "İyi de neden?"

"Çünkü seni korumak istiyor."

"Seninle mi?" Haykırışımla yüzünde iğneleyici bir tebessüm oluşmuştu.

"Benden hoşlandığını bilmesem istemiyorsun sanacağım."

Kollarımı göğsümde bağladım. Gözlerimi ateşe diktiğimde ateş iyice harlandı. Alarik'e doğru küçük patlamalar oluşmaya başlamıştı. Yaptığım şey onu geri püskürtmek yerine güldürmüştü. "Arzularını kontrol altında tutman lazım Elda."

"Ela!" diye tersledim. "Benim adım Ela!"

"Bak, Ela." dedi ismimi özellikle vurgulayarak. "Madem bir takımız sakince, anlaşarak iş yapmamız lazım. Sende benim istediğim şey var, karşılığında seni Mornor'dan koruyacağım. Tam da bunağın hedeflediği gibi."

Sıkıntıyla gözlerimi yumdum. Demek planı buydu. Beni tek başıma bırakmak istememişti. Denize düşen yılan sarılırdı. "Ne kadar sürecek bu kaçış? Onlarla kalıp savaşmam gerekmiyor mu? Ben kaçtıkça ne işlerine yarayacağım?"

Bana doğru yaklaştı. Tetikte olmak için çaba harcıyordum ama mavi gözleri öyle bir bakıyordu ki tüm kalkanlarım inmişti. Yine ona kapılmıştım. Birkaç adımla dibime girmişti bile. Soğuk parmakları boynumdaki zincire dokunduğunda irkildim. "Nemirdes'i taşıman en büyük faydan zaten."

Hızlanan kalp atışlarımı sakinleştirmek için boşa çaba sarf ediyordum. Bir adım geri atarak onun çekim alanından kurtulmaya çalıştım. Zihnimdeki perdenin arkasına sığınmıştım yine. "İyi de nasıl kullanacağımı bilmiyorum hala."

"Kullanıyorsun işte. Kendi koruyabiliyorsun, saldırabiliyorsun."

"Bugün senden korunamadım ama." diye çıkıştım öfkeyle. İmzası olan serseri gülüşü belirmişti yüzünde.

"Onu kullanıyorsun ama tam anlamıyla hazır değilsin. Zaten buraya da daha ayak uyduramadın. Bilmediğin hala çok şey var."

Dudağımı dişlerken kendinden emin duruşu ve ukalalığına sinir olduğumu düşünüyordum. "Söylesene." dedim birden. "Glìven'e nasıl oluyor da gücün yetmiyor?"

Çenesini sıvazladı. "O bir gri büyücü."

Kaşlarım havaya kalktı. Onun büyücü olduğunu düşünmemiştim. Yarı elf olduğunu sanıyordum. "Yani senden daha mı güçlü?"

"Bütün mailar güçlüdür. Saf varlıklarız biz. Ama kademe olarak benden bir tık yukarıda. Kabul ediyorum."

Ellerimi belime dayadığımda gülüyordum. "Senin bir melez olduğunu öğrendim. Hani pek aşağıladığın ırka aitmişsin."

Gözlerinde eğlendiğini belli eden parıltılar oluşmuştu nedense. Oysaki benim amacım onun siniri bozmaktı. "Şu büyücü ve su perisinden bahsediyorsun sanırım?"

Yüzüm düşmüştü. Yine bilmediğim bir şey vardı ortada. Alarik'i bozmak için bir koz bulamıyordum bir türlü! "Onlar senin annen, baban."

Çarpık tebessümüyle öyle hoş görünüyordu ki kendime gelebilmek için dilimi ısırdım. Onun çekim alanına girmemem gerekiyordu. Zaten istediği buydu. Glìven gibi bir maia ise nasıl oluyordu da ondan genç görünebiliyordu?

"Yanılıyorsun küçüğüm. Ben aracısız yaratıldım. Bu dünyada değil." dedi çevresini göstererek. Sözleri bir an ürpermeme neden olsa da hazır cevaplamaya başlamışken aklımdaki soruları sormaya devam ettim. Her zaman böyle konuşmaya hevesli olmuyordu. Uyuzluğunu yapıyor ve gidiyordu.

"Ama, okuduğum kitapta onların senin annen ve baban olduğu yazıyordu."

Parmağını şıklattı. "Meerin güçlü bir büyücüydü. Her zaman. Ama bu dünyanın en güçlü büyücüsü. Bir maia olsam da mavi büyücüyüm her şeyden önce ve benim de bir kademem var. Meerin benim manevi babam sayılırdı. Kendi evrenimde gayet başarılı bir büyücü olsam da bu dünyaya geldiğimde çevreme alışmam zor olmuştu. Bana eğitim verdi."

"Peki ya kardeşin?"

Kaşları çatıldı. Sonunda yüzü düşmüştü. Alaycılığının gerisindeki Alarik göründüğünden daha yaşlı duruyordu. "Ne olmuş ona?"

"O da mı Meerin'den eğitim alıyordu."

"Aragathi ile aramda kan bağı yok. Mavi büyücüler klanında bulunan nadir kişilerdeniz ikimiz de. Ama yaradılışımız aynı ana denk geldi. Ben maia olarak seçildim. Aragathi ise benim bir tık aşağımdaydı. Benim yardımcım gibi düşün. Ama evet, ikimiz de bu dünyayı Meerin sayesinde tanıdık."

"Aragathi'yi mi arıyorsun?"

Gözleri yeniden sonu gelmeyen kuyuların karanlığına bürünmüştü. Ne aradığını bilmiyordum ya da Aragathi'ye ne olduğunu. Ama o, sanki çok daha fazlasını biliyor ve apayrı bir sırrın peşinden koşuyordu. Cevap vermedi. Nedense ben cevabımı almış gibi hissetmiştim. İçime bir sıkıntı yerleşirken aradığı şeyi nasıl bulacağımı bilmediğimi düşündüm. Gözlerim bir süre yanan ateşin dans eden alevlerini izledi. Kolye nedense tenimde eriyip, kaybolmak istermiş gibi ısınmıştı. Zihnimin gerisinden o sürüngenimsi sesi duyuyor, Mornor'un siyah pelerininin içinde saklı olan karanlık ruhuna çekiliyordum. "Cehennem Savaşı sırasında Mornor nasıl yenildi?"

Asıl sormam gereken soru buydu. Nemirdes o zaman neredeydi? Aklını kaçırıp intihar eden babamın kardeşinin boynundaydı. Peki o ne zaman ölmüştü? Asıl soru şuydu, öldüğü zaman ne olmuştu? Titreyen parmaklarımla zincirin ucundaki boyut dışı, doğaüstü mücevhere dokundum. Alarik yine her hareketimi izliyordu. Sessizce. Kafamda yaptığım çıkarımları göremese de bekliyordu. Sonucun ne olacağını.

"Amcam." dedim birden. "İntihar etmedi. Değil mi?"

Gözleri ısrarla gözlerime bakıyordu ama cevap vermiyordu. Sanki benim söylememi istiyordu. Kurumuş dudaklarımın arasından bir nefes verdim. Sanki ciğerlerim büzülmüştü göğüs kafesimin içinde. Kalbim infilak edecekti biraz daha hızlanmaya devam ederse.

"Kendisini kurban etti." diye fısıldadım.

Alarik bir onayda bulunmadı. Soğuk bir rüzgar ateşe doğru esti. Ateş iyice harlandı. Ben dehşet içinde zihnimde yaşamadığım o savaşın sonuçlarının ihtimalini sorgularken nedense çok sonra konuştu ve beni zihin fırtınamdan kurtardı. Ayrıca bütün çıkış kapılarını da kapatmıştı.

"Ve savaş bitti."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro