Arda yanında arkadaşlarıyla birlikte kalabalığın tam ortasına, karşıma geçmişti. Yarı elfler rahatsız olduklarını belli eden bir ifade ile onları süzüyordu. Arda ve arkadaşları ise onları umursamıyordu. Sadece Simay belirgin bir tiksintiyle etrafını süzüyordu.
"Sana güvenmiştim."diyebildim Arda'ya. Sesimdeki kırgınlık belirgindi. Zümrüt yeşili gözleri dalgalandı. Ama sert ifadesini bozmadı.
"Sana zarar vermelerine asla izin vermezdim."
"Korkudan ölüyordum seni aptal!" diye haykırdım. "Bu da yeterince zarar."
Simay gözlerini devirdi. "Senden öncelikli şeyler de var." dedi bana tiksintiyle bakarak. Öfkeyle soludum. Kibirden nefret ederdim. Kolyem ısındı ve Simay inleyerek iki büklüm oldu. Dizlerinin üzerine çöktü. Arda hızla araya girdi.
"Dur!" Zümrüt gözlerinde parlak gümüş renginde bir halka belirmişti. Bu sefer öfkeli bakışlarım ona kaydı. O Simay gibi acıyla diz çökmedi. Sadece irkildi. Düşündüğümden daha güçlüydü.
"Bizi beğenmiyorsanız gidin!" diye bağırdım. Esin hızla araya girdi.
"Lütfen Elda. O kötü biri değil. Sizi beğenmiyor değiliz. Alassea ailesinden dolayı ön yargılı büyümüş biri. Onun adına ben özür dilerim."
Öfkem yavaşça yok olurken gerçek adının Alassea olduğunu öğrendiğim Simay da nefes almaya başlamıştı. Bir dizi öksürüğün arasından derin derin nefes alıyordu. Aron'dan zafer dolu bir gülüş duyuldu.
"Nemirdes ona bağlanmış. Ela olmadan kolyeyi kullanamazsınız."
Arda gözlerini bir an bile benden ayırmadan cevap verdi. "Nemirdes ona bağlanmasa da Elda'ya zarar verilmeyecekti. O bizim tek gerçek varisimiz."
"Ama bizden biri." dedi Aron gururla. "Siz elfler onu beğenmezsiniz. Kendi eşsiz, saf kanınızdan olacak birini istersiniz."
Kelimelerindeki nefret elle tutulur cinstendi. Kelimeler bıçak olsa Aron onları hiç düşünmeden Arda'nın yüzüne fırlatırdı.
Arda bu sözlerle ilk defa uysallaştı. "Onu koruyacağıma yemin ettim."
"Sen onun yanında olursun Savaşçı. Peki ya diğerleri?" diyerek ilk defa araya girdi yaşlı adam Glìven. Arda'nın yüzünde yaşlı adamı gördüğü gibi saygı belirmişti. Başını saygıyla eğdi.
"Onu illaki istemeyenler olacak. Zaten ben bu sebeple Elda'yı koruyacağıma yemin ettim."
Yokmuşum gibi konuşmaları canımı sıkmıştı. "Elda korunmayacak. Çünkü Elda diye biri yok! Ela var ve Ela şimdi evine dönecek!" diye patladım öfkeyle. Suçlayıcı bir şekilde işaret parmağımı Arda'ya salladım. "Beni sen getirdin bu Tanrı'nın cezası yere! Evime de sen götüreceksin İolas Efendi!"
Arda tavrım ile şaşkınlıkla bana baktı. "Dönemezsin. Orası çok tehlikeli."
"Bana ne olacağı umurumda değil! Ailemin yanına dönmek istiyorum!"
Ailem dememle birlikte yeni bir uğultu başladı. Gözlerimi devirdim. Ateş bir adım öne çıktı. "Eğer ailenle kalmak istiyorsan, anlayış gösteririz. Ama onları büyük bir tehlikeye sokmuş olursun. Senin peşine düşenler ilk onları boğazlayacak. Bundan emin olabilirsin."
Duyduklarımla birlikte tökezledim. Aron'un sıcak elleri omuzlarımda yerini alarak bana destek oldu. Bu hareket Arda'nın gözlerini kısmasına neden olmuştu.
"Seni evine götüreceğim. Ama orada çok kalamazsın. En azından güvende olana kadar. Şimdi bizimle gelmen gerekiyor."
"Hayır! Sizinle hiçbir yere gelmem. Size özellikle de sana güvenim yok artık."
Arda'nın zümrüt yeşili gözleri yeniden dalgalandı. "Zorundasın."
Aron tek bir hareketle beni arkasına çekti. "Hiçbir şeye zorunlu değil. Sùrìon topraklarında hiç kimse istemediği bir şeyi yapmak zorunda değildir."
Arda, Aron'u umursamayıp Glìven'e döndü. "Varda, Elda'yı istiyor."
Varda demesiyle birlikte herkes nefesini tutmuştu. Aron tehditkar duruşunu bir kenara bırakmış, Glìven'e manalı bir bakış atmıştı.
"Varda da kim?"
Glìven saygıyla cevap verdi.
"Hanımımız."
***
"Bir tanrıça?" diye söylendim inanmazca. Glìven, Arda ve arkadaşlarıyla gitmem gerektiğini söylemişti. Varda bir çeşit tanrıça olmalıydı. Ve mutlaka onunla görüşmeliydim.
Aslında o kadınla görüşme nedenin tamamıyla farklıydı. Glìven, Varda'nın beni Yeni Dünyaya yollayan, Nemirdes'in koruyucusu olarak beni seçen kişi olduğunu söylemişti. Ona neden ben demek istiyordum. Bu şeylerin acısını çıkarmam gerekiyordu. Kurbanımı seçmiştim.
Arda ciddi bir ifade ile ileriye bakıyordu. Yine ormanın içinden geçiyorduk. "Tanrıçalarla ilgili bir problemin mi var?" diye sordu soğukça.
"Tanrıçalara inanmam." dedim omuzumu silkerek.
"O bir Valar. Tanrıça değil."
"Ve Valar ne demek oluyor?"
Arda içini çekti. "Eru'nun yarattığı ve ona en yakın olan varlıklardır. Çok güçlülerdir."
"Melekler gibi yani?"
Dudağını büzdü. "Öyle de denebilir."
"Ve Eru, Tanrı mı?"
"Yaratıcı. Her toplum başka bir isim koymuş. Kimisi Tanrı der kimisi Rab. Bizim içinse Eru."
"Peki Glìven, Varda için hanımımız derken neyi kast ediyordu? Sizi mi yönetiyor?'
"O Yıldızların Hanımı. Biz elfler yıldızları severiz. Bu yüzden en sevdiğimiz Varda'dır. "
Gökyüzüne bakarak içimi çektim. Akşam olmuştu. Yıldızlar bu ormanda hiç olmadıkları kadar güzellerdi. "Yıldızları ben de severim."
Hüzünle arkama baktım. Sùrìon'dan epey uzaklaşmıştık. Onları sevmiştim.
"Yeni dostlarını özledin galiba."
Arda'nın alaycı ses tonu hiç hoşuma gitmemişti. Burnumu havaya kaldırdım. "Unuttun mu? Ben yarı elfim. Yani yerim orası. Onları özlemem çok normal." Hızlı hızlı Ateş'in yanına yürüdüm. "Yolun devamını Ateş ile geçirmek istiyorum." dedim öfkeyle.
Ateş en son gördüğümden daha farklıydı. Siyah deri bir pantalon, aynı şekilde siyah bir de deri yelek giymişti. Uzun siyah saçlarını sıkıca ensesine bağlamış, sırtına da çeşitli uzunluklarda oklarla dolu büyük bir çanta asmıştı.
"Merhaba. Yolun devamını seninle yürümemde sakınca var mı?"
Yavaşça gülümsedi. "Beni iki büklüm yere sermeyeceksen olur."
Arkadan Simay'ın sesi duyuldu. "Seni duyuyorum."
Burnumu kırıştırdım. Ellerimi ceplerime sokarak yola baktım. "Bana bir böcekmişim gibi bakmadığın müddetçe yapmam." diye mırıldandım hafifçe kıkırdayarak. Ateş de kıkırdadı.
Simay'dan yine bir ses yükseldi. "Çok komik!"
"Alassea kötü biri değildir. Sadece..."
"Ön yargılı ve kibirli." diye bitirdim.
"Sizi duyuyorum." diye söylendi Simay.
Onu umursamayıp önüme baktım. "Ee, senin olayın ne?"
Ateş anlamayarak yüzüme baktı. "Olayın derken?"
"Yani, gerçek ismin ne? Ne iş yaparsın? Bak Arda işe yaramaz bir savaşçı ve benim koruyucum."
"Ona haksızlık ediyorsun." diye araya girdi hemen. "Sana zarar gelmesine asla izin vermez."
Omuzumu silktim. "Ya sen?"
"Adım Maeglin."
"Hımm. Anlamı ne?"
Düşündü. "Ateş." diye sırıttı. Kaşlarımı kaldırdım.
"Ateşi çok mu seversin?"
Kömür gözlerinin içi yanarak baktı yüzüme. "Ateşi kontrol edebilirim. Onu istediğim şekilde kullanabilirim." dedi avucunu açarak. Kömür karası gözlerinde çok güzel gümüş rengi bir halka oluşmuştu. Avucunun içinde ise kaynağı belli olmayan bir alev topu dönüyordu. Sıcaklığı yüzüme vuruyordu. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım.
Aklıma Simay'ın kampta dereyi harekete geçirdiği an geldi. "Simay?" diyebildim.
"Alassea." diye düzeltti beni. "Gerçeği bildiğine göre bana ismimle hitap edebilirsin." diye söylendi ters ters. Gözlerimi devirdim.
"Sen de suyu kontrol edebiliyorsun değil mi? Senin isminin anlamı da Su mu?"
"Okyanus." diye düzeltti. Ardından elini yere doğru gelişi güzel salladı. Toprağa bir kaç damla su döküldü. "Benim kaynağa ihtiyacım olur genelde." diye mırıldandı utanarak.
Gözlerim Esin ve Eren'e kaydı. Eren toprağı kontrol edebiliyordu. Esin ise havayı. Gözlerim Arda'ya kaydı.
"O savaşçı. Hepimizden daha güçlü. Ve seni korumaya yemin etti." diye mırıldandı Ateş yavaşça zihnime doğru.
Arda'nın zümrüt yeşili gözleri ile buluştu gözlerim. Bakışlarında her zaman fazla bir şeyler vardı. Hayranlık, beğeni, merak, endişe, şefkat, sevgi. Hepsi yoğundu. Benden hoşlanıyordu.
"Bunu ondan kim istedi?"
"Baban... Ölmeden önce son varisi, Prenses Elda'yı, ülkemizin en güçlü savaşçısı İolas'a emanet etti. O hepimizin en iyisi."
***
Eldar beklediğimden çok daha büyüktü. Yarı elfler gibi ormanlık alanlarda yaşıyorlar sanıyordum. Ama saf kanlar ile melezler arasındaki fark yaşam şekillerinde de belli oluyordu. Elfler bol suyun olduğu yerde yaşıyorlardı.
Hayatımda gördüğüm en büyük şelale şehrin ortasındaydı. Ben en büyük şelalenin Niagara olduğunu biliyordum. Onu da internetten görmüştüm. Ama Niagara bu gördüğüm şelanenin yanında ırmak kalıyordu.
"Gümüş Şelaleri." diye açıkladı Arda. Hayranlıkla yutkundum. Şelaleler gerçekten de gümüş gibi parlıyorlardı. Suyun şiddetinden etrafta hafif bir sis vardı ama asıl ilginç olanı çok az bir ses çıkıyor olmasıydı. Normalde bu kadar büyük şelalerin sesi kulakları kalıcı olarak sağır edebilirdi. Fakat Gümüş Şelaleleri'nden insanı rahatlatan, huzur verici bir ırmak sesi geliyordu. Düşündüğüm şey olabilir mi dercesine Savaşçı'ma baktım. Yüzünde yamuk bir gülümseme belirdi.
"Şelaleler ile yaşamak kolay değil. Hele de şehrin ortasındaysa." dedi gülümseyerek. "Kolay bir sihir."
"Varda nerede?"
"Orada." dedi şelaleleri göstererek. Şaşkın yüzüme gülümsedi. "Senin sarayında, senin misafirin olarak geldi. Normalde gökyüzünde kendi sarayında yaşıyor. "
Bu cümlede şaşırılacak çok şey vardı. Gökyüzünde bir saray çok ilginçti mesela. Ya da şelalenin içinde bir saray çok değişikti. Ama benim takıldığım nokta farklıydı.
"Benim sarayım mı? "
Simay keyifle gülümsedi. "Tabii şu an üvey annen var tahtta. Üvey annenle tanışma vaktin geldi. Sana karşı kibar olmasını bekleme. Aslında iyi kadındır ama kocasının bir insandan çocuğu olduğunu bilmesi elf de olsa kaldırması zor bir şey. Hele de bir insanla aldatılması en can alıcı kısmı."
Yüzüm kızarırken sertçe yutkundum. Bu hazır olduğum bir yüzleşme miydi? Emin değildim.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro