Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 6 - Hatıra

"Aşkın bir yolu vardır, her yaşta başka türlü geçilen.
Aşkın bir yolu vardır, her yaşta biraz gecikilen."

- Murathan Mungan

Bölüm şarkısı: Emir Can İğrek - Gönül Davası

-*-

"Elif!"

Koşarak yanına gittiğimde yerde acıyla inliyordu. Birkaç kişi başına toplanmıştı bile. Kıza adıyla seslendiğimi duyunca kenara çekilip yol verdiler. Ne olmuştu? Bir yerini mi kırmıştı? Bacağını falan mı ezmiştim? Allah kahretsin, neden hareket halindeki araca binmeye çalışıyordu ki?!

"İyi misin?" diyerek endişeyle yanına diz çöktüm. Yüzüme bakarken mavi gözlerinden elektrik akımı geçer gibi olmuştu.

"Değilim hayvan herif!"

"Tamam." dedim panikle telefonumu ararken. "Şey yapalım... Ambulans... Ambulansı arayalım!"

Neredeydi bu siktiğimin telefonu?!

"Gerek yok-"

"Bekle-" diyerek ayağa fırladım yeniden. "Telefonu arabadan alıp geliyorum!"

Bu esnada kolumu tutmaya çalıştı ama epey paniklemiştim. Koşar adımlarla arabaya dönüp telefonu aldım elime. Kızı arabaya bindirip götürmek çok daha hızlı olurdu fakat onu oradan kaldıramazdım. Eğer bir yeri kırıldıysa çok daha ciddi zarar görebilirdi. Gerçi iç kanama geçirmesi de mümkündü...

Önce 155'i tuşladım panikle. Nereyi aradığımı fark edince aramayı sonlandırıp 112'yi tuşladım. O esnada kız da etrafındaki insanlardan destek alarak ayağa kalkmaya çalışıyordu. Siktir.

"Elif dur, kalkma! Bırakın kızı yere!"

Yanındaki insanlar panikle onu tekrar yere bıraktı. Ambulansı ararken koşarak tekrar yanlarına döndüm. Elif'in şaşkın bakışlarını görünce açıklama yapma ihtiyacı hissetmiştim.

"Hareket etmemen lazım. Bir yerin kırıldıysa-"

"Kırılmadı-"

"Kırık kemik ete batabilir." dedim onu susturup. "Sıcağı sıcağına hissetmiyor olabilirsin. Bekle, ambulansı arıyorum."

"Tıp son sınıf öğrencisiyim ben!" diye bağırdı öfkeyle. "Hiçbir yerimde kırık yok, sadece kolum yaralandı."

Duraksadım. Evet, bu kulağa mantıklı geliyordu. Sonuçta bir yerinde kırık olsaydı bunu bilirdi, öyle değil mi?

"Kırık olmadığına emin misin?"

"Evet, kesinlikle eminim!" diyerek koluma tutunup doğrulmaya çalıştı. "Ambulansı çağırmak yerine destek ol da ayağa kalkay-"

Kızı kucağıma aldım.

Ufak bir çığlık atarak boynuma tutundu beceriksizce. Fakat ne yazık ki bunu yaralı koluyla yapmıştı. Bileği bükülünce acıyla inleyerek başını göğsüme gömdüğünü hissettim. Bir yandan da "Sen hep böyle panik misin?!" diye söyleniyordu. "Ayrıca indir beni yere! Kolum yaralı dedim, bacağım değil!"

Hayır, kahretsin ki her zaman böyle panik değildim.

-*-

"Kızım sen aptal mısın?"

Hemşire yanımızdan uzaklaşırken Elif sedyeden öfke dolu bir bakış attı bana. Hastaneye gelmiştik. Doktorlardan biri muayene edip ciddi bir şey olmadığını söyleyerek röntgen çektirmiş, az evvel giden hemşire de kolunu sarıp bandajlamıştı. Röntgen sonuçları çıkana kadar bekleyecektik.

Yolda fazlasıyla endişeli olduğum için bir şey söylememiştim. Doktor ve hemşire varken de tüm öfkeme rağmen tutmuştum kendimi. Ama nihayet yalnız kaldığımıza göre rahat rahat konuşabilirdim.

"Kesinlikle aptalsın." diyerek kendi soruma cevap verdim. "Çünkü ancak bir aptal hareket halindeki arada binmeye çalışır."

Gözlerinde bir kaşık suda boğma isteğiyle dolu bir ifade belirdi. "Beni hem bu hale getirdin, hem de azarlıyor musun?!"

"Ben nereden bileyim senin son anda fikir değiştireceğini?!"

"Fikir değiştirmedim!" diye bağırdı. "Sadece ön tarafa geçecektim. Çantamı bile yanıma almamıştım ama sen benden kurtulmaya o kadar hevesliydin ki-"

"Bir dakika... Ne demek ön tarafa geçecektim?"

"Bu bir nezaket kuralı!" dedi tükürürcesine. "Ön koltuk boşken arkada oturulmaz. Arabayı kullanan kişiye şoför muamelesi yapmış olursun!"

Evet, bunu biliyordum. Ama onun bana nezaket göstermek isteyebileceği hiç aklıma gelmemişti. Öte yandan ilgilendiğim konu bu değildi şimdilik. Ben daha çok tahminimin yanlış çıkmasına şaşkındım.

"Ne yani, sen sözlünle buluşmayacak mıydın?"

'Allahım sen bana sabır ver!' dercesine sağlam elini alnına vurdu. Defne de kıkırdayarak onu taklit etmeye çalışmıştı. Kucağımda bebekle birlikte sedyenin yanındaki koltuğa otururken ne diyeceğimi düşünüyordum. Normal şartlarda sözlüsüyle buluşmak için evden kaçmıyor muydu bu kız? Bugün niye gitmemişti ki?

"Sözlün şehir dışında falan mı şu an?"

Sanki komik bir şey söylemişim gibi bir ifade belirdi yüzünde. "Evet."

Böylelikle konu açıklığa kavuşmuş oldu. Kıza başka bir şey sormadım, dikkatimi kendi parmaklarını saymaya çalışan yeğenime vermiştim. Bugünün bitmesini istiyordum yalnızca. Zaten akşam çekip gidecektik. Bu kızla daha fazla anı biriktirmek istemiyordum.

"Alparslan Abi siz gidin isterseniz."

Başımı kaldırıp kıza baktım. "Nereye?"

"Sonuçların çıkması yarım saat sürer." dedi omuz silkerek. "Sonra da tetanoz aşısı yaparlar muhtemelen. Siz niye burada kalıp bekleyeceksiniz ki? Hem Defne de sıkılır."

"Saçmalama Elif, asla olmaz."

İç çekti oturduğu yerde. Kafasından ne geçtiğini bilmiyordum ama canı sıkılmış gibiydi. En sonunda dayanamayıp ağzındaki baklayı çıkardı.

"Yemin ederim hastaneden bir yere ayrılmam." diye mırıldandığını duydum. "Hemşireye söylersin, adım atarsam arayıp haber verir sana. Burada beklemenize gerek yok ki. Gidin gezin işte, şeye götür Defne'yi, yakınlarda bir eğlence merkezi var ama kapalı mekan değil. Bir çeşit lunapark gibi düşün, orada çarpışan arabalar da var. Hatta dur ben sana yolu tarif edeyim..."

Sağolsun lunaparkın yerini detaylı bir şekilde tarif etti. Orada Defne'nin yaş grubuna göre şeyler de varmış, ışıl ışıl çok güzel bir yer Defne bayılır diye ayaküstü lunapark reklamı yaptı resmen. Lunapark sahipleri bu konuşmayı göre muhtemelen onu PR sorumlusu yapardı.

Bense o kendi kendine bir şeyler anlatırken sessizce dinliyordum. Tamam, onu izliyordum. Sevdiği şeylerden bahsederken heyecanlanıyordu mesela, heyecanlandığı zaman da daha çok mimik kullanmaya başlıyordu. Nihayet ikna çalışmasını bitirdiğinde dönüp bana baktı. Yüzümdeki tebessümü onu onaylıyor olmama bağlamıştı galiba.

"Ee, hadi gitmiyor musunuz? Bak hemşire şurada, istersen güvenliğe de söyle. Hem zaten aşı olmam gerek, onu olmadan gidemem ki-"

Ve daha fazla dayanamadım. "Elif sen salak mısın?"

"Pardon?"

"Eğer sana güvenmeseydim istersen git sözlünle buluş demezdim." diye kestim lafını. "Ayrıca güvenmesem ne olur ki? Sen reşitsin, ben de asla babana ispiyonlamam. İstersen aşı vurulduktan sonra bile gidebilirsin, bizimle gelmek zorunda değilsin. Gerçekten değilsin."

Ona sözlüsüyle buluşabileceğini söylediğimi hatırlayınca rahatlamıştı. Mahcup bir tavırla lafa girdi yeniden. "Sizinle gelmek istemediğim için söylemedim. Ben sadece Defne'yi düşündüğümden-"

"Elif kendin asla yapmayacağın bir şeyi başkasına da teklif etme." diye kestim sözünü. "Ayrıca biz halimizden gayet memnunuz. Öyle değil mi amcacım?"

Defne gözünü parmaklarından ayırmadan başını salladı. "Öööye."

Dayanamayıp yanağını ısırdım. Öndeki yeni çıkmış iki dişini göstererek kıkırdamaya başladı, bir yandan da "Yaaa Aypasannn..." diyerek minik elleriyle yüzüme vuruyordu.

Bana yine ismimle hitap ettiğini duyunca geri çekilip ciddi bir bakış attım ona. "Amca diyeceksin bana. Amcanım ben senin."

"Aypasaaaan!"

"Hayır, amca!"

"AYPASAAAAN!"

Evet, görünüşe bakılırsa bir adet inatçı keçi yetiştiriyorduk. İç çekerek arkama yaslandığımda bakışlarım Elif'e takıldı. Gülerek Defne'nin şaklabanlıklarını izliyordu. Defne de onun izlediğini görünce iyice coşmuştu. İkisi arasındaki iletişime hala akıl sır erdiremiyordum.

"Gerçekten aklım almıyor." dedim Elif'e bakarak. "Defne'ye kendini nasıl sevdirdin?"

Omuz silkti. "Sevilmesi o kadar da zor biri değilim."

"Öyle demek istemediğimi biliyorsun." diye izah etmeye çalıştım. "Olay sende değil, Defne'de. Normal şartlarda yabancılardan çok korkar, onu sevmelerine bile izin vermez. Kısa süredir tanıdığı birinin onu uyutması imkansızdır yani."

Söylediklerimde başka bir noktaya takılmıştı. "Defne neden yabancılardan korkuyor?"

"Defne çoğu şeyden korkuyor." diyerek iç çektim. "Her mother died a few months ago and she was with her when it happening. We're not talking about this while she's here."
(Annesi birkaç ay önce öldü ve bu esnada Defne de oradaydı. Onun yanında bu konudan bahsetmiyoruz.)

"Nasıl?" dedi basitçe.

"It was suicide."
(İntihardı.)

Dehşetle elini ağzına kapattı. Bu bilgiyi neden onunla paylaştığımı bilmiyordum. Neden daha fazlasını paylaşmak istediğimi de... Normalde ketum bir insandım, eğer sorunum karşı tarafı doğrudan ilgilendirmiyorsa bunu onunla paylaşmazdım. Fakat nedense ona söylemek istemiştim.

Elif'e baktığımda derdini nasıl anlatacağını bilemiyor gibi görünüyordu.

"Ben..." dedi duraksayarak. "Nici nu îți pot spune cât îmi pare de rău."

Hafifçe tebessüm ettim. "Teşekkür ederim."

Ne dediğini bilmiyordum ama üzüntüsü yüzünden okunuyordu zaten. Dillerin bir tür sembolden ibaret olduğunu anlamıştım. Hisler kelimelerde değil, nağmelerde taşınıyordu.

"Bu yüzden mi konuşmuyorsunuz?" diye sordu bu kez. "Büyüdüğünde hatırlamaması için mi? Anıları tetiklenmesin diye mi?"

"Evet."

Yüzünde acı bir tebessüm belirdi. "Peki sence bu işe yarayacak mı?"

"Hayır."

Net cevabım karşısında şaşırmamıştı. Olayın nasıl gerçekleştiğini bilmiyordu fakat unutulamayacak türden bir şey olduğunu anlamış olmalıydı. En azından ben unutamıyordum. O korkunç manzara bir kez daha gözümün önüne gelince ufaklığı kucağıma alıp sımsıkı sarıldım. O da minik kollarını boynuma dolayıp yanağımı omzuma yaslamıştı.

'Lütfen unutsun...' diye geçirdim içimden. 'Lütfen hatırlamasın...'

"Alparslan Abi?"

"Efendim?"

"Sanırım onun beni neden sevdiğini anladım." dedi Defne'ye bakarak. "Benzer şeyleri yaşamışız."

Kalkıp ona sarılmak istedim. Dokunma isteğiyle değil, tıpkı Defne'ye sarıldığım gibi sarılmak istiyordum. Ama sonra bakışlarım sağlam eline takıldı. Çiftlikteyken yüzük takmadığı için normalde de takmadığını düşünmüştüm ama görünüşe bakılırsa dışarı çıkarken takmaya özen gösteriyordu.

Zira parmağında söz yüzüğü vardı.

-*-

Çarpışan arabalardan inen kızla bebeği görünce gülümseyerek onlara doğru yürümeye başladım. Gerçekten de sağlam ikili olmuşlardı, eğlence anlayışları birbiriyle örtüşüyordu. Bu da beni çarpışan arabaya binmekten kurtarmıştı ki, sırf bu yüzden kıza sonsuz bir minnet duyuyordum.

Dün gece iyi ki çardağa gidip konuşmuştum onunla. Gerçi pek konuştuğum söylenemezdi ama yine de bana söyledikleri olaylara tarafsız bir gözle bakmamı sağlamıştı. Gerçekten de yasaklanan meyve insana daha tatlı geliyordu. Eğer sözlenmiş olan kişi diğer üç kızdan biri olsaydı muhtemelen aynı durumu o kızla da yaşayacaktım.

Artık kendimi kötü hissetmiyordum, günlerdir üzerimde olan gerginlik yatışmıştı. Elbette kız cinsel anlamda ilgimi çekiyordu, bu ilgi benim kontrolümde olan bir şey değildi. Ama insan sonsuza dek aynı kişiye şehvet duyamazdı, bilhassa ben biraz sabıkalıydım bu konuda. İlgim fazla hızlı yön değiştiriyordu.

İstanbul'a dönünce de aynı şeyi yaşayacağıma emindim. Bu kıza olan ilgim söndüğü zamansa kaçmamı gerektirecek bir şey kalmayacaktı. Ki o ilgi sönmeye başlamıştı bile. Bugün hastanede Elif'e hiçbir cinsel istek olmaksızın sarılmak istemem de bunun göstergesiydi. Yavaş yavaş gerçekten de abisi gibi sevmeye başlıyordum kızı.

Yanlarına varınca Elif'e banklardan birini gösterip oturmasını işaret ettim. Kolu sargılı kıza bebek taşıtacak kadar da öküz değildim sonuçta. Üstelik şu krema tarzı rezil dondurmalardan almıştım ikisine, Defne bunlara bayılıyordu. Külahlardan birini kıza uzattığımda gözleri parladı. Evet, Elif de bayılıyordu.

"Teşekkür ederim Alparslan Abi."

"Bir şey değil." dedim gülümseyerek. "Bi saniye şu külahı da tutar mısın, bebeği ben alayım."

Defne bu esnada dondurmaları görmüş kapmaya çalışıyordu. Onu kucağıma alıp Elif'in elindeki dondurmayı aldım. Bu esnada parmağım bir anlığına yüzüğünün soğuk metaline değmişti. Nedense bir tabancaya dokunmuşum gibi hissettirmişti bana.

"Gel bakalım prenses..." diyerek elimdeki dondurmayı Defne'nin ağzına uzattım. "Şimdi ağzımızı yüzümüzü batırmadan dondurmayı yiy-"

Yüzünü külaha gömdü.

Abartı değil, gerçekten gömdü. Bir an sonra elimde boş bir külah, kucağımdaysa suratı kremadan görünmeyen bir bebek vardı. Tabi bir de yanımızda kahkahalarla gülen bir genç kız...

"Defne!"

"Doooduma!" demekle yetindi. Ardından yüzündeki dondurmayı eliyle alıp ağzına götürmeye çalıştı.

"Defne hayır!" diyerek onu zaptetmeye çalıştım. "Hayır, sakın dondurmayı kıyafetlerine sürme!"

Kıyafetlerinden bahsettiğimi anlayınca başını eğip üzerindeki giysilere bakmaya çalıştı ve- Evet, elbisesinin tüm yakasını kremaya buladı. Sonra başını çevirip dudağını büktü bana. "Dooduma anii?"

"Yok dondurma mondurma..." diye söylenerek külahı elinden aldım. "Allah'ın Trakyalısı seni..."

Külahı almakla hayatımın hatasını yapmıştım. Elif bunu fark etmiş olacak ki "Alparslan Abi!" diye bağırarak beni uyarmaya çalıştı. "Efendim?" dedim başımı kaldırıp. "Bir şey mi oldu?"

Sonra Defne ellerini üzerime yapıştırdı.

Üzerimdeki siyah gömlek artık siyah değildi. Defne'yi kaldırıp kıyafetlerimden uzak tutmaya çalışırken bunu bir oyun sanmış olmalıydı. Zira bu kez de yüzüyle saldırıya geçti. Sakallarım ve burnum da dondurmaya bulanırken artık direnmeyi bırakıp kaderime razı gelmiştim.

Elif ise gülmekten yerlere yatacak haldeydi. Tepeden tırnağa dondurmaya bulanmış yüzümle ters ters ona baktım. Ve haliyle bu daha çok gülmesine sebep oldu. Sonra birden elindeki dondurmayı bırakıp telefonunu havaya kaldırdı. "Sakın!" diye engel olmaya çalışsam da pek başarılı olduğum söylenemezdi. Kucağımdaki canavara gelince... Her kamera gördüğünde olduğu gibi kırıtarak poz vermekle meşguldü. Çevredeki insanların bize bakıp güldüğünü görünce ayağa kalkıp kameramanımıza döndüm.

"O fotoğraflar silinecek, bunu biliyorsun değil mi?"

Yüzüme bakıp kahkaha attı. "Prefer sã mor."

Defne hevesle onayladı onu. "PİYEFIY SAMUUUY!"

Yok, ben bunlarla başa çıkamazdım. Ben el kadar Defne'yle bile başa çıkamıyordum. Onun yetişkin versiyonuyla nasıl başa çıkabilirdim ki? En iyisi Defne'ye yaptığım gibi üstüne gitmemek olacaktı. Biz buradan gidince silerdi nasılsa, telefonunda elin adamının dondurmalı fotoğrafını taşıyacak hali yoktu.

Önce bir dükkandan ıslak mendille peçete stokladık, ardından lavaboya gittik hep birlikte. Defne Elif'le birlikte diğer tarafa girerken ben de erkekler kısmına geçtim. Neyse ki içeride adamlar garip garip bakmakla yetindi, kaderime söverken kimse müdahale etmedi.

Dışarı çıktığımdaysa hanımlar beni bekliyordu. Tertemiz halde... Defne'nin elbisesi beyaz olduğu için dondurmadan arınınca görünürde leke kalmamıştı. Elif'in üzerindeyse hastaneden çıktıktan sonra aldığımız mavi renkli bir tişört vardı ve sapasağlam görünüyordu. Dondurma canavarı bir tek beni mi hedef almıştı cidden?

"Alparslan Abi gömleğin..."

Elif yüzünü buruştursa da devamını getirmedi. Neyi kastettiğini anlamıştım zaten, hala berbat haldeydi kıyafetlerim. Tüm gün böyle gezemezdim.

"Buralarda AVM falan var mı?"

"Sanırım birkaç cadde ötede..."

Arabaya binip AVM'ye gitmemiz beş dakika falan sürdü. İçeri girince ilk gördüğüm mağazaya dalmak istemiştim ama Elif güzel bir yere gitmek için ısrar edince en üst kata kadar o halde dolaşmam gerekti. Neyse ki Defdef kucağımdaydı, göbüşü sayesinde mahvolan gömleğimi kamufle edebiliyordum.

Bir erkek giyim mağazasına girdiğimizde Elif bu kez de ilk gördüğümü almamam konusunda ısrar etti. Ben de karşı koymadım, nasılsa akşam gideceğimiz için kızdan köşe bucak kaçmayı bırakmıştım. Ki aslında kaçılacak bir tarafı da yoktu, gayet eğlenceli bir kızdı.

"Alparslan Abi?"

Elif elindeki bir gömleği bana doğru sallıyordu. Elindeki şeyi görünce Defne'yle birlikte yanına gidip tekrar kontrol ettim. Doğru görüyordum. Pembeydi. Pespembe.

"Bunu alalım bence."

"Elif ben bunu var ya..." dedim ürpertiyle gömleğe bakarak. "Ben bunu prefer sã mor."

Mavi gözlerindeki ışıltı iki katına çıktı birden. "Sen Romence mi konuştun?"

"Doğru sövebildim mi yani?"

"Küfür değil ki o," diyerek güldü. "Ölmeyi tercih ederim demek."

"Cidden mi?" dedim şaşkınlıkla. "Oysa söylerken kulağa çok güzel geliyordu. Şarkı gibi, şairane bir küfür..."

Gözleri neşeyle parladı. "Şairane küfür mü olur?"

"Çok gençsin, Padawan..." diyerek kınayan bir bakış attım ona. "Şiir gibi küfür etmek diye bir şey vardır. Üniversitedeyken iki arkadaşımla birlikte tüm şairane küfürleri barındıran bir Kutsal Küfür Ansiklopedisi yazmıştık."

"Ciddi misin?" derken gözleri merakla irileşmişti. "Peki bu ansiklopediye nereden ulaşabiliriz?"

Küfür Ansiklopedisi'ni mi okumak istiyordu cidden? Eh, böyle bir şey yaparsa ondan uzak durmama gerek kalmazdı. Zira bir daha yüzüme bakacağını sanmıyordum.

"Dünyada yalnızca üç tane kopyası var." dedim gülerek. "Ve bendeki kopyası İstanbul'da. O yüzden ulaşamazsın."

"Böyle söyleyince daha çok merak ettim," diye homurdandı. Ardından yapmacık bir kibirle burun kıvırdı bana. "Ama emin ol, nadide eserlere sahip tek kişi sen değilsin."

Çaktırmadan süzdüm kızı. Haklı olduğunu görebiliyordum.

"Kitaplardan alıntıları yazdığım büyük bir defterim var mesela. Günlüğüm pek eser sayılmaz ama onu Makedonca yazdığım için dışarıdan bakınca çok havalı duruyor. Orta Dünya evreni için ayrı bir defterim var. Tolkien eserlerine dair detaylar ve bazı çizimler var içinde. Hmm... Sonra Bilim Teknik Dergisi'nin ilk sayısı var. 1968 yılına ait. Hatta 1969 yılına ait birkaç sayı da var, şu meşhur Ay'a ilk kez ayak basma olayı o yıl gerçekleştiği için konu bayağı gündem olmuş. İnsanlar böyle bir şeyin yapılabileceğine pek ihtimal vermiyormuş o yıllarda. Sanırım bu yüzden önemli olayların hemen öncesinde ve sonrasında çıkmış gazetelerle dergiler çok ilgimi çekiyor. İnsanların beklentileriyle gerçekler arasındaki çarpıcı farkı görünce yalnız olmadığımı hissediyorum. Ve tabi bir de geleceğe yönelik tahminler- Ben çok konuştum, değil mi?"

"Evet ama insan dinlerken hiç sıkılmıyor." dedim gülerek. "Seni alan yaşadı-"

Allah belanı versin Alparslan.

Yüzündeki ifade tekler gibi olunca topu buradan çeviremeyeceğimi anladım. En iyisi görmezden gelmek olacaktı. İlk fırsatta abilik taslayarak durumu nötralize edebilirdim bence. Tabi şu kahrolası sessizlik sona ererse...

"Aypasaaaan!"

İşte feraset, işte fazilet, işte yeğen gibi yeğen. Defdef bana eliyle ilerideki bir noktayı işaret edince "Sen ne gördün yine?" diyerek o tarafa doğru yürümeye başladım. "Göster hadi bana, hangisi hoşuna gitti?"

Parmağını ileri uzatıp hedefi işaret etti. "Oydaaa..."

İşaret ettiği yere kısa bir bakış attım. "Bu kazağı mı beğendin? Hem de ağustos ayında? Eveet evet amcam şu da çok güzelmiş, tasarımcısı kör olmalı..."

Yaklaşık on dakika boyunca ufaklığın giyim zevkine göre hareket ettik. Finalde Defne'nin gelecekte modacı olmayacağına emin olmuştum. Ara sıra kaçamak bakışlarla Elif'i kontrol ediyordum fakat yüzü asık değildi, hatta göz göze geldiğimizde gülümsüyordu bana. Az evvelki lafımı ciddiye almamıştı belli ki.

Bir süre daha neyi incelediğimi bilmeden kıyafetlere baktım. Biz Defne'yle kıyafet askılıklarının önünde dikilirken Elif ortadan kaybolmuştu. Çok geçmeden elinde yeni bir gömlekle geldi yanımıza. Şükürler olsun ki pembe değildi.

"Bu arada pembe gömlek şakaydı." dedi aklımdan geçenleri okumuş gibi. "Bunu denesene..."

Bana uzattığı beyaz gömleği görünce iç çektim. Kıyafet alışverişinden nefret ediyordum, kıyafet denemekten de. Ama kız öyle hevesli bakıyordu ki tüm mağazayı deneyesim gelmişti.

Hakim ol kendine Alparslan. Kızın sözlüsü var. Kızın parmağında yüzük var. Kız bekar olsaydı da bir şey değişmeyecekti, toparlan artık.

Kabinde gömleği giyip dışarı çıktığımda "Olmuş." diyerek onayladı. "Pantolonunu içine koymakla iyi yapmışsın. Ama gömleğin kollarını da katla. Şuraya kadar."

Elinde yüzük olmasaydı gömleği bilerek yamuk yumuk katlayıp tüm masumiyetimle "Böyle mi?" diye sorardım. Fakat yapmak istemedim. Efendi efendi gömleğin kollarını katlayıp kıza döndüm. Baş parmağını havaya kaldırarak yeniden onay verdi. Açıkçası gömlek benim de hoşuma gitmişti, bu kız anlıyordu kıyafetten.

"Gömlek çok güzel Elif, tavsiyen için teşekkürler." dedim kıza nazikçe. "Siz burada oturun, ben hemen geliyorum."

Elimde gömlekle birlikte kasaya doğru seğirttiğimde kolumdan tuttu. Belli ki niyeti beni durdurmaktı fakat elinin ısısını tenimde hissedince tepkisiz kalamadım. Ateşe dokunmuş gibi geri çekildim birden. Fakat tekrar tuttu kolumu. Cidden dokunduğu yerdeki sıcaklığı hissetmiyor muydu?

"Dursana bi' Alpars-"

"Elif lütfen bana uzun uzun Alparslan Abi diyip durma." dedim fırsatı değerlendirip. "Alp Abi desen yeter. İnsan dinlerken yoruluyor..."

Oh be.

Az önce yaptığım gafı düzeltince üstümden büyük bir yük kalkmıştı. Elif'in yüzündeyse tatlı bir tebessüm ışıldıyordu. Kolumu bırakıp geriye doğru bir adım atarken gamsız bir neşeyle konuştu. "Sen nasıl istersen Alp Abi."

"O zaman ben kasaya-"

"Gitsen de o gömleği alamazsın."

Şaşkın şaşkın baktım. "Neden?"

"Çünkü o gömlek alındı zaten." diye cevap verdi bana. "Hatta bak poşeti de burada, istersen içine koyalım."

Gömleği elimden alıp poşete koydu. Bense ne desem bilemiyordum. Niye bana gömlek almıştı ki? Allah kahretsin, ben bu kızın yanında neden aptallaşıyordum ki?

"Sen bana gömlek mi aldın?"

"Geçen gün gerçekten haksız yere suçladım seni." diyerek nazikçe gülümsedi tekrar. "Buna rağmen bugün hastanede benimle o kadar ilgilendin, lunaparktaki eğlence de benim için çok değerliydi. Hatta gömlek bakarken bile çok eğlendim ben. Bunları söylemek istedim çünkü bugün olmasa bile eninde sonunda çiftlikten gideceksiniz. Eh, ben de evlenince başka şehre yerleşmeyi düşünüyorum. Elbette düğünüme beklerim ama muhtemelen ondan sonra bir daha hiç görüşmeyiz. O yüzden bunu bir özür ve benden bir hatıra olarak kabul et lütfen."

Gömleğin poşetini elime tutuşturup Defne'yi kucağımdan aldı. Bebekle birlikte başka bir mağazaya ilerlerken gerçekten de mutlu görünüyordu. Düğünü olacağını nasıl bu kadar kolay söyleyebiliyordu ki? Hangi siktiğimin şehrine yerleşecekti evlenince? Ben bu kızın sözlüsü olması fikrini bile kaldıramıyordum, bir de kocası-

Allah kahretsin.

Ondan bana kalan tek hatıra bu gömlek mi olacaktı?

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro