Bölüm 1 - Göçmen Kızı
Nedir sizi kötülük yapmaktan alıkoyan şey?
Tanrı korkusu mu? Toplumsal ahlak değerleri mi? Kanunlar mı?
İnsanların çoğunu iyi olmaya iten şeyler bunlardır. Cehennemle korkutmadığınız sürece kana susamış yığınları kontrol altında tutamazsınız. Medeniyeti yaşatmak istiyorsanız, toplumun önüne ahlaktan ve kanunlardan oluşan bir duvar koymak zorundasınız. Çünkü vahşet, çoğu insanın özünde bir nehir gibi çağıldar. Ve en korkunç canavarlar, ahlak duvarlarının ardında yatar.
Bense o duvarı uzun süre önce yıktım. Çünkü içimdeki canavarı kontrol etmek için ahlaki değer yargılarına ihtiyacım yoktu. Vahşet yaratmıyor oluşumun sebebi ahiret korkusu değildi. İnsanlık dışı kötülükler yapmamı kanunlar engellemedi. İyi bir insan olamadım ama çoğu insanın aksine, kim olduğumu hiç saklamadım.
Medeniyetin yıkıldığı, toplumsal ahlakın çöktüğü ve Tanrı'nın öldüğü bir dünyada da ben aynı adam olacaktım.
"Bana bak Alparslan, orada hareketlerine dikkat edeceksin." diyerek bininci kez aynı konuşmaya başladı abim. "Şevket benim asker arkadaşım, kızları da senin gönül eylediğin kızlara benzemez. Bunlar edep adap bilen insanlar, orada abuk subuk laflar edeyim deme sakın. Zaten kızlardan uzak durman gerektiğini söylemiyorum bile-"
Bu tiradın yaklaşık on dakika süreceğini bildiğim için onu dinlemeyi bırakıp camdan dışarıyı izlemeye başladım. Aylardan ağustostu ve Adana cehennem gibi yanıyordu. Abimin aklına uyup dünyanın en saçma macerasına atılmak için yanlış zamanı seçmiştim. Üstelik macera henüz başlamamıştı bile, zira gideceğimiz çiftliği bir türlü bulamıyorduk.
"Ulan sen beni duymuyor musun?!"
Abimin öfkeli sesiyle birlikte kendime geldim. Başımı çevirdiğimde adeta burnundan soluyordu, onu dinlemediğimi fark etmişti anlaşılan.
"Bu sefer affetmem!" dedi kükremeye devam ederek. "Uslu duracaksın burada, anladın mı? Eğer kızların üç metreden yakınına vardığını görürsem öz kardeşim demem na şu makinalıyla deşerim ciğerini-"
"İzzet!" diye bağırdı yengem. "Sen ne biçim laflar ediyorsun çocuğa öyle?!"
Kolunu omzuma atıp korumacı bir tavırla beni yanına çekerken abim şaşkınlıkla etrafına bakındı. Ardından arabanın koltuk aralarına göz attı teker teker. Aradığını bulamamış olacak ki, yerdeki paspası kaldırıp altını kontrol etti. Ayağa kalkıp ön tarafa, şoförün yanındaki koltuğa bakındıktan sonra karısının şaşkın bakışları arasında yerine dönüp oturdu ve sordu.
"Hangi çocuk?"
Yengem bir eliyle beni işaret ederek kükredi. "Aha bu çocuk!"
Gülmemek için kendimi zor tutarken abimin "Bu mu çocuk?!" diye yükseldiğini duydum. "Yirmi sekiz yaşında çocuk mu olur Gül'üm?!"
"Çocuk tabi, elime doğdu o benim." diyerek söylendi yengem. Ardından yanaklarımı sıkıp şak diye kafamı öptü. "Oyy yengesi kurban olsun."
Evet, yengem Gülendam Ahıskalı böyle bir kadındı işte. Abimle aramdaki yaş farkı yüzünden onların çocuğu gibi büyümüştüm, bilhassa yengem öz annemden daha öteydi. Kendisi beni doğururken ölmüştü fakat abimin söylediğine göre yaşasaydı o bile benim üstüme yengem kadar titremezdi. 'Anam beni kafama tasla vura vura yıkardı.' diye söyleniyordu bazen. 'Yengen senin üstüne titriyor... Adalete bak anasını satayım!'
Sırf abimi sinir etmek için "Konuş yenge, konuş." diye sızlandım. "Ben daha çocuk sayılırım, ne evliliği ya?"
"Ulan sus!" diye söylendi abim. "Ben sana demedim mi niye gittiğimizi bilmiyorlar diye? Sakın orada kız bakmaya geldik diye ağzından kaçırma, bak çok ayıp olur."
Gözlerimi devirdim. Görücü usulü evlenme işini kabul ederken böyle bir olayın içine düşeceğimden haberim yoktu. Yengem bir kız bulur, biz de gidip isteriz diye düşünmüştüm hep. Abimin her şeye olduğu gibi kız bakma meselesine de kendine has ve sürrealistik bir yorum getireceğini tahmin etmem gerekiyordu.
Zira yaptığı şeyi realizmle açıklayamıyordum. Görücü usulü evlenecektim ama kızı abim seçmemişti. O kendine dünür seçmişti yalnızca, bense o dünürün üç kızından birini seçecektim. Bunun nasıl olduğunu sorduğumda dünürünün çiftliğine misafirliğe gideceğimizi ve orada bir süre kalacağımızı beyan etmişti. Ben kızlardan birini seçtikten sonra da sanki en başından beri o kız için gelmişiz gibi davranıp kızı isteyecektik. "Peki ya kızı vermezlerse ne olacak?" diye sorduğumdaysa çok daha fantastik bir cevap vermişti: "Kaçırırız."
"Cezmi dikkat et!"
Abim şoföre bağırınca aniden düşüncelerden sıyrıldım. Araba keskin bir fren yaparak dururken yengem endişeli gözlerle etrafa bakınıyordu. Başta bir şeylere çarptığımızı sanmıştım ancak başımı uzatıp ön tarafa baktığımda kimseyi göremedim. Taşlı yol bomboş uzanıyordu önümüzde.
"Ne oluyor ya?"
Abim beni cevapsız bırakıp "Aç kapıyı aç." dedi şoföre. "Çarpmadın değil mi?"
Olayı anlamaya çalışırken kapı yana kayarak açıldı ve bir meeleme sesi çalındı kulağıma. Çok geçmeden minik bir kuzunun ön taraftan koşturarak açık kapının önüne geldiğini gördüm. Ön ayaklarını arabanın merdivenine dayadıktan sonra neşeyle meeledi yeniden. O kadar tatlı bir şeydi ki elimde olmadan sırıtmaya başlamıştım. Yerimden kalkıp kuzuyu almayı düşünürken ön taraftan genç bir kızın sesi yükseldi.
"Vino aici, Yoda!"
Hangi dilde konuştuğunu anlayamamıştım fakat Star Wars evreniyle uzaktan yakından alakası olmayan kuzunun adı beni güldürmüştü. Yakalanacağını anlamış olacak ki tekrar meeleyerek minik toynaklarını yukarı uzattı. Fakat çıkmayı başaramadan bir çift el sarıldı karnına, ardından hayvanı kucaklayıp homurdanarak geri çekti.
"Nestašne stvar..."
Az önceki sesin sahibi kızdı bu. Yanında büyük bir köpekle birlikte kuzuyu almaya gelmişti. Üzerinde bol bir tişörtle kapri, başında güneşten korunmak için taktığı bir hasır şapka vardı. Saçları örülüydü fakat muhtemelen koşuşturmaktan her taraftan çıkıp dağınık bir görüntü vermişti ona. Başındaki şapkayı geriye attığında ufak, tatlı bir yüzü olduğunu fark ettim. Masmavi gözlerine, yüzünün hatlarına ve konuştuğu dilin fonetiğine bakılırsa Balkanlar tarafından gelen bir turistti.
"Alp, hanım kıza adresi soruversene."
Abimin direktifini duyunca meraklı bakışlarla bizi inceleyen kıza döndüm. "Excuse me miss, we got lost. Can I ask you an address?"
Bakışlarında haylaz bir neşe belirdi. "Şansınızı bir deneyin derim."
Yengem ufak bir kahkaha attı. Bense bir anlığına duraksadım. Bilingual insanların diller arasında aksansız geçiş yapması hep böyle şaşırtıyordu beni. Birileri karşımdaki kişiye dublaj yapıyormuş gibi hissediyordum.
"Kızım biz Baykar Çiftliği'ni arıyorduk." dediğini duydum abimin. "Nerede olduğunu biliyor musun?"
Kız bunu beklemiyor gibiydi. Gözlerini kısarak abimi incelediğini görünce ben de dikkatimi onlara verdim. Çok geçmeden yüzündeki kafası karışmış ifadenin yerini neşeli bir şeyler aldı. Ufak bir kahkaha attığında büsbütün şaşırmıştım.
"Tanıdım sizi." dedi abime bakarak. "Babamla birlikte çekildiğiniz askerlik resmini görmüştüm."
Siktir...
"Sen Şevket'in kızı mısın?"
"Hıhı." diyerek sırıttı. "Keşke çiftliğe haber verseydiniz, almaya gelirlerdi. Gerçi ben de eşlik etmek isterdim ama Dobby ve Yoda'nın uslu duracağını garanti edemem. En iyisi size yolu tarif edeyim..."
Adaylardan biriyle bu şekilde karşılaşmayı hiç beklemiyordum. Görünüşe bakılırsa onlar da bizi beklemiyordu. Aksi taktirde görücüleri kuzu peşinde koşturarak karşılamazlardı herhalde. Yengem kızı bizimle birlikte çiftliğe gelmesi için ikna etmeye çalışırken ben de bu kez alıcı gözle süzmeye başladım onu. Kıyafetleri epey boldu ama kuzuyu sımsıkı göğsüne bastırdığı için 85 B olduğunu görebiliyordum. Dolgulu değilse de 85 C falan olmalıydı ki yeterince idealdi bence. Kalçalarına gelince, tam karşımda durduğu için onları göremiyordum ama basen genişliğine bakılırsa o da fena sayılmazdı. Tabi, diğer adayları görmeden bu kız hakkında net bir kanıya varamazdım.
Abimin bacağıma çaktırmadan bir tekme attığını hissedince kızı süzmeyi bırakıp önüme döndüm. Hayır, ne bekliyordu ki acaba? Buraya müstakbel karımı seçmek için gelmiştim, elbette adayların memesine bakacaktım. Görücü usulü evlenirken ruh güzelliğinin peşine düşecek halim yoktu.
Bu esnada yengem hala Aday 1'i arabaya binmesi için ikna etmeye çalışıyordu. Anladığım kadarıyla kuzunun ortalığı alt üst etmesinden çekiniyordu kız. Ve tabi bir de köpek... Cidden Dobby mi koymuştu köpeğin adını? Hayvan bir ev cininden ziyade Hagrid'in üç başlı köpeğine benziyordu.
Kız da bunu biliyor olacak ki "Hiç gerek yok, çiftlik yakın zaten." diyerek itiraz etti yengeme. O sırada bakışları etrafa takıldı ve beklenmedik bir şeyle karşılaşmış gibi şaşırdığını fark ettim. Başını yerdeki köpeğe çevirirken "Aa yok, uzakmış..." diye mırıldanmıştı. "Senin yüzünden nereye gelmişiz Yoda!"
Cevabı kuzu verdi. "Meeee!"
"Hıı, tabi..." diye söylendi hayvana. "Babama da sen hesap verirsin artık."
Ve bu kez kendimi tutamadım. Ağzımdan çıkan kahkahayı son anda öksürükle kamufle etmeyi başarmıştım fakat içimden hala gülmek geliyordu. Abimin kalkıştığı işin saçmalığı ilk dakikadan anlaşılmaya başlamıştı. Eğer diğer iki kız da hayvanlarla konuşan, fantastik romanlar okuyan ve farkında olmadan kilometrelerce yol giden tiplerse bu misafirlik epey eğlenceli geçecek demekti.
Kız en sonunda kucağındaki kuzu ve köpeğiyle birlikte arabaya binmeye ikna oldu. O esnada yengemin birden ayağa fırladığını kalktığını fark ettim. Eliyle kıza yanımdaki koltuğu gösterirken "Ters oturunca yol tutuyor da beni..." gibisinden bir açıklama yapmıştı. İstanbul'dan Mersin'e kadar ters oturarak gelen kadına da bak sen... İlginç.
Zaten bu hamlesi işe yaramadı zira kızdan önce köpek oturdu yanıma. Hayvanın bu hareketi karşısında "Biliyordum başıma geleceği..." diye homurdandığını duydum. "Sednete na zemja, Dobby!"
Muhtemelen köpeğe yere inmesini söylemişti ama hayvan pek oralı olmadı. Kız tekrar komut verince koca kafasını kaldırıp pis bir bakış attı bana, sonra tekrar sahibine döndü. Ne yani, kızı benden mi koruyordu? Yemin ederim abimin köpek versiyonuydu bu hayvan.
O sırada abim "Bırak kızım, hayvancağız otursun aranıza." diyerek beni yanıltmadı. "Dört ayaklılara malum olurmuş..."
Abim böyle bir insandı işte. Hem evlenmem için tepeme çöküyor, hem de gelin adaylarına beni kötülüyordu. Neyse ki kız o esnada şoföre yolu tarif etmekle meşguldü. Abim de yengemin attığı tehditkar bakış karşısında daha fazla uzatmadı, gevrek bir kahkaha atıp "Tesadüfe bak sen yaa..." diyerek konuyu değiştirmeye çalıştı. "Ee söyle bakalım kızım, sen hangisisin? Hmm... Sümeyra mısın yoksa?"
Aday 1 neşeyle başını iki yana salladı. "Hayır, o ablam olur."
"O zaman Ayşe'sin? Gerçi Ayşe esmerdi ama..."
"O da ablam olur." diye güldü. Bu sefer kuzu da ona eşlik edip meelemişti.
"Eh, öyleyse geriye tek bir seçenek kalıyor..." diyerek cevaba ulaştı abim. "Yalnız ben seni en büyükleri sanıyordum Mehtap..."
"Öyle zaten." dedi eğlenceli bir sesle. "Ama Mehtap da ablam olur."
Tekrar siktir...
Başımı çevirip kıza bakarken mevzuyu tam idrak edememiştim. Hani üç kızı vardı adamın? Dördüncüsü nereden çıkmıştı ki? Abimin suratındaki ifadeyi görünce az önceki öfkem yerini ışık hızıyla gülme isteğine bıraktı.
"Bak sen şu Allah'ın işine... Demek Şevket'in bir kızı daha oldu ha?" dedi abim şaşkın şaşkın.
Kız nazikçe başını sallamakla yetindi.
"Ama sen hiç ablanlara çekmemişsin." diye devam etti. "Değil mi Gülendam? Gerçi kızları gördüğümüzde çok küçüklerdi ama üçü de esmer güzeliydi. Bu kızımızı doğar doğmaz una bulamışlar."
Kendi yaptığı espriye gülünce tekrar gözlerimi devirdim. Yengemse "Öyle vallahi..." diyerek abimi onayladı. "Ablanlar çocukken bile annenin kopyası gibiydi kızım. Sen baba tarafına mı çektin acaba?"
"Yok yauv, Şevketler buranın yerlisi Gül'üm..."
Kızın da sıkıldığını fark etmiştim. En sonunda abimlere kafa sallamayı bırakıp duruma el koydu.
"Ablamlar annelerine benzerler." dedi nazikçe. "Ben kendi anneme çekmişim."
Ve bu da üçüncü siktir...
Abimler kırdıkları pot karşısında seslerini kestiler. İkisinin de yüzündeki neşeli ifade ortadan kaybolmuştu. Başka bir şey sormuyorlardı zira durum çok açıktı. Eğer bu kız en büyükleri olsaydı adamın ilk eşinden çocuğu derdik ama en küçük kızdı. Diğer kızların annesiyse hala hayattaydı. Şevket Baykar'ın gayrimeşru bir ilişkisinden de kızı vardı anlaşılan. Fakat onu neden sayıya dahil etmediklerini anlamamıştım, sonuçta adamın öz kızıydı.
Arabanın içindeki manidar sessizlik uzarken dönüp kıza baktım. Aldığı tepki karşısında pek şaşırmış gibi durmuyordu. Fakat az evvelki neşesi de uçup gitmişti, üstelik haksız sayılmazdı. Henüz adını bile öğrenemeden gayrimeşru olduğunu öğrenmiştik.
Saçma sessizliği dağıtmak için "O zaman sen en küçüklerisin." diyerek kıza elimi uzattım. "Bu arada ben Alparslan."
Neyse ki dram sevdalısı biri değildi. Konunun değiştiğini görünce gözlerinin yeniden ışıldadığını fark ettim. Elimi sıkarken "Memnun oldum, ben de Elif." diye cevap verdi. Ardından kucağında yatan kuzuya köpeği işaret etti. "Bu ufaklık Yoda... Ve bu da Dobby."
Minik kuzu kızın göğsüne gömülüp uykuya dalmıştı, bu yüzden onu es geçip köpeğe baktım. O da başını kızın kucağına koymuştu, keyfi epey yerinde gibiydi.
"Merhaba Dobby."
Başını okşamak için elimi uzattım ancak dişlerini göstererek hırladı. "Hrrr..."
"Sanırım sizi pek sevmedi..." diyerek yüzünü buruşturdu kız. Köpeğinin karakter tahlillerini ciddiye alıyor olacak ki, kendisi de farkında olmadan benden biraz uzaklaşmıştı. Başımı çevirip abime baktığımda gözünün ucuyla bizi izlediğini fark ettim. Kızın verdiği tepkiyle birlikte bir elini çenesine dayamış, suratındaki sırıtışı gizlemeye çalışıyordu.
"Bilseydim ona bir çift çorap getirirdim." diye mırıldandım kendi kendime. Aklıma Harry Potter'daki Dobby'nin çoraplara bayıldığı gelmişti. Fakat abimi deli etmek için esas hamlem bu değildi elbette. Bir elimle köpeğin tüylerini okşarken başımın altından kıza bakarak tebessüm ettim. Ardından gözlerimi ondan ayırmadan mırıldandım.
"Gerçi her halükarda zamanla birbirimizi çok seveceğimize eminim."
Ve etkilendi. Gözlerindeki heyecan dolu parıltıdan anlamıştım bunu. Konuşurken ses tonu fazlasıyla hevesli çıkıyordu. Kız kesinlikle etkilenmişti.
"Çorap derken... Yoksa siz de mi bir Potterhead'siniz?"
Ama yanlış şeyden...
Kızın yüzündeki hayranlık dolu ifadeye bakarken ne diyeceğimi bilemedim. Bir dişinin benden etkilenmesi alışık olduğum bir durumdu fakat böyle bir sebepten ötürü beğenildiğim olmamıştı hiç. Hele ki o hamleyi yapmışken... Alttan gizemli bir bakış artı ufak bir tebessüm. Bununla kaç kız düşürdüğümü ben bile hatırlamıyordum. Gerçekten bütün olay Harry Potter mıydı?
"Böyle ince esprileri bildiğinize göre sıkı bir fantastik okuru olmalısınız... Orta Dünya eserlerini de okudunuz mu?"
"Şey, aslında ben pek fantastik okuru sayılmam..." diye bocaladım. Bununla birlikte heyecanı yarıya inmişti.
"Peki ya Harry Potter?"
Şükürler olsun ki mevzuya tamamen yabancı değildim. Ortaokuldayken bizi sınıfça sinemaya götürmüşlerdi, orada bir Harry Potter filmi izlemiştik. Kaçıncısı olduğunu bilmediğim bir başka filmi de geçen yıl izlemiştim. Nazmi Amca'nın bir işi olduğu için Şirin'e Aras bakıyordu o gün. Dört yaşındaki kızı elinden tutup bara getirmişti. Müşterilerin bulunduğu kısma değil elbette, üst kattaki ofiste cips ve kola eşliğinde film izliyorlardı. Ben de yanımdaki kızlara çok önemli bir işim çıktığını söyleyerek kalkıp onların yanına çıkmıştım. Filmin yarısına yetişmiş olabilirdim ama izlemiştim sonuçta. Finalde Harry denen velet UEFA Kupası'nı alıyordu.
"Tüm filmlerini izlemiştim..." diye cevap verdim kıza gülümseyerek. "Sence bu beni bir Potterhead yapar mı?"
Ve bakışlarındaki beğeni bir anda kayboldu. "Ah, pek sanmıyorum..."
Pardon? Kızın cevabı karşısında sessizce homurdandım. Abim muhabbeti anlamamıştı pek, yengemse ortamdan soyutlanmış gibi görünüyordu. Kız yanıma oturduğundan beri yüzünde hülyalı bir ifadeyle ikimizi izlediğini fark etmiştim. Muhtemelen bizi ya nikah masasında hayal ediyordu, ya da kucağımızda çocuklarla.
Çok iyi anlaştığımızı sanıyor olacak ki, kikirdeyerek biraz da onların anlayacağı dilden konuşmamızı rica etti. Bu esnada kız da benimle ilgilenmeyi bırakmıştı zaten, gözünden düşmüş olmalıydım. Aday 1'in dış güzelliğini diğer adayları görmeden puanlayamazdım fakat kafası epey güzeldi. Güle güle kullan demek gelmişti içimden.
"Demek 22 yaşındasın... İyi iyi, çok güzel. Okuyor musun peki?"
"Evet, önümüzdeki dönem son sınıfa başlayacağım."
"Maşallah maşallah." dedi yengem. "Ne okuyorsun?"
Eğer öğretmenlik falan derse bitmiştik. Yengem çiftliğe bile gitmeden kızı paket yapıp İstanbul'a götürür, nikahımızı kıydıktan sonra da dünürlerine haber gönderirdi. Ben de ömrümün kalanını itine çorap getirmeyi teklif ettiğim için benden etkilenen bir kızla geçirmek zorunda kalırdım. Başımı çevirip kıza ufak bir bakış attım. Yatakta da dirty talking niyetine birbirimize muggle derdik artık-
Siktir. Hayal etme Alparslan. Gözünde canlandırma o anı. Allah kahretsin, sakın hayal etme.
Ettim.
Ne yazık ki... Bazen erkek olmaktan nefret ediyordum.
"Tıp fakültesindeyim efendim."
Uygunsuz görüntüleri kafamdan atıp kıza odaklandım yeniden. Tıp fakültesi benim için beklenmedik olmuştu. Kafası güzeldi ama aynı zamanda da fazlasıyla çalışıyordu demek... Fakat uzun nöbet saatlerini düşününce yengemin doktor bir gelini tercih etmeyeceğine emindim.
"Ah, ne kadar güzel!" diyerek lafımı bana yedirdi. "Hep tıp okuyan bir kızım olsun istemişimdir..."
Yuh. Yengemdeki dönme hızı karşısında ne diyeceğimi bilemiyordum. Kızı sandığımdan da fazla sevmiş olmalıydı. Abim ne düşünüyordu acaba? Başımı ona çevirdiğimde bizimle ilgilenmediğini fark ettim. Camdan dışarıyı izlerken epey dalgındı, muhtemelen asker arkadaşının ondan neden dördüncü kızını sakladığını merak ediyordu.
Ortamızda oturan köpek yeniden hırlamaya başlayınca başımı eğip ona baktım. Bana öfkelenmiş gibi duruyordu. Acaba zihnimi falan mı okumuştu az önce? Bir kez daha hırlayınca sahibi duruma el koydu. Başını köpeğe eğip fısıldayarak azarladığını duydum.
"Taci din gură idiotule!"
Hayvan birden hırlamayı bıraktı. Şaşkınlıkla bu manzarayı izlerken kendimi tutamayıp lafa karıştım.
"Ne söyledin?"
"Sesini kesmesini." diyerek iç çekti. "Dobby Türkçe anlamıyor da..."
Gerçekten kafası epey güzeldi. Dalga geçtiğimi fark etmemesi için sesime ciddi bir tını vermeye çalıştım. "Anladığı bir şeyler var yani?"
"Çoğu insandan daha fazla." dedi bana manidar bir bakış atarak.
Pekala, bu iyiydi... Yediğim lafı anlamazdan gelerek sohbete devam etmeye çalıştım. "Peki hangi dil bu?"
"Son söylediğim mi? Romence."
İşte bu kafamı karıştırmıştı. "Diğer söylediklerin başka dilde miydi?"
"Makedonca ve Boşnakça da vardı."
"Dört dil mi biliyorsun yani?" dedim içine düştüğüm hayret ve beğeniyi gizleyemeden. "Bunları nerede öğrendin ki?"
İkinci soruyu sorduğum anda pişman olmuştum. Sonuçta beni ilgilendirmeyen bir şeydi, üstelik kız buraya ne için geldiğimizi bilmiyordu. Yengemin gözlerinden kalpler çıkarttığını görünce yerimde doğrulup kızdan uzaklaştım. Kucağındaki kuzunun başını okşarken cevap verdi.
"Yedi yaşına kadar annemle yaşadım. Onunla birlikte tüm Balkan ülkelerini dolaştık sayılır. Yaşım küçük olduğu için gittiğim yerlerin dilini öğrenmem zor olmuyordu."
"Annen Türk değildi öyleyse?"
Sana ne, Alparslan.
"Tam emin değilim ama sanırım Osmanlı döneminde Balkanlar'a göçmüşler. Biz de sürekli bir yerlere göçüyorduk zaten, haliyle nereye ait olduğumuzun bir önemi yoktu."
"O zaman sen bir göçmen kızısın." diye mırıldandım kendi kendime. "Kucağında bir kuzu olmasına şaşmamalı..."
Neden bahsettiğimi anlamış mıydı bilmiyorum ama cevap vermedi. Benimse zihnimde bir sürü yeni soru belirmişti. Neden sürekli göç ediyorlardı? Yedi yaşına kadar demişti, yedi yaşından sonra ne olmuştu ki? Annesi mi ölmüştü? Babası onu zorla mı Türkiye'ye getirmişti? Bunları merak ediyordum ama kızın sorularıma isteksiz bir şekilde cevap verdiğini fark etmiştim. Onu ilgilenmemden rahatsız olduğu her halinden belliydi.
Bu yüzden daha fazla uzatmadım. Çiftlik ufukta görününce muhabbet etme çabasını bir kenara bırakıp önüme döndüm yeniden. Fakat anlaşılan o ki, sorduğum onca sorunun ardından kız da bir soru sormaya karar vermişti. Kendi kendine mırıldanır gibi bir sesle "Peki ya siz neden geldiniz?" dediğini duydum. "Kimi istemeye yani?"
Abim birden öksürmeye başladı. Yengem eyvah dercesine dudağını ısırmakla yetinmişti. Bense ne cevap vereceğimi bilemiyordum. Buraya hangi niyetle geldiğimizi bilmesi hepimize büyük bir sürpriz olmuştu. Ne diyecektim ki ona? Kimi istemeye geldiğimizi henüz biz de bilmiyorduk.
Kararsızlıkla bocalarken Elif de pot kırdığını anlamış olmalıydı. "Ah, endişelenmeyin, babamın haberi yok." diyerek panikledi birden. "Hatta lütfen bunu söylediğimi de unutun, ağzımdan kaçırmamam gerekiyordu. Bu arada, aslında diğerlerinin de haberi yok. Yani tahmin etmişlerdi sadece... Ama siz yine de habersiz olduklarını varsayın olur mu? Sonuçta üç kızdan hangisine geldiğinizi bile bilmiyorlar, bu durumda bildiklerini söylemeyiz bence."
Kırdığı pot yüzünden bayağı telaşlanmıştı. Babasının kulağına gitmesinden çekiniyordu sanırım. Belki de sorduğu sorunun yanlış anlaşılmasından korkmuştu. Tam ona rahat olmasını, bundan kimseye bahsetmeyeceğimizi söyleyecekken abimin konuştuğunu duydum. Bu kez doğrudan Elif'e bakıyordu.
"Üç kız mı?" diye sordu kafası karışmış gibi. "Ablanlardan biri evlendi mi yoksa?"
Araba yavaşlamaya başlayınca çiftliğe vardığımızı anlamıştım. Elif yerinden kalkarken "Hayır, ablamlar değil." diye cevap verdi abime. "Beni dün akşam istemeye geldiler de..."
Ve yolculuğun sonuna geldik. Araba durunca hiçbir tepki vermedim, aşağı inmemiz gerektiğini anlamıştım. Abimse epey şaşkın görünüyordu fakat çabuk toparladı kendini. Gevrek bir gülüşle kıza iyi dileklerde bulunurken ben de rahatlamış gibi bir kahkaha attım. Hatta abimden sonra benzer dilekleri dileyip tebrik ettim kızı. Zaten o esnada aracın kapısı açılmış, bizi karşılamaya gelen ev ahalisinin sesi kulaklarıma çarpmıştı.
Aday 1'in üstüne çizik atıp diğer üç adayla tanışmak için yerimden kalkarken yengemle göz göze geldik. O gülmüyordu. Başta bunu kızı beğendiği için üzülmesine bağlamıştım fakat bana bakarken endişelenmiş gibiydi. Sorunun ne olduğunu anlamasam da rahatsız olduğumu hissettim. Zira yalnızca endişe yoktu bakışlarında. Başka bir his daha vardı, onun gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir şey...
İlk kez yengemin bana olan bakışlarında güvensizlik vardı.
-
Bölüm 2 bu gece gelebilir. :)
-*-
15.09.2023 / MİNİ ANKET
1.) Ederlezi'yi nerede görüp okumaya karar verdiniz?
2.) Kitabı nasıl buldunuz ve devam etmeyi düşünüyor musunuz?
3.) Seviliyorsunuz. <3
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro