Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 29 - Şehriyâr'ın Sevdası

Selamlar,

İyi misiniz?

Umarım iyisinizdir. Bölüm girişinde depremle ilgili bir şeyler yazmam gerektiğini hissediyorum ama elimden gelmiyor. Olayların fazla, çok fazla içindeyim. Bu satırları felaketin yaşandığı bölgedeki evimden yazıyorum. Şehir dışında okuduğum için büyük deprem sırasında burada değildim, depremden birkaç gün sonra eve gelebildim. Ailem iyi, evimiz de şimdilik yerinde çok şükür. Bazı akrabalarımız şu haberlere çıkan 14 katlı binanın enkazında kaldılar, onları depremden birkaç gün sonra defnettik. Her şey çok karışık, olan biteni algılayamıyorum bazen. Depremler devam ediyor, üçüncü deprem daha geçen hafta oldu. Dün, ondan önceki gün ve ondan önceki gün de sarsıldık. Uzmanlar Adana için büyük bir deprem beklediklerini söylüyorlar. Süregelen bir felaketin içindeyiz ve geçen haftaki üçüncü büyük depremde, koltuğun dibinde cenin pozisyonuna geçmiş sarsıntının bitmesi için dua ederken her şey gözümde anlamsızlaştı sanki. Bunu böyle yazınca edebi bir cümle gibi görünüyor ama öyle değil. Ben bunu anlatamam. Aslında dile dökmesi çok kolay, hayatın çok da uzun sürmeyebileceği gerçeğini anlatan bir sürü şarkı, atasözü, deyiş var fakat bunu idrak etmek başka bir olay. Hayatımda bana heyecan veren her şeyin rengi solmuş gibi gelmişti. Şimdi daha iyiyim ama depremler hala devam ediyor, doğru düzgün uyku uyuyamıyorum ve stresten patlamak üzereymiş gibi hissediyorum.

İlla ki atlatırım. İnsanız, çabuk kanıksıyoruz ama şu an ben o aşamada değilim. Her şey çok belirsiz geliyor. Çok da ifade edemiyorum kendimi. Online eğitimle birlikte okul da elimden gitti sanki, kırk üç bin insanın öldüğü ve uzmanların uyarılarına göre binlercemizin daha ölebileceği bir yerde kapana sıkışmış gibi hissediyorum. Daha birçok şey var ama nasıl anlatsam bilemedim. Keşke depremden bu yana yaşadıklarımı yazdığım karakterlerden biri yaşasaydı. Hayali karakterlerin hislerini anlatmak, iç dünyalarını tasvir etmek çok kolay ama kendimi anlatmaya çalışınca çok dilim dönmüyor. Neyse, illa ki atlatırım.

Bu arada kalacak yer vesaire için yardım teklifinde bulunan/bulunacak dostlara şimdiden teşekkür ederim. Ben onlara da içimden geçeni çok anlatamadım gibi geliyor ama ettiğim teşekkürün çok daha fazlasını hissettim. Bunu bilmenizi istiyorum. Muhtemelen bu notu gördükten sonra da yazmayı düşünenler olacaktır, onlara da şimdiden teşekkür ederim. Maalesef bizim buradan ayrılmamız pek olası değil. Annem çalışıyor. Kalifiye personel değil, normal işçi ve haliyle işten ayrılıp başka bir şehirde yeni bir iş bulması çok daha zor. O sebeple buradan gitmeyi kabul etmiyor. Anneannemle ben de onu bırakıp gitmek istemeyiz ve bunun gibi daha birçok teferruat var. Dışı sizi, içi beni. Yine de yardımcı olmak isteyenler varsa, güzel dileklerine ve dualarına talibim. Şu aşamada yapılabilecek başka bir şey yok, gerçekten.

Ha bir de, aşağıdaki bölümü keyif alarak ve keyif aldığınız için suçluluk hissetmeksizin, normal zamanlarda yolladığım bölümleri okur gibi okumanızı istiyorum sizden. Depremzedelerin acısını paylaşmak son derece insani bir erdem ama yaşananlardan ötürü hiçbirimiz suçluluk hissetmemeliyiz. Suçlular belli.

Son olarak bölümün içeriğiyle ilgili bir ön bilgilendirme yapayım. Depremden önce yazmıştım bu bölümü, okur grubunda duyurusunu da yapmıştım ama o gece deprem olunca bölümü yollayamadım haliyle. Geçen hafta üçüncü depremden bir gün önce duvarıma bakarken bir okuruma verdiğim cevabı görmüştüm. Bölümü yarın akşam yollayacağım demişim, saat 03:32'de. O gece arkadaşlarımla konuşurken bundan bahsedip depremde evde olsaydım ve ölseydim son yazdığım şey bu olacakmış, Ederlezi bölümünü asla yayınlayamayacakmışım falan demiştim. Bunu derken bir aydınlanma halinde değildim, ilginç bir anektod şeklinde paylaşmıştım ama ertesi günün akşamında üçüncü deprem olunca bir şeyler dank etti. Bölümü yayınlayamamak gibi bir ihtimalin hala olduğunu fark ettim. O nedenle fırsatım varken yayınlamak istedim.

Evet, durum bu. Bu bölümü depremden önce bitirdiğim için ufak tefek düzenlemeler yaparak yolluyorum ama yazmaya aktif biçimde dönebilmiş değilim. İlla ki dönerim. Bu notu da yayınlar mıyım bilmiyorum. Sizlerden tek ricam cümlelerimi bir yazarın edebi cümleleri gibi görmemeniz. Hayali bir karakterden değil, kendimden bahsetmeye çalıştım ve bunu çok nadir yapıyorum zaten. Şu an bir süreçten geçiyorum, aklım çok karışık ve benim bu karmaşayı paylaşmaya ihtiyacım var. Onca zamandan sonra Twitter hesabımı yeniden açmamın ve bir süredir orayı günlüğe çevirerek kafa ütülememin sebebi de bu.

Bu süreç bitince ve reel hayatımı yeniden inşa ettiğimde Twitter hesabımı kapatıp, paylaşımlarımı olması gerektiği gibi yazarlık ve yazdıklarımla sınırlı hale getireceğim. Fakat şimdilik sadece bir kurgu yazarı olarak değil, Nilüfer olarak da buralardayım.

ps: Sizlerden bir ricam daha var. Söylediğim üzere ben bu bölümü depremden önce tamamlamıştım, sizlerden de bölüm isteği gelince yollayayım dedim ama bundan ötürü diğer yazarlar üzerinde bölüm baskısı oluşturulmamasını rica ediyorum. Yaşadığımız süreç gerçekten çok zordu, deprem sonrası kimsenin oturup da doğru düzgün bir şeyler yazabildiğini sanmıyorum. Elimde hazır bölüm olmasaydı ben de bölümü bu akşam yollayamazdım. Lütfenn birbirimize anlayış gösterelim ve ülke olarak çok hassas bir süreçten geçtiğimiz bugünlerde kalp kırmayalım.

Sevgilerimle,
Nilf Trismegistus

-*-

Bu bölümü naifliğiyle, ince düşünceli oluşuyla ve güzel kalbiyle bana Virginia Wolff'un "Ne hoş bir güzelliği vardır, hafif adımlarla dünyadan gülümseyerek geçenlerin." sözünü anımsatan bir okuruma; sevgili esflaner'e ithaf etmek istiyorum. İyi ki varsın. <3

"Yüzün, benim cennetimdir."

- Binbir Gece Masalları

ALPARSLAN

Aklıma gelen ilk şey kabus görüyor olabileceğiydi. Belki uyanır diye bilinçli olarak gürültülü adımlarla yanına yaklaştım fakat varlığımın farkına bile varmadı. Kısık sesle bir şeyler sayıklarken başını yan çevirip yastığa gömmüştü. Üzerindeki örtüler yarı yarıya sıyrılmış vaziyetteydi, yorganın bir ucu yerlerde geziniyordu.

Bir şeylerin beni dürttüğünü hissettim. Pikeyi ört, siktir git Alparslan. Kendime engel olamayıp ayağımın ucuyla yerde sürünen yorgana bastım. Birkaç saniye sonra Elif tekrar yatakta kıpırdandı ve hareketlerine uyum sağlayamayan yorgan üzerinden sıyrılıp diz kapaklarına kadar sıyrıldı.

Duraksadım. Elif'i fiziksel açıdan çok iyi tanıdığım söylenemezdi. İki kez öpüşmüştük, hepsi bu. Fakat tahrik olmuş bir kadının nasıl görüneceğini iyi bilirdim. Tam olarak böyle görünürdü.

Üzerindeki gömlek karnına kadar sıyrılıp bacaklarını açıkta bırakmıştı. Boynunda ve bağrında yer yer pembeleşen teni gecenin karanlığında dahi seçilebiliyordu. Sivrilmiş göğüs uçları gömleğin ince kumaşında iki çiçek tomurcuğu gibi açmıştı. Sanki aklımdan geçenleri hissetmiş gibi kısık sesle bir şeyler mırıldandı. Ardından dizlerini birbirine sımsıkı bastırıp bacaklarını karnına doğru çekti. Bunu neden yaptığını anlayınca kasıklarımdaki gerginliğin biraz daha arttığını fark ettim. Tam şu anda dizlerini aralayıp elimi yukarı uzatsam bacaklarının arasında hızlanan nabzı parmak uçlarımda hissedeceğimi biliyordum.

Bu bilginin bir önemi olmadığını da... Kız rüya görüyordu, her insanın başına gelebilecek bir şeydi bu. Muhtemelen sabah hatırlamayacaktı bile. Onu uyandırmadan üstünü örtüp odadan çıkmalıydım ama rüyasında ne gördüğünü deliler gibi merak ediyordum. Neydi Elena'yı tahrik eden? Rüyasında ne görüyordu?

Bunu asla öğrenemeyeceğimi bildiğim için oyalanmayı bırakıp elimdeki katlı pikeyi açtım. Üstünü örtmek için ona yaklaştığımda kısık sesli, tahrik edici iç çekişi kulaklarıma çarptı.

"Molim te aginte-ma, Alparslan..."

Ve böylelikle cevabımı almış oldum. Rüyasında beni görüyordu.

Elimde pikeyle kalakalmıştım. İlk gördüğümden günden bu yana deliler gibi sevişmek istediğim hatun yatağımda yarı çıplak uzanmış, uykusunda adımı sayıklayarak tahrik oluyordu. Hayatımda gördüğüm en erotik manzaraydı bu. Ardından gözleri yavaşça aralandı ve gecenin karanlığı tutkuyla yoğunlaşmış maviliklere karıştı. Başını yana çevirip beni gördüğünde şaşırdığını fark ettim. Utanç? Yoktu. Panik? O da yoktu. Sadece kafası karışmış gibiydi. Ve bir şeyleri hatırlamaya çalışıyormuş gibi...

"Alp?" dedi boğuklaşmış sesiyle. "Ne oldu?"

Hay sikeyim. Gördüğü rüyayı hatırlamıyordu.

Gözlerinde sorgulayan bir ifadeyle bana baktığını görünce kendimi hiç olmadığım kadar çaresiz hissettim. Aramızdaki çekimden uzun zamandır haberim vardı, birkaç kez onun benden etkilendiğini de fark etmiştim ama az evvelki manzara... Bunu aklımdan silmem olanaksızdı. Kahretsin, sevişmek istiyordum ben bu hatunla.

Cevap vermediğimi görünce "Ne oldu?" diye tekrar etti. "Neden uyandırdın beni?"

Sakin kalmaya çalışarak elimdeki katlanmış pikeyi açtım. Gördüğü rüyayı hatırlamıyordu. Hatırlasa bile bu benimle sevişmek istediği anlamına gelmezdi. Sorusuna cevap verip kızı yok yere utandırmak istemiyordum. Sonuçta buz gibi bir duş almak, elimle takılmak veya kafama sıkmak gibi seçeneklerim de vardı.

"Sayıklıyordun uykunda."

"Ne sayıklıyordum?"

"Bilmem." dedim yüzüne bakmadan. "Yabancı dildeydi sanırım."

Tanrım, lütfen daha fazla sormasın. İrademin sınırına ulaşmak üzereydim. Oyalanmadan siktiğimin pikesini üzerine örtüp buradan gitmem gerekiyordu. Veya onu öperek yatağa yatırmalıydım. Çırılçıplak soyup kafamı bacaklarının arasına sokmalı, gördüğü rüyanın tüm detaylarını haykırarak anlattırana dek yalamalıydım.

Derin bir nefes alıp elimde pikeyle üzerine eğildim. Eş zamanlı olarak o da harekete geçti, kendi kendine bir şeyler söylenerek elini komodine uzattı. Abajuru yaktığında karanlık kırıldı aniden, odanın loş, insana alev yalımlarını anımsatan sıcak bir ışıkla aydınlandı. Yarı çıplak vücudu bir anda gözlerimin önüne serilince bakışlarımı kaçırmaya fırsat bulamadım.

Teni loş ışığın altında bal rengi yalımlarla çevrelenmişti. Üzerindeki gömlek yukarı sıyrılıp karnının bir kısmını açığa çıkarmıştı. Sivrilmiş göğüs uçlarını ince kumaştan açıkça seçiliyordu. Uykusunda terlemiş olacak ki, vücudu zihnimde erotik çağrışımlara sebep olan nemli bir ışıltıyla kaplanmıştı. Gözlerimi aşağı indirdiğimde çıplak bacaklarının dolgun görüntüsüyle karşılaştım.

Sikeyim... Bir günah kadar güzeldi bu hatun.

Bunun ne kadar objektif bir gözlem olduğunu bilmiyordum, sikimde de değildi. Gerçek şu ki, çiftlikteyken giydiği pespaye kıyafetlerle bile benim radarımdan kaçmayı başaramamıştı. Uzun eteklerden giydiği zaman ayak bileklerinin zarif duruşu dikkatimi çekiyordu. Bazen hırkası omzundan sıyrılıyordu, kolunun omzuyla dirseği arasındaki kısmının pürüzsüz beyazlığa takılıyordu gözüm. Çiftliğe gittiğimiz gün, Elena üzerime kaynar çay dökerken bile boynunun ne kadar zarif göründüğünü düşünmekle meşguldüm. Teniyle bitmeyen bir meselem vardı.

Elimdeki pikeyi istemeye istemeye üzerine örttüm. Hala hiçbir şeyin farkında değildi, belli ki uyku mahmuruydu. Yatakta gerinen bir kedi gibi yan dönerken huysuzlandığını fark ettim. "Örtme, istemiyorum." diye söylendi uykulu bir sesle. Elleriyle pikenin uçlarından tutup üzerinden sıyırdı. "Sıcak bastı zaten..."

Başımın altından yüzüne ufak bir bakış attım.

Ona baktığım anda hata yaptığımı anlamıştım. Yüzü, şehvetin portresi gibiydi. Loş ışık çehresini zarafetle aydınlatıyor, elmacık kemiklerinin gölgesi kendi tenine düşüyordu. Yanakları ve dudakları uykuyla kıpkırmızı kesilmişti, dokunmadığım halde sıcacık olduğunu hissedebiliyordum. Göz göze geldiğimizde göz bebekleri biraz daha içe çekildi. Tutkuyla koyulaşmış maviliklerin şaşkınlıkla irileştiğini gördüm. Bakışları titreşir gibi hızla yüzümde gezinirken birdenbire duraksadı.

Hatırladığını anladım.

Uyku mahmurluğu kaybolup yerini paniğe bıraktı aniden. Geri çekilmemi beklemeden telaşla yatakta doğrulmaya çalıştı. Alnı çeneme çarpınca "Güzelim dur," diyerek omuzlarından tuttum. "Yavaş—"

Başını kaldırdığında aniden yüz yüze geldik. Aramızda birkaç santim ya var ya yoktu. Onu öpmemek için kafamı diğer tarafa çevirdim. Benimle öpüşmemek için kafasını diğer tarafa çevirdi. Dudaklarımız birbirine sürtünürken zamanın giderek yavaşladığını hissettim, ve pes ettim.

Bakışlarımı tekrar yüzüne çevirdiğimde o da hareket etmeyi bıraktı. Nefes alış verişleri hızlanmıştı. Paniklemiş, sarsılmış ve kendine gelmişti. Ömrümde gördüğüm en güzel şeydi.

"Ah, Elena." diyerek iç çektim. "Ben sana dur demiştim."

Bir elimle çenesinden tutup başını hafifçe arkaya eğdim. Dudaklarımı yavaşça dudaklarına bastırırken niyetim ufak, zararsız bir buse bırakmaktı. Bundan önceki iki öpüşmemiz de hararetle başlayıp hararetle bitmişti. Dudaklarının yumuşaklığı, iki kor parçasını andıran sıcaklığı yarı saydam bir his olarak aklımda kalmıştı. Fakat şimdi bir hissin çok daha ötesindeydi, dudaklarımın altında alev almış yandığını hissediyordum. Bir yanım şehvetin sabırsızlığıyla bir an evvel sevişmek, öteki yanım onu yatağa yatırıp yavaş yavaş sevmek istiyordu.

Onun ne istediğini görmek için kendimi yavaşça geri çektim. Karanlıkta birkaç saniye gözlerime baktı. Ardından başını yukarı uzatıp dudaklarını hafifçe dudaklarıma bastırdı. Ufak, zararsız bir buse daha... Elimde olmadan gülümsedim. Elena sevilmek istiyordu.

Benim güzel sevgilim, sevilmek istiyordu.

Bir elimi beline sarıp öteki elimle başının arkasını kavradım. Yakıcı bir istekle dudaklarına gömüldüğümde tatlı bir iç çekişle kendini bıraktı. Dizimi karyolaya dayayıp kollarımın arasında bedenini arkaya doğru eğdim. Başı geriye doğru düştü fakat dirsekleriyle yastıktan destek almaya çalışıyordu. Belindeki elimi kalçalarına sürüklediğimde kollarını yastıktan çekip aniden boynuma doladı.

Beni kendine çektiğinde birlikte yatağa düştük.

Bunu yapacağını tahmin ettiğim için kollarımla yataktan destek almıştım. Aramızdaki mesafeyi korumaya çalışsam da bedeni altımda kıvranan bir ateş parçası gibiydi. Çıplak bacaklarını bacaklarıma sürtüyor, kollarını vücuduma sarıp beni kendine çekmeye çalışıyordu. Başımı aşağı eğip dudaklarımla boynuna doğru ilerlerken "Elena..." diye fısıldadım. "Rüyanı anlat bana."

"Hatırlamıyorum ki..."

"Hatırlıyorsun." dedim. "Duydum sayıklamalarını."

"Hani yabancı dilde sayıklamıştım?"

"Çoğu öyleydi." Başımı boynuna eğip ufak bir öpücük bıraktım. "Hepsi değil."

Kısa bir sessizliğin ardından tırnaklarının tişörtümün üstünden sırtıma geçtiğini hissettim. Buz gibi bir ürperme hissi omurgamdan aşağı akıp gitti. Dudaklarını kulağıma yaklaştırıp heyecandan titreyen sesiyle fısıldadı.

"Başka ne sayıkladım ki?"

Dizimle bacaklarını araladım. "Benim adımı."

Nefesini içine çekti. Dizleri belimin etrafında bükülürken yüzünü boynuma gömdüğünü hissettim. Yanakları alev almış gibiydi, yüzünü göremesem de utandığını biliyordum. Bunu bildiğimi ona asla çaktırmamam gerektiğini de... Çok sık utanan biri değildi ama utandığı zamanlarda bunun fark edilmesi onu daha çok utandırıyordu. Sonra da hırçınlaşıyordu, utancını öfkeyle saklamaya çalışıyordu.

"Anlat şu rüyayı." diye inledim başını iki göğsümün arasına gömerken. "İnan, benim seni gördüğüm rüyalardan daha erotik olamaz."

"Sen de mi rüyanda ikimizi gördün?"

Güldüm. "Defalarca kez."

Başımı kaldırdığımda yüzünde şaşkın bir ifadeyle beni izliyordu. Neyse ki ilk ne zaman gördüğümü falan sormamıştı çünkü bu sorunun cevabı benim için bile utanç vericiydi. Zira tanıştığımız günün gecesinde görmüştüm. Sabaha karşı kan ter içinde uyanıp da rüyayı anımsayınca yaşadığım şok dün gibi aklımdaydı. Şaşırmakta da haklıydım çünkü tanıştığımız gün Elif beni deli etmişti. Arabada sözlü olduğunu öğrenmiştim, çiftlikte üstüme kaynar çay dökmüştü, yetmezmiş gibi akşam yemek masasında da bin tane laf sokmuştu. Öyle ki, uyumak için müştemilata giderken hayali sözlüsüne acımaya başlamıştım. Bir erkek böyle sinir bozucu bir yaratıkla evlenmek için ne gibi bir günah işlemiş olabilir diye düşünerek yatağa girmiş, sonra da bütün geceyi rüyamda o sinir bozucu yaratıkla sevişerek geçirmiştim.

"Seni dinliyorum, göçmen kızı." diyerek onu tekrar konuya çektim. "Bizi nasıl gördün rüyanda?"

Yüzüne baktığımda gözlerinde kararsız bir parıltı yanıp söndü. Başını arkaya attığı için boynuyla köprücük kemikleri arasında yay gibi gerilen iki köprü oluşmuş, ortadaki derin oyukla birlikte zarafet dolu bir görüntü açığa çıkmıştı. Çenesine eğilip minik öpücükler bırakarak zarif çıkıntılara doğru ilerledim. Köprülerden birini dilimle takip ederken boynumdaki elleri sırtıma uzanıp tişörtümü kavradı. Dudaklarını yeniden kulağıma yaklaştırıp usulca yanıtladı sorumu.

"Öpüşürken..."

"Sadece öpüşüyor muyduk?"

"Görüntüler kesik kesikti ama öpüşüyorduk..." Kısa bir duraksamanın ardından sesini alçaltıp bir sır verir gibi fısıldadı. "Ve çıplaktık..."

Daha fazla dayanamadım. Bacaklarını kaldırıp belime sardım, ardından yatakta sırt üstü dönüp onu üzerime aldım. Niyetim kendimi frenleyebilmekti. Kontrolü ona devredersem aramızda harlanan ateş biraz olsun diner sanmıştım. Fakat pek öyle olmadı. Bir anda üste geçince afalladı sanırım, elleri sıkıca omuzlarıma tutundu. Başını yavaşça boynumdan kaldırırken saçları ipekten bir tül gibi döküldü üzerime.

Bu görüntü bana geçmişi, bu yatakta onu düşünerek yalnız uyuduğum geceleri anımsatmıştı. Elimi havaya kaldırıp bağrıma dökülen ipekten tülün arasından geçirdim. Gerçekti... Ve gerçek olmayacak kadar güzeldi. Bin gece süren uzun bir saniye boyunca yüzünün detaylarını izledikten sonra onu kendime çekip yeniden dudaklarına gömüldüm.

Kalçalarını avuçladığımda boğazından boğuk sesli mırıltılar yükseldi. Dilimi ağzının içine soktum, bir yandan da baş parmaklarımı venüs gamzelerinin oylumlarında gezdiriyordum. Çiftlikteki gece buluşmalarımız sırasında sayısız kez aklımdan geçirdiğim şeylerdi bunlar. Şimdi bile geçmişte kendime nasıl hakim olduğumu anlayamıyordum. Vücudunun sıcaklığı, yumuşaklığı, boynuna sinmiş çiçek kokuları, sesindeki melodik tını bile beni kendine çekiyordu.

Karşı konulmaz bir şeyler vardı bu kızda. Üzerime eğildikçe gömleğin altındaki dolgun memelerin baskısını tenimde hissediyordum. Kazara daha aşağı oturmaması için ellerimi kalçalarından ayırmıyordum fakat bu şekilde de avuçlarımdaki dolgunluk aklımı başımdan alıyordu. Kontrolü kaybetmek üzere olduğumu anlayınca dudaklarımı kulağına yaslayıp çaresizce mırıldandım.

"Yavrum beni durdurman gerek..."

Yüzünü yan çevirip yanağını sakallarıma sürttü. "Niyeymiş o?"

Tanrım... Bildiğin arsızdı bu hatun. Bugüne dek aramızda hep keskin bir sınır olduğu için bu hallerine alışık değildim. Açığa çıkardıkça aklımı başımdan alıyordu.

"Çünkü seni çırılçıplak soyup izlemeyi planlıyorum," dedim dürüstçe. "Memelerini ağzıma almayı... Kafamı bacaklarının arasına sokup sırılsıklam olduğunu hissedene dek yalamayı... Dilimi içine—"

Geri çekildiğini hissedince onu durdurmadım. Haddinden fazla dürüst davrandığımı biliyordum, bu gece sevişemeyeceğimizi de... Fakat yüzüne baktığımda utanmış ya da kaçmak ister gibi görünmediğini fark ettim. Nefes alış verişleri hızlanmıştı, alev almış bir şeyler vardı bakışlarında. Hiçbir şey söylemeden tişörtümü kavrayıp yukarı sıyırdı. Sonra aniden başımdan çekip çıkararak yere fırlattı.

Hay sikeyim.

Göz göze geldiğimizde yaptığı şeye şaşırmış görünüyordu. Öpüşmekten şişmiş dudaklarıyla şaşkınlıkla irileşmiş gözlerinin yarattığı tezat beni büsbütün tahrik etti. Bir şey yapmasına fırsat vermeden onu sırt üstü devirip yeniden altıma aldım. Bir elimle gömleğinin üstten iki düğmesini açarken öteki elimi kalçasında gezdiriyordum. Onun dudakları ise boynumdaydı, kesik kesik nefes alışlarını duydukça kanım kaynıyordu sanki.

Gömleğinin diğer düğmelerini açacak sabrım kalmamıştı. Yakalardan tutup kumaşı sertçe aşağı çektiğimde üstteki düğme söküldü yerinden. Kumaşı omuzlarına doğru sıyırınca memelerinin dolgun görüntüsü yarı yarıya açığa çıktı. Soluk soluğa kalmış güzelliğini, göğsünün hararetle inip kalkışını, boynuyla köprücük kemikleri arasında yay gibi V şeklindeki çıkıntıyı izledim birkaç saniye. Boynundan başlayarak dudaklarımı aşağıdaki dolgunluğa sürüklerken "Draga mea..." diyerek inledi. "Vreau să mă iubesti..."

"Benden bir şey istiyorsan bunu Türkçe söylemen gerek, güzelim."

Başını arkaya atarken mırıldandı. "Ben... Ben durmamanı istiyorum..."

Buna niyetim yoktu zaten. Henüz değil. Başımı yukarı uzatıp burnunun ucuna minik bir öpücük bıraktım. Gömleğin yakasındaki elimi aşağı kaydırarak göğsünün ucuna dokunduğumda avuç içlerini çıplak sırtıma bastırdı. Baş parmağımla sivrilmiş ucu iteledim yavaşça, ardından başımı aşağı eğip göğsünü gömleğin kumaşıyla birlikte dudaklarımın arasına aldım. Dilimin ıslaklığı tenine temas ettiğinde sırtı yatakta yay gibi gerildi.

"Alparslan, nu te opri!"

"Türkçe." diyerek ufak bir şaplak vurdum kalçasına. "Türkçe konuş benimle."

Belli belirsiz bir baş hareketiyle onayladı beni. Bir elimle gömleğin üçüncü düğmesini açarken öteki elimi kumaşın altına uzatıp çıplak göğsünü avuçladım. Tanrım... Memesi avucumdan taşıyordu. Sivrilmiş göğüs ucunu parmaklarımın arasına kıstırıp ufak bir çimdik attım. Tırnaklarını sırtıma geçirirken dudaklarından boğuk bir ses koptu.

"Doamne, asta e grozav!"

Başımı kaldırıp şaşkınlıkla yüzüne baktım. Bugüne dek sayısız kez uyurken Romence, Makedonca ya da Boşnakça bir şeyler sayıklamasına şahit olmuştum. Sadece bilinçsiz haldeyken değil, heyecandan, öfkeden veya panikten aklı başından gittiği zamanlarda da yarı Türkçe, yarı yabancı dilde konuşuyordu. Bunları zaten biliyordum. Fakat aynı şeyi sevişirken de yapacağı hiç aklıma gelmemişti. Şimdiyse kendinden geçmiş halde bana yabancı dilde bir şeyler söylüyordu ve muhtemelen bu kıza dair en tahrik edici keşiflerimden biri buydu.

Düğmeleri karnına kadar açılmış gömleği yakalarından tutarak iki yana çektim yavaşça. Geri çekilip ona baktığımda güzelliği tokat gibi yüzüme çarptı. Saçları altından bir şelale gibi yastığa dağılmıştı. Çehresi cezbedici bir kızarıklıkla gecemi aydınlatıyordu. Ve elbette göğüsleri... Gömleğin iki yana sıyrılmış kumaşının arasında şehvetle dikleşmiş görüntüsü karşısında afallamıştım. Tanıştığımız günden bu yana hep dikkatimi çekiyordu ama bir çift memenin bu kadar seksi olabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi. İç çekerek mırıldandım.

"Kaç günahımın bedelisin, göçmen kızı?"

Cevap vermedi fakat sırtımı okşayan parmaklarıyla konuşuyordu zaten. Elimi dolgun beyazlığa uzatıp alt kısmından kavrayarak avucuma aldım. Baş parmağımla ortasındaki yayvan pembeliği okşadığımda vücudu hemen tepki verdi. Göğsünün ucu dokunuşumla büzüşerek bir tomurcuğa dönüşürken başımın altından ufak bir bakış attım yüzüne.

Göz göze geldiğimizde çehresini saran kızarıklığın arttığını gördüm. Fakat bakışlarını kaçırmadı. Bu hali beni daha çok tahrik etmişti. Gözlerine bakmaya devam ederek başımı göğsüne eğip sivrilmiş ucu dudaklarımın arasına aldım. Dilimin ıslaklığı tenine temas edince inleyerek yastığa gömdü başını. Yabancı dilde bir şeyler söylerken tırnakları sırtımı çiziyor, belime sardığı bacaklarıyla beni kendine çekmeye çalışıyordu. Sivrilmiş ucu hafifçe ısırdığımda parmaklarının saçlarıma asıldığını hissettim.

"Mă omori, Alparslan... Asta e atăt de plăcut!"

Ne söylediğini bilmiyordum ama tahrik olduğunu anlamam için buna gerek yoktu zaten. Yüzüm memelerinin dolgunluğuna gömülmüş haldeydi, kalbinin deliler gibi hızlanmış ritmini dudaklarımın üzerinde hissediyordum. Aramızdaki ten uyumunun korkunç şiddeti beni bile şaşkına çevirmişti. Üstelik bütünüyle uyarılmış vaziyetteydim. Tenime sürtünüp duran bacakları yüzünden bir kaza yaşamamak için vücudumun belden aşağısını karyolaya bastırmıştım fakat arzuladığım yere ulaşmak için biraz yukarı kaymam yeterliydi. Sikeyim. İç çamaşırını sıyırıp tek seferde içine girmek istiyordum.

Başımı göğsünden kaldırıp yüzüne baktığımda duraksadım. İpekten bir tül gibi yastığa dağılan saçlarıyla bir hayali andırıyordu. Birden, bu yatakta onu düşünerek yalnız uyuduğum geceleri anımsadım ve bu ilk değildi. Bu eve adımını attığı andan itibaren sayısız kez geçmişi hatırlamıştım. Onu Mersin'de bırakıp İstanbul'a döndükten sonra bu evi hayaliyle paylaştığımı bilmiyordu.

Salondaki koltuklarda otururken yanımda oturduğunu, kucağıma yatıp pencereden görünen manzarayı izlediğini hayal etmiştim. Üçlü koltukta kitap okurken uyuyakaldığını, kitaplığımın hayatım kadar boş raflarını kendi kitaplarıyla doldurduğunu, mutfakta yemek yaptığımda yanımda durup heyecanlı heyecanlı bana bir şeyler anlattığını, geceleri bu yatakta, kollarımın arasında çırılçıplak uyuduğunu, bir kez olsun örgüsünden çıkarmadığı saçlarının bağrıma döküldüğünü hayal etmiştim. Ve her seferinde kurduğum hayallerin imkansızlığıyla yüzleşip acıdan gebermiştim.

Bu akşam tüm hayallerimi gerçekleştirmişti. Farkında bile değildi. Salondaki koltukta uyurken, banyodan bana seslenirken, evin içinde gezinirken sadece varlığıyla yapıyordu bunu. Var olduğu her an, göğsümde bir balkan ağıdı gibi büyüyordu.

"Elif'im..." dedim saçlarını öperken. "Elena... Benim güzel sarışınım."

"Când suntem singuri—" diye başladı söze. Sonra inanılmaz tatlı bir hareketle hafifçe burnunu kırıştırdı, sözlerine Türkçe devam etti. "İkimiz yalnızken Elif demezdin..."

Parmaklarımı saç telleriyle donattım. "Ve?"

"Bilmem..." diye kekeledi. "Elif ismini sevmediğini sanıyordum."

Seviyordum. Onun adının Elif olduğunu duyduğumda ezelden beri bu ismi sevdiğimi fark etmiştim. Fonetik açıdan hem melodik bir zarafeti, hem de bıraksan havalanıp uçacakmış gibi hafif bir tınısı vardı. Elif'im derken tamamlanmış gibi hissediyordum.

Elena'nın ise bir iyelik ekine ihtiyacı yoktu. Yalın haliyle de bana aitti.

"Elif'i seviyorum." diyerek başımı göğsüne eğdim. "Elena'yı da seviyorum."

Bedeni kollarımın arasında hafifçe kasıldı fakat şehvetten olmadığını anlamıştım. Dudaklarım bağrında gezinirken saçlarıma karışan elleri yeniden sırtıma uzandı. Bir anlığına, iç içe geçmek ister gibi sımsıkı sarıldı bana. Çenesini öne eğip yüzünü saçlarıma sürttüğünü, ardından ufak bir iç çekişle başını tekrar yastığa bıraktığını hissettim.

"Evet, güzel isimler." diye fısıldadı karanlığın içinde. "Ben de seviyorum."

Bu saçma düzeltmeye ses çıkarmayıp bağrından aşağı inmeye devam edebilirdim. Tanrı biliyor ya, romantizm kasacak halde değildim şu an. Göğüslerinin ateş gibi sıcaklığını dilimin etrafında hissetmek istiyordum. Bacaklarını aralayıp ıslaklığına dokunmak, tadına bakmak ve zonklayan penisimi tamamen sarmalayana dek içine gömülmek istiyordum.

Fakat kalbi sol avucumun içindeydi. Onu sevdiğimi söylediğimde hızlanan nabzını hissetmiştim. Hızlanan bir kalp neyi gösterirdi ki? Niyet okumayı, işaretleri yorumlamayı, dile dökülmemiş şeylerden anlam çıkarmayı sevmezdim ben. İnsanı çoğu zaman yanıltırdı. Yaptığım düzeltmenin sebebi onun bunu duymak istediğini düşünmem değildi. Konuşmak isteyen bendim.

"Kastettiğim şeyler isimler değildi." dedim boynunun narin oyuntusuna ufak bir öpücük kondururken. "Ben, senleri kastediyordum."

Sesi hafifçe titredi. "Benleri mi?"

Başımı kaldırıp ona baktığımda zamanı üçüncü kez çehresinde yitirdim. İlki, güneşli bir öğlen günüydü. İkincisinde saat gecenin üçüydü. Şimdiyse akreple yelkovanın yerini bile merak etmiyordum. İhtiyacım yoktu. Yitirdiğim her şeyi, yitirdiğimi bile bilmediklerimi, kucağında kuzusuyla yoluma çıkan bir göçmen kızının yüzünde bulmuştum.

Gözlerinin uçsuz bucaksız mavilikleri hava harp akademisinde bıraktığım gökyüzü sevdamı saklıyordu. Gülüşünün bir köşesinde Balkanlar'da yitip giden çocukluğum uyuyordu. Elena benim göç yolumdu, uykularım ve uykusuzluğum, yaşamaya dair belki de son umudumdu. Sonu felaket olsa bile, bilmediğim tüm dillerde ve inanmadığım bütün dinlerde bu güzeli sevmek istiyordum.

"Elena'yı ve Elif'i." diyerek iç çektim. "Ben ömrümde iki kadın sevdim. İkisi de sensin."

ELENA

Seni seviyorum cümlesi, yalnızca romanlarda tek başına bir anlam taşır.

Gerçek hayatta bir hatırlatmadır bu cümle, malumun ilanıdır, dile gelmeden evvel pek çok kez haberi yollanmış bir açığa vurmadır. Gerçek hayatta aşk itiraflarının ardılı vardır ve dile getirilmemiş hisler, evvela bakışlarda yaşanır. Aşkı romanlardan bilen her insan gibi ben de kaçamak bakışları aşk alameti sanıyordum. Değilmiş. Aşkın alameti birbirine çarpınca kilitlenip kalan bakışlarmış meğer. Bir adamın gözlerini size dikip uzun uzun bakması, bakışlarıyla göz bebeklerinizin ötesine geçip ruhunuza dokunması, kalabalıkların içinde yalnızca ikinizin duyabileceği mahrem bir seviyi anlatmasıymış.

"Ben ömrümde iki kadın sevdim." dedi usulca. "İkisi de sensin."

Alparslan'ın söylediklerini duyunca kalbim şiddetli bir çatırtıyla ikiye ayrıldı. Bunlar benim ondan duymak istediğim sözlerdi. Denizde öpüştükten sonra, birlikte sahilde yürürken bana beni sevdiğini söylemesini istemiştim. İstanbul'a çekip gittiğinde, bir ay boyunca her gün babamdan dayak yerken onun dönüşünü beklemiştim. Onun beni sevmesini beklerken üç kez can vermiştim.

Sonra azar azar değişmişti bir şeyler. Mehtap'la evlenmek için döndüğünü söylediğinde, yatakta basıldıktan sonra babama beni almayacağını haykırdığında, birkaç saat evvel onun hala benimle evlenmemek için bir çare aradığını anladığımda gerçeği kabullenmiştim. Sevileceğime olan inancımdan vazgeçmiş, beklentileri kafesten çıkarıp bir göçmen kuş sürüsü gibi kanatlanıp gitmelerine izin vermiştim.

Yine de kayıtsız kalamadım. Bunca zamandır beklediğim sözleri bir şehvet yangınında duymak nedense canımı acıtmıştı. Dudakları tenimi zevkle titretirken "Alp yapma..." diye mırıldanan sesimi işittim. "Böyle şeyler söylemene gerek yok..."

Duraksadı. Başını yukarı çevirip yüzüme baktığını hissettim. "Anlamadım güzelim."

"Sevişiyoruz zaten..." diye geveledim. "Yani, henüz sevişmedik ama belli ki sevişeceğiz. Aşk sözleri fısıldamana gerek yok ki."

Sessizce bana bakmaya devam ettiğini hissedince gözlerimi yumdum. Söylediğim şeyler düşünürken mantıklı gelse de sesli olarak dile getirince kendimi aptal gibi hissetmeme sebep olmuştu. Üstelik onu da zor durumda bırakmıştım. Ne demesini bekliyordum ki? Elbette samimi olmadığını söyleyemezdi. Yaptığım patavatsızlığı düzeltmenin yollarını ararken parmaklarının yüzüme sürtündüğünü hissettim.

"Bunları sana sevişmek için söylediğimi mi düşünüyorsun?"

"Hayır hayır, öyle değil." dedim dudağımı ısırarak. "Şehvet etkisiyle demeye çalışıyorum... Ne demek istediğimi anladın işte."

"Hayır, anlamadım." dedi yanağımı okşarken. "Anlat bana."

Gözlerimi aralayıp yüzüne baktığımda kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Kısa saçları birbirine karışıp dağınık bir görüntü katmıştı çehresine. Dudakları öpüşmekten kızarıp şişmişti. Çıplak gövdesi loş ışığın altında bronz bir ışıltıyla aydınlanmış, duruşundan ötürü köprücük kemikleri daha da belirgin bir hal almıştı. Sessiz kaldığımı görünce hafifçe yan döndü yatakta. Dirseğini yastığa dayayıp başını eline yaslayarak beni izlemeye başladı.

Vücudu hala yarı yarıya üzerimdeydi. Bacaklarından biri dizlerimi birleştirmemi önlemek ister gibi bacaklarımın arasına konumlanmıştı. Öteki eliyle göğsümü kavramış, baş parmağıyla göğüs ucuma daireler çiziyordu. Yüzündeyse tüm bunlardan bağımsız, bütünüyle söyleyeceklerime odaklanmış bir merak ifadesi vardı. Sol baldırıma çarpan sertliğini hissetmesem sevişmekten çok muhabbet havasında olduğunu düşünürdüm. Nedense bu haliyle çok daha çekici geldi.

"Yani, atmosferden ötürü işte..." diye geveledim. "İnsanlar sevişirken birbirlerine aşık olmasalar bile aşk sözcükleri fısıldarlar."

"Hmm... Neden?"

Gözlerimi kısarak yüzünü süzdüm. "Şu an benimle dalga mı geçiyorsun?"

"Hayır, cevabını merak ediyorum." dedi ciddiyetle. Birkaç saniye sessizce bakıştık. Konuşmayacağımı anlayınca bacaklarımın arasındaki dizini hafifçe yukarı kırdı. Baskısını vücudumun en hassas noktasında hissedince iç çekişe benzer bir ah sesi koptu dudaklarımdan. Sanki beni tahrik eden o değilmiş gibi ciddiyetle talebini yineledi. "Cevap ver soruma."

"Tahrik etmek için elbette." dedim pes ederek. "Ya da partnerini rahatlatmak için... O yüzden sevişirken aşk sözcükleri fısıldanır. Bunu bilmiyor olamazsın."

"Aşk sözcükleri derken birine ilanı aşk etmekten bahsediyorsan bunu ilk kez senden duyuyorum."

"Başka ne olabilir ki?"

"Dirty talking?"

Ters bir bakış attım yüzüne. "Dirty talking'in ne olduğunu elbette biliyorum."

"Ama aşk sözcükleriyle dirty talking'in aynı şey olduğunu anlamıyorsun." dedi yeniden üzerime eğilirken. Sıcak nefesi boynuma çarptığında iç çektim. "Aşırı edepli bir çeviri sadece, kastedilen şey aynı." diye mırıldanarak ufak bir öpücük bıraktı tenime. Dizinin baskısı biraz daha arttı, bacaklarımı kapatmayı başaramayınca arada duran bacağına sardım. Dudaklarını kulağıma sürüklerken "Tahrik olmanı isteseydim sana başka şeyler fısıldardım." diye devam etti. Sonra, fısıldadı.

Şaşkınlıkla nefesimi tuttum. "Hayvan!"

"Islandığını inkâr et." demekle yetindi. "Ben de ellerimle kontrol edeyim."

Yaz domatesine dönmüş suratımı görmesin diye başımı omzuna yasladım. Haklıydı, söylediği şey beni deliler gibi tahrik etmişti. Ellerimi kürek kemiklerinin üzerinde gezdirirken onun da tahrik olduğunun farkındaydım. Bedeni kaskatı kesilmişti, karnındaki kasların göbeğimin üstünde seğirdiğini hissedebiliyordum. Yine de kendini tutmaya devam ediyordu. Neydi sebebi? Düğünden sonra beni yurtdışına gönderecek olması mı? Alparslan'ın özünde iyi bir insan olduğunu en başından beri biliyordum. Bana değer verdiğini de. Benimle yattıktan sonra yurtdışına yollamak muhtemelen vicdani açıdan rahatsız ederdi onu. Fakat ben de bir iyilik meleği değildim. Bugüne dek benden esirgediği sözleri şimdi içini rahatlamak için söylemesine müsaade edemezdim.

"Alparslan..." dedim yüzümü boynuna gömüp. "Ne istiyorsun benden?"

Dudaklarımı köprücük kemiklerinin ortasındaki oyuğa yasladığımda ruh halimi anladı sanırım. Bacaklarımın arasındaki bacağını üstümden çekip göğsümdeki elini saçlarıma uzattı. Parmakları saç tellerimin arasına karışırken dudaklarını alnıma yasladığını hissettim.

"Bana inanmanı istiyorum." dedi usulca. "Seni sev—"

"Allah aşkına yapma." diyerek susturdum onu. "Söyleyip durma şunu."

"Neden ama?" dedi omuzlarımdan tutup beni geri çekerek. "Yüzüme bak, Elena. Neden seni sevdiğimi duymak istemiyorsun?"

"Çünkü gerek yok!" dedim dişlerimi sıkarak. "Sevişmekse sevişelim. Sabah çekip gitmekse niyetin, ben artık onu da dert edecek değilim. Ama onca şeyden sonra, sırf benimle yattıktan sonra yurtdışına yollamak vicdanına dokunacak diye ilanı aşk edemezsin. Senin sikik sevgine ihtiyacım yok benim!"

Bakışlarında bir şeyler kırıldı. Ya da nihayet bir şeylerin farkına vardı.

Ağzımdan neler kaçırdığımı idrak edince duramadım. Onu iteleyip mesafe koydum aramıza, bir yandan da sarsak hareketlerle üzerimdeki gömleğin düğmelerini iliklemeye çalışıyordum. Uzaklaşmam gerekiyordu, dilimin bağı çözülmek üzereydi. Birkaç saat önce beni yurtdışına göndereceğini söylememiş olsa çoktan koyvermiştim kendimi.

"B-ben gitsem iyi olacak..." gibisinden bir şeyler geveleyerek yataktan kalktım. Kapıda bir yığın koruma vardı, içlerinden biri beni götürürdü herhalde. Ayaklarım dolanarak kapıya yürürken engel olmaya çalışmadı. Kapıyı açıp çıktım odadan, ara holdeki aydınlık loş ışığa alışmış gözlerimi bir anlığına kör etti. Yalpalayan adımlarla yönümü bulmaya çalışırken ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim.

"Nereye gidecekmişsin sen?"

Kendimi birden kucağında bulunca büsbütün afalladım. Ne ara gelmişti peşimden? Yataktan kalktığını bile duymamıştım. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken önce içeri dönecek gibi oldu, sonra vazgeçti nedense. Kucağında benimle birlikte salona doğru ilerledi. İçeri girince etrafımı saran karanlık, ara holdeki ışıklardan kör olmuş gözlerim rahatlatır gibi olmuştu. Onu iteleyerek sıyrılıp indim kucağından. Geri geri gidip aramıza mesafe koyduğumda engel olmaya çalışmadı ama çıkışa giden yönde durarak önüme set çektiğini de fark etmiştim.

"Alparslan ne yapıyorsun?"

"Asıl sen ne yapmaya çalışıyorsun?"

"Yalıya gideceğim!" diye çıkıştım. "Bin tane koruma var kapıda, biri götürür herhalde."

"Hiçbir yere gitmiyorsun." diye kestirip attı. "Geç otur şuraya. Konuşacağız."

Bir şey dememe fırsat vermeden kolumdan tutup koltuğa oturttu beni. Sonra yanıma oturmaya yeltendi ama bakışları bana takılınca vazgeçti. Ayağa kalkıp sırtını dönerek volta atmaya başladığını görünce sinirlendim. Şimdi iki kat daha fazla gidesim vardı. Zihnimde bir iç savaş yaşanıyordu, yalnız kalıp ruhumdaki hengameyi dindirmem gerekiyordu. Seni hiçbir yere göndermem derken beni evine hapsetmekten bahsetmediğini biliyordum ama yine de içimden karşı koymak geliyordu. Çiftlikteki baskıyla böyle başa çıkmıştım ben. Onlar namusumu sorguladıkça, beni sindirmeye çalıştıkça, utangaç, erkeklerden korkan, başını yerden kaldırmayan biri olmam için zorladıkça kendime asla utangaç biri olmamayı, erkeklere boyun eğmemeyi, korkudan ölsem bile baskı karşısında geri adım atmamayı telkin etmiştim. Şüphesiz, bunlar doğru telkinlerdi fakat neticede telkindi. İçselleştirilmiş bir bakış açısı yoktu arkasında, bir karşı tepkiden doğuyordu ve haliyle bir kapatma tuşu yoktu. Babamdan duyunca prefer să mor diyeceğim sözleri sevdiğim adam söyledi diye, ardındaki niyetin farklı olduğunu bilsem bile, gizli bir memnuniyetle sineye çekemiyordum.

"Ne konuşacağız Allah aşkına?"

"Neden böyle davrandığını anlatacaksın bana. Neden seni sevd—"

"Alparslan yeter artık!" diye patladım. "Duymak istemiyorum böyle şeyler diyorum, nesini anlamıyorsun? Hatta burada kalmak da istemiyorum ben. Bırak işte gideyim yalıya!"

"Bu halde ne yalısı Elif?!"

Beni işaret ettiğini görünce başımı eğip kendime bir göz attım. Bu halde gidemezdim, orası kesin. Üstümde onun gömleği vardı. Odadan çıkmaya çalışırken yalnızca göğüs kısmındaki iki üç düğmeyi yanlış sırayla ilikleyebilmiştim. Üstelik ara holden yansıyan ışıkta gömleğin ince kumaşı pek de opak durmuyordu. Kollarımı göğsümde kavuşturup bakışlarımla etrafı taradım kısaca.

"Kıyafetlerimi nereye koydun?"

"Ne yapacaksın kıyafetlerini?"

"Elbisem kurumuştur çoktan, onu giyip öyle gideceğim."

Bir an sabrı taşmak üzereymiş gibi göründü, fakat kendini kontrol etmeyi başardı. Derin bir nefes alırken sıkılı dişlerinin arasından konuştuğunu duydum.

"Yok kıyafet mıyafet. Bu gece hiçbir yere gitmeyeceksin."

Hışımla ayağa kalktım. "Sana mı soracağım—"

"OTUR OTURDUĞUN YERE!" diye bağırdı birden. Düşünmeksizin oturdum. Bunu görünce yüzündeki ürkütücü ifadenin yerini önce şaşkınlık aldı, sonra bir şeyler kırıldı bakışlarında. Dudaklarını birbirine bastırırken alnının pişmanlıkla kırıştığını fark ettim. Kısa bir bocalamanın ardından bana sırtını döndü, sakinleşmeye çalışır gibi elleriyle yüzünü ovaladı.

Tırnaklarım koltuğun minderlerine saplanırken bakışlarımı halıya diktim. Yalıya gitmek için ısrar edebilirdim, hiç değilse odaya dönebilirdim ama ayağa kalkacak gücü kendimde bulamıyordum. Kafam allak bullaktı, yatakta ona gösterdiğim tepkiye pişman olmuştum bile. Belli ki bir şeyleri doğru yapmak istemişti, veya belki de şehvetten ibaret bir sevişmenin benim için kırıcı olacağını düşünmüştü. Haksız sayılmazdı. Birkaç saat önce beni yurtdışına göndereceğini öğrenmiştim, ona bu kadar kırgınken sevişseydik sabah kendimi kötü hissederdim. Fakat bugüne dek benden esirgediği sözleri sevişirken duymak daha kötü hissettirmişti. Uçsuz bucaksız bir okyanusun ortasında kaybolmuş gibi hissediyordum.

Sessizlikle geçen birkaç saniyenin ardından göz ucuyla onun yeniden bana döndüğünü fark ettim. "Özür dilerim, bağırmak istememiştim." dedi yumuşak bir sesle. Bakışlarımı halıdan ayırmadığımı görünce iç çekti. "Boynun bağrın kıpkırmızı hala Elif. Tamam, istemiyorsan bu gece bir şey konuşmayız ama yalıya gitmeyi çıkar aklından. Seni bu halde hiçbir yere göndermem."

Düğünden sonra gönderecekti ama. Bir de tutmuş beni sevdiğini söylüyordu. Böyle bir şey miydi Alparslan'ın sevgisi? Kendi içinde yaşayabildiği, sevdiğinden kopuk bir his kümesi miydi? Benim sevgim öyle değildi. Ben onun yüzünü bir gün görmesem kendimi pencere pervazlarında buluyordum. Yokluğunda bir yanım oyuluyordu, o oyuktan içeri buz gibi havalar doluyordu sanki. Ben ömrümün kalanını onun kollarının arasında geçirmek istiyordum, o beni kilometrelerce öteye göndermeklerin derdine düşüyordu.

"Tamam, bu gece burada kalacağım." dedim uzatmadan. "Ama şu konuda bir anlaşalım. Sen beni gitmekten alıkoyamazsın, Alparslan. Bağırıp çağırarak en fazla koltuğa oturtursun. Gitmek istersem arkanı döndüğün an yok olurum, ruhun duymaz."

Odanın içinde volta atan adımları sekteye uğradı. Yeniden bana döndüğünde yüzü şaşkınlık ve hayal kırıklığı karışımı bir ifadeyle gölgelenmişti. Ağır adımlarla yanıma yürürken "Gerçekten mi Elif?" dedi inanamaz bir tavırla. "Ben sana az önce seni sevdiğimi söyledim. Verdiğin tepki bu mu?"

"Ne?"

"Ben kızacağım, sen bana haddimi bildireceksin, sonra ben sana daha çok kızacağım, derken araya başka bir olay girecek ve konu kapanacak. Bunu mu istiyorsun?" Öfkeli bir gülüşle başını iki yana salladı. "Üzgünüm ama bu kez olmaz. Hiç değilse bana neden inanmadığını açıklamak zorundasın."

Gülmemek için kendimi zor tuttum. Alparslan'ın evrenin onun hislerine ve seçimlerine göre anbean yıkılıp yeniden kurulduğuna inanan bir yönü vardı. Ona göre benim yaşamam onun beni hayatına almamasına bağlıydı mesela. Beni sevdiğini söylemesi aramızdaki her şeyi tepeden tırnağa değiştirmeliydi. Bugüne dek sayısız kez beni istemediğini belirtmesinin ve düğünden sonra yurtdışına göndermeye karar vermesinin bir önemi olmamalıydı. Geçmişte yaşanan her şeyi ve gelecekte beni hayatında istemediği gerçeğini bir kenara bırakıp onun beni sevdiğine inanmalıydım.

"Senin sevgi dediğin şey koşulları kabullenmek sadece." dedim yüzüne bakmadan. "Benden kaçmak için her yolu denedin ama başaramadın, ne yaparsan yap hayatından çıkaramadın. E düşmanın da değilim, bana değer veriyorsun, fiziksel olarak ilgi duyuyorsun. Artık abilik taslayamayacağına göre düğüne kadar sevgili olmak istemen çok normal değil mi? Nasılsa sonra ikimiz de kendi yolumuza gideceğiz, beni bir daha görmeyeceksin bile."

"Ne demek seni bir daha görmeyeceğim?"

Şaşkınlıkla yüzüne baktım. "Alparslan sen benimle kafa mı buluyorsun? Düğünden sonra beni yurtdışına göndereceğini söylemedin mi?"

"Ve sen de bir daha görüşmeyeceğimizi mi düşündün?" diyerek yanıma oturdu. Dizlerimin üzerinde yumruk yaptığım ellerimi avuçlarına alıp sarmaladı. "Yüzüme bak." Kirpiklerimin arasından ufak bir bakış attım ona. "Seni yurtdışına temelli göndermeyeceğim Elif. Düğünden sonra geçici bir süreliğine ayrı kalacağız. Sonra ben de senin yanına geleceğim zaten."

Bu beklenmedikti. Kafasının içinde farklı bir şeyler döndüğünü anlayınca tüm dikkatimi ona odakladım.

"Nasıl yani? Babanın mirasını üstlenmeyecek misin?"

"Üstleneceğim ama sonsuza dek değil." diyerek hevesimi kursağımda bıraktı. "Sana söylemiştim, istihbarat Balkanlardaki silah ticaretinin Bayraktar'ın eline geçmesini istemiyor. Babana güvenmedikleri için dümeni onun elinden almamı istiyorlar. Ben de bunu yapacağım. Babanı, dolayısıyla Bayraktar'ı saf dışı bırakıp silah ticaretinin kontrolünü istihbaratın seçeceği bir maşaya devredeceğim. Sonra da yeraltı dünyasıyla bir alakam kalmayacak."

Ufak bir kahkaha attım. "Sen bu söylediklerini yapabileceğine inanıyor musun?"

Çenesi kasıldı. "Zor olacağının ben de farkındayım."

"Zor değil ki bu, imkansız! Mafya babası olmaktan bahsediyorsun Alparslan. Part time iş değil bu, canın isteyince bırakamazsın!"

"Biliyorum!" diye isyan etti. "Ama başka şansım yok Elif. Denemek zorundayım."

Tüm hevesim sönüp gitti. Benim yanıma öyle hemen gelmekten bahsetmiyordu Alparslan, seneler sürecek bir süreçten bahsediyordu. Üstelik bu sürecin bitmesinin de bir hayalden öte olmadığını biliyordum. O da biliyordu. Yine de her şeyi ardında bırakıp benimle birlikte gelmek yerine burada kalıp kendi yolunu çizecekti. Acı bir tebessüm belirdi yüzümde.

"İyi, dene öyleyse." dedim. "Yalnız şunu da kafana sok, benim buraya dönmeye niyetim yok. Benim seni beklemeye de niyetim yok. Madem ki düğünden sonra beni göndereceksin, o zaman kendi yoluma gitmeme izin vereceksin."

"Bu ne demek şimdi?"

"Uzak mesafe evliliği yapmaya niyetim yok demek." diye cevap verdim. "Resmi nikahtan boşanmak için en az bir yıl geçmesi gerektiğini biliyorum. Ama bir yıl sonra anlaşmalı olarak boşanacağız, ayrıca gitmeden önce beni dini nikahtan da boşayacaksın."

Net bir tavırla başını salladı. "Hayır, boşamayacağım."

"Evet, boşayacaksın." dedim kendimden emin bir şekilde. "Yurtdışına gidip de senin yolunu gözleyemem ben. Ha, gerçekten benimle evlenmeye niyetin varsa mafya kariyerini bırakıp arkamdan gelirsin. Eğer geldiğinde çok geç olmazsa, belki o zaman beni sevdiğine inanırım."

Çehresinde bir bozgunun izleri belirirken ellerini bırakıp ayağa kalktım. Zihnim allak bullaktı. Şehvet etkisinden kurtuldukça içeride olanları düşünme ihtiyacı hissediyordum. Onu ardımda bırakıp salondan çıkarken beni durdurmadı. Hızlı adımlarla odaya ilerledim, içeri girip kapıyı arkamdan kapattıktan sonra birkaç saniye bekledim. Şükürler olsun ki gelmedi. Ayaklarımı sürüyerek yatağa geçtim tekrar. Boş karyolaya uzanıp bacaklarımı karnıma çektim.

Yatakta hala onun sıcaklığı vardı. Bedenim tepeden tırnağa kokusuyla kaplanmıştı. Gözümde biriken yaşların burnumun direğini sızlattığını hissettim ama sebebi Alparslan değildi. Bu gece ilk kez bir daha asla eski Elif olamayacağımı fark etmiştim. İntihar etmek bende bir şeyleri kalıcı olarak değiştirmişti ve istesem de eski halime dönemiyordum. İçimde hayata karşı bir öfke vardı sanki. Beni intihara sürükleyen her şeyi ardımda bırakmış olmak yetmiyordu; yaşadıklarımın bir telafisi olsun istiyordum.

Alparslan'ın sevgisi de buna dahildi. Halbuki iki ay önce, denizde öpüştükten sonra beni sevdiğini söyleseydi dünyalar benim olurdu. Aynı şeyleri benim de hissettiğimi söylerdim, zorla sözlendiğimi ve sözlümü tanımadığımı itiraf ederdim, birlikte kumsala oturup ilişkimizi ailelerimize nasıl açıklayacağımızı konuşurduk. Bir gece önce bana düğün hediyesi vermek istediğinden söz edip ona abi demem için azarlamıştı fakat bunları ona hatırlatmazdım bile. Seve seve sineye çekerdim.

Veya çiftliğe döndüğü akşam... İntihar etmeme ramak kala çıkıp gelmişti ama o gece beni sevdiğini söyleseydi hala kabullenebilirdim. Coşkulu bir sevinç hissetmezdim muhtemelen. Belki de önce öfkemi kusar, onun yüzünden bir ay boyunca çiftlikte neler yaşadığımı yüzüne vururdum. Fakat her şeye rağmen o gece başımı yastığa koyduğumda mutlu hissedeceğimi biliyordum.

Şimdiyse yetmiyordu. Beni sevdiğini söylediğinde düşünebildiğim tek şey çiftlikte onun dönüşünü beklediğim geceler olmuştu. İlk intiharımın ardından hayata gözlerimi onun kollarında açtığımı, sonra da onun beni almamak için babamla verdiği savaşı hatırlamıştım. Bir şeyler eksik kalıyordu. Elindeki tüm seçenekleri tükettikten sonra, beni hayatına almamak için her yolu denedikten sonra, onun beni sevmesini beklerken üç kez öldükten sonra istesem de sevgisine inanamıyordum. Ruhumun çatlak duvarlarından içeriye geç kalmışlıklar doluyordu.

Uykuya dalmadan hemen önce aklıma denizde gördüğüm yaralı göçmen kuş geldi. Yaralı kanadıyla gitmeyi başarabilmiş miydi acaba? Gittiği yerde hayatta kalabilmiş miydi? Eğer hala yaşıyorsa yakında tekrar göç yoluna koyulacağını, er ya da geç ayrıldığımız sahillere geri döneceğini biliyordum. Fakat şimdi değil. Bugün değil.

Dönmenin bir anlamı varken değil.

ALPARSLAN

Saat tam yedide zihnim uyku bataklığından sıyrılıp çıktı.

Gözlerimi açıp saate bakmadım, gerek yoktu. İçimde bir yerlerde akreple yelkovanın yediyi gösterdiğine emindim. Ordu yıllarından kalma ve bir süredir kurtulduğumu zannettiğim bir alışkanlıktı bu. Her sabah yedide uyanmak... Görünüşe bakılırsa kurtulamamıştım.

İç çekerek kollarımı göğsümde yatan hatunun beline doladım. Tatlı bir homurdanma sesi eşliğinde huysuzlandı, yattığı yerde bana doğru dönerek bacağını üstüme attı. Bir kolunu yastığına sarılır gibi karnıma sarınca gözlerimi araladım.

İlkin uçsuz bucaksız bir sarışınlık doldu manzarama. Başımı hafifçe yataktan kaldırdığımda uykusuyla birlikte koynuma saklanmış kızı gördüm.

Sarının her tonunu içinde barındıran saçları üzerimize bir örtü gibi kapanmıştı. Uyurken yüzü pembeleşmişti hafifçe. Başını yan çevirip göğsüme gömdüğü için iki yanağı arasında sıkışan dudakları öne taşmıştı. O kadar sevimli görünüyordu ki, elimi saçlarına uzatıp ipekten tutamları okşamaya başladım.

Gece salondaki kanepede dönüp durmuş, bir türlü rahat edemeyince kalkıp onun yanına gelmiştim. Çoktan uykuya dalmıştı. Her zamanki gibi yatağın bir köşesindeydi, gece onu ortaya doğru çeksem de birkaç dakika geçmeden tekrar köşeye büzüştüğünü fark etmiştim. Öteki köşede de ben yatsam ne zararı olacaktı ki? Uyumayacaktım bile, sabaha kadar onu izleyecektim.

Zaten yanımda başkası varken derin uykuya dalamazdım, normal uykuya dalmam bile çok zor olurdu. İzzet abim bu durumun insanlara duyduğum güvensizlikle alakalı olduğunu söylüyordu. Onun tespitlerine göre, uyku insanın en savunmasız kaldığı yer olduğu için uyurken yanımda başka bir insanın olmasını istemiyordum. Genelde abimin psikolojik analizlerini takmazdım ama söyledikleri doğruysa, durum epey ilginç demekti. Çünkü dün gece uyumakla kalmayıp deliksiz bir uyku çekmiştim. Belli ki Elif'e karşı hissettiklerim aşktan ibaret değildi. Onu uykularıma bile alacak kadar güveniyordum.

Dayanamayıp ufak bir öpücük kondurdum saçlarına. Varlığımı hissetmiş olacak ki uykusunda kendi kendine mızırdanarak bana sırtını döndü. Zaten yatağın en ucundaydık, düşmesin diye kolumu beline sarıp onu kendime çektim. Gerileyerek sırtını göğsüme dayadı, belini bükerek kalçalarını kasıklarıma yasladı.

Ve böylelikle tamamen uyandım.

Bu şekilde durmaya devam edersek az sonra onun da uyanacağına emindim. Uyanınca ağzıma sıçacağı muhakkaktı çünkü birlikte uyuduğumuzdan haberi yoktu. Kollarımı belinden çekip yavaşça uzaklaştım ondan. Neyse ki yataktan kalkarken varlığımı fark etmedi bile, yüz üstü dönüp kollarını başının altına koyarak uyumaya devam etti. Zaten onun sabah insanı olmadığını biliyordum. Erken uyandığı zaman hem huysuz oluyordu, hem de günün geri kalanını esneyerek geçiriyordu.

Şansımı zorlama pahasına eğilip yanağına ufak bir öpücük de kondurdum. Pikeyi üstüne örttükten sonra yatağın kenarında duran gömleğimi üzerime geçirdim. Eşofman altı salondaydı, gece orada uyumaya çalışırken çıkarmıştım. Fakat gömleğin düğmelerini iliklemeye bile fırsat kalmadan dışarıda bir gürültü koptu.

Birileri kapıyı yumrukluyordu.

Ne ara odadan fırlayıp ara holü geçtiğimi bilmiyorum. Kapıya ulaştığımda dışarıdan bağırış çağırış sesleri yükseliyordu. Önce vestiyerin çekmecesini açtım, bir elimi silahın üstüne koyduktan sonra dış kapıyı araladım.

"AÇ ULAN ŞU KAPIYI!"

Abim öfkeyle kapıyı iteleyince gayrıihtiyarı bir şekilde geriledim. Bir an sonra kapı ardına kadar açılmış, eşikte beliren aile üyeleriyle yüz yüze kalmıştım. En önde abim duruyordu, yüzü endişe ve telaştan gerilmişti. Onun yanında Gülendam yengem vardı, ağlamaktan gözleri kızarmıştı. İkisinin arkasında ise Nigar abla ve Zarife Hala duruyordu. Onların da paniğe kapıldığını fark edince gözlerimi abime çevirdim yeniden.

"Abi ne oluy—"

"Sen—" dedi aniden öfkeye kapılarak. "Bu halin ne lan senin?!"

Elinin tersini göğsüme çarpınca vestiyere kaçamak bir bakış attım. Boynumda ufak tefek kızarıklıklar vardı, göğsümdeyse bir kadına ait olduğu açıkça anlaşılan izler göze çarpıyordu. Ulan göçmen kızı... Allahtan gömleği üzerime geçirmiştim çünkü hatırladığım kadarıyla asıl şenlik sırtımdaydı.

"Yazıklar olsun sana!" diye kükredi abim. "O kızcağız kim bilir ne halde, sen burada alem mi yapıyordun?!"

"Abi saçmalama, ne alemi—"

"Şu dakikadan sonra evlilik mevlilik yok!" diyerek lafa girdi yengem. "Daha evlenmeden Elif'i aldatıyorsan, evlendikten sonra neler neler yaparsın!"

Halam lafa karıştı. "Kızçeyi bulur bulmaz boşatalım. Ben hemen Rumelinden görücü çağırırım."

"NE GÖRÜCÜSÜ HALA? SEN BENİ KATİL Mİ EDECEKSİN?!"

"Eğer o kız bulunmazsa asıl ben katil olacağım!" diye bağırdı abim. "Kendi ellerimle öldürürüm seni lan! Dua et de Elif'i sağ salim—"

"Yahu siz ne saçmalıyorsunuz?!"

"ELİF YOK ORTADA!" diye feryat etti yengem. "ALMIŞ BAŞINI GİTMİŞ! SEN BURADA ONU ALDATIRKEN ZAVALLIM KİM BİLİR NEREDE—"

"Alp ne oluyor?"

Arkamda Elif'in şaşkın sesi yankılanınca herkes donakaldı. Omzumun üstünden baktığımda ara holün duvarının oradan civciv yavrusu gibi başını uzattığını gördüm. Vücudu duvarın arkasında kalıyordu ama üzerinde benim gömleğim olduğu belliydi. Bakışları kapımıza dayanmış mahşer dörtlüsüne takıldığında dehşete düştüğünü fark ettim. Mevzuyu idrak edince panikle kafasını geri çekip bir anda yok oldu ortadan. İçeriden gelen kapı sesiyle onun kendini yatak odasına kapattığını anladım.

Kısacası ihale bana kalmıştı.

Yeniden bizimkilere döndüğümde manzara değişmişti. Abim utanmış gibi görünüyordu, bununla birlikte hepten öfkelenmişti. Yengem rahatlamakla beni azarlamak arasında kararsız kalmış gibiydi. Zarife Hala nedense eskisinden daha keyifsiz duruyordu. İçlerinde neşesi yerinde olan tek kişi Nigar ablaydı.

"Ay iyi bari, Alparslan eve kız atmamış." diyerek şuh bir kahkaha patlattı. "Nişanlısını atmış."

"Karısı!" diye düzeltti halam. Sonra bana ters bir bakış atıp ekledi. "Şimdilik."

"Ama resmi nikah da lazım anne. Baksana rahat durmuyorlar, bir an evvel evlendirelim bunları. Haksız mıyım İzzet Abi?"

Abim Nigar ablaya cevap vermedi. Yüzü öfkeden kıpkırmızı kesilmişti, sinirden titreyen ellerine bakılırsa beni vurmasına ramak kalmıştı. Yatak odasına kaçamak bir bakış attım. Buradan oraya koşmam kaç saniye sürerdi ki?

"Bu rezilliği nikah tek başına temizleyemez!" dedi en sonunda. "Bunları önce evlendirip sonra vuralım!"

-*-

Abimin gazabından kurtulup odaya kaçmam kolay olmadı. Laf arasında öğrendiğime göre sabah Behram abi Defne'yi yalıya getirmişti. Ortalık karışık olduğu için abim çocuğu anneannesiyle dedesinin yanına yollamıştı, yaklaşık on gündür orada kalıyordu. Yalıya gelince de bizimkiler Elif'e haber vermek için üst kata çıkmış, fakat onu odada bulamamıştı. Haliyle Elif'in yalıdan kaçtığını düşünmüşlerdi.

İçeri girip de Elif'i odada bulamayınca bir an için ben de onun kaçtığını düşündüm. Fakat bize görünmeden evden çıkması olanaksızdı. En fazla banyoya kadar gidebilirdi— Evet. Banyo.

Gerisingeri ara hole çıkıp banyonun kapısının önüne dikildim. İçeriden gelen su sesine bakılırsa duş alıyordu. Yine de sesini duyup emin olmak istedim.

"Elif banyoda mısın?"

Su sesi kesildi. Birkaç saniye geçmeden "Evet, duştayım!" diye seslendi içeriden. "Yani duştaydım! Giyineceğim birazdan, beş dakikaya gelirim!"

Bir erkeğe laf arasında bile söylenmemesi gereken şeylerden biri: birazdan giyineceğim.

Çünkü erkek beyninin bu cümleden çıkaracağı sonuç belliydi: güzel, demek ki şu an çıplaksın.

Bugüne dek sayısız kez Elif'i çıplak hayal etmiştim ama adı üstünde, hayaldi bunlar. Hiç görmediğim bir çıplaklığı zihnimde tasarlıyordum. Şimdiyse, en azından belden yukarısı için, çıplak görünüşüne dair bir fikrim vardı. Göğüslerinin avuçlarımdan taştığı anları ve meme ucunun dilimin altında nasıl kaydığını hatırlayınca salonda bekleyen kalabalığı unuttum. Banyoya girip onunla kaldığımız yerden sevişmeye devam etmek istiyordum.

"GÜLENDAM BIRAK, GİDİP VURAYIM ŞU İTİ—" diye bağırdı abim. "ÇATIMIZIN ALTINDAKİ KIZI KAÇIRMIŞ, GÖRMÜYON MU?!"

Salondan yükselen seslerle birlikte aklım başıma geldi. Elif giyineceğini söylemişti, fakat ne giyecekti ki? Elbisesi yırtılmıştı, üzerinde benim giysilerimle salona teşrif etmek gibi patavatsızlık yaparsa da bizimkilerin elinden kurtulamazdım. Abim vurmasa bile halam kesin sıkardı topuklarıma.

"Elif sakın o halde çıkma dışarı!" diyerek içeri seslendim. "İçeride bir yerde Deniz'in kıyafetleri olacaktı, düzgün bir şeyler bulup getiririm hemen!"

Bir aylığına İstanbul'a geldiğimde Deniz'le Direniş hafta sonları bende kalmıştı. Yalıya giderken de eşyalarının bir kısmını burada bırakmışlardı, kıyafet dolabının üst raflarından birinde olduğuna emindim. Fakat gitmeme gerek kalmadı, Elif tekrar seslendi içeriden.

"Bunu dün akşam değil de şimdi hatırlaman çok ilginç!" dedi kinayeli bir sesle. "Ama merak etme, giyecek bir şeyler ararken bahsettiğin kıyafetleri buldum zaten."

"NEREYE OLACAK KABRİSTANA!" diye bağırdı abim. "O İTİ VURMADAN ÖNCE BABAMDAN HELALLİK ALACAM!"

Abimin kükremesini şiddetli bir kapı çarpma sesi takip etti. İçeride ortamın karıştığını anlayınca banyo önü sohbetimize devam edemedim. Elif'e bizimkiler gidene kadar dışarı çıkmamasını söyleyip tekrar içeri döndüm. Sözümü dinlemeyeceğini biliyordum, elbette. Burada kalırsa dün gece hakkında konuşacağımızın farkındaydı.

Dün gece salonda konuşurken de konuyu saptırıp durmuş, atar gider yaparak yatakta verdiği tepkiyi unutturmaya çalışmıştı. Kriz geçirmesinden korktuğum için üstüne gidememiştim fakat tüm geceyi onu sevdiğimi söylediğimde bakışlarında beliren hayal kırıklığını düşünerek geçirmiştim. Kollarımın arasından sıyrılıp sendeleyerek yataktan kalkışı, yalıya dönmek için çırpınıp durması, yüzüme bakmaktan kaçışı... Sevildiğini duymaktan ziyade hakarete uğrayıp aşağılanmış gibi görünüyordu.

Bunları benimle konuşmak istemeyeceğini bilecek kadar onu tanıyordum. Benim ona olan güvenim sonsuzdu, zaman zaman yalanlar söylese de niyetinin hiçbir zaman bana zarar vermek olmadığını biliyordum. Elif kimseye zarar veremezdi. Bunu uykusundan uyanıp da başucunda silahlı bir adam görünce hiç düşünmeden Defne'nin üzerine kapandığını gördüğüm an anlamıştım. Belki de bu yüzden dünya üzerinde aynı yatakta uykuya dalabildiğim tek insan oydu.

Fakat aynı durum Elif için geçerli değildi. Onun bana güvenemediğini, bu güvensizliğin giderek büyüdüğünü ve aramızdaki iletişim probleminin en büyük sebebinin bu güvensizlik olduğunu da biliyordum. Zayıf noktalarını görmemden korkuyordu, travmalarını benimle paylaşmıyordu. Üstüne gitmeye çalıştığımda ondan yalanlar ve masallar dinlemiştim. Odalara kilitleyip konuşmaya zorladığımda kollarımın arasında kaybolup gitmiş, kendini bir kitabın içine hapsetmişti. Bunları tekrar yaşamadan dün geceki tepkisinin sebebini nasıl öğreneceğimi bilmiyordum.

Salona gittiğimde bağırış çağırış yatışmıştı. Abim ortalarda yoktu. Nigar ablaya sorduğumda, lafını zerre esirgemeden, abimin beni vurmadan önce babamdan helallik istemek için kabristana gittiğini söyledi. Onlar bu bahaneye inanıyor muydu, bilmiyorum, ama ben abimi tanırdım. Gerçekten öfkelendiği zamanlarda bağırıp çağırmazdı, aksine sessizliğe bürünürdü. Muhtemelen gizli kapaklı işlerinden biriyle ilgili bir haber almıştı, sonra da öfke nöbeti bahanesiyle çekip gitmişti.

"Zarife Hala nerede peki?"

"O da helvanı kavurmaya gitti." dedi Nigar abla. Sonra hevesli bir tavırla ara hole bakındı. "Ee, Elif nereye kayboldu?"

Evet, şimdi tablo değişmişti. Abimle halam Elif'i utandırmamak için de gitmiş olabilirlerdi. Nigar ablanın böyle hassasiyetleri olmadığını bildiğimden onun kalması şaşırtıcı olmazdı. Gülendam yengem ise Elif'i yalıya götürme görevini üstlenmiş olmalıydı.

"Elif içeride," dedim elimle yüzümü ovalayarak. "Duş alıp öyle gelecekmiş."

Nigar abla fokurdar gibi bir kahkaha atarak yengeme döndü. "Ay abla körle yatan şaşır kalkar misali bu da Elif'in yanında yata kalka patavatsız olup çıkacak!"

Patavatsızlık falan yapmamıştım. Az sonra kızı saçları ıslak halde görünce utandırmasınlar diye kendimi feda etmiştim. Fakat bizimkilerin Elif'in patavatsızlığını çözmeleri de gözümden kaçmamıştı. Benimkinin içi dışı birdi ama bir haftada Nigar ablanın diline düşecek kadar ne patavatsızlık yaptığını merak ediyordum.

"Tamam Nigar, uzatma artık meseleyi." diyerek susturdu onu yengem. Ardından bana dönüp buyurdu. "Sen de burada oyalanacağına abinin peşinden git. Biz Elif'i alıp yalıya döneceğiz zaten."

"Olmaz yenge, bizim onunla konuşmamız gereken şeyler var."

"Abinle konuşman gereken şeyler daha acil." Pek oralı olmadığımı görünce sabırsızlıkla iç çekti. "Lafımı dinle Alparslan, hadi. Ben Elif'e seni zorla gönderdiğimi söylerim."

Yengemin yüzündeki ifadeden abimin yalanını onun da fark ettiğini anladım. Belli ki bildiği bir şeyler de vardı. Bu kez gerçeği öğrenmek istediğimi belirtircesine sorumu yineledim.

"Abim nereye gitti?"

"Nereye gitmek istediğini bilmiyorum." dedi net bir şekilde. "Ama onun peşinden kabristana gidersen abinin de oraya gitmek zorunda kalacağını biliyorum. Bence bu yeterli."

"Yenge abim çoktan yola çıkmışt—"

"Henüz çıkmadı." diye diretti. "Senin sağ koluna onu birkaç dakika oyalamasını söyledim. Hani Behram'ın oğlu var ya... O çocuk enteresan bir şekilde abinle baş edebiliyor."

Sonra da Nigar ablaya döndü ve sanki evrendeki en mühim mesele buymuş gibi düğün alışverişi için hangi alışveriş merkezine gideceklerini konuşmaya başladı. Ulan yenge... Fenaydı bu kadın, gerekmedikçe fenalık yapmaya tenezzül etmeyecek kadar fenaydı. Üstelik haklıydı da. Abim onun peşinden gittiğimi görürse foyası ortaya çıkmasın diye gerçekten kabristana gitmek zorunda kalırdı.

Telefonuma mesaj geldiğini duyunca çıkarıp ekrana baktım. Turan abiydi. Dört kelimelik bir mesajla abimin neyin peşinde olduğunu açıklamıştı.

"Abin öğrendi. Bayraktar'a gidiyor."

-*-

25.04.2023 güncellemesi:

Selamlar.

Şimdi çok daha iyiyim. Hayatımı hala tam olarak düzene koyamadım ama çabalamaya devam ediyorum.

Depremden sonra evimizde hasar yok sanıyorduk, meğerse hafif hasar varmış. Artçı sarsıntılar da durmak bilmeyince ailemle benim okuduğum şehirde bir ev tutup oraya taşındık. Üstteki notta annem başka şehirde iş bulamaz demişim, buldu çok şükür. Biraz yorucu ama ben de freelance çalışıp destek oluyorum elimden geldiğince. Kendi evimiz hala duruyor, bazı tadilat işleri var. Bu yaz onları halletmeye çalışacağız ama geri döner miyiz bilmiyorum. Bir anda neredeyse bin kilometre uzakta yeni bir hayat kurmamız gerekti, birçok şey yeni yeni rayına oturuyor. Şimdilik böyle.

Ülke olarak çok korkunç bir şey yaşadık. Gerçekten. Sosyal medyada enkaz duyuruları paylaştığımız günleri düşünürseniz neler atlattığımızı siz de fark edeceksiniz. Ama birlik olduk, olabildik, o günlerde ben bu ülkede yaşadığım için gerçekten onur duydum. Yardımlarıyla, dualarıyla, güzel dilekleriyle destek olan herkese çok ama çok teşekkür ederim. İyi ki varız, biz hepimiz.

Sevgilerimle. <3

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro