Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 33 - Alkarısı Şûrası

BURAYI OKUMADAN GEÇMEYİN, ÖNEMLİ

Bugün Ederlezi'ye İKİ bölüm gelecek. Asıl bölümü akşam göndereceğim. Bildirim gelirse bu bölümü yayından kaldırıp tekrar yayınladığımı sanıp gözden kaçırırsınız diye uyarmak istedim.

Aşağıda geçmiş bölümlerde yer alması gereken iki sahne var. İlk sahneyi benim hatamdan ötürü okumadınız, bölüm içi olay akışını kurgularken bu sahneyi unutmuştum. Bazen böyle unuttuğum, sonradan aklıma gelen ve eklenmesi gereken sahneler olabiliyor. Yorumlar silinmesin diye bölümün içine koyamıyorum ama kitap o sahneler sanki varmış gibi ilerliyor. Mesela aşağıdaki kelime-i şahadet sahnesi bölümlerde yoktu ama geçen bölüm Elena AVM'de bu olaydan bahsetmişti.

Diğer sahneyi kesmek zorunda kalmıştım. Elif ve Alp'in görüşmediği üç günlük süreçte yaşanan bir olay var sahnede, son iki üç bölümdür Elenalp sahneleri az olduğu için bölümlerden hoşnut kalmama durumu vardı. Bu sahneyi de yayınlarsam Elif ve Alp'in bir araya gelmesi biraz daha gecikeceği için sahneyi sonradan yayınlamak niyetiyle kesmiştim.

Bölümü lütfen okuyun, bu bir özel bölüm değil. Aşağıdaki sahneler kitabın bir parçası.

Son bölümün devamını ise akşamki bölümde okuyacaksınız. Sizlerden gelen geri dönüşlere göre belki o bölümü yarın sabah da gönderebilirim. Bir günde iki bölüm yollarsam bu bölüm okunmaz diye endişeleniyorum açıkçası. Dün yaşanan gecikme içinse lütfen kusuruma bakmayın.

Sevgilerimle,
Nilf Trismegistus

ELENA

Apar topar üzerimi giyinip aşağı indiğimde tartışma hala bitmemişti. Fakat bu kez İzzet abi değildi bağıran, Alparslan halasıyla kavga ediyordu.

"Boşayacan o körpeyi!"

"Hala sen kafayı mı yedin?!"

"Asıl sen yemişin kafayı!" diyerek bastonunu Alparslan'ın bacağına geçirdi yaşlı kadın. "Utanmıyon mu gencecik kızlan gönül eylemeye?!"

"Yahu ne gönül eğlendirmesi? Abi şu kadına bir şey desene!"

"Sus, bal gibi de gönül eylersin! Niyeti ciddi adam düğün öncesi kızı evine götürüp milletin ağzına sakız eder mi hiç?!"

Gülmemek için kendimi zor tuttum. Zarife Hanım'ın en başından beri beni istemediğini biliyordum ama bizi ayırmak için böyle bir bahaneye başvuracağı kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Gerçi, iyi de olmuştu. Zira Alparslan imam nikahını bozma konusunda anlamsız bir direnç gösteriyordu. Dün onunla baş edememiştim ama Zarife Hanım'la güçlerimizi birleştirirsek üstesinden gelebilirdik.

"Aha, kızçe de geldi!" diyerek beni işaret etti kadın. Ardından yeğenine dönüp buyurdu. "Boşa bakem kızı, hayde!"

"Boşuna uğraşmayın Zarife Hanım, boşamıyor." dedim mağdur bir iç çekişle. "İnanmadığı şeyi söylemezmiş, öyle dedi bana."

Yaşlı kadın hayretle bana baktı. "Ne demek inanmadığı şey?"

"E dinsizmiş Alparslan. Dün boşa beni dedim, gerek yok dedi bana."

Zarife Hanım tam da tahmin ettiğim gibi iyice çileden çıktı. Bastonunu Alparslan'a doğru savururken "Püü!" diye ilendiğini işittim. "Boyun posun devrile, bir de dinden mi çıktın?!"

Zarife Hanım bastonunu tekrar kaldırınca araya girmemek için zor tuttum kendimi. Alparslan'ın darbelere karşı dayanıklı olduğunu biliyordum, ensesine yediği odunla bile bayılmamayı başarabilmişti. Fakat ben onun aldığı darbelere karşı o kadar dayanıklı değildim. Çiftliğe geldiği gün üzerine çay döktükten sonra dayanamayıp ilaç götürmüştüm müştemilata, ensesine indirdiğim odunun vicdan azabı bile günlerce içimi kemirmişti. Canının yandığını görmeye dayanamıyordum.

Neyse ki Zarife Hanım üçüncü kez vurmadı. Bastonunu indirirken keyifli bir tavırla bana döndü bu kez.

"Sen hiç merak etmeyesin eski gelin!" dediğini duydum. "Madem ki bu kızan gavırmış, üleyse nikahınız da geçersiz demektir. İddet müddetini beklemeye bile gerek yok!"

"Kim söylemiş dinsiz olduğumu?" diyerek lafa karıştı Alparslan. "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluhu!"

ALPARSLAN

Eve vardığımızda her şey normale dönmüş gibi görünüyordu. Öyle ki Turan abi Ufuk'u da içeri gelip bizimle yemek yemesi için zorlamaya başlamıştı.

"Gülendam yengemin yemekleri dünya markasıdır yeğenim." dedi az önce çocuğa kök söktürmemiş gibi. "Bekar adamsın, içeri gel de karnın ev yemeği görsün."

Abim ters bir bakış attı ona. Şaşırmamıştım çünkü kendisi korumaların eve girmesini pek istemezdi. Behram abi bile otuz yıldır abimin yanında olmasına rağmen bir kez olsun soframıza oturmamıştı. Eskiden abimin bu tavrına anlam veremezdim ama zamanla aileyi yeni kayıplardan korumaya çalıştığını anladım. Gerçek şu ki, yeraltı dünyasında korumaların ömrü genelde çok uzun olmazdı. Bizim aile ise zaten yeterince ölüm görmüştü. Bu nedenle abim korumalara aile üyesi muamelesi yapılmasını, hatta onlarla sohbet edilmesini bile istemiyordu. Sikimde miydi? Elbette hayır. Abimin evine karışamazdım ama benim ev dört salakşörlere her zaman açıktı.

"—gerçekten gerek yok." diye kıvrandığını duydum Ufuk'un. "Size afiyet olsun, ben aç değilim."

"Oğlum kibarlık yapma işte. Saat kaç oldu, illaki acıkmışsındır. Haksız mıyım İzzet abi?"

Abimin ters bir laf edeceğini anlayınca hemen araya girdim.

"O zaman git de Defne'yi kreşten al." dedim Ufuk'a dönerek. "Oradan da ikinizin sevdiği şu hamburgerciye gidersiniz."

Neşelendi birden. "Olur gideriz."

"Gelirken bir tane de hamburger paket yaptırın. Yanına patates kızartması, soğan halkası, kola, bir de ketçap mayonez ranch chipotle bilmem ne soslarından koysunlar."

"Abi sen de mi yiyeceksin?" dedi şaşkınlıkla. "Ben demiştim ama sana. Defdef'le benim damak zevkime güvenebilirsin, genetik gurmelik var bizde."

Geri zekalı... Defne'nin hamburger sevdasının paketin içinden çıkan oyuncaklarla alakalı olduğunu çözememişti hala.

"Aynen Ufuk, Defne kesin amcası dururken yedi kuşak uzak akrabasının genlerini almıştır." İç çektim bıkkınlıkla. "Hamburgeri bana değil, Elif'e götüreceksin. Hatta üç tane yaptırıp Sena'yla Deniz'e ver, onlar götürsünler kız kıza yemek yeme bahanesiyle. Benim yolladığımı duyarsa kesin geri çevirir."

"Olur abi, dediğin gibi yaparım."

"Yalnız haberin olsun, her çeşitten almaya kalkarsan kalanların hepsini sana yedireceğim."

"Yok abi, yapmam bu kez." dedi ciddiyetle. "Sen önceden tahmin edince keyfi çıkmıyor."

"Ulan ben senin—"

Kafasına bir tane patlatacağımı anlayınca ivedilikle geri çekildi. Koşar adımlarla bahçe kapısının yolunu tutarken sülalesine okkalı bir küfür savurdum. Abimle Turan abi evin kapısının önünde durmuş neler olduğunu anlam vermeye çalışıyordu. Bizden önde yürüdükleri için muhabbeti duymamışlardı, Ufuk itini tanımadıkları için de tahmin yürütemiyorlardı.

"Alparslan ne oluyor?"

"Ufuk yine itlik yapıyor, ne olacak?" diye söylendim yanlarına giderken. "Yemin ederim ben bu çocuktan çektiğim kadar yeğenlerimden çekmedim ya."

Abimin kafası karışmış gibi görünüyordu. "O oğlan mı itlik yapıyordu? Ciddi ciddi konuşuyordunuz lan gayet."

"He abi, aynen."

Ufuk itlik yaparken bile ciddiyetini bozmadığı için dışarıdan bakınca gariban korumayla durduk yere azar çeken öküz patron portresi çiziyorduk genelde. Açıklama yapmakla hiç uğraşmadım.

Eve girdiğimizde umduğumuz manzarayla karşılaşamadık. Normalde bu saatlerde yengem sofrayı donatmış olurdu, hep birlikte yemek yerdik. Bizim ailenin belirli saatte ailecek sofraya oturma kuralları falan yoktu ama yemekler güzel olduğu için genelde herkes gönüllü olarak katılırdı.

Bugün ise sofra falan kurulmamıştı. Hatta mutfaktan yemek kokuları bile gelmiyordu. Ara holü geçip salona doluşmuş kalabalığı gördüğümüzde mevzu anlaşıldı.

Tüm yengelerim, Nigar abla, Zarife hala, benimki hariç bütün Ahıskalı kadınları salondaydı. Hayır ya...

"Oo hanımlar, toplamışsınız yine alkarısı şûrasını." dedi abim kadınları görünce. "Hayırdır yauv, evrende beklenmedik bir huzur tehlikesi falan mı tespit ettiniz?"

"Aşkolsun İzzet Abi, biz normalde de toplaşıp oturmuyor muyuz?"

"Cık, bu bildiğin acil şûra toplantısı." dedi abim kendinden emin bir şekilde. "Aile içi huzurla mücadele toplantılarından olsaydı masalarda kek çörek falan olurdu. Bugün olağanüstü toplanmışsınız."

"Ay İzzet git başkasına sataş lütfen ya." diye üfledi yengem. "Meşgulüz biz, git hadi."

Turan abi o esnada diğer yengelerime selam vermekle meşguldü. Senelerdir ortalarda olmadığı için çoğuyla ilk kez tanışıyordu zaten. Selamlaşma faslının ardından Gülendam yengeme dönüp mahzun bir ifade takındığını fark ettim. "Affedersin yenge, İzzet abi ısrar ettiği için geldim ben." dedi boynunu bükerek. "Ev yemeğine hasret kalmışsındır diye tutturdu. Habersiz gelmiş oldum sanırım, kusuruma bakma."

"Ay hiç olur mu, asıl biz habersiz geldik." diye telaşlandı Gülşen yengem. Şaşırmamıştım, bu numarayı şu ekipte ondan başkası yemezdi. "Gülendam abla sen hiç zahmet etme, zaten bizim yüzümüzden yemek yapamadın. Ben gidip hemen bir şeyler hazırlarım—"

Nigar abla ufak bir kahkaha patlattı. "Ay bu kızın saflığı beni öldürecek."

"Gülşen otur oturduğun yerde." dedi yengem kadını çekiştirip. Ardından bize dönüp tüm sevimliliğiyle gülümsedi. "Ne kusuru Turancım? Burası senin de evin sayılır. Hem iyi ki geldiniz valla, biz de acıkmıştık. Güzel bir yemek hazırlayın da hep birlikte yiyelim, mutfak orada." Abime dönüp net bir dille emir verdi. "Makarna falan yapayım deme sakın. Çocuk ev yemeğine hasret kalmış, şöyle bir mükellef bir sofra kurun da hasretini dindirsin."

Abim sırıtışını bastırmaya çalışarak başını salladı.

"Emredersiniz sayın genelkurmay başkanım."

Zarife Hala bu unvana kayıtsız kalmadı. "Benim olduğum yerde mi? Peh!"

"Mareşalden de emir aldığımıza göre gidelim." dediğini duydum abimin. Turan abiyi mutfağa iteledikten sonra omzuma vurarak beni de sürüsüne kattı. "Yürü yürü, boşuna bakınma etrafa. Senin kuvayi milliye komutanı hala direnişteymiş, yakında düzenli orduya katılır."

-*-

Yemekten sonra kadınlar salona geri döndü. Abimle Turan abi de bulaşıkları bana kitleyip bahçeye kaçtı. Söylene söylene mutfağı temizlerken aklım üst kattaydı elbette. Ufuk hamburgerleri getirmişti çoktan, kızlar yukarıda şen şakrak yemek yiyorlardı. Ufuk'a neden erken geldiklerini sorduğumda "Defdef Elif yengeyle birlikte yemek istedi abi." diyerek boynunu bükmüştü. "Ben de hamburgerleri paket yaptırıp geldim."

Evet, iki yaşındaki bebeğin onunla yemek yememesine alınmıştı. Gerçi haksız sayılmazdı, Defdef itinin Elif'i görünce pabucumu dama atması bana da koyuyordu bazen. Hayırsızlık ve nankörlük yeğenlerimin genetiğinde vardı.

Bulaşıkları bitirdikten sonra abimlerin yanına gitmek gelmedi içimden. Mutfak masasına oturup telefonumu çıkardım. Gönderdiğim mesajlar hala okunmamıştı.

"Otur sen otur, bu gidişle daha çok oturursun."

Mutfaktaki tanıdık homurdanmayı duyunca gözlerimi aralayıp etrafa bakındım. Gülendam yengemdi. Dolap kapaklarını çarpa çarpa kahve fincanlarını çıkarırken yüzüme bakmadan laf saydırmaya devam ediyordu. Rahat bir nefes aldım. Gülendam Ahıskalı tipi küslüğün dördüncü evresiydi bu. Eğer onu tetiklemeyi başarırsam tüm lafları yüzüme sayıp küslük maratonunu tamamlayacağını biliyordum.

"Durumu bilmiyorsun yenge."

Bana dönüp ateş saçan gözlerle baktığını görünce 'Tam isabet.' diye düşündüm. Yengem çevresinde olup biten her şeyi bilirdi. Elif'le aramızdaki durumu bilmediğini söyleyerek ameliyatlı yerine şut çekmiştim. Nitekim daha fazla dayanamadı. Avını didiklemeye hazır bir atmaca edasıyla bana doğru yürüyüp çaprazımdaki sandalyeye oturdu.

"Benim bildiklerimin zekâtı bile senin o aciz ufkunu on katına çıkarır akılsız çocuk!" diye çıkıştı öfkeyle. "Yediğin herzeler yetmezmiş gibi o akılsız abinden öğrendiğin taktikleri kullanarak benimle barışmaya çalışıyorsun. Tevekkeli değil o kızcağızın senden umudu kesmesi!"

Eh, abimin taktiklerinin olayı buydu zaten. Yengem her zaman bunların altında yatan niyeti şıp diye çözerdi. Ve buna rağmen taktikler işe yaramaya devam ederdi.

"Ne demek umudunu kesmesi? Yenge lütfen evirip çevirmeden söyle bir bildiğin varsa. Yardımına ihtiyacım var."

"Önce yardımı hak edip etmediğini bilmem gerek." diyerek burun kıvırdı. "Şimdi anlat bakalım. Ne halt yedin?"

Sen zaten her şeyi bilmiyor muydun gibisinden bir laf etmedim. Elbette.

"Elif'e onu sevdiğimi söyledim."

"İlk kez mi?"

Başımı salladım. Fakat öfkeye kapılmak yerine eliyle devam et der gibi bir hareket yaptı bana. "Sonra ne oldu?"

"Sinirlendi epey. Böyle şeyler söylemene lüzum yok falan dedi, çekip gitmeye kalkışınca daha fazla üstüne gitmek istemedim."

"Sonra da hiç konuşmadınız, öyle mi?"

"Hayır, sabah tekrar söyledim. Belki tavrı değişmiştir diye düşünüyordum ama iyice çileden çıktı. Şimdi de yüzüme bile bakmıyor. Olay bu."

Gözlerini kıstı. "Sabah tekrar söyledim derken, sen bunu ilk kez dün gece mi söyledin?"

Başımı sallayarak onayladım. Yüzünde hayal kırıklığı dolu bir ifade belirdi.

"Kızla sevişirken mi söyledin?"

Hay ben böyle işin... Bu kadının kesinlikle istihbaratçı olması gerekiyordu. Böyle bir sorgu ve espiyonaj yeteneği bizim sülalenin entrikalarında harcanmamalıydı. Resmen şak diye çözmüştü mevzuyu. Şu saatten sonra istesem de ondan yardım falan alamazdım.

"Tamam yenge, vazgeçtim ben." diyerek kalktım ayağa. "Yardım falan istemiyorum. Kapatalım bu mevzuyu."

"Ay başlarım senin utancına!" diye cırladı birden. "Hayır gören de seni ahlak abidesi falan sanır. Geçmiş şecereni tüm aile biliyor çocuğum, neyin çekincesi bu?"

"Yahu geçmişte de ben gelip size bir şey anlatmadım ki! Özel hayatıma burnunuzu soktuğunuz yetmezmiş gibi bir de ahlak bekçiliği yapıyorsunuz."

"Evladım niye ahlak bekçiliği yapayım? Elif nişanlın senin."

"Ben de onu diyorum işte! Bugüne dek özel hayatımı size anlatmamışken nişanlımla olan özelimi niye anlatayım?"

"Alparslan bak elimin tersindesin." dedi yengem. "Aşna fişnenizi anlat diyen yok zaten, hatta senin herhangi bir şey anlatmana bile gerek yok. Yediğin halt tamamıyla ortada. Gururunu kırmışsın kızın, yüzüne bakmamakta çok haklı."

"Yenge, aklından ne geçiyor bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Ama emin ol öyle bir durum değildi. Ben bunu samimi olarak söyledim Elif'e. Ne zaman söylediğimin bir önemi yok."

"Sorun ne zaman söylediğin değil zaten. Ne zaman söylemediğin." Bıkkınlıkla iç çekti. "Yeni tanışmış olsanız veya bu kadar şey yaşanmamış olsa yaptığın şey romantik bile sayılırdı ama siz yeni tanışmadınız ki Alparslan. Sen Elif'i karşılaştığınız günden beri seviyorsun ama bugüne dek hep onu sevmediğini söyledin."

"Ben Elif'e hiçbir zaman onu sevmediğimi söylemedim."

"Kızı öptükten sonra terk edip gittin." dedi yengem. "Denizden çiftliğe dönene dek bıçak açmadı ağzını. Ben de Elif seni reddetti, sözlüsünden ayrılmak istemedi falan sanıyordum, ne bileyim... Kızcağıza boş yere inat ediyorsun, baban Alparslan'a bir şey yapmasın diye korkuyorsun ama böyle işler iyice sarpa saracak diye dil döktüm günlerce. Aklının onda olduğunu herkes biliyor, Alparslan senin sözü atmadığını duysa çiftliği başımıza yıkar falan dedim. Anca öyle çözüldü dili. Tuttu bana endişelenecek bir şey yok Gülendam abla dedi, Alparslan kendisi rica etti sözlümden ayrılmamamı. Sen bunu nasıl söyledin o kıza?"

Başımı ellerimin arasına alıp iç çektim. "Kolay olmadı."

"Biliyorum, bir ay boyunca burada kendini nasıl harap ettiğinden haberim vardı benim." diye cevap verdi. "Ama Elif daha çok harap oldu. O çiftlikte bir ay boyunca ne eziyetler ettiler ona haberin var mı? Geldiğin akşam iyileşmiş halini gördün sen. Üstelik babası sizin deniz maceralarınızı bilmiyordu bile. Hoş, çiftliğin kalanı da o heriften farklı değil. Gündüz Havva'nın anası olacak cadıyla halaları eziyet ediyordu, akşam da babasından dayak yiyordu."

Ulan Şevket... Piç kurusu herifi istesem de gebertemiyordum. Miras mevzusunu geçtim, Elif hala seviyordu babasını. Geberip giderse en çok o üzülecekti.

"Anlayacağın, sen olayların sonuna yetiştin." diye devam etti yengem. "Gerçi yaptığın şeyi düşününce keşke yetişmeseydin diyorum. Bir ay sonra çiftliğe gelip kızın ablasıyla evlenmek istediğini söyledin Alparslan ya. Hayır bir de öncesinde abinle birlikte iki saat dil döktük Elif'le evlenin diye, kızcağızın gözünün önünde ısrarla yok dedin. Sizi yatakta bastık, ona rağmen almayacağım Elif'i diye bağırdın babasına. Bir hafta önce sırra kadem bastın. Yarın ne yapacağını Allah bilir!"

"Yenge tamam." dedim çaresizce. "Söyleme daha fazla. Ben gerçekten anladım."

"Hiç zannetmiyorum!" diye güldü. "Anladıysan bile eksik anlamışsındır. Ailedekiler bile Elif konusunda güvenmiyor sana çocuğum. Zarife halan ne diye Rumeli'nden görücü bulma lafları ediyor sanıyorsun?"

"Dengesiz bir bunak olduğu için." dedim nazikçe. "Allah aşkına yenge, halamın zırvalıklarını hiçbir şey haklı çıkarmaz. Kadın benim nişanlıma görücü getirmekten bahsediyor ya. Bir de ciddi ciddi söylüyor bunu ama o kadar saçma bir şey ki, istesem de ciddiye alamıyorum."

"Yerinde olsam Zarife halayı biraz ciddiye alırdım." dedi yengem. "Görücü olayını kastetmiyorum, o mevzuyu seni tetiklemek için diline doladığı ortada. Ama durduk yere seni tetiklemeye çalışıyorsa illaki bir amacı vardır ve daha da kötüsü, bu amaç seninle ilgili bile olmayabilir. Kadının aklını okuyamazsın elbette, sadece seni neye teşvik etmeye çalıştığını düşün."

"Akraba cinayetine." diye söylendim. Yengemin yüzündeki ifadeyi görünce iç çekerek ekledim. "Bu uyarılarını yabana atmıyorum elbette. Bundan sonra halama karşı daha dikkatli olurum. Ama sen de o kadının aile içindeki gücünü bu kadar gözünde büyütme yenge. Abim veriyor ona bu gücü. Zarife halanın adını duyunca hazır ola geçiyor olmasa yaşlı falan dinlemeyip kadını çoktan memleketine göndermiştim. Ailenin geri kalanı da bundan çok rahatsız olmazdı."

"Haklısın..." diye mırıldandı düşünceli bir tavırla. "Zarife hala gücünü İzzet'ten alıyor..."

"Sen bunu daha önce fark etmemiş miydin?"

"Yani, abinin halandan bu kadar çekinmesini manasız buluyordum tabi ama... Bu yeni bir şey değil ki. Biz yeni evliyken de abin Zarife haladan çok çekinirdi. Sebebini sordum mu hatırlamıyorum bile... İllaki sormuşumdur da, abini biliyorsun. Çevresindeki insanların neleri bilip bilmemesi gerektiğine karar vermek gibi huyları var."

"Bilmemen gerektiğini düşünüyorsa da çok rahat yalan söyleyebiliyor." diye ekledim. "Yenge yanlış anlama ama sen böyle bir adamla nasıl otuz senedir evli kalabiliyorsun ya?"

"Sınırlarını biliyorum da ondan." dedi keyifli bir tebessümle. "Abin bu hayatta en çok ailesine değer veriyor Alpaslan. Ailesi için canını verir anlamında söylemiyorum, onu çoğu insan yapar. Ama çoğu insan için aile güvenli liman gibidir, orada her şeye rağmen kabul göreceklerini bildikleri için ekstra çaba harcamazlar. Fakat abinin gözünde tüm mafya alemi tarafından takdir edilmek, ailesinin onu takdir etmesinden daha önemsiz. Neredeyse yirmi beş senedir ailenin başında olduğu halde hala ailesi tarafından kabul gördüğünü bilmek onu çok mutlu ediyor."

Birden bütün huzurum kaçtı. Yengem insanları kumaşından tanırdı. Tanıştıktan sonraki ilk beş dakika içerisinde karakterini çözemediği insan görmemiştim. Böylesine gözü açık bir kadının kendi kocasına karşı neredeyse çocuksu bir saflıkla kör oluşu keyfimi kaçırmıştı. Evet, abim hayatta en çok ailesine değer verirdi ama bu durum, ailesini kaybetmemek için yapabileceklerinin sınırı olmadığını gösterirdi. Eğer cidden yengemin iddia ettiği gibi hala ailesinden kabul görmek için çabalıyorsa, bu durum o sınırı çoktan geçtiğini gösterirdi.

"ABİ MÜSAİTSEN GELEBİLİR MİSİN?!"

Dışarıdan yükselen gür sesli nara tüm dikkatimi dağıttı. Refleksif bir hareketle elimi belimdeki silaha götürürken yengemin de korkudan yerinde sıçradığını fark etmiştim. Bir şey dememe fırsat kalmadan mutfak penceresine uzattı başını, öfkeli bir bağırtıyla korumalara seslendi.

"Hanginizdi o böğüren densiz?! Çabuk buraya gelsin!"

Kendimi tutamayıp güldüm. Ufuk insanların yanında ahraz taklidi yaptığı için yengem onun sesini tanıyamamıştı elbette. Şu an yapay zekanın korkudan travmatik sistem hataları verdiğini tahmin edebiliyordum. Muhtemelen salak gibi böğürmesinin sebebi de yanımıza gelmeden benimle iletişim kurmak istemesiydi. Korkularıyla yüzleşme fırsatına mâni olmamak için ses çıkarmadım.

Birkaç dakika sonra süklüm püklüm halde mutfak kapısında belirdiğinde tekrar gülesim geldi. Yengemse şaşırmıştı, diğer korumalar olsa bir güzel paylardı ama bu ite pek fazla kıyamıyordu.

"Aa sen miydin o bağıran?" dedi şaşkınlıkla. Sonra kuşkulu bir tavırla gözlerini kıstı. "O dışarıdakiler kurban seçti seni, değil mi? Zibidilere bak sen! Görüyor musun Alparslan, nasılsa konuşup onları ele vermez diye ağzı var dili yok çocuğu göndermişler."

Böylelikle yengemin çocuksu saflığının sadece abime yönelik olmadığını anladım.

"Yenge bu it bağırdı işte, neyine konduramıyorsun anlamıyorum ki. Ulan sen de söylesene ben bağırdım diye. Suçu dışarıdakilerin üstüne atmaya mı çalışıyorsun?"

Nihayet dili çözüldü.

"Hayır abi, onların suçu yok. Bizzat ben bağırdım."

"İyi bok yedin Ufuk. Umarım tüm ilçeye sesini duyurmanın geçerli bir sebebi vardır."

"Özür dilerim abi, ses tonumu ayarlayamadım o an. Hani sen şey için haber vermemi söylemiştin ya... Kenan abi arayıp haber verdi işte, onu söyleyecektim."

"Ulan bunu ne demeye yanımıza gelip insan gibi söylemiyorsun? Beyinsiz misin oğlum sen?"

"Aa tamam artık Alparslan!" diye lafa atladı yengem. "Bağırmışsa bağırmış, ne var yani? Ona bakarsan abin her gün bir şeylere bağırıyor. Sanki alışık olmadığımız şey..."

"Yenge sen bu iti azarlamak için çağırmadın mı?"

Yengem bana ters bir bakış attı, ardından kısık sesle olduğunu sandığı fısıltısıyla "Ay başlatma şimdi azarına!" diye azarladı beni. "Nereden bileyim ben bağıranın Behram'ın oğlu olduğunu?"

"Babamın kim olduğunu bilmiyor muydunuz?"

Ufuk'un pat diye konuşması beni de şaşırtmıştı. Başımı çevirip yüzüne bakınca epey şaşkın göründüğünü fark ettim.

"Yok çocuğum, biliyorum elbette." diye bocaladı yengem. "Behram kaç senelik aile dostumuz bizim... Ben senin sesini tanımadığım için kimin bağırdığını anlayamadım." 

Ufuk bu cevaba daha da çok şaşırmış gibiydi. O esnada dışarıdan yükselen bir araç sesi dikkatimi dağıttı, bakışlarımı pencereye çevirirken bu şaşkınlığın ardından yüzünde bir anlığına beliren içerlemeyi göremedim.

"Çok haklısınız, tekrar kusuruma bakmayın." dedi nazikçe. "İzninizle ben gideyim."

"Ufuk saçmalama geç otur şöyle." diye söylendim başımla masayı işaret ederek. "Yengem bir sürü şey hazırladı, yemek yedikten sonra birlikte çıkarız."

"Hele şükür ağzından düzgün bir laf çıktı Alparslan," dedi yengem. Sonra Ufuk'a dönüp sevecen bir tavırla gülümsedi. "Çocuğum dikilme öyle kapının ağzında, sofraya geç hadi."

"Gülendam Hanım çok teşekkür ederim ama aç değilim ben. Size afiyet olsun."

"Ufuk otur şu sofraya." dedim kesin bir dille. "Defne'yle yemek yiyin diye gönderdim sizi, paket yaptırıp gelmişsiniz. Zaten birazdan mekâna geçeceğiz. Şimdi aç değilim diyorsun ama adım gibi biliyorum, yola çıktıktan sonra otobanda McDonald's amblemi aramaya başlayacaksın."

"Ay orası da iyice bozdu." diye dertlendi yengem. Ufuk'u kolundan tutup içeri iteledi. Başıyla masayı işaret ederek "Geç bakayım şöyle." diye emir verdi. Yapay zeka çekine çekine sandalyeye otururken kaldığı yerden anlatmaya devam ettiğini duydum. "İzzet abinle gençken çok giderdik oraya. Bizim zamanımızda efsaneydi hamburgerleri. Geçen Defne'yi götürdüğümde inanamadım, sattıkları şeye hamburger demeye bin şahit ister."

"Ufuk'un gurme kaygılar güttüğünü pek sanmıyorum yenge. McDonald's sipariş kuyruğunda beklerken ordu yemekhanesini yad ediyordur muhtemelen."

Yengem ufak bir kahkaha attı. "Ay valla ordu yemekhanesini ben bile özlüyorum bazen. Babamın peşine takılıp az gitmedimdi oralara. En son senin Kuleli'deki yemin töreninde gitmiştim, sonra kısmet olmadı. Benim oğlanlar sağ olsun, üçünü de askeri lise sınavlarına girmeye ikna edemedik."

Ufuk'un gerildiğini fark etmiştim. Yengemin oğullarından hayattalarmış gibi bahsetmesine alışık olmadığı için tepkisi çok normaldi. Çaktırmadan konuyu değiştirmeye çalıştım.

"Yengemin babası emekli albaydı." dedim gülerek. "Hatta davayı kazanınca geri dönmüştü, değil mi yenge?"

Yengem başını sallamakla yetindi. Fakat belli ki yanlış bir konu seçmiştim. Bu kez kendisi değiştirdi konuyu.

"Çocukluğum orada geçtiği için seviyorum o ortamı... Zaten bir tek benim üç hayırsıza sevdiremedik." Çaresiz bir tavırla iç çekerek bize baktı. "Cihan şu an askerde ama ona kalsa bedelli yapacaktı. İkizi de yurtdışında okuyor hala, zaten askerlik yaşı yeni geldi."

Murat ve Cihan'ın askerlik yaşı geçmişti bile. Hayatta olsalar birkaç ay sonra yirmi dört yaşına gireceklerdi.

"Ama o Savaş var ya..." diye söylendi yengem tepsiyi Ufuk'un önüne koyarken. "Adını bile bu niyetle koymuştum, belki ileride orduya girer diye... Eşek sıpasını zorunlu askerliğe bile gönderemedim. Önce okulu bahane edip tecil ettirdi, yetmezmiş gibi yirmi iki yaşında baba oldu. Ayol kendisi çocuk zaten! Şimdi de biliyorsunuz işte, tahliyesini bekliyoruz. O çıkana kadar Umut—"

Umut doğmuş olur diyecekti, fakat diyemedi. Umut dört yaşındaydı zaten, yengem daha geçen gün torununu görmeye gitmişti.

Buna rağmen oğlunun ölümünü nasıl inkâr edebildiğini ben de bilmiyordum. Çünkü Savaş öldüğünde Umut henüz doğmamıştı. Babayla oğulun bu dünyada aynı anda var olduğu tek bir an bile yoktu, hayat çizgileri hiç kesişmemişti.

Ufuk'un aniden ayağa kalkması, yengemi içine düştüğü bocalamadan çekip çıkardı. Şaşkınlıkla arkasını döndüğünde çocuğa bir şey söyleyemedi bile. Bense şaşırmamıştım, yengemin bu haline tepkisiz kalabilmek kolay değildi. Gelini bile Umut'u uzak tutuyordu ondan, torununu görmesine nadiren müsaade ediyordu ve ne yazık ki haklıydı.

Ufuk benden izin istemedi gitmek için. Ben de müdahale etmedim, konuşacak halde olmadığını yüzünden anlamıştım. Önemli bir şeyi unuttuğunu geveleyerek kapıya yöneldi, yengemin şaşkın bakışları arasında çıkıp gitti.

Başımı çevirip masadaki tepsiye baktım. Yemeklere elini bile sürmemişti.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro