Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 26 - Özgürlüğü Seçen Kadın

Selamlar. 🙃

Aşağıda DMS'den araklanmış bir sahne okuyacaksınız çünkü bence buraya daha çok yakıştı. Sanırım kendi kitabından çalan yazar olarak tarihe geçeceğim ama dayanamadım ahsjsksjsj.

Okurken bazı partlar zınk diye kesilmiş gibi hissettirebilir, öyle oldu çünkü. Bölümleri karışık yazdığım için partların sonları son dakikaya kaldı. Sizi daha fazla bekletmemek adına son kısımları biraz aceleye getirmiş olabilirim. Şimdiden kusuruma bakmayın.

Bu arada bölüm öncesi panik atağımda paylaşımlarıyla veya mesaj atarak destek veren herkese çok teşekkür ederim. İki gün süren destansı soru cevap etkinliğimizden sonra dm'lere çok hızlı geri dönüş yapamadım fakat hepsini okuyorum, fırsat buldukça da cevap yazıyorum. Eğer mesajınıza cevap vermediyse kesinlikle arada kaynamıştır, tekrar yazmaktan veya beni darlamaktan çekinmeyin lütfen.

Çünkü seviliyorsunuz, çokça. <3

Bölüm şarkıları:

Cihan Mürtezaoğlu - Derde İhanet Edemem
Çiğdem Taştan - Jovano Jovanke (Orijinalini Gothart söylüyor, senelerdir dinlediğim versiyonu da Gothart'ınkiydi fakat by cover'a tesadüfen denk gelince bölümün ruhuna daha uygun olacağını düşündüm. İkisini de öneririm.)

-*-

"Aşk için herşeyden vazgeçerim, fakat özgürlüğüm için aşktan da vazgeçerim."

-Faust, J.W.V. Goethe

ALPARSLAN

Elena'nın çiftlikte kriz geçirirken okuduğu kitaptaki bir pasajda "İnsan kimi zaman birini sevdiğini düşünür." diyordu. "Sevgisini uzun cümlelerle bir başkasına anlatır. Bazen birini sevdiğine kendini inandırır, onu daha çok sevebilmek için bir şeyler yapar. Ama bazen birini delice sevdiğinizi bilirsiniz."

Benim aşka dair öyle derin aforizmalarım yoktu. Fakat Turan abiyi arabamda uyurken bulduğum zaman, insan kimi zaman siki tuttuğunu düşünür demiştim kendi kendime. Issız adam triplerine girip uzun cümlelerle edebiyat parçalar. Bazen siki tuttuğuna kendini inandırır, durumu düzeltmek yerine büsbütün işlerin içine sıçar. Ama bazen, tüm kalbinizle, siki tuttuğunuzu bilirsiniz.

Ailenin geri kalanıyla birlikte yemek masasında otururken tüm kalbimle siki tuttuğumu biliyordum. Eve dönüşümün üzerinden on dakika bile geçmemişti henüz. Elif'i donakalmış halde bulunca yanına oturup açıklama yapmaya çalışmıştım fakat beni dinlemeye pek hevesli değildi. Ailenin kalanı ise onun aksine beni dinlemeye çok hevesliydi. Mesela tam şu anda abimin beni çekip vurmakla evden kovmak arasında kararsız kaldığını görebiliyordum. Yengelerim ise hala olayın şokunu atlatamamıştı, beni görür görmez suratıma tükürüp kenara çekilen Gülendam yengem hariç...

Onları anlıyordum çünkü bizimkiler benim haber vermeden ortadan kaybolmama alışık değillerdi. Zamanında Aras gibi çevremi yokluğuma alıştırmamakla büyük hata yapmıştım. Mesela bir haftalığına ortadan kaybolan kişi o olsaydı ailesi farkına bile varmazdı zira Aras hep böyleydi. Ansızın ortadan kaybolur, sonra en umulmadık anda ve en umulmadık yerde pat diye yeniden belirirdi. Bense evi terk ederken bile evdekilere haber veren biriydim. Haber vermezsem akıllarına ilk gelecek şeyin ne olacağını biliyordum çünkü. Abilerimin, kuzenlerimin ve yeğenlerimin bir çoğunun habersizce ortadan kaybolduktan sonra cesetlerini bulmuştuk.

Bu defa ise böyle bir şansım olmamıştı. İstihbaratın telefonları dinlediğinin farkındaydım. Evdekileri aramaya kalktığım anda Abas ve tayfasının Balkanlara gittiğimden haberi olurdu. Mecburen telsizle benim dörtlüye haber gönderip ben yokken evin çevresinde dolaşmalarını söylemiştim. Bizimkiler benim başım dertteyken embesil dörtlünün rahat rahat ortada dolaşmayacağını bilirdi.

"Ee Turan, daha ne var ne yok?" dedi abim yeniden. Masadaki gergin atmosferi dağıtma yolunda dördüncü girişimiydi bu. Başarısız olacağını şimdiden anlamıştım.

"Anlattığım gibi işte abi," diye yineledi Turan abi. Ardından neşeli bir tavırla yengelerimin olduğu tarafa dönüp şansını denedi. "Ee biz yokken siz neler yaptınız hanımlar? Düğün hazırlıkları için yardım edebileceğim bir şey varsa söyleyin hallederiz."

"Ne hazırlığı?" dedi Gülşen yengem. Ardından telaşla yengeme dönüp baktı. "Gülendam abla sen bize bir şey demedin ki, dedin mi yoksa?"

"Demedi Gülşencim, telaş yapma sen." diyerek lafa girdi Nurcihan yengem. "Hayır kadın ne diyecekti ki zaten? Hiçbir şeyden haberi yoktu, biz de hazırlık yapma gereği duymadık. Hepimiz Alparslan kaçıp gitti, düğün iptal oldu sanıyorduk."

Yengem tatlı bir tebessümle "Alparslan burada olduğuna göre yanılmışsınız Nurcihan." demekle yetindi. Bu mimik, ses tonu ve gülümsemenin birleşimi Gülendam Ahıskalı Dili ve Edebiyatı'nda 'sesini kes, yoksa belanı sikerim' gibi bir anlam taşıyordu. Ne var ki Nurcihan yengem de bugün formundaydı.

"Gülendam abla, Allah aşkına koruyup durma şu hergeleyi!" diye ters bir bakış attı bana. "Hadi şimdi korudun diyelim ama bir dahaki sefere ne yapacağız? Yarın bir gün dünürler kalkıp gelecek buraya, onların önünde rezil olacağımıza biz bizeyken konuşup şu meseleyi karara bağlayalım."

"Yenge sen ne saçmalıyorsun?"

Nurcihan yengem şaşkınlıkla bana dönüp baktı. Abim masanın altından ayağıma bir tekme geçirdi. Elif ise bizi duymuyor gibiydi, çehresi ortamdan soyutlanmışcasına ifadesiz görünüyordu.

"Ben mi saçmalıyorum Alparslan?" diye celallendi yengem. "Bir haftadır yoksun ortada oğlum! Kimseye haber vermeden çekip gittin, birimizi bile aramadın, İzzet abim bile nereye gittiğini öğrenemedi. Normal mi sence bu?"

"Basbayağı da normal! Nişanlımla tartıştık, birkaç gün görüşmedik, hepsi bu. Duyan da ilk kez çekip gidiyorum sanır!"

"Ama sen öyle sırra kadem basmazdın ki yengecim." diyerek lafa karıştı Gülşen yengem. "Tamam, senin korumalar iyi olduğunu söylediler ama şu anki koşullarda öyle çekip gidemeyeceğini sen de biliyorsun. Her şeyi geçtim, nişanlına ayıp."

Elif'e ufak bir bakış attığımda bizi dinlemediğini fark ettim. Başta onun bana tavır yaptığını sanmıştım ama hayır, basbayağı başka yerdeydi aklı. Öte yandan ailenin geri kalanının onun hislerini veya hissizliğini benim gibi yüzüne bakarak anlayamadığını biliyordum. Onlar Elif'in sessizliğini bana karşı bir tavır gibi algılamış olmalıydı.

"Haklısınız yenge." dedim Elif'in masada duran elini tutarak. Parmaklarım tenine değince irkilir gibi oldu. Tekrar yüzüne baktığımda gözlerinde şaşkın bir bakışla beni izliyordu. Başımı milimlik yana çevirip gözlerimi kısarak neyin var der gibisinden bir jest yaptım. Sol omzunu hafifçe silkti, ardından bakışlarını ellerimize çevirip ne yapmaya çalıştığımı sorarcasına, çok hafifçe, kaşlarını çattı. Evdekiler için dedim bakışlarımla masayı işaret ederek. Gözlerini hafifçe açarak gerekli mi diye sordu. Değildi. Fakat bunu söylemek yerine ufak bir mimikle idare et diye cevap verdim. Senkronu bozan şey Gülşen yengemin Nurcihan yengeme yüksek sesle fısıldayarak sorduğu soru oldu.

"Abla n'oluyo şu an?"

Yaklaşık bir dakikadır masada çıt çıkmadığını fark edince bakışlarımı Elif'ten aldım. Evet, herkes bizi izliyordu.

"Yauv bunlar öyle anlaşıyor işte." diyerek gülmeye çalıştı abim. "Canım Gülendam'la ben de ara sıra konuşmadan anlaşıyoruz, fark etmediniz mi hiç?"

"Abi bunlar sizin gibi değil ki, bildiğin muhabbet ediyorlar. Alp yengecim işaret dili falan mı bu, ne konuştunuz eğer özel değilse?"

"Özel olmasa niye sessiz konuşsunlar Gülşen?" diye müdahale etti abim. Ardından söylenmeye devam ederek sandalyesini geri itip ayaklandı. "Hepiniz ayarsızsınız yeminlen. Biri tutar düğün iptal oldu sanıyorduk diye kendi şahsi görüşünü hepimize mal eder, öbürü nişanlı çifte gizli gizli ne konuştunuz diye sorar, sen zaten muradına erdikten sonra hiçbir şeye karışmaz oldun Gülendam! Köşeye çekilmenin sırasıydı çünkü!"

"İzzet abi dışarı gidiyorsan ben de geley-"

"Hah, az kalsın seni unutuyordum! Gel tabi Turan, bizim senlen konuşacaklarımız var zaten. Gel de bir boyunun ölçüsünü alayım!"

Abim ese gürleye uzaklaşırken Turan abiyle yengem de onun peşine takıldı. Diğer iki yengem ise kararsız görünüyordu, bizi yalnız bırakmakla abimlerin yokluğunda rahat rahat tepemize çökmek arasında kalmışlardı. Fakat onları da en son umduğum kişi ekarte etti. Zarife Hala ve Nigar abla. Abimler evden çıkarken onlar da içeri girmişti sanırım. Nigar ablanın on kilometre öteden duyulan ikonik topuklu ayakkabıları olmasa ben bile tepemize dikildiklerini fark edemezdim.

Elif yanı başımdaydı, abimlerin gidişiyle oturduğu yerde kaykılıp başını hafifçe omzuma yaslamıştı. Zarife halanın tepemizde belirdiğini fark ettiyse bile umursamadı. Zaten Nigar abla dikkati üzerine çekmişti çoktan, yersiz esprileriyle birlikte yengelerime karşı laf sokma rutinini gerçekleştiriyordu. Gerçi içimden bir ses bunu halamın bize bulaşmasını önlemek için yaptığını söylüyordu fakat emin değildim. Nigar abla her şeyle alakadar oluyormuş gibi görünse de aslında kaos, dedikodu ve bunlar için malzeme bulmaktan başka bir şeyi umursamazdı. Fakat bu kez sahiden de yardım etmeye çalışıyordu galiba. Zira bir dakika geçmeden halamla yengelerimi beraberine katıp mutfakta köpüklü kahveler eşliğinde dedikodu yapmaya ikna etti.

Onların gidişinin ardından salonda yalnız kaldık. Elif'in eli hala avucumdaydı, geri çeker diye parmaklarımı parmaklarına geçirmeye korkuyordum. Başını, ağırlığını vermeksizin yaslamıştı bana. Her an kanatlanıp uçmaya hazır bir göçmen kuşun ürkekliğini omuzlarımda hissediyordum. Kolumu omzuna atmayı göze alamayınca hafifçe kafamı eğip saçlarını koklamaya çalıştım. Hissettiyse bile umurumda değildi.

Özleminden deliriyordum amına koyayım. Başımı saçlarına gömüp derin derin kokusunu içime çekmek istiyordum. Bedenini kollarımın arasına alıp sımsıkı sarılmak istiyordum. Tam şu anda dudaklarına yapışıp nefessiz kalana dek onu öpmek istiyordum. Yetmiyordu elini tutmak falan, bedenimin Elena'ya temas etmeyen her noktası iğneler batıyormuş gibi ince ince sızlıyordu. Bir hafta boyunca öyle çok özlemiştim ki, büsbütün benden uzaklaşmayacağını bilsem salonun ortasında hatunu kucağıma alacaktım. Akıl karı bir his değildi.

Sanki içine doğmuş gibi oturduğu yerde kıpırdanmaya başladı. Aramıza mesafe koyacağını hissedince "Dur, gitme." dedim elini avucuma hapsedip. "Konuşmamız gerekiyor Elif."

Başını omzumdan kaldırıp benden uzaklaştı. "Sonra konuşsak olmaz mı?"

"Gittiğim için kızgın değil misin bana?"

Bakışlarını masa örtüsüne dikerek hafifçe başını iki yana salladı. "Önemli bir şey olmasa gitmezdin."

"Peki neden gittiğimi öğrenmek istemiyor musun?"

Masmavi çocuksu gözleri kırgın bakışlarla yüzümde gezindi. "Sadece gidip uyumak istiyorum."

Yok, bu Elena değildi. Ben yokken bir şeyler olmuştu kesin, belki de evdekiler canını sıkmıştı. Çünkü bana öfkeli olsaydı böyle uysal davranmazdı. Önce yeri göğü inletip canıma okur, ondan sonra içine kapanırdı.

"Ben de geleyim yukarı." dedim şansımı zorlayarak. "Sen uyuyana dek neler olup bittiğini anlatırım, olmaz mı?"

Elini avucumdan çekip "Şimdi değil, Alp." dedi. Gözlerimiz buluştuğunda kırık bir sesle ekledi. "Ben çok yorgunum."

Elena yerinden kalkıp salonun çıkışına yürürken sessizce gidişini izledim. Bir anlığına. Ardından yerimden kalkıp peşine takıldım. Geldiğimden bu yana masada oturduğu için üzerindeki elbiseyi yeni görüyordum. Sarı renkli, geniş yakalı, dizlerinin altında biten bir şeydi. Esnek ince kumaş belinin inceliğini vurgulayarak vücudunu sarıp kalçalarında bollaşıyordu. Aslında son derece usturuplu bir elbiseydi fakat çiftlikteyken asla üzerinde göremeyeceğim türden bir şeydi.

Yemek masasının etrafından dolaşmak için yan döndüğünde lafımı geri aldım. Elbisenin yandan ve önden görünüşü usturuplu falan değildi, alakası bile yoktu. Sol tarafında attığı her adımla birlikte baldırını açığa seren derin bir yırtmaç uzanıyordu. Yırtmaçtan görünen biçimli bacaklarına bakarken iç çektim. Orada kadınların baldırlarına taktığı aksesuar zincirlerden birini görmüş olsaydım muhtemelen şuracıkta kalpten giderdim.

Allah biraz daha belanı verirse Ebu Cehil'i tahtından edeceksin, Alparslan.

Evet... Şu an bacak fantezileri kurmanın sırası değildi sanırım. Zaten tam kapının eşiğinden geçerken Elif de varlığımı hissetmiş olacak ki duraksadı. Omzunun üstünden kısa bir bakış attı, arkasından yürüdüğümü görünce gözlerinde ufak bir şaşkınlık peydah olmuştu. Fakat hiçbir şey söylemedi, yeniden önüne dönüp merdivenlere doğru ilerlemeye yeltendi.

"Bence şimdi odaya çıkmamız uygun olmaz güzelim."

Yeniden durdu, ve bu kez bütünüyle döndü bana. Elbisesinin geniş yakasından hafifçe görünen dekoltesine bakarken yeniden iç çektim. Manzarayı görmem için eğilmesine bile gerek yoktu. Boyu benden kısa olduğu için ona biraz daha yaklaşırsam son derece tatmin edici bir bakış açısı yakalayacağıma emindim.

Yenilenebilir bela kaynağı gibisin Alparslan, rezervlerin tükenmiyor.

"Çıkmamız derken?" dedi hayretle. "Sen dışarı gitmiyor musun?"

Omzundan aşağı salınan örgüyü incelerken "Hayır, ben senin peşinden geliyorum." dedim dürüstçe. "Odaya çıkmakta ısrar edersen oraya da gelirim, dert değil ama evdekiler olay çıkarır."

"İyi de neden geliyorsun?" dedi burnundan sinirli bir nefes vererek. "Hazır herkes bir kenara çekilmişken çıkıp gitsene."

"Nereye gideyim Elena?"

Bilerek sormuştum, sırf tepesi iyice atsın diye. Nitekim gözleri alev kıvılcımlarıyla aydınlanmaya başladı. Dişlerini gıcırdatarak Romence bir şeyler homurdandığını duyunca rahat bir nefes aldım. Ben bu hatunu biraz olsun tanıdıysam "Bir haftadır neredeysen oraya siktir git." gibisinden bir cevap vermişti bana. Büsbütün keyiflendim.

"Alparslan neden saçma sapan konuşuyorsun bilmiyorum ama yeter artık!" dedi tıslar gibi. Sesini iyice alçaltıp öfkeli bir fısıltıyla devam etti. "Derdin ne senin ya? Yok odama gelecekmiş de, yok ben uyurken yanımda bekleyecekmiş de... Çok pardon ama hangi sıfatla?!"

"Düşün bakalım hangi sıfatla?"

Bir ayağını çocuk gibi yere vurdu. "Sen benim hiçbir şeyim-"

Aniden bir şeyleri fark etmiş gibi duraksadı. Gözleri boşluğa takılı kalırken kendi kendine mırıldandığını işittim.

"Frate..."

"Ne?"

Beni duymazdan geldi. Aklından neler geçtiğini bilmiyordum fakat zihninde dönen çarkların sesini duyabiliyordum. Beklenmedik bir aksilikle karşılaşmış ve büyük bir ikilemin ortasında kalmış gibiydi. En sonunda hafifçe dudaklarını ısırdı, derin bir nefes alıp bakışlarını tekrar yüzüme çevirdi.

"Aslında benim de seninle konuşmam gereken bir şey var." dedi sesini alçaltarak. Farkında olmadan yine bana yaklaşmıştı. "Ama yukarısı olmaz, kesin birileri kulak misafiri olur."

"Bahçeye çıkalım o zaman."

"Bahçede yeğenlerin var..."

"Abimin çalışma odası?"

"Orada da abin var."

"Öyleyse benim eve gidelim."

"Hıı, tabi!" diye çemkirdi gözlerini açarak. "Gidelim de tüm aile tepemize çöksün!"

"Yavrum nereden bilecekler? Sen doğruca benim arabaya geç, ben de bizimkilere senin uyumaya gittiğini söyleyip evden çıkarım. Gece bende kalırsın, sabah da geri getiririm seni."

"Ne münasebet ya?" diyerek büsbütün çileden çıktı. "Allah'ım bir de üşenmemiş plan yapmış... Şaka mısın Alparslan, ben ne diye gelecekmişim senin evine?"

Soyunu sopunu sikeyim Şevket... Herif kızlarını öyle bir yobazlığa maruz bırakarak yetiştirmişti ki, hatun bilinci yerindeyken yanına bile yaklaştırmıyordu beni. Bu gidişle evlendikten sonra da aynı çatı altında yaşayamazdık. Elif benim eve yerleşmeyi kabul etse bile beni eve almazdı, Sirius'un kulübesinde falan yatardım.

"Yalının sınırları içerisinde bir yer olsun." diye buyurdu yeniden. "Eğer öyle bir yer yoksa ben uyumaya gidiyorum."

Arkasını dönmeye yeltendiğini görünce "Tamam tamam." diye söylendim elinden tutup. "Var burada da yalnız kalabileceğimiz bir yer..."

Elini çekip önden buyur dercesine bir işaret yaptı. "Öyleyse yolu göster."

ELENA

Alparslan'ın peşine takılmış, karanlık bir koridorda ilerlerken hala kendime inanamıyordum. Böyle bir şeyi nasıl unutmuş olabilirdim ki? Biz evliydik zaten. Çiftlikteyken imam nikahımız kıyılmıştı ve bunun öyle formalite icabı yapılabilecek bir şey olmadığını biliyordum. Çocukluğum babaannemin dedeme imam nikahı konusundaki serzenişlerini dinlemekle geçmişti. İkisinin imam nikahı olmadığı için ahirette bir arada olmayacaklarını söylerdi babaannem, dedemse Allah katında geçerli olanın resmi nikah olduğu konusunda ısrarcıydı. Evet, dedem son derece dindar bir insan olmakla birlikte yöre halkı tarafından Gavur Faysal lakabına layık görülecek kadar dine yaklaşımı aykırı biriydi. Bazı konularda ona hak versem de imam nikahı konusunda babaannemin tarafını tutuyordum.

"Şöyle geç."

Onun sesiyle birlikte kendime geldim. Zihnimde iç içe geçmiş düşüncelerle Alparslan'ın peşinden giderken beni nereye götürdüğüne bakmamıştım bile. Şimdiyse yalının hiç bilmediğim bir bölümünde olduğumuzu görüyordum. Etraf epey karanlıktı, üstelik garip biçimde dalga sesleri geliyordu kulağıma.

Soru sormama fırsat kalmadan eski püskü bir kapıyı açtı. Hareket etmediğimi görünce belimden tutarak içeri yönlendirdi beni. Kapının diğer tarafına geçince dalga seslerinin kaynağını anladım. Beni getirdiği odanın bir ucu basamak basamak alçalarak doğrudan denize açılıyordu. Tepeden sarkan sarmaşıklar boğazla aramızda bir perde görevi gördüğü için sadece basamak kısmındaki ufak kayalıklara çarpan suları görebiliyordum. Üç tane de kayık vardı. Bir tanesi odanın suyun üzerinde kalan kuru bölümünde, birkaç metre ötemdeydi. Diğer ikisi ise suyun içindeydi fakat halatlarla duvardaki çengellere bağlanmışlardı.

"Kayıkhane."

"Hı?"

Etrafı incelemeyi bırakıp aniden arkamı dönünce ona haddinden fazla yakın olduğumu fark ettim. Öyle ki, alnım gömleğinin yakalarına sürtünmüştü. Başımı kaldırıp yüzüne bakmaya cesaret edemeyince birkaç adım geriledim. Göz göze geldiğimizde bendeki garipliği fark etmemiş gibiydi.

"Kayıkhane burası." diye açıklama yaptı. "Sen etrafı uzun uzun inceleyince merak ettin sandım."

Başımı salladım. "Evet, epey güzel bir yere benziyor."

Şaka yapıp yapmadığımı anlamaya çalışırcasına etrafa bakındı. "Burası mı?"

"Biraz izbe bir yer ama farklı bir havası var. Şey gibi... Sanki evrenin geri kalanından izole edilmiş bir sığınak gibi. Huzur verici bir yer..."

Hafifçe güldü. "Koskoca yalıda en beğendiğin yerin bu döküntü kayıkhane olmasına şaşırmamam gerek, öyle değil mi?"

Kendi kendine mırıldanır gibi konuşmuştu, ben de duymazdan geldim. Zaten böyle ansızın ettiği laflar sinirimi bozuyordu. İltifat desen değildi. Altında anlam aramaya kalksam inkar ederdi. Durduk yere kalp atışlarımı hızlandırdığıyla kalıyordu.

"Neyse," dedim umursamaz bir tavırla. "Senden önemli bir şey istemem gerekiyor."

Hafifçe başını eğdi. "Emrindeyim."

Ters bir bakış attım ona. Bu halini sevmemiştim. Bana böyle başının altından bakmasını, ondan uzaklaştıkça farkında bile olmadan yakınıma gelmesini, konuşurken hafifçe tebessüm edişini hiç sevmemiştim. Eski haline karşı koymak daha kolaydı.

'Yarın yine eskisi gibi olur, Elena.' diyerek gerçeği hatırlattı iç sesim. 'Sırf bugün gülümsüyor diye özgürlüğünden vazgeçemezsin.'

Hiçbir şey uğruna özgürlüğümden vazgeçmezdim. Fakat Alparslan'ın bu halinin tek bir anla sınırlı kalmayacağını, bana yarın da gülerken kısılan gözleriyle bakacağını, içimde durmaksızın büyüyen aşkın karşılık bulacağını bilsem onunla kalmak zaten beni özgürlüğümden alıkoymazdı. Esaret insanın sevdiği kadar sevilmediği, kendini yük gibi hissettiği, yine de çekip gidemediği hallerde gösteriyordu rengini. Benim tuvalimde bu renge yer yoktu.

"Alparslan." dedim daha fazla uzatmadan. "Rica etsem beni boşar mısın?"

Şaşırdı. "Anlamadım?"

"İmam nikahından bahsediyorum." dedim uzlaşmacı bir tavırla. "Hani çiftlikte kıymışlardı ya..."

"Ee?"

"Ee'si beni boşaman gerek. Sadece üç defa üst üste boş ol diyeceksin, hepsi bu. Hemen şimdi yap gitsin."

Hafifçe gözlerini kısarak yüzümü inceledi. Ciddi olduğumu anlayınca püskürür gibi gülmeye başladı birden. Kahkahalarının arasında "Sen cidden beni bunun için mi buraya getirdin?" dediğini duydum. "Ben de cidden önemli bir şey konuşacaksın sanmıştım."

"Ya önemli zaten!" diye çemkirdim kendimi tutamayıp. "Anlamıyor musun Alparslan? Boşanmazsak ahirette de karın olacağım, şu an dinen gerçekten evliyiz biz!"

"Sorun değil, ben deistim."

"Ama ben değilim!"

"Saygı duyuyorum, ama bu senin sorunun." dedi gamsız bir tavırla. Ardından arkasını dönüp kapıya doğru seğirtti. "Neyse, abim bizi yakalamadan içeri dönsek iyi olacak-"

Gideceğini anlayınca yerimden fırlayıp arkasından koşturdum telaşla. O daha iki adım bile atamadan önüne geçerek çıkışa varmıştım bile. Kapıyı kapatıp kilitlediğimi görünce paniğe kapılmadı pek, karşısında haylazlık yapan bir çocuk varmış gibi gülümsemekle yetindi.

"Beni boşamadan hiçbir yere gidemezsin!" dedim anahtarı arkama saklarken. "Altı üstü üç kelime ya! Ne olur yani söylesen?"

Omuz silkti. "Söylemeyeceğim."

"İyi de neden?!"

"Çünkü canım istemiyor." diye terslendi. "İnanmadığım bir şeyi neden yapacakmışım ki?"

Yersiz inadı karşısında çileden çıkmama ramak kalmıştı. Öfkeden ellerim titrerken üstüne atlayıp onu paralamamak için zor tutuyordum kendimi. Fakat o esnada imam nikahımızın kıyıldığı anları hatırladım. Fark ettiğim bir detayla birlikte öfkemin yerini şüphe aldı.

"Madem inanmıyorsun o zaman neden yemin ederken gerçek adımı da söyledin?"

"Ne?"

"İmam sana Elif'i karın olarak kabul ettin mi diye sorduğunda Elif Elena'yı karım olarak kabul ettim dedin. Elena'yı kısık sesle söyledin ama ben duydum! İnanmıyorsan niye öyle söyledin ki?"

"Çünkü o zaman da canım öyle istedi!" diye huysuzlandı. "İnancımla ilgili benden hesap soramazsın tamam mı? Laik bir ülke burası!"

Sakince sordum. "Alparslan sen şu an ne saçmalıyorsun?"

Durdu. Gerçekten saçmaladığını anlamış olacak ki "Asıl sen ne saçmalıyorsun?!" diyerek üste çıkmaya çalıştı. "Zaten formalite icabı evleniyoruz Elif, ne gerek var böyle şeylere?"

"Dini nikahın formalitesi olmaz, biz şu an Allah katında evli sayılıyoruz." diye sabırla açıkladım. "Babaannem karı kocalar ahirette de birbirinden ayrılmaz derdi. Eğer beni boşamazsan ahirette de evli olacağız ya, anlamıyor musun?"

"Eşlerden biri cehenneme, öteki cennete gittiyse ne oluyor peki?" dedi tekrar gülerek. "Görüş günü falan mı düzenleniyormuş?"

"Bu mu yani argümanın? Ben senden sadece üç tane kelime söylemeni istiyorum, sen kalkmış benimle dini münazara yapmaya çalışıyorsun!"

Huysuz bir bakış attı bana. "Kusura bakma güzelim, inanmadığım bir şeyi senin zorunla söylemem ben. Çok istiyorsan kendin boşol moşol de. Şimdi ver şu anahtarı da, evdekiler bizi basmadan önce içeri gidelim."

"Vermiyorum." dedim anahtarı arkama saklayarak. "Beni boşamadan çıkamazsın buradan!"

"Sen o anahtarı elinden alamayacağımı mı sanıyorsun cidden?"

"Doğru, elimden alırsın." diyerek başımı salladım. Ardından anahtarı elbisemin geniş yakasından geçirip sütyenimin içine sıkıştırdım. Başımı tekrar kaldırdığımda Alparslan dikkatle beni izliyordu.

"Oradan da alırım, Elena."

"Sakın." dedim bir adım gerileyerek. "Eğer göğsüme dokunacak olursan öldürürüm seni, anladın mı?"

Ufak bir kahkaha attı. "Buna gerek kalacağını zannetmiyorum."

"Ne yani, beni boşayacak mıs-"

Hayır, buna da niyeti yoktu. Bana doğru hamle yaptığında kaçmakla kollarımı göğsüme sarmak arasında kararsız kaldım. Bir seçim yapmama fırsat kalmadan kolunu belime sarıp yerden kesti ayaklarımı. Panikle kollarımı göğsüme sararken bir dizini duvara dayadığını, sonra da beni dizinin üstüne oturttuğunu fark ettim. Tek eliyle iki bileğimi birden kavrayıp başımın üzerinde birleştirdi. Boşta kalan elini yukarı kaldırdığını görünce "Tamam, dur!" dedim telaşla. "Dokunma bana, tamam!"

"Dokunmayacağım zaten." diyerek elini omzumun üstünden uzatıp elbisemin içine soktu. Şaşkın bakışlarım arasında sırtımdan aşağı inip sütyenimin kopçasını açtı. Göğüslerimi saran baskı birden kaybolurken bileklerimi serbest bıraktı, ardından iki eliyle birden belimden tutup beni kucağında hoplattı. Göğüslerim yukarı doğru zıplarken anahtarın yakamdan fırladığını hissettim.

"Ayyy!"

Oralı bile olmadı. Anahtarı havada yakalayıp dudaklarına götürdü, yüzünde manidar bir ifadeyle metalin üzerine ufak bir öpücük kondurduktan sonra beni bırakıp geri çekildi. Ayaklarım yeniden yerle buluşunca bir elimle elbisemin içinde salınan sütyenimi tuttum. Nefes nefese kalmıştım. Hem onunla boğuşmaktan, hem de az evvelki yakınlığımızın verdiği heyecandan dizlerim titriyordu.

"Hayvan mısın sen ya?!"

"Ben sana o anahtarı alırım demiştim."

"Sadece üç kelime söyleyecektin aptal herif!" diye söylendim öfkeyle. "Sonra anahtarı verecektim zaten!"

Tınmadı bile. Elinde anahtarla kapıya yürürken kendi kendime söylenmeye devam ederek sütyenimin askılarını çıkardım kollarımdan. Ardından sütyenin kendisini elbisemin içinden çekip aldım. Kollarını arkasında birleştirerek sütyen kopçası takabilen kızlardan değildim ne yazık ki. Sütyeni önce karnımda ters olarak kopçalayıp sonra çevirerek kuplarını öne getirmem gerekiyordu.

Sabırsızlıkla Alp'in dışarı çıkmasını beklerken onun duraksadığını gördüm. Gelmediğimi görünce omzunun üstünden bana bir bakış attı. Elimdeki sütyeni görünce kaşlarının hafifçe havalandığını fark ettim.

"Güzelim neden soyunuyorsun?"

Ya sabır...

"Hazır yalnız kalmışken nişanlıma şov yapayım dedim!" diye tersledim onu. "Aptal mısın Alparslan? Sütyenimi giymek için senin çıkmanı bekliyorum işte!"

Birkaç saniyeliğine duraksadı. Aklından ne geçtiyse gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığını fark ettim.

"Söyleseydin ben takardım kopçanı."

"Pardon, ne münasebetle acaba?"

"Şu manzarayı görmekten daha az bir münasebetle." dedi gözlerini yüzümden aşağı indirirken. Beğendiğini gösterircesine dudaklarını büktü. "Gerçi bir şikayetim yok ama..."

Bakışlarını takip ettiğimde neden bahsettiğini anladım. Sütyeni çıkarınca elbisenin ince kumaşı göğüslerimin hatlarını ortaya sermişti ve epey münasebet gerektiren bir manzara olduğunu inkar edemezdim. Fakat asıl garip olan şey onun durup beni böyle incelemesiydi. Normal şartlarda böyle cüretkar biri değildi Alp, ilgisi varsa bile saklamaya çalışırdı. Bir haftadır nerede olduğunu henüz sormamıştım fakat farklı davrandığı kesindi. Karşıma geçmiş açık açık süzüyordu beni resmen!

"Bakmasana ya!" diye bağırdım elime ilk geçen şeyi kafasına fırlatarak. "Bakma hayvan herif!"

Fırlattığım şey suratına çarptığında çaresiz bir nida fırladı dudaklarımdan. Sütyen... Allah kahretsin, bugün patavatsızlıkta kendi rekorumu kırmıştım! Alparslan bile bunu benden beklemiyor olacak ki suratına çarpan sütyeni havaya kaldırıp şaşkınlıkla inceledi. Bir an sonra gür kahkahasının taş duvarlarda çınladığını duydum.

"Sen beni bayağı özlemişsin."

"Alparslan ver onu!" dedim panikle ona doğru seğirtip. "Yanlışlıkla oldu, geri ver çabuk!"

Yüzünde muzip bir sırıtışla sütyenimi dudaklarına götürüp öptü. Başının altından bana ufak bir bakış attığında kanımın çekilir gibi olduğunu hissettim.

"Üzgünüm ama veremem." dedi basitçe. Sütyenimi büküp ceketinin cebine koyuşunu şaşkınlıkla izledim. "Sana daha önce de söylemiştim Elena, kendi isteğinle verdiğin hiçbir şeyi benden geri alamazsın."

Evet, söylemişti. Dağ evinde, öpüşmeden hemen önce söylemişti. O anları hatırlayınca garip bir titreme yerleşti parmaklarıma. Heyecanımın farkına varmasın diye bir elimle sımsıkı elbisemin eteklerini kavradım. Diğer elimse memelerimin üzerindeydi, derin nefes alışlarımla körük gibi yükselip alçalan göğüs kafesime eşlik ediyordu.

Allah'ım, ben ne yapacaktım bu adamla? Daha beş dakika önce onu terk edip gitmeye karar vermiştim, şimdiyse koşup boynuna sarılmaklar yeşeriyordu içimde. Onun da sanki bu tereddüdümü bilirmiş gibi duraksadığını, belki de yanıma gelip gelmemekte kararsız kaldığını görünce nefesimi tuttum. Fakat sonra vazgeçti, dışarı çıkmak üzere arkasını döndü bana. Öfkeme hakim olamadım.

"Esti un nemernic! Esti un animal al naibii de cuidat!"

Bana dönüp bakmadan konuştu. "Anama mı, babama mı?"

Bu kez cevabı Türkçe verdim. "Sülalene!"

Ufak bir kahkaha attı yeniden. Ardından cebinde sütyenimle birlikte dışarı çıkıp beni allak bullak halde yalnız bıraktı.

ALPARSLAN

Kayıkhaneden çıktıktan sonra bir müddet nereye gittiğimi bile düşünmeden yürüdüm. Eğer durup düşünürsem, veya basitçe durursam geri döneceğimi biliyordum çünkü. Elena pek farkına varmamıştı ama az evvel içeride can çekişmiştim ben. Şimdiyse cebimde ne halt etmeye el koyduğumu bile bilmediğim bir sütyen vardı. Harbiden ne demeye almıştım ki? İç çamaşırı sapıklıkları olan biri değildim. Galiba sütyeni iç çamaşırı olduğu için değil, Elena'ya ait olduğu için almıştım. Kafama başka bir şey fırlatsa muhtemelen onu da alırdım. Hatta başka bir şey fırlatmasını, ne bileyim toka falan, şu ilişkimizin şu aşamasında sütyene tercih ederdim. En azından kokusunu özlediğim zamanlarda kendimi sapık gibi hissetmeden koklayabileceğim bir şey olurdu.

Kafamda binbir düşünce eşliğinde önce dışarı çıkıp korumaların yanına uğradım kısaca, sonrasında eve girmeden yan taraftan dolaşıp arka bahçeye geçtim. Tam da tahmin ettiğim gibi tüm sülalem mevzilenmiş beni bekliyordu. Aslında tepeme çökmeden önce nişanlımla konuşmamın bitmesini beklemek gibi üstün medeniyet emareleri bizim sülalede pek görülmezdi. Dış dünyaya karşı kraliyet ailesini aratmayan bir görgü ve elitlik sergileyen yengelerimin aile içinde fitneci iç Anadolu yengelerinden hallice olduğunu biliyordum.

Fakat bizim soy sop o kadar çığırından çıkmıştı ki, sülalede yengelerimi bile etkisiz haline getirebilecek canavarlar vardı; Zarife Hala + onun hem kızı, hem de tahtının true born varisi olan Kanlı Nigâr. Yengelerimi bahçede tutan kuvvetin kaynağı buydu işte; Nigâr abla. Yanlarına vardığımda sazı eline almış, akla hayale sığmaz dedikodu birikimiyle yengelerimi hipnotize etmekle meşguldü. Zarife hala bir köşeye çekilmiş, yüzünde her zamanki asık ifadesiyle kızının şovuna müsaade ediyordu. Gülendam yengem ise bahçenin diğer tarafında hararetli bir telefon konuşması yürütüyordu. Onun ne konuştuğunu çözmeye çalışırken abimin bana seslendiğini duydum.

"Ooo Alparslan Bey, hoş geldiniz efendim!" dedi yapmacık bir nezaketle. "Merak ediyorum da hangi yüzle geldiniz acaba?"

Böylelikle hipnoz etkisi de bozuldu tabi. Nigar abla sazı elden bıraktı, yengelerim bir çekirge sürüsü misali aniden bana dönüp antenlerini havaya diktiler. Hemen ardından abimin bağırtısı bahçede çınladı.

"NEREDESİN LAN SEN-"

"İzzet abi dur." diyerek lafa karıştı Nurcihan yengem. "Allah aşkına bana bırak."

Hasiktir... Abimin bu talep karşısında kararsız bir şekilde bocaladığını gördüm, ardından tekrar arkasına yaslanarak eliyle buyur der gibi bir hareket yaptı. Onun kenara çekilmesiyle birlikte Nurcihan yengem ayağa fırladı. Normal şartlarda çoktan topuklamış olurdum ancak kaçma fırsatı bulamadan yanımda bitiverdi, bir eliyle kulağımdan tutup çekince acıyla sızlanarak onun hizasına eğilmek zorunda kaldım.

"Yenge bıraksana!"

"Sus, alırım ayağımın altına!" diyerek öteki eliyle fiske patlattı kafama. "Neredeydin sen bir haftadır, HA?! NE-RE-DEY-DİN?!"

"Yahu işim vardı-"

"Bak bir de utanmadan işim vardı diyor! Ulan haber de mi veremedin eşek sıpası?! O kızcağız pencerelerde beklemekten helak oldu bir haftadır!"

Anlık boşluğundan faydalanıp kulağımı kurtardım elinden. Geri geri giderek yengemden kaçarken Elif'le ilgili söylediği şey kafama takılmıştı. Ve bir de, bunu Nurcihan yengemin söylemesi... Onun illa ki Elif'i benimseyeceğini biliyordum. Kendisi dünyanın en suratsız ve sivri dilli insanıydı, başka insanları da kolay kolay benimsemezdi fakat Elif tam onun seveceği türden biriydi. Yine de bir haftada kızı benimsemesine şaşırmıştım, ben yokken aile içi dinamikleri etkileyen şeyler yaşanmış olmalıydı.

"Salıverin, ne halt ediyse etsin kızan." diyerek lafa karıştı halam. "Bir hafta kaçıp gittiğine göre belli ki evlenmeye gönlü yok."

Nurcihan yengem bana ters bir bakış attı. "Halacım kusura bakma ama senin kızan eşşek gibi de evlenecek. İzzet abimler yukarıdaki kızı eve getirdiler bir kere, şu saatten sonra baba evine gönderecek halimiz yok."

"Yahu ne baba evi-" diye lafa karışacak oldum fakat beni pek takmadılar.

"Siz hiç merak etmeyin, yukarıdaki körpeyi ortada komam." diyerek kalender bir tavırla cevap verdi halam. "Dili accık çengelli ama ay parçası gibi maşallah, ben ona bu ahlaksız gavırdan daha iyi kısmetler bulurum."

Hayretle halama döndüm. "Ne?!"

"A beyle bağrınırsın işte!" dedi bastonunu bacağıma geçirerek. "Amma haberin olsun, şaka etmiyim ben. Sen olmasan başkası olur, hatta ben haber saldım bile birkaç ahbaba..."

Başta şaka yaptığını, beni kızdırmaya çalıştığını falan sandım ama gayet ciddiydi. Üstelik ciddi olmadığını düşünmek için bir sebebim yoktu. Zarife halamın nasıl bir manyak olduğunu gayet iyi biliyordum. Bu ihtiyar şeytan gerçekten de Elif için görücü avına çıkmış olabilirdi. Yok, ben bu gidişle sülale katili olacaktım.

"Ne demek haber saldım etrafa?! diye bağırdım kendimi tutamayıp. "Neyin haberini saldın? Hangi akla hizmet- BUNADIN MI SEN HALA?!"

Abim oturduğu yerden kalkmadan kafama kırlent fırlattı. "Düzgün konuş lan halamla, it!"

"Yahu duymuyor musun dediğini? Kadın benim yokluğumda nişanlımı görücüye çıkarmış!" Halama dönüp öfkeyle devam ettim. "Bak sen de kimlere haber saldıysan söyle çabuk! Eğer bu kapıya Elif'i istemek için gelen olursa yemin ediyorum vururum-"

"Evli barklı kızçeyi nasıl evereyim ben a yavan akıllı?!" diye söylendi ihtiyar şeytan. "Önce senin gelmeni beklediydim. Sen kızı imam nikahından boşadıktan sonra iddet müddetini bekler, öyle çağırırım düğürçüyü."

Çağırırdı amına koyayım. Ben o zamanlar dünyada yoktum ama zamanında olanları çok kişiden dinlemiştim. Gülendam yengem abimin evlilik teklifini reddedince halam bir hafta sonra Rumeli'nden bulduğu görücülerle yengemi başkasına istemeye gitmişti. Abim de silahlarla kız isteme törenini basmış, emekli albay olan kayın pederinden sağlam bir sopa yemişti. Babam olanları duyup olay yerine intikal edince halam görücüleri de alıp tüymüştü fakat artık bu ihtiyar şeytanı durduracak bir Bahri Ahıskalı engeli de yoktu.

"Bana bak hala, ben abime benzemem." dedim dişlerimi sıkarak. "Elif'e görücü mörücü çağırmaya kalkışırsan-"

Halam şeytani bir tavırla güldü. "Napacan, İzzet gibi silahla baskına mı gelecen? Peh... Uçkuru olanın aklı da anca buna yetiy zaten..."

"Hayır hala," dedim net bir şekilde. "Eğer Elif'e görücü çağıracak olursan ben de sana görücü çağırırım."

Bahçede bir uğultu koptu. Yengelerim panikle ellerini ağzına götürürken halamın yüzündeki dehşeti görmek keyfimi yerine getirmişti.

"NE DEYİSİN SEN HINZIRIN ENCEĞİ?!"

"Rumeli tarafındaki tüm eşe dosta haber yollarım diyorum." diye üsteledim az sonra öz halam tarafından kurşuna dizileceğimi bile bile. "Kocasızlık Zarife Tüydiken'in canına tak etmiş, malı mülkü de derya deniz, uygun talipler istemeye gelsin derim. Bir de bunu utana sıkıla söylerim. Aman ha başka kimseye söylemeyin, halam çok utanıyor, duyulursa inkar eder diye eklerim. Sonra ayıkla pirincin taşını Zarife Sultan."

"ULAN PUŞTAVAT!" diye bağırdı halam öfkeyle. Çileden çıkmış, etrafta bana fırlatabileceği bir şey arıyordu. "HA ŞİNDİ ORACIĞA GELİRSEM EDERİM SENİ KIRMIZI SEKİZ BE YA! -BASTONUMU VER İZZET, KALAYLAYCEM BEN BU DELİYİ!"

"Hiç boşuna şov yapma, eğer Elif'le ilgili bir iş çevirecek olursan bu söylediklerimi harfiyen yaparım. Bastonunu istiyorsan da-" Yere düşmüş değneği alıp halamın ayaklarının dibine fırlattım. "Al sana baston. Ama haberin olsun, beni bununla korkutamazsın. Abim değilim ben."

Halam öfkeli bir kahkaha koyverdi. "Sen abinin benim bastonumdan mı korktuğunu sanırsın? A cahil kızan... Var git yap düğününü hayde. Uçkurundan kısa aklınla yuva kurabilirsen yiğencağızım der gönenirim. Ammaa, ola ki sıçıp batırırsan sakın kapıma geleyim deme. Aklın varsa elime düşmezsin!"

Bunları söyledikten sonra önce dudakları düz bir çizgi halini almış abime, sonra bahçenin diğer ucuna ters bir bakış attı. Diğer kadınlar halama odaklandığı için jübilesini benden başka fark eden olmamıştı. Abimle göz göze geldiğimde onun da fark ettiğini anladım. Fakat her zamanki gibi beni ayakta uyutmayı tercih etti, ayağa fırlayıp etme eyleme nidaları eşliğinde halamın yanına seğirtti.

Beni kendime getiren şey telefonumdan yükselen ses oldu. Mesaj gelmişti. Hızlıca yazanları okuduktan sonra bizimkilerin yanında daha fazla durmadım. Zihnim allak bullak olmuş haldeydi zaten. Bahçenin diğer ucuna kaçamak bir bakış attıktan sonra geri dönüp eve doğru ilerledim. Tam içeri girerken elinde çay tepsisiyle bana doğru yürüyen Sena çıktı karşıma. Yüzünde endişeli görünen bir ifade vardı.

"Abi n'oluyo bahçede?"

"Ne yapacaksın Sena?" diye söylendim. "Hem sen bu saatte ne demeye içeri çay taşıyorsun? Git yatsana, istiyorlarsa kendileri alsınlar çaylarını."

Gözlerinde hülyalı bir ifade belirdi. "Ay abii, yengemle nasıl da benziyorsunuz maşallah!"

"Ne?"

"O da senin gibi, hiç kıyamıyor bana." diyerek sırıttı. "Geçen gün hazırlık muafiyet sınavım vardı, sınava gitmeden önce kahvaltı masasını toplayayım demiştim. Beni görünce bir kalayladı var ya, sonra da Nurcihan yengemle kavga ettiler."

"Ne?!"

"Ama merak etme, Nurcihan yengem çok seviyor küçük yengemi." dedi telaşla ekleyerek. "Ama o gün bilmiyordu tabi, Elif yengeme 'Öfken bu eve ise, gazabını kızcağızdan değil ev halkından çıkar.' diye kızacak gibi oldu. Elif yengem de 'Öyle yapıyorum zaten. Sena bu evde dünyaya gelmiş, sizin gibi babasının evinden gelin gelmemiş buraya. Burası asıl onun evi.' dedi. Nurcihan yengem zaten helva meselesinden sonra sevmişti Elif yengeyi, bence o gün iyice sevdi."

"Helva meselesi mi?"

"Ay ben onu anlatmayı unuttum sana!" diyerek elindeki tepsiyi masaya bıraktı hevesle. "Şimdiii, senin gidişinin üçüncü günüydü sanırım... İzzet abim Elif yengenin babaannesi için mevlit okutalım deyince ailenin kadınları isyan çıkardı tabi."

Çıkarırlardı, haklı olarak. Çünkü bizim ailede yas adetleri yoktu, abilerimin hiçbirinin arkasından mevlit okutmamıştık. Cenazeyi defnettikten sonra günlük hayatımıza geri dönerdik ve ailemize dışarıdan gelin gelmiş yengelerim zamanında bu geleneğe uyum sağlamakta epey zorlanmıştı. Abilerimin ardından bile yas adetleri düzenlenmemişken Elif'in babaannesi için mevlit okutulması elbette tepki toplardı. Abim kaş yapayım derken göz çıkarmıştı anlaşılan.

"Sonra ne oldu?"

"İzzet abim yumruğunu masaya vurdu." dedi Sena. "O kız daha bizim aileyi tanımıyor, babaannesi de bizim aileden değil, mevlit yapılacak diyorsam yapılacak dedi. Biz de ertesi sabah alelacele bir mevlit yapalım dedik, sonra da Elif yengeye haber verdik. Aşağı geldi, helva tabaklarını falan görünce 'Eksik olmayın ama ben böyle adetlerden pek hoşlanmıyorum, babaannemin yasını da çoktan tuttum.' deyip yukarı çıktı."

"Sen mi söyledin öyle yapmasını?"

"Yok valla abi. Bence Elif yengemin niyeti bizimkileri kızdırmaktı ama ters tepti. Gerçi o bunu bilmiyor tabi..."

Gülmeden edemedim. Elif tam da tahmin ettiğim gibi ailedekilere zıt gitmeye başlamıştı fakat farkında olmadan onu daha da çok sevmelerine sebep oluyordu. Gerçi hiçbir şey yapmasaydı da bizimkilerin onu seveceğini biliyordum fakat bu şekilde süreç çok daha hızlı işlemişti. Ulan Göçmen Kızı...

"Tamam, ben onunla konuşurum." dedim kıza. "Sen de bırak o tepsiyi, git zıbar çabuk."

Sena lafımı ikiletmeden tepsiyi bırakıp kaçarken geri dönüp üst kata yöneldim. Gitmeden önce Elena'yla konuşmaya karar vermiştim. Aslında niyetim en başından beri buydu, ona Abas'la yaptığım anlaşmayı anlatmak için konuşmakta ısrarcı olmuştum fakat şu saçma sapan imam nikahı mevzusu yüzünden araya kaynamıştı. Hazır evdekiler hala bahçedeyken etraflıca bir konuşma yapmak niyetindeydim.

Fakat üst katta beni umulmadık bir manzara bekliyordu.

ELENA

"Zaman hiç durmadan akıp gidiyordu. Zaman, yalnızca şimdide cevaplanabilecek bir soru ve geri kalan her yerde acımasız bir uçurumdu. Gurura kurban verilen mutlu anların telafi edilemeyeceğini, çökmüş bir dalga fonksiyonunun tüm olasılıkları yok edeceğini biliyordum. Gururlu bir babanın enkazında bulabildiğim tek gerçekti bu."

Düşmüş Melekler Senfonisi - Bölüm 31/2, Babil

*-

-2 saat sonra-

Alparslan arkasını dönüp gittikten sonra bir süre sessizce karanlığı izlemiştim.

Ardından üst kata çıkıp yeni bir sütyen giymiş ve planımı uygulamaya başlamıştım. Önce gece kulübünün yerini öğrenmem gerekiyordu. Instagram'dan Atlas'ın profilini bulup oradan Adar'ın profiline ulaşmıştım, son paylaştığı hikayelerden de mekanın adını bulmaya çalışmıştım. Fakat mekanın ismi hiçbir yerde yoktu, etiketlerin hepsi gecenin yeni mabedi, Ortaköy yıkılıyor, bilin bakalım açılış öncesi lansmana kim davet edildi tarzı saçma sapan şeylerle doluydu.

Mecburen adres bulma işini taksiciye bırakıp planın ikinci aşamasına geçmiştim: Evden çıkmak. Bu daha kolay olmuştu. Alparslan'ın dönüşü korumaları epey gevşetmiş olmalıydı, kapıdaki adamların sayısı ikiye düşmüştü. Onlar da yalının kahyası Zeliş ablanın keklerine gömülmüş vaziyetteydi zaten. Arka bahçeden gizlice ön tarafa geçip kapıdakilerin anlık bir boşluğunda dışarı fırlamıştım. Sonra da yolda ilk bulduğum taksiye binip buraya gelmiştim.

Şimdiyse taksinin arka koltuğunda oturmuş, şoföre param olmadığını nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum.

"263 lira hanımefendi." dedi adam durumu sezinlemiş gibi. Sadece yüz liram vardı fakat taksi ücreti yüz liradan az tutsaydı da ödeyemezdim. Cüzdanımdaki yüz liralık banknot babaannemden bana kalan son şeydi.

"Üzgünüm." dedim nefesimi tutup. "Benim hiç param yok."

"Ya sabır..." diye söylendi. "Öyleyse kimin yanına geldiyseniz haber verin, o ödesin ücreti."

"Kimsenin yanına gelmedim ki." diye mırıldandım. "Evden kaçtım ben. Cebimde de hiç para yok, vallahi yok."

"SEN BENİMLE DALGA MI GEÇİYORSUN ABLACIM?!" diye bağırdı adam aniden. "Madem paran yok, ne halt etmeye taksiye biniyorsun?!"

Başka neye binecektim ki? Hayatım boyunca hiç toplu taşıma kullanmamıştım ben, otobüsler metrobüsler televizyondan gördüğüm şeylerdi. Okula babamın şoförü götürüp getiriyordu hep, taksi deneyimim de bu yaz çiftlikten firar ettiğim günlerle sınırlıydı. Bazen Alparslan'ın arabasına binmeyi beceremediğim günler oluyordu, mecbur taksiyle dönüyordum çiftliğe. Onlarda da hiç para sorunu yaşamamıştım. Hatta Türkiye'ye geldiğimden bu yana bir kez olsun para sıkıntısı çekmemiştim ben. Babam birçok konuda düşüncesiz olabilirdi fakat para konusunda asla bizi zora koymazdı. Günün birinde ele muhtaç olup da onun itibarını sarsacağımızdan ödü patlardı. Fakat elbette bunları taksiciye anlatamazdım.

"Başka çarem yoktu." demekle yetindim. "İsterseniz beni karakola götürün, istersen dövün, ödeyemem ücretinizi."

"He döveyim de başıma bela alayım, öyle mi?!" diye kükredi yeniden. "Gece gece uğraştığım şeye bak- Çık git şu araçtan, asabımı bozma benim-"

Adamın lafını ikiletmedim. Alelacele taksiden inerken plakasını aldığımı, ücreti ilk fırsatta ödeyeceğimi de söyleyerek sağlam bir küfür yedim fakat omuzlarımdan büyük bir yük kalkmıştı. Ucuz yırttığımın, çok çok ucuz yırttığımın farkındaydım. Adam beni polise teslim edebilirdi, hakikaten ıssız bir yere götürüp dövebilirdi, başıma daha kötü şeyler de gelebilirdi. Tüm bu olasılıkların yanında iki üç küfrün derdine düşecek değildim.

Taksici basıp giderken ivedi adımlarla kalabalığa doğru ilerledim, adamın fikrini değiştirmesinden korkuyordum. Neyse ki hakikaten beni bela olarak görüyordu. Bir süre bekleyip taksinin sarı tamponu gecenin içinde yitip gittikten sonra geri döndüm. Kapıdaki kalabalığa yakın fakat dikkat çekmeyecek bir duvar kenarına geçip beklemeye başladım.

Evet, planım buydu. Adar içeriden çıkana kadar gece kulübünün önünde bekleyecektim. Zaten başka da şansım yoktu, kulübe giriş ücretli olmalıydı.*** araştır, lüks gece kulüplerine ücretle mi giriliyor

Gerçi cebimde para olsaydı bile içeri girme riskini göze alamazdım, neticede mekan müstakbel kocama aitti. Kendisi beni ailesinin evine atıp gitmiş olabilirdi fakat yalıdakiler yokluğumu fark ettiğinde epey tantana kopacaktı. Tüm korumalara eşgalimi dağıtıp şehrin altını üstüne getireceklerini biliyordum. Gece kulübünün kapısındaki korumalara da haber ulaşırsa ülkeden çıkma fırsatı bulamadan enselenirdim.

'Ha ülkeden çıkabileceğine eminsin yani?'

Emin değildim fakat epey umutluydum. Mersin'deyken Alparslan'ın arabasının arka koltuğunda çiftlikten kaçma serüvenlerim epey verimli geçmişti. Ayşe'ye söz verdiğim gibi ablamla Adar'ın izini bulabilmek için devlet dairelerinin kapılarını aşındırmıştım. O arada olası kaçış planım için hazırlıkları da yapmıştım. Nüfus Müdürlüğü'nün Bosna'ya yazı gönderip doğum belgemi bulması günler sürmüştü fakat o doğum belgesi Konsolosluk'taki işleri roket gibi hızlandırıp bana bir pasaport kazandırmıştı.

Kısacası evrak işlerim tamamdı. Geriye bir tek Adar kalmıştı.

'Ve belki de ablam...'

Bu düşünceyle birlikte kalbim göğüs kafesimin içinde kanat çırptı. Ablam... Adar kumpanyadan kaçtıktan sonra ablamın izine ulaştıysa ikisi hala görüşüyor olmalıydı. Aralarındaki büyük aşk yetişkinlik yıllarına taşınmadıysa bile çok yakın olduklarına emindim. İkisi de Ederlezi Kumpanyası'nın çocuklarıydı, kırılmaz bir zincirin iç içe geçmiş iki halkası kadar sağlam bir bağ vardı aralarında. O bağ beni bu gece dünya üzerinde görmeyi en çok istediğim insana, hafızamda ufak bir kız çocuğu olarak kalmış ablama ulaştırabilirdi.

Kalbimin yerinden çıkacakmış gibi olduğunu hissedince sakinleşmeye çalıştım. Dereyi görmeden paçayı sıvamak istemiyordum, hayal kırıklığına uğramak da... Adar ablamın izine hiçbir zaman ulaşamamış olabilirdi. Hatta bu epeyce yüksek bir ihtimaldi çünkü ablamı bulmuş olsaydı evinden bu kadar uzakta yaşamazdı. Onun Türkiye'ye nasıl geldiğini bile bilmiyordum. Hem sosyal medya fenomenliği nereden çıkmıştı ki? Yolda Instagram hesabına göz atmıştım, hiç Adar gibi görünmüyordu. Sadece dış görünüşü değil, kişiliği de değişmişti sanki. Bu normaldi elbette. Eğer onunla olan bağımız Kumpanya'ya dayanıyor olmasaydı neredeyse yirmi senedir görmediğim bir insanın bana yardım edeceğine inanarak evden kaçmazdım.

Zaman sadece insanları değil, insanlar arasındaki bağları da değiştiriyordu. Şimdilerde kardeş kadar yakın olan arkadaşların birçoğu on sene sonra yolda karşılaşsa birbirini tanımayacaktı. Şimdilerde birine deliler gibi aşık olanlar on sene sonra aynı heyecanı duymayacaktı. Şimdilerde anne babası olmadan yaşayamayacağını düşünenlerin çoğu yirmi sene içinde ebeveynlerini kaybedip gayet de yaşayabildikleri gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacaktı. Şimdilerde vatanını arayan bir göçmen kızıyla vatansız kalmış bir haymatlosun öyküsünü okuyordunuz, fakat beş sene sonra bu hikaye çoktan unutulmuş olacaktı. Çünkü zaman hiç durmadan akıp gidiyordu. Zaman, yalnızca şimdide cevaplanabilecek bir soru ve geri kalan her yerde acımasız bir uçurumdu.

Fakat zamanın laneti kumpanya mensupları için geçerli değildi. Ederlezi Kumpanyası ortak bir acıdan kaçanların eviydi. Oradaki insanlar birbirine sıkı sıkıya bağlı bir zincirde yer alan halkalar gibiydiler. Beni gecenin köründe tek bir fotoğrafla evden kaçmaya ikna eden şey de o zincirin sağlamlığıydı zaten. Uzun yıllar evvel kumpanyadan zorla koparılmış olsam da Adar'ın beni yüzüstü bırakmayacağını biliyordum. Eğer ablamı bulabildiyse beni onun yanına götürürdü. Eğer bulamadıysa birlikte ablamı arardık. Her halükarda bu gece evime dönecektim.

Sonra?

İçimden bir ses usulca bu soruyu fısıldayıp köşesine çekildi. Bugüne dek yaptığım kurtuluş planlarımın tümü eve dönebilmeyi amaçlıyordu fakat sonrasını hiç düşünmemiştim. Sanki evimi bulabilirsem hayatımdaki tüm sorunlar çözülecekti, eksikliğini çektiğim ne varsa önüme serilecekti, büyülü ve mutluluk dolu çocukluk yıllarım geri gelecekti. İçimde çözülemeyen tüm düğümlerin, durmadan beni çağıran geçmiş günlerin anahtarı Balkanlar'daki o şirin kulübedeymiş ve üzerimdeki göç yorgunluğu ancak evimi bulduktan sonra dinebilirmiş gibi hissediyordum.

Şimdiyse farkındalık yavaş yavaş zihnimi işgal ediyordu. Kaçma planları yaparken, evden çıkarken, hatta buraya gelirken bile bunun mutlak bir terk ediş olduğunu düşünmemiştim. İdrak edememiştim. Fakat bu bir oyun değildi. Alparslan da babam gibi kaçıp gittiğimde beni zorla geri getirmezdi. Eğer çekip gidersem, onu bütünüyle ardımda bırakmış olacaktım.

Garip biçimde, onu terk etmenin, onun beni terk etmesinden çok daha zor olacağını hissettim. Çünkü geride kalmanın umutlu bekleyişleri yoktu çekip gitmelerde. Geleceğe dair ufak tefek ihtimallerle, uyku öncesi kurulan hayallerle, pencere pervazlarına dayalı dirseklerle ve farklı anlamlar yükleyerek kapı zillerine; insanın gözünü yolda kulağını kapıda tutan o dirayet yoktu. Gitmek başlı başına bir sorumluluktu.

Özleyecek miydi beni? Yoksa çekip gittiğimi duymak onu içten içe rahatlatacak mıydı? Belki de sadece başarısızlığın verdiği bir hüsran duyacaktı. Çünkü çekip giderek Alparslan'ın babasının mirasına ulaşmasını da engellemiş olacaktım. Belki de sırf bu yüzden peşime düşer, beni zorla Türkiye'ye geri getirirdi. İçimde ufak bir parçanın bu ihtimal karşısında heyecana kapıldığını hissedince kendime kızamadım. Aşkın imkansızı bile bir umut nesnesi haline getiren gariplikleri vardı. 'Belki o benim yanıma gelir.' diye imkansız şarkılar söylüyordu benliğimin bir köşesi. 'Belki çekip gidersem beni yokluğuma dayanamayacak kadar çok sevdiğini fark eder ve babasının mirasından da, içine girdiği taht savaşlarından da vazgeçip peşime düşer.'

Bakışlarım gece kulübünden çıkan adama takılınca bir seçim yapmak zorunda olduğumu anladım. Hiç kimsenin dönüşümü beklemediği o eve dönüp Alparslan'ın benden uzak duramayan fakat ona yakın olmama da katlanamayan halleriyle savrulmaya devam edebilirdim. Ya da çekip gider, gelecekte kaderin onu tekrar bana getireceğini umut ederek kendi yolumu çizerdim. Kimsenin himayesi altında olmadan, kimseye yük olmadan, kalbimde delice bir sızıyla ama özgür adımlarla yürüyebileceğim bir yoldu bu. Öteki seçenekte ise beni her daim kaçınması gereken bir yük gibi gören, tüm kalbimle delicesine sevdiğim adamın yanında ve onun çizdiği güzergahta yürüyeceğim başka bir yol bekliyordu. Okuduğum aşk romanlarındaki tüm kadınların sevdiği adam için özgürlüğünden vazgeçeceğini biliyordum.

Fakat ben özgürlüğü seçen kadın oldum.

-*-

"Adar!"

Sesim evvela kendi kulaklarıma çarpıp mucizevi bir yankıya dönüştü. Sonra onun kulaklarına ulaştı. Yürüyüşünün bir anlığına duraksadığını, tekrar harekete geçtiğini, birkaç adım attıktan sonra olduğu yerde kalakaldığını gördüm. Başını çevirip bana baktığındaysa onu gerçekten bulduğumu anladım.

Sosyal medya hesabındaki fotoğrafları incelerken kapıldığım şüphe bütünüyle kaybolmuştu. Bu sahiden de Adar'dı. Onu bulmuştum. Fakat görünüşe bakılırsa o beni henüz tanıyamamıştı. Gecenin ortasında durmuş dikkatle yüzümü inceliyor, kim olduğumu anlamaya çalışıyordu. En sonunda bir rüyadan ayrılır gibi hafifçe silkeledi başını, önüne dönüp tekrar yürümeye başladı.

Harika, yanlış duyduğunu sanmıştı.

"Adar bekle!" diye bağırdım adamın peşinden koşarken. Adımlarını hızlandırdığını görünce mecburen yeni adıyla seslendim. "Ateş dur lütfen!"

Tam yanına ulaştığım esnada aniden durup bana doğru döndü. Ona toslamamak için mecburen geriledim. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda pek sevecen göründüğü söylenemezdi. Çiselemeye başlayan yağmurun altında durmuş, son derece memnuniyetsiz bir tavırla beni izliyordu. İster istemez bir adım daha geriledim.

"Bakın şu an fotoğraf çektirmek için hiç uygun bir zaman değil, anlatabiliyor muyum?"

Bu kez şaşırma sırası bendeydi.

"Ne fotoğrafı?" dedim hayretle. "Ben fotoğraf çektirmek için gelmedim ki."

"Ne istiyorsunuz o zaman? Tanışmak mı?"

"Biz tanışıyoruz zaten! Marya'nın küçük kızıyım ben, adım Elena. Amcanla sen bize göz kulak oluyordunuz, hatırladın mı? Hatta sen ablamı bulmak için kaçmıştın, bir sene sonra da beni gönderdiler Türkiye'ye... Mađio! Evet, Mađio getirmişti beni buraya. Mađioničar'ı hatırlıyorsun değil mi?"

Saçmaladığımın ben de farkındaydım. Fakat elimden bir şey gelmiyordu. Adar'ın yüzünde delirmiş bir insanı izliyormuş gibi bir ifade vardı. Kendimi izah etmeye çalışırken onun sabrının giderek tükendiğini görüyor, ister istemez paniğe kapılıyordum. Yapmayı planladığım konuşma bütünüyle aklımdan uçup gitmişti.

"Siz ne saçmalıyorsunuz ya?" dedi şaşkınlıkla. "Benim amcam falan yok, neden bahsettiğinizi bile anlamıyorum."

"Hepsini anlatacağım!" dedim panikle. "Bak, gidip bir yerlere oturalım. Sana her şeyi izah edeceğim, söz veriyorum."

"Kusura bakmayın, işim var." diye geçiştirdi beni. "Eğer cidden önemliyse yarın menajerimle iletişime geçersiniz, o sizi yönlendirir."

"Adar bak ben ciddiyim. Oturup düzgünce konuşmak zorundayız, anlıyor musun? Burada konuşmak istemiyorsan ben de seninle geleyim."

"Ben eve gidiyorum."

"Tamam, ben de geleyim!"

"Bak bana nasıl bir oyun oynuyorsun bilmiyorum ama niyetini açıkça söyle de seni reddedeyim." dedi bıkkınlıkla iç çekerek. "Güzel kızsın, okay. Ama takıntılı tiplerle işim olmaz benim, evime falan da gelemezsin."

"Ne zırvalıyorsun geri zekalı?!" diye çıkıştım öfkeyle. "Sen benim abimsin!"

"Arkadaşım senin kafan yerinde mi?" diyerek güldü. "Kardeşim falan yok benim, ne abisinden bahsediyorsun?!"

"Manevi olarak yani..." diye kıvrandım. "Bak biz seninle birlikte büyüdük, tamam mı? Hatta ablamla ikiniz çocukluk aşkıydınız, sırf onu bulmak için Kumpanya'dan kaçmıştın!"

Gözlerini kıstı. "Kumpanya mı?"

"Evet!" dedim birden umutlanarak. "Balkanlardaki gezici gösteri topluluğundan bahsediyorum. Bizler Ederlezi'nin çocuklarıyız. Ederlezi Kumpanyası'nın-"

Fakat devam edemedim zira kahkahalarla gülmeye başladı. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim. Adar sahiden unutmuş olmalıydı, ya da hiç bilmediğim yollara sapmıştı. Aksi taktirde söylediklerimi ciddiye almaması olanaksızdı. Bir vakitler Kumpanya'nın parçası olmuş hiç kimse söylediğim cümleye kayıtsız kalamazdı. En son çocukken gördüğüm bir insanın bana yardım edeceğine inanarak gecenin köründe evden kaçıp buraya gelmenin sebebi de buydu zaten. Bizler Ederlezi'nin çocuklarıydık.

"PR çalışması falan mı bu?" dedi en sonunda. "Üzgünüm ama bu zırvalığı story olarak paylaşmaya kimse beni ikna edemez. Patronuna söylersin."

"Adar, eğer gerçekten sensen lütfen bana yardım et." dedim son bir çareyle. Ağlamamak için dişlerimi sıkıyordum. "Söz veriyorum başına bela olmam, sana yük de olmam. Sadece ülkeden çıkmama yardım et. Îmi pot găsi casa singură!" (Evimi kendim de bulabilirim.)

"Git bul öyl-!"

Sinirle başladığı cümlesi aniden yarım kaldı. Kırdığı devasa potu idrak etmişti. Fakat hiçbir açıklama yapmadı, kıvırmaya çalışmadı, cümlesini tamamlamadı bile. Göz göze geldiğimizde içimden bir şeylerin söküldüğünü hissettim. Daha fazla kendimi tutamadım, ona doğru atılıp gözyaşları içinde boynuna sarıldım.

"Stiam!" diye hıçkırdım. "Știam că ești tu!"

Birkaç saniyelik sessizliğin ardından "Bırak!" dedi ellerimi boynundan sökerek. "Tanımıyorum seni diyorum, manyak mısın?!"

Beni omuzlarımdan tutup kendinden uzağa itince karşı koyamadım. Fakat gitmesine de izin veremezdim. Çünkü verdiği açıkla birlikte unutma ihtimalini eleyip onun bambaşka yollara saptığına emin olmuştum. Belki de beni ablama götürebilecek yollara... Peşinden gidip hiç değilse neler döndüğünü, beni neden tanımazdan geldiğini ve ablamı gerçekten bulup bulmadığını öğrenmeliydim.

Fakat gözlerim gece kulübüne takılınca hareket edemedim. Binanın hemen önündeydi. Uzun zamandır burada olduğunu gösteren bir tavırla sırtını duvara yaslamıştı, bir ayağını öbür ayak bileğinin üzerine atıp kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Gecenin karanlığında, gece kadar karanlık bakışlarla sessizce beni izliyordu.

Alparslan...

Kim bilir gördüklerini nasıl yorumlamıştı?

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro