6. BÖLÜM
Kitapta bulunan yabancı kökenli sözcüklere alışkın olduğum için telaffuz ederken zorlanmıyorum fakat yine de sizin için kelimelerin nasıl telaffuz edildiğini söylemek istedim, böylelikle içim rahat olabilir. Marseille Sécurité, Marseel Seküriti şeklinde,
Cerveau, Seevu şeklinde,
Reine, Reen şeklinde,
Roi, Hua şeklinde,
Notizia, Notitzya şeklinde telaffuz ediliyor.
Anlamadığınız, merak ettiğiniz sorularınız olursa bu satırın altına yorum olarak bırakabilirsiniz.♡
Keyifli okumalar dilerim <3
Tepedeki yerini her zaman korumakta olan güneşin ışığı tenime nüfuz ederken sabahın serinliğini gölgede bırakıyordu. Son kez daha nefesimi verdim ve saçımı sıkıca toplayıp tekrar koşmaya devam ettim.
Aybars peşimden gelirken hızımı biraz daha arttırdım ve Durukan ile ikisini geride bırakarak kendimi sadece koşmaya odaklandırdım. Islak çimlerin üzerinde sadece düşüncelerimle baş başa kalabileceğim kadar hızlı şekilde koşarken aynı zamanda kendi düşüncelerimden de kaçmaya çalışıyordum gizliden gizliye.
Önümde uzanan boş ve sadece bana ait olan arazide koşarken düşüncelerim hızımın yavaşlamasına sebep olmuştu. Biraz daha normale dönen hızım ile Aybars ve Durukan birbirine tek kelime etmeden olabildiğince buz dağları ile çevrili şekilde yanıma geldiklerinde nefes nefeseydiler.
İlerlemekten vazgeçip olduğum yerde koşarken biraz olsun ikisi de rahatlamıştı. Durukan öne eğilip ellerini dizlerine koydu ve nefes nefese sokulanmaya başladı. Aybars ise ondan biraz daha iyiydi. Dudaklarımda sinsi gülüş peyda olduğunda şeytan bana göz kırptı.
Kahkaha attım ve gözlerimi onun üzerinde gezdirdim, "N'oldu Baykor? Pes mi ediyorsun?" Alaycı sözlerim üzerine gözlerini bana çevirdi ve biraz daha dikleşti. "O hâlde pes et Baykor, yoksa az daha bana yetişiyorsun sanacaktım!" Tekrar kahkaha attım ve koşmaya başladığımda arkamda şaşkın gözlerin sırtımda gezdiğini hissederken Durukan'ın sesini duydum, ardından bana yaklaşmak için hızlı şekilde koşmasını.
Ağzımdan dökülen kahkaha ile hızımı biraz daha arttırırken Durukan küfürler ederek peşimden geliyordu. Bilerek yavaşlarken beni yakalamak için elini uzattı ancak ona kalmadan hızlıca tekrar koşmaya başladım.
"Aynadaki kişiyi yen Baykor! Onu yendikten sonra kimse savaşta rakibin olamaz, rekabet edemez!"
Sesim ona ulaşırken arkaya bakmadan konuşuyordum. Aybars'ı fazlasıyla geride bırakmıştık. Düşüncelerim beni ele geçirirken belimde bir el hissettim ve hızlanmak üzereyken at kuyruğu yapmış olduğum saçlarımın bağladığım yeri tuttu ve beni yere ittiğinde ıslak çimenler ayağımın altından kaydı.
Yere düşerken Durukan beni saçlarımdan tuttu ve yüzüm yere çarpmak üzereyken durdurdu. Onun evinde, banyosunda olduğumuz gibi tekrar kalçalarımın üzerine otururken saçlarımı tutmaya devam ediyordu.
"Sen ve senin gibi kadınlar neden hoşlanıyor Medusa biliyor musun? Romantik veya duygusal şeylerden değil, keyifle salladığı kuyruğunun tutulmasından."
Kahkaha atarken ellerimi çimenlere vurup kendimi durdurmaya çalıştım. Durukan şaşkınlıkla saçlarımı bırakırken başımı koluma koyup gülmeye devam ettim. Sonrasında aniden dönerek Durukan ile konumlarımızı değiştirdiğimde kolumu tutup boynuna doladım. Uzun saçlarına ellerimi geçirip kafasını geriye doğru çektim ve sırtında otururken kulağına yaklaştım. Nefesimi boynuna bırakırken şeytani gülüş tekrar dudaklarımda can bulmuştu.
"Ben ve benim gibi kadınlar neden hoşlanıyor Baykor biliyor musun? Romantik veya duygusal şeylerden değil, keyifle salladığı kuyruğu ile herkesin önünde diz çökmesinden."
Saçlarını biraz daha sıkı şekilde tutmaya devam ederken yüzünün acıyla gerildiğini görebiliyordum. Alkış seslerini takip ettiğimde bizim spor kıyafetlerimize inat üzerinde klasik bir takım elbisesi ile bize gelen Barlas ve yanında onun bir kuşak büyüğü, amcası, Ejder Bey vardı, Aybars da neredeyse sürünür bir şekilde peşlerinden geliyordu.
Durukan'ın saçlarını bırakırken hızlıca ayağa kalktım ve üçlünün karşısına geldiğimde ellerimi arkada birleştirip onlara bakmaya başladım.
"Bir haftadır şirkete gelmiyor, telefonlarını kapatıyor, toplantıları iptal ediyorsun Medusa," dedi Ejder Bey ve avcı gözlerini gözlerime çevirdi. "Ara mı veriyorsun? Başarmak istediğini sanmıştım. O hâlde dürüst olalım, bu savaşta ne kadar güçlü bir konumda olduğunu ve gücün senin elinde olduğunu unutmuş olmalısın."
Dilimi yanağıma değdirip başımı dikleştirerek ona baktım. Gülümserken ona bakmaya devam ettim. "Ya başarırım ya da başarmak isterken can veririm ihtiyar, üzgünüm ama beni asla yıldıramazsın. Başarmak için can vermeye hazırım ben."
Dudaklarımı ıslatarak gülümsedim ve onları arkamda bırakırken hafif tempoda koşmaya başladım ve geldiğimiz yol boyunca tek başıma düşüncelerimin bana eşlik etmesine izin verdim.
Bahçe kapısında elinde havlular ile Büke bekliyordu, ışıl ışıl yüzüne güneş ışınları daha da aydınlık katmıştı. Saçları topluydu, hafif yuvarlak yüzü ön planda olmuştu. Gülümserken kısılan gözleri ile bana bir havlu uzattı. Gülümsedim ve teşekkür ederek havluyu elinden aldım.
Terimi silerken aynı zamanda nefesimi düzene sokmaya çalıştım, bahçedeki masanın üzerindeki sürahiden su doldurduktan sonra bir dolu bardağı içtim. Beyler çoktan bahçeye geldiğinde kendimi masanın sandalyesine bıraktım geriye yaslanarak.
Ejder Bey diğerlerini beklemeden karşımda bulunan sandalyeye oturdu ve benim yaptığım gibi geri yaslanarak elini masanın üzerine koydu. Onu umursamadan tekrar bir bardak su doldurup içerken dudakları kıvrıldı, gözlerinin kenarları kırışırken yine canımı yakmak için kelimelere can verdi.
"En iyisi olmak istediğini sanmıştım Medusa, herkes gibi olmadığını düşünmüştüm."
Bardağı tok bir sesle masaya koyduktan sonra öne eğilip dirseklerimi masaya koyup kollarımı birleştirdim. Omuzlarımı dikleştirirken dudaklarımı yalayıp gülümsedim.
"Gerçekten benim duracağımı mı düşündün ihtiyar, komik olma."
Kahkahaya benzer bir gülüş peyda olurken elinden asla ayırmadığı işlemeli bastonu yere vurdu. "Savaş kapımızdayken bir anda ortadan kaybolamazsın Medusa," dedi ve hafif kır düşmüş kaşlarını sinirle çattı. Barlas bana bakarken gözlerimi yavaş bir sakinlikle ona çevirdim, kaşlarımı kaldırıp başımla işaret verdiğimde Barlas yeterli cevabı almış olarak içeri girdi.
Aybars, Durukan ve Büke ayakta beklerken Ejder Bey ile aramızda geçen bu konuşmanın nereye gideceğini merak ediyorlardı, çok geçmeden Barlas dışarı çıktı. Elindeki dosyayı bana uzattığında gülümsedim ve dosyayı önüme koydum. Ejder Bey bana bakarken dosyayı önüne ittim.
"Canavar yatağın altına ve dolabın içine saklanmıyor artık ihtiyar, kafanın içinde yaşıyor."
Dosyayı açmadan öylece bana bakmaya devam ediyordu. Bardağıma su doldururken tekrar konuşmaya başladım. "Ve şu bir gerçek ki, kim savaşta benim düşüşüm için tanrıya dua ediyorsa, barış zamanında başka bir tanrıdan yardım dilemeye başlayabilir."
Bardağı elime aldıktan sonra ayağa kalktım ve bahçe kapısına ilerlerken suyu içtim sonrasında bardağı bıraktım ve gözlerinin içine bakarken yere düşmeden tekrar tuttum.
"Ayrıca aptallık etme ihtiyar, küçük koyun olmaya devam etme bu savaşta. Çünkü böyle gidersen kurtla baş edemezsin."
Bardağı bırakırken gözlerine bakmaya devam ettim, kırılan camın sesleri beni bulduğunda gülümsedim ve onları arkamda bırakarak bahçe kapısından içeri girdim.
Ejder Bey'in bastonu cam kırıklarını ezerken vakit kaybetmeden peşimden gelmişti, Barlas ona hamle yapsa dahi elini kaldırarak onu durdurmuştu. Bahçedeki masanın üzerine bıraktığım dosya vardı elinde. "Tekrar zayıflaşıyorsun Medusa hem de savaşın nefesi ensemizdeyken,'" dedi gözlerime bakmaya çalışırken.
"Er ya da geç sonunda sen de fark edeceksin ihtiyar, bu dünya çöplükten başka bir şey değil. Senin kahramanlık adı altında bana yaptırdığın her şey bir kurgudan ibaret ve öyle de olacak hep. Savaş yüzyıllardır süren bitmeyen bir yaşam mücadelesi, benim gerçek savaşım kendimle."
Sakin sesim onu dumura uğratırken aniden ona döndüm ve yüzüne yaklaşırken gömleğinin yakalarını tuttum. "Bana bak ihtiyar! Suratıma iyi bak, bunun sorumlusu sensin, beni bu hale sen getirdin!"
Onu yakalarından tuttuğum için itmek zor değildi, bedeni geri geri giderken duyguları seçemediğim gözleri bana bakıyordu. "Şimdi bunu canınla ödeyeceksin Ejder Akıncı. Ben bu savaşta yer almayacağım senin yüzünden," dedim ve ona tekme atmak için ayağımı kaldırdığım sırada beni ayak bileğimden yakaladı ve kendine çektiğinde dengemi sağlayamadım.
Bedenim yere düşerken Ejder Bey üzerime eğildi ve bana tepeden bir bakış attı. "Acı seni savaşçıya dönüştürdü, ben de canavara. Ama unutma Medusa, bu hikâyede şeytan bile canavardan daha masum."
Beni bırakıp giderken öylece yerde uzanmaya devam ettim. İçimde yatan canavar yeni güne çoktan uyanmış ve bana göz kırpıyordu. Boğazımda oluşan yumruyu umursamadan kollarımı açarak zeminde olmaya devam ettim. Büke elinde sürahi ile içeri girerken önce bana baktı, sonrasında etrafta Ejder Bey'i aradı.
Bana bir gülümseme sunduktan sonra usulca mutfağa doğru ilerledi. Durukan ve Barlas konuşarak içeri girerken Aybars terden dolayı alnına düşmüş saçları ile yanıma geldi ve benim gibi yere uzanırken başını koluma koydu, kolunu da karnımın üzerine koyarak iki yana açtı.
"Asla doğru zaman olmayacak Medusa beklemeyi bırakmalı ve başlamalıyız. Ayrıca sakın pes etmeye kalkma, savaş başlamadan bile sonuca düşündüğümüzden daha yakınız."
Başımı ona çevirip onu onayladım, haklıydı, giderek büyüyen kaosu ne kadar ertelemek istesem de önleyemeyecektim, ne kadar kaçmak istesem de ruhum tıpkı göbek bağı ile bağlıydı kaosa. Bağ hiçbir şekilde kopmuyor, asla yok olmuyordu. Toparlanırken Aybars'ı da kaldırdım ve ikimiz zeminde oturmaya devam ederken ne yapacağımı düşünüyordum.
Firuze gelip kahvaltının hazır olmak üzere olduğunu söylediğinde gülümsedim ve ayağa kalkarak merdivenlere yöneldim, odama girdikten sonra üzerimdeki spor kıyafetlerini çıkartarak kirli sepetine attım ve duşakabine girdikten sonra ısınmasını beklemeden suyu açarak soğuk suyun tenime bıraktığı ürpertiyi izledim.
Soğuk su tenimden kayarken düşüncelerim berrak bir görüntü hâlini almıştı. Ne yapacağıma ve nereden başlayacağıma emindim, büyük düşünerek küçük başlayacaktım. Birileri hâlâ kaybetmemi bekliyordu, onları hayal kırıklığına uğratmak benim için büyük bir zevk olacaktı.
Saçlarımı geriye atarak suyun akmasına izin verdim ve vanayı kapattıktan sonra bedenimdeki suyun bir süre akmasını bekledim. Ardından havluyu alıp bedenime sardıktan sonra aynanın karşısına geçip dişlerimi fırçalamaya başladım.
Arkamda hissetmiş olduğum beden ile kafamı kaldırmadan gözlerimi kaldırdım ve aynadan arkamda bulunan kişiye baktım. Durukan nemli saçları ve üzerine giymiş olduğu spor eşofman takımı ile bana bakıyordu.
Ağzımdaki macunu lavaboya tükürüp dişlerimi temizledim ve ona dönüp kollarımı önümde birleştirdim. "Odamda ne işin var Baykor?" Tek kaşımı kaldırdıktan sonra ona bakmaya devam ettim.
"Düşünüyorum da Medusa, bazı şeyler bedavadan sunulur bize. Ama bazı şeyler vardır ve onların da illa ki bir bedeli olur ve onu ruhunla ödersin."
Duraksadı ve gözlerimin içine bakmaya devam etti deniz mavisi gözleri, elimi devam et derecesine saklarken derin bir nefes aldı.
"Peki sen ne karşılığında ruhunu teslim ettin o şeytana Medusa?"
Sorusunu ve kendisini es geçerek lavabodan çıktım ve giyinme odasına ilerlerken bakışları sırtımda geziniyordu.
Bekle ve gör Baykor; neyi, neden ve ne için yaptığımı anlayacaksın.
Üzerime iç çamaşırı takımımı giydikten sonra kıyafet dolabının diğer köşesine gidip kendime bol bir tişört çıkarttım. Bu tişörtün kime ait olduğunu asla unutamıyordum, altıma da tayt giydim ve çoraplarımı da giydikten sonra giyinme odasından çıktım.
Durukan hâlâ lavabonun kapısına yaslı şekilde bana bakıyordu. Onu umursamadan saçlarımı taramaya başladım. Birkaç taramanın ardından çözülen saçlarımı havlu ile kuruttum ve iki tel toka yardımıyla yanlarını geriye toplayıp salık bıraktım.
"Savaş..."
Sesi, odadaki sessizliği derin bir antlaşma ile bölerek bana ulaştığında aynadan başımı çevirmeden gözlerinin içine baktım. Aynı zamanda yüzüme güneş kremi sürüyordum, boynuma geçtiğim sırada gözlerimi kapattım.
Adım seslerini duyduğumda dâhi gözlerimi açmadan kremi yedirmeye devam ettim. Durukan'ın bedeni oturduğum koltuğun arkasına geldi ve bacakları sırtıma değerken eli yavaşça omzumdan boynuma tırmandı, boynumdaki ellerimi tek eliyle kavrayıp diğer eliyle boğazıma yerleşke kurduğunda kolları iki yanımdaydı.
Gözlerimi açmamıştım ama şu anki durumumuzu hafızamda görselleştirmek zor değildi benim için, eli usulca boynumda kayarken nefesi boynuma zincir gibi dolanırken üzerime eğildiğini anlamıştım.
"Sana neden Medusa dediklerini anlıyorum, hatta iki isminin de seni ne kadar çok anlatmış olduğunu bilemezsin."
Sesi bana ulaşırken nefesi zincire yeni bir halka ekliyordu. Gözlerimi açtığımda aynadan bana bakan bir çift deniz mavisi safir gözleri gördüm. Gözleri, gözlerimde asılı kalıp intihar ederken tekrar konuşmaya başladı.
"Ruhunu bulamıyorum ulaşılamıyor ona, tıpkı beni bulduğun evim gibi ruhun yok neredeyse Medusa. Ve sen ruhunu Gece olduğun zamanda teslim etmişsin sanki o şeytana. O da seni, yani Medusa'yı yaratmış, doğru muyum?"
Gözlerimi iki kez kırpıştırdıktan sonra soğuk bakışlarım ve hissiz yüz ifadem ile ona bakmaya devam ettim. Gözlerini kapatırken biraz daha eğildi. Eli usulca çeneme ulaştı ve yerini korumaya devam etti. Sonrasında saçlarıma ulaştı ve bir tutamı parmağına aldı ve şekil vermeye başladı.
"Saçların, bana söylediğin o kara mamba yılanı gibi saldırgan ve zehirli, karanlığın her tonu içinde tıpkı bir gece gibi. Tutam tutam dökülürken hem geceye uzanıyor hem de zehirli bir yılan gibi karşındakine. Tenin, esmer ve güneşte kavrulmuş gibi. Adeta ihtişamlı bir yılanın pul pul güzellikle bezeli derisi gibi, özellikle de kara mamba. Yüzün, sanatkârın elinden çıkmış ince işlenmiş bir heykel gibi; soğuk, kibirli ve bir o kadar da ulaşılamayacak güzellikteki o eşsiz bir parça. Ama beni en çok ne etkiliyor sana baktığımda Medusa, biliyor musun?"
Derin bir nefes aldıktan sonra nefesini boynuma doladı usulca ve saçımı bıraktıktan sonra parmağı omzuma dokundu, oradan boynuma ve çeneme. Daha sonrasında işaret parmağının ön yüzeyi usulca yüzüme çıktı ve elmacık kemiklerime geldiğinde durdu.
"Bakışların Medusa... Efsanedeki gibi taşa çevirmiyorsun ancak o soğuk ve kibirli bakışlarını gören herkesi eziyorsun, bunu istemsiz yapıyorsun. Medusa olmak Gece'nin ruhunu teslim etmen için bir başlangıç olmuş. Güzelliğin yanı sıra güç ve ihtişam sana bahşedilmiş bu teslimiyet esnasında resmen."
Parmağı yanağımda yerini korumaya devam ederken iki bileğimi kenetlemiş olan elinden bileklerimi kurtardıktan sonra yanağımdaki parmağını tuttum ve geriye doğru sertçe büktükten sonra el bileğini yakalayıp hızlıca koltuktan kalktım. Elini sırtına yapıştırıp göğsünü makyaj masasına yasladım ve diğer elini de sırtına aldığımda Durukan dizlerinin üzerinde, ters kelepçe olmuş gibi duruyordu önümde.
"Biliyor musun Baykor, Gece öldüğünde ve Medusa doğduğundan beri ne öğrendim? İnşa ettiğin ve edeceğin şeylere odaklan, arkanda bıraktıklarına değil."
Bana yaptığı gibi elimle iki elini tutarken diğer elimle kafasını masaya bastırdım. Bana yaptığı gibi üzerine eğildim ve nefesimi boynuna ilmek ilmek işlediğimde yılanın boynuna dolandığını biliyordum.
"Ayrıca kibirli biri değilim, sadece herkesten daha iyiyim bunu biliyorum Baykor. Ve kimsenin benim hakkımda en ufak bir fikri olmamasına rağmen kesin hüküm vermesi sizin adınıza çok acınası ve küçük düşürücü bir durum olmalı. Sonuçta o düşük zekânızı benim kim olduğumu çözmeye çalışarak zorluyorsunuz," dedim ve ağzımdan histerik bir kahkaha döküldü. Dudağımı ıslattım ve tekrar konuşmaya başladım.
"Diğer herkes gibi sen de koyunu oynamaya başlıyorsun artık, kurtun neye dönüştüğünü görmüyor musun küçük kuzucuk?"
Kafasını biraz daha bastırdıktan sonra onu orada öylece bıraktım ve önüme gelmiş saçları omzumdan geriye atarak odadan çıktım. "Yanılacaksın Medusa, hakkında öğreneceğim her bilgi benim için güçtür," dedi sesini baban ulaştırmak için bağırarak.
"Bilgi güçtür ama onu kullanma gücün varsa. Unutma Baykor, gerçek güç, güçtür." Merdivenleri inerken yüzümde silinmeyen bir gülümseme vardı. Baykor bugün Medusa ve oyunları ile tanışacaktı.
Mutfağa ulaşırken peşimden gelen ayak sesleri beni geçtiğinde Barlas'ın yanında bulunan sandalyeye oturup bana ve Aybars'a öldürücü bakışlar atmaya başladığında gülümsemem genişlerken ağzımdan ufak kahkahalar kaçıyordu.
Masanın başında bulunan sandalyeme oturdum ve herkesin tabağına kahvaltılık almaya başlamasını izledim. Sonrasında kahve fincanımdan bir yudum aldım ve fincanı koyduktan sonra masada bulunan beyefendilere ve aynı zamanda Büke'ye bakmaya başladım. Aybars dışında herkes gözümün içine bakarken Aybars tavadaki sucuklu yumurtaya aşkla bakıyordu.
Başımı iki yana sallayıp konuşmaya başladım. "Sıkı bir kahvaltı yapın, bir haftadır yoğun şekilde yaptığımız antrenmanlara bugün Çaylaklar da katılacak ve Baykor," dedim ve ona baktım. Bakışlarını benden ayırmadan bana bakıyordu. "Artık tanışmanı istediğim birisi var."
Domatesi ağzına atıp çiğnerken bana bakıyordu, çatalı devam et derecesine salladı. "Reine ile tanışacaksın düşünmüyorum da zamanı geldi artık Baykor," dediğimde konuşmalara katılmayan Aybars'ın boğazından bir öksürük kaçtı. Büke Aybars'ın sırtına birkaç kez hafif şekilde vurdu ve kendine gelmesini beklerken Aybars kıpkırmızı olmuştu. Büke'nin ona uzattığı peçete ile ağzını kapatırken dolan gözleri ile bana baktı.
"Sakın bana o canavar ile beraber bahçende olacağımızı söyleme."
Keyifle gülümsedim ve onu başımla onayladım bu sırada mutfağa girip uyku mahmuru gözlerle bana bakan Marsel'i kucağıma aldım. Başını göğsüme yasladıktan sonra gözlerini yumdu. Ben de sessiz devam eden kahvaltıya sadece kahvemi içerek eşlik ettim. Durukan ise pek bir şey yemeden düşünceli gözleri ile masayı izliyordu. Barlas ile sohbet ediyor ama onu dinlemiyordu.
Kahvaltı artık giderek uzayan sohbetler eşliğinde ses yükselterek devam ederken masadan kalktım ve Marsel'i kucağımda biraz daha sıkı tutarak beraber salondaki koltuğa indik. Elinde tutmuş olduğu küçük sütlü kahve oyuncak ayısı ile kucağımda uykusuna devam etti. Saat henüz sabah yedisine on-üç vardı. Uykusunu alması için kendimi koltukta daha da yatar pozisyona getirdim ve saçlarını okşayarak gözlerimi kapattım.
Aradan geçmekte olan zamanın tam on-üçüncü dakikasındaydık. Evin kapısı çaldığında gözlerimi açtım, Firuze koşar adımlarla kapıya ulaştı. Sonrasında yine aynı çeviklikle yanıma geldi, "Medusa Hanım, Teğmen Bey ve diğerleri gelmişler," dedi. Kafamı koltuğun arkasına yasladım iyice. "Arka bahçeye alabilirsin Firuze, ben de geliyorum."
Biraz zaman sonrasında Firuze yanıma geldiğinde Marsel'i ona bıraktım ve mutfağa girdim. Mutfak kapısını, parmağıma geçirmiş olduğum anahtarın yuvarlak metali ile çaldım. Aybars ve Barlas ayağa kalkarken Durukan da onlara eşlik etti. Salondan geçerek bahçe kapısına ilerledim ve peşimden geldikleri için kapıyı açık bıraktım.
Teğmen ve Çaylaklar bahçede ayakta bizi beklerken karanlığın geceye yakıştığı gibi, güne de gölge gibi yakışıyorlardı Çaylaklar.
Küçük bir baş selamı verdim ve Teğmen'in yanına ilerledim, ellerimi birbirine vurdum ve yanına geldikten sonra yüzümü Aybarslar'a döndüm. "Gayet iyiyiz ama kondisyonlu ekip çalışması için Teğmen ve Çaylaklar bize eşlik edecek, savaş hem fiziksel hem zihinseldir buna hazır olmanız lazım. Atalarımız, fırtınalar ve şimşeklerin içinde savaşırken bunun farkındaydı, onlardan bize kalan bu mirası korumak fiziksel ve zihinsel kapasitenizin sınırlarını zorlamakla doğru orantılı."
Teğmen gözlerimin içine bakarken beni başıyla onayladı. Teğmen cebindeki kronometreyi bana verdiğinde boynundaki düdüğü çaldı. "Çaylaklar!" Diyen gür sesi bahçeyi doldurduğunda gülümsedim. "Üç kişiye bir kişi düşüyor, afiyet olsun!"
Yüzündeki gülümseme büyürken kronometreyi başlattım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. "Üç ve üçün katı ve üç ile ilgili olan sayıları hep sevmişimdir Teğmen ama şimdi, bana bu kadar keyif verdiğini hiç görmemiştim bu sayının," dedikten sonra kahkaha attım ve Çaylaklar'dan kurtulmak için bahçedeki ağaca tırmanan Aybars'a baktım.
Barlas ise Aybars'ın aksine daha korkusuz ve mert bir şekilde kendi etrafını sarmış üç Çaylak ile mücadele ediyordu, Durukan bir tanesini yere sermişti ama ikisi birden ona saldırdığında çaresiz kalmıştı. En sonunda Durukan çemberin içinde kurtulup Barlas'ın yanına ulaştı ve sırt sırta verdiklerinde ikisininde gözlerindeki duygular beni mutlu etmişti.
İkili yerde merdiven yaptılar ve diğerini ağaca çıkartıklarında Aybars şaşkınlıkla yanındaki dala çıkan Çaylak'a baktı. "Yok amına koyayım ya, mutant bu herifler!" dedikten sonra üzerindeki dala zıpladı, tekme attıktan sonra kendisini yukarı çekti ve yere serilen Çaylak'a baktı. Elini yumruk yapıp havaya kaldırdı ve kahkaha attı.
.
Durukan ve Barlas canları çıkmış şekilde yerde yatarken iki Çaylak Aybars'ı kollarından ve bacaklarında yakalayarak onların üzerine attığında yüzümü buruşturdum. Yüzüne yemiş olduğu yumruğun izinin kalacağına emindim ancak Barlas bunu pek sorun etmiyordu. Durukan'ın ise kaşı ve dudağının kenarı patlamıştı. Ancak Çaylaklar da onlar gibi yorulmuş ve hırpalanmıştı, neyse ki bir yerlerini kırmadan bugünkü antrenmanı tamamlamışlardı.
Islık çalarak yanlarına ulaştım ve başucunda durup onlara tepeden bir bakış attım. Gözleri kapalı şekilde soluklanırken gölgem üstlerine düştüğünde Durukan zar zor gözlerini açtı ve Aybars'ın bacaklarını üzerinden kenara attı.
Elimi uzattım kalkmasına yardım edecektim, elimi güçlü bir şekilde tuttu ve beni çektiğinde yere düşürmek için yaptığını anlamıştım. Bileğini kıvırıp çevirdim ve acıyla gerilen yüzüne baktım. Ayağımı omzuna koydum ve bastırmadan öylece durdum.
Parmak boğumlarını sıkıca sıkarken aynı zamanda hareket ettiriyor ve kemiklerinin oynamasını zevkle izlerken acıyla elini çekti. Ben de ellerimi arkada birleştirerek ayağımı omzundan çektim.
Keyifle tekrar ıslık çalmaya başlarken bahçenin diğer köşesinden bir ses yükseldiğinde herkes sesin olduğu yöne bakmıştı. Duruşumu bozmadan omuzlarımı dikleştirdim ve bize doğru gelmekte olan ve yükselerek artan sesi dinledim. Durukan çoktan yerden kalmış ve Teğmen'in yanında yerini almıştı ve herkes gibi sesi dinliyordu.
Aybars'ın ağzından küfürler kaçarken çoktan doğrulmaya çalışıyordu ancak çok geçmeden Reine bahçeye girdi ve bizi gördüğünde ağzını kocaman açarak bir kükreme bahşetti bize, bizi selamlar şekilde. Sonrasında kızıl-kahve gözleri Aybars'ı buldu ve ona doğru koşmaya başladığında Aybars hızlıca doğruldu ve ağaca koştu. Reine yerde yatan Barlas'ın üzerine basmadan uzun bir atlama ile ağacın önüne geldiğinde Aybars ile karşı karşıya kalmıştı.
Islık çaldım ve bana döndüğünde Aybars hızlıca ağaca çıkmıştı. Dala oturup bacaklarını kendine çekti. "Sana kötü bir haberim var Aybars, Reine ağaca tırmanabiliyor," dedim ve kahkaha attım. Aybars'ın gözleri kocaman açılırken yüzü renkten renge girmişti.
Reine adını duyduğunda Aybars'ı rahat bırakarak yönünü komple bana çevirdi. Yere diz çöktüm ve kollarımı açtığımda büyük bedeni küçük adımlarla bana doğru gelmeye başladı. Yavaşlığında bir asillik vardı, usulca yanıma geldiğinde kollarımın arasına girdi ve yüzümü yalamaya başladığında kahkaha attım. O da beni gördüğü için çok mutluydu ve neşeli şekilde beni yere serdiğinde oyun oynamak istediğini anlamıştım.
Bahçe kapısı açıldı ve Marsel'in görüntüsü bahçeyi doldurduğunda gülümsedim. Reine duruşunu düzeltti ve üzerimde dururken Marsel'i izlemeye başladı. Sonrasında kenara kaydı, arka bacaklarının üzerine oturdu ve Marsel'in başını sevmesine izin verdi. Marsel onu boynundan kucakladığında ön patisi Marsel'in sırtında yer edindiğinde gülümsedim. Marsel Reine'in başına bir öpücük kondurdu ve ona el sallayarak tekrar içeri girdiğinde Reine duruşunu bozmadan bir süre onu izledi ve sonrasında bakışları beni bulduğunda gözlerimin içine bakıyordu.
Elimi kaldırıp parmaklarımı şıklattım, sonrasında elimi havada oynatım ve önümüzdeki araziye doğru koşmaya başladı. Barlas doğrulduğu yerden kalkarken Aybars ağaçta kalmaya devam etti. "Onu bugün getireceğini bilmiyordum," dedi Barlas yanıma gelerek. Reine'i izlerken kollarımı göğsümde birleştirdim. "Marsel'in çizdiği resimleri gördüm geçen gün, onu özlediğini fark ettim."
Durukan kaşlarını çatmış bizi izliyordu. "Sanki küçük bir evcil hayvanmış gibi bahsettiğiniz hayvan bir aslan! Hani vahşi doğada yaşayan, acımasız bir hayvan!" Dedi ve hayretle bahçede çimenlerin üzerinde yatarak yuvarlanan Reine'e baktı, pek vahşi gözükmüyordu bir kedi gibi karnının üzerinde yuvarlanıyordu. Omuz silktim ve öylece onu izlemeye devam ettim.
"Manyaksınız hepiniz, ruh hastaları sizi! Oğlun aslan istedi diye aslan almak nedir amına koyayım! Çocuk bu her istediğini niye yapıyorsun?" dedi Aybars ve kucaklamış olduğu daldan bize baktı.
"Sesin çok çıkıyor sanki Aybars, ağaçta köşe kapmaca oynamak istemezsin sanırım Reine ile.."
Başını hızlıca iki yana salladı ve ağzına hayali bir fermuar çekti. Başımı salladım ve derin bir nefes aldım. "Medusa, Reine dediğin bu aslan neden burada peki ve nasıl oldu da onu sahiplenebildin? Bu yasal mı?" Dedi Durukan az öncekinin aksine sakin ses tonu ile.
"Düzen toplantıları sadece burada olmuyor, Dünya'nın farklı yerlerinde bulunan Marseille Sécurité'nin şirketlerinde oluyor. Yine bir gün toplantı için gittiğimiz Amerika'da toplantı sonrası bir kulüp etkinliğine davet edilmiştik. Hayvan avı olan bu etkinliğe sosyetenin tanınmış önde gelenleri katılıyordu. Reine'in eşi Roi yaralanmıştı ve Reine acıyla bağırıyor aynı zamanda eşinin başında bekliyordu. Ardından bu güzel kızı ve eşini ne kadar ben memnun kalmasam da, o piç kurularına yüklü bir miktar para ödeme karşılığında Medusa ellerinden kurtardı."
Durukan ve diğerleri Barlas'ı dinlerken Durukan haricî hepimiz bu anı çok iyi biliyorduk. Durukan'ın yüzünde anlamayan ifadeler vardı. "Kurtarmışsınız bu ikisini ama ya diğerleri?" Dedi ve bana dönerek gözlerimin içine baktığında omuz silktim.
"Gelin görün ki Durukan Bey, şans mı dersiniz, şanssızlık mı bilmiyorum ama kulüpte o gece bir yangın çıktı. Ve içerisindeki üyeler tek tek can verdiğinde hükümet bu kulübün etkinliğini gerçekten öğrenmiş oldu. Ardından Marseille Sécurité'nin toplumda yaşayan insanları korumakla yükümlü olan bildirgesine hayvanlar ve ormanlar da eklendi. Her bir canlı, Marseille Sécurité'nin güvencesi altındadır o günden beri. Yaklaşık üç senedir böyle gidiyor ve artık hiçbir sorun kalmadı."
Durukan Teğmen'i başıyla onayladı ve bahçedeki masaya ilerleyip sandalyeye oturdu, Barlas da onun yanında yer alırken Teğmen de bana bakıyordu, başımla onayladım ve geniş bedeniyle yanımdan ayrılırken o da onlara katılmıştı. Çaylaklar bahçe masasının etrafında yer alırken Firuze elinde kahveler ile bahçeye girdi ve herkese tek tek kahvesini dağıttı. Aybars ise hâlâ ağaçta kalmaya devam etti.
"Medusa, kafese koyamaz mıyız?" Dedi ve bir umut bana baktığında başımla onayladım onu. "Haklısın Aybars böylelikle hem daha güvende olursun, o hâlde kendini kafese kilitleyebilirsin," dedikten sonra yarım ağız gülümsedim. Aybars ağzının içinden bir şeyler homurdanırken Reine çoktan yorulmuş bir şekilde bahçede yatıyordu.
"Barlas, bir ara veterinerden randevu alır mısın? Reine bu aralar çok yorgun görünüyor," dediğimde beni başıyla onayladı. Sonrasında keyifle kahvesini içmeye başladı. Yavaş adımlarla masanın başına geçtim ve yerime oturdum. Sonrasında bana ayrılmış olan kahve fincanını önüme aldım. Ellerimi etrafına sararken bir yandan da Reine'i izliyordum.
"Reine ve sanırım Roi Marsel'in mi oluyor?"
Sesini duyduğumda gözlerimi kapattım ve yavaş şekilde geri açıp ona baktım. Cevap vermeden başımı sallamakla yetindim. Kahvesini içerken deniz mavisi gözleri benim üzerimdeydi. "Peki neden ona bir kedi veyahut da oyuncak aslan almak yerine gerçek bir aslan verdin?" Dedi ve kahvesini masaya koyarken gözlerini gözlerime sabitledi.
"Marsel oyuncak bir taht ve sahte krallıkla büyümeyecek Baykor. O gerçeklerle büyüyor ve her zaman da gerçeğin yanında olacak. O tıpkı annesi gibi gerçek bir lider olacak. Düzen için değil, Düzen onun için var olacak."
Durukan gözlerine yine perde indirdi ve kahvesini içmeye devam etti. "Aslında ben size her zaman yılanı çok yakıştırıyorum," dedi Çaylaklar'dan Çavuş. Gözlerimi ona çevirdim ve başımla onaylayarak ona teşekkür ettim.
"Hayatınızın ve şirketinizin pek çok yerinde yılan motifleri ve onlarla ilgili bir ayrıntı bulunuyor. Bu yüzden sahiplendiğiniz hayvanın yılan olmasını normal karşılayabilirdim," dedi bu sefer söz hakkını alan Teğmen, ona gülümsedim ve sıcak kahveden bir yudum aldım.
"Aslında Teğmen ben de bu söylediklerinize katılıyorum," dedi Durukan ve bana küçük bir bakış attı. Sessizce kahvemi içerken onlar kendi aralarında sohbet başlatmışlardı. Bahçe kapısı tekrar açıldığında Firuze elinde telefonum ile geldi.
"Medusa Hanım, Efnan Hanım arıyor şirketten," dediğinde telefonu aldım ve ona teşekkür ettim. Birkaç kağıt sesinden sonra Efnan konuşmaya başlamıştı. "Medusa küçük bir sorun var, sen de bunu bilmek istersin diye düşündüm," dedi ve tekrar kağıt seslerini takip ettim. Kaşlarımı çatarak kahveden bir yudum aldım, "Nedir o sorun Efnan?"
"Notizia Medya Yayın Grubu'nun ünlü muhabirlerinden birisi geldi bugün şirkete, yani bir-iki dakika oldu gideli. Seninle şirket hakkında konuşmak istediğini ve şirketin kurucusu olan kişi hakkında konuşma yapmak ve onunla bir röportaj yapmak istediğini söyledi. Buna Neva ile benim karar veremeyeceğimizi söyledik ancak kendisi çok ısrarcı olduğu için bir türlü vazgeçirmek mümkün olmadı."
Dudağımı büktüm ve başımı sallayarak Efnan'ı dinledim sesinde garip bir telaş vardı. "Ve muhabir şu an benimle konuşmak için evime geliyor, öyle mi Efnan?" Dedim ve dudağımı ıslatarak gülümsedim. Kağıt sesleri durdu ve bir süre ses gelmedi. "Şey, üzgünüm ama elimden geldiğince engel olmak istedim," dedi.
"Sorun yok Efnan, Neva'ya da teşekkür ettiğimi söyle. Ben de misafirim için hazırlık yaparım merak etme. Görüşürüz."
Firuze hâlâ beni beklerken telefonu ona uzattım. "Kusura bakma Firuze ancak bir davetsiz misafirimiz çıktı. Birkaç parça şey hazırlayabilir misin?" Dediğimde hızlıca beni onayladı ve kapıdan içeri girerek gözden kayboldu. Gülümsedim ve kahveden bir yudum alırken Teğmen ayağa kalktı. Kaşımı kaldırıp başımı salladım.
"Bir muhabirin geleceğini söylediniz efendim, bizim olmamız yakışı kaçar mı?"
Sesli şekilde güldüm ve elimle oturmasını işaret ettim. "Aynen oturduğun yerde oturuyorsun Teğmen, muhabirimiz şirket hakkında röportaj istiyor sizi burada görmesi gayet yerinde bir karar olacak. Ayrıca Aybars'ı indirin ağaçtan ve Reine'i çağırın odasında uyuyabilir rahat şekilde."
Barlas ayağa kalkarak Reine'in yanına ilerleyerek onu usulca uyandırdı ve beraber bahçeden çıkarken Aybars'a baktım. Ağacın tepesinden izledikten sonra aşağıya atladı. "Üzerinizi değiştirin Aybars," dedim ve kahveden son bir yudum daha alarak ayağa kalktım ve kapıdan içeri girerek merdivene ilerledim.
"Medusa!"
Durukan'ın sesi içeriye doldu ve merdivenin basamağında durdum. "Ben bana verdiğin odamda olacağım, röportajda bulunmak istemiyorum," dediğinde başımla onayladım ve merdivenleri çıkarak onu yalnız bıraktım.
Odama girdikten sonra direkt kıyafet odasına yöneldim, klasik kesim bol kumaş pantolon ve üzerine kalp yaka kolları dantel siyah bir büstiyer çıkarttım. Sonrasında da altıma siyah bir stiletto seçtim.
Saçlarıma dokunmadan kıyafetlerimi giydim, sonrasına hafif bir makyaj yaptıktan sonra da bir İtalyan zincir kolye takarak odadan çıktım ve Marsel'in odasına yöneldim. Kapısını çaldım ve içeri girdiğimde Marsel masasının başında resim çiziyordu.
Başını bana çevirdi ve kıyafetlerime baktı sonrasında gülümsediğinde yanına giderek onu kollarımın arasına alarak saçlarına bir öpücük kondurdum. "Bir misafirimiz geliyor, benim ve Barlas Amcanlar ile iş konuşmak için. Ben bahçede olacağım, istersen gelebilirsin hayatım," dedim ve ona sarılmaya devam ettim. Marsel beni başıyla onayladı ve çizimlerine devam ettiğinde onu odada bıraktım ve merdivenleri inerek salona geçtim.
Masadaki dergiyi okurken, Aybars ve Barlas üstlerini değiştirerek çoktan salona gelmişlerdi, Barlas altına siyah kumaş pantolon giyerken üzerine krem tonda bir sweatshirt giymişti. Sweatshirtün fermuarını biraz açmıştı ve altındaki siyah tişörtü gözüküyordu. Aybars ise siyah uzun kollu bir buddy ve siyah kot pantolon giymişti belinde YSL kemeri vardı. Yüzükleri, kolyeleri, küpeleri, bileklikleri ve saati ile takıp takıştırmıştı. Herhangi boş, takı takmadığı bir yer kalmamıştı.
Onu gördükten sonra kahkaha attım ve dudaklarımı birbirine bastırdım. "Aybars kuyumcu açardım ben sana canım," dedi Barlas ve kahkaha attığında ben de ona eşlik ettim. Büke siyah bir tulum giymişti ve tulumun önündeki dekoltesi gayet güzeldi, mutfaktan çıkarak bana baktı ve gülümsediğinde ben de ona gülümsedim.
Kapı çaldığında misafirimizin gelmiş olduğunu anlamıştım. Büke yanımıza gelirken Firuze kapıya bakmış ve misafirimizi içeri davet etmişti. Duruşumu bozmadan önümdeki dergiyi okumaya devam ettim. Adım sesleri salona geldiğinde Firuze'nin sesini duyduk.
"Medusa Hanım, misafiriniz Azade Hanım geldi."
Elimdeki dergiyi kapatarak masanın üzerine bıraktım ve ayağa kalktım. Azade dediği gazeteci salondaki merdivenleri indikten sonra yanıma geldiğinde elimi uzattım. Elini, benim uzattığımdan daha yukarıda bir pozisyonda uzattığında üzerimde üstünlük kurmak istediğini fark ettim. Dudaklarımdan bir gülümseme döküldü.
"Hoş geldiniz Azade Hanım, Notizia Medya Yayın Grubu'nun ünlü muhabirlerinden birisini evimde ağırlamak benim için büyük bir onur."
Yeşil gözleri beni bulduğunda gülümsemesi genişledi ve ardından başıyla onayladı beni. "Marseille Sécurité'nin CEO'su ile röportaj yapmak emin olun benim içinde büyük bir onur kaynağı Medusa Hanım."
Elimle oturmasını işaret ettim ve tekrar aynı yerime oturup bacak bacak üstüne attım. "Sanırım misafirlerinizin üzerine gelmiş gibi oldum," dediğinde gözlerini yalandan Barlas ve diğerlerinin üzerinde gezdirdikten sonra aslında bana göstermemeye çalışarak evimi inceliyordu. Seni meraklı küçük iblis.
"Onlar misafir değil Azade Hanım, hem yol arkadaşlarım hem iş arkadaşlarım. Bu arada bir şey içer misiniz? Ne ikram edelim size?"
Öne doğru yaslanarak bana yaklaştığında onu izlemeye devam ediyordum. "Zahmet vermek istemiyorum Medusa Hanım, şirketiniz ve kurucusu hakkında röportaj yapmak istiyorum sadece."
Firuze elinde ikramlar ile gelirken Barlas kızı göz hapsinde tutuyordu. Azade öylece oturmaya devam ediyordu. Eli çantasına gitti sonrasında bir şeyler kurcaladı ve içerisinden kağıt kalem çıkarttı. "Lavabo ne tarafta acaba? Sakıncası yoksa tabii," dediğinde Büke gülümsedi. "Buyurun ben size eşlik edebilirim."
Azade ve Büke salondan çıktıklarında Barlas konuşmaya başlayacakken parmağımı kaldırarak onu susturdum. Hızlıca Azade'nin çantasına baktığımda ses kayıt cihazını aktifleştirmiş olduğunu gördüm.
O lavaboya gittikten sonra neler konuşacağımızı merak ediyordu. Zeki ve sinsiydi ancak ben ondan her zaman bir adım öndeydim. Gülümseyerek tekrar yerime oturdum ve onları beklemeye başladım.
Azade ve Büke sohbet ederek içeriye girdiklerinde Azade ellerini birleştirerek bana baktı. "Hazırsanız başlayalım Medusa Hanım," dedi ve gülümsedi. Başımla onayladım. Az önce açık bıraktığı dinleme cihazını açmış gibi yaparak masaya koydu. Ardından ezbere bildiği soruları not defterinden bakarak bana sorduğunda öylece onu izliyordum.
"Dünya çapında pek çok şehirde kurulan Marseille Sécurité'nin Türkiye temsilci ve CEO'sunun bir kadın olması gayet gurur duyduğumuz bir olay Medusa Hanım, bize çalıştığınız şirket hakkında bilgiler vermek ister misiniz?"
Gülümsedim ve konuşmaya başladım. "Marseille Sécurité bir güvenlik şirketidir. Şirketimizin kurucusu Ejder Akıncı sağlık sorunları sebebiyle yurtdışında bulunuyor, ülkeye henüz dönemedi. Toplumda bulunan herkesi korumakla yükümlü olduğunun yanı sıra, toplumun huzurunu, refahını ve düzenini korumak için kurulmuştur. Bugünden geriye baktığımızda Marseille Sécurité'nin kurulmadığı o yıllardaki suç oranlarına ve kaosa bakıldığı zaman görüyoruz ki, Marseille Sécurité işini gerçekten iyi yapan, bünyesinde pek çok nitelikli mühendis ve korumalar yetiştiren bir şirket."
"Pekâlâ, Marseille Sécurité, bir güvenlik şirketi bu toplum tarafından bilinen bir olgu. Ancak şu anda etrafta çalkalanan bazı duyumlar söz konusu. Marseille Sécurité'nin bünyesindeki korumaların çip ve benzeri teknolojilerle daha da geliştiğine dair. Bu konuda yorumlarınızı merak ediyorum."
"Marseille Sécurité bir güvenlik şirketi sizinde söylediğiniz gibi, fiziki ve teknolojik her türlü güvenliği uzmanlarımız sayesinde geliştiriyoruz. Siber güvenlik de kendi güvenliğimizin yanında bizim için önemli bir unsur Azade Hanım. Teknolojiden destek alıyoruz, nitelikli mühendislerimiz yazılım ve bilişim alanında bize çok destek oluyor ancak siz de kabul edersiniz ki, insanların robotlaşması gibi bir durum söz konusu dâhi olamaz, bu bizim güvenlik bildirgemize aykırı. Şirket olarak her zaman medyaya ve toplumumuza karşı şeffaf bir politika izledik. Özellikle de çipler, tamamıyla insanlık dışı görülürken şirketimizde."
Benim cümlemin ilk başındaki kelimeleri kullanarak cümleye başlıyordu, aynısını ben yaptığımdaysa şaşırmıştı. İstediği cevapları alamamış olmanın hüznü ile bana bakarken tekrar konuşmaya başladım. "Hatta sizden önce, şirketimizin güvenlik şefi ve emrindeki korumalarımız gelmişlerdi. Kendileri bahçedeler Azade Hanım, isterseniz birlikte bakabiliriz antrenmanlarına, güvenlik şefimiz ile de röportaj yapmak istersiniz belki," dediğimde bunu bekler gibi hevesle gülümsedi. Ve eşyalarını alarak ayağa kalktı.
Elimle bahçe kapısını gösterdikten sonra ayağa kalktım ve benim peşimden gelirken bahçeye çıkmıştı. Teğmen elinde kronometre ile bahçedeki parkurda koşan Çaylaklar'ı izliyordu. Boğazımdan bir öksürük kaçtığında bizim geldiğimizi anladı. Azade merakla bahçeye göz gezdirdikten sonra Teğmen ile göz göze geldi. Teğmen'in yanına ilerledik.
"Merhabalar, ben Teğmen Yıkılmazer," dedi ve elini uzattığında Azade de elini uzattı. "Memnun oldum, Azade, Notizia Medya Yayın Grubu'nun muhabiriyim," diye açıkladı kendisini. Gözleri parkuru tamamlamış olan Çaylaklar'a değdiğinde yorgunlukla yere oturmuş nefes nefese soluklanmaya çalıştıklarını gördü.
"Pekâlâ Medusa Hanım, izniniz olursa Teğmen Yıkılmazer'e birkaç soru sormak istiyorum," dediğinde başımla onayladım. "Bir güvenlik şirketinin bünyesinde çalışmak, aynı zamanda güvenlik şefi olmak nasıl bir duygu Teğmen Yıkılmazer?"
Teğmen gülümsedi ve bir elini kamuflaj pantolonunun beline yerleştirdi. "Sadece bir güvenli şirketi ile değil Azade Hanım, ben Marseille Sécurité ile çalışıyorum. Bu şirketin bünyesinde çalışmak benim için büyük bir onurun yanı sıra vatani bir görev niteliğinde. Pek çok zorlu antrenman sonrasında sağlam bir fiziki yapı ile şirketin bünyesinde çalışmaya devam ediyoruz. Yıllardır bu şirket ile çalışıyorum, toplumdaki her bir ferdin benim emrimdeki korumalarımızdan ve şirketimizden memnun kaldığını duyduğumda tarif edilemez bir şevk doğuyor içime, bu da benim bu işi en iyi şekilde yapmamı sağlıyor."
Azade istediği soruları sormaya fırsat bulamıyor, ve sorduğu sorulara kalıplaşmış cevaplarımızdan başka bir cevap bulamıyordu. En sonunda pes etmiş ve bu oyunumuzdan sıkılmış olmalı ki kayıt cihazını kapattı. "Teşekkür ederim Teğmen Bey ve Medusa Hanım, bana vakit ayırıp sorularıma cevap verdiğiniz için."
Yüzümden eksik olmayan sahte gülümsemem yine onu karşıladığında Azade bana daha sıcak bir gülümseme bahşetti. "Ne demek Azade Hanım, müdürünüze sevgilerimi ve iyi dileklerimi iletirseniz sevinirim."
Eve girmeden bahçeden direkt olarak ön kapıya ulaşırken düşünceleri ile boğuşuyordu. Büke, Barlas ve Aybars ön kapıda bizi bekliyorlardı. Azade tekrar bana teşekkür ederek arabasına bindi ve büyük demir kapıdan çıkıp gözden kaybolurken ellerimi göğsümde birleştirdim ve arkasından bakmaya devam ettim.
"İşini bitirelim mi Medusa?"
Aybars'ın sözleri üzerine ona döndüm, gözünde kesin bir kararlılık vardı. "Hayır, henüz değil, bizle röportaj yaptıktan sonra ortadan kaybolması göze batar ancak başımıza çorap örmesine izin vermeyeceğiz Aybars. Efnan'a söyle, yakın takipte kalacağız."
Kapıdan içeri girdim ve salondaki koltuğa otururken Barlas kaşlarını çatmış şekilde yanıma geldi. "Savaş yetmiyormuş gibi birde yeni yetme muhabir çıktı başımıza," dedikten sonra sinirle oturdu koltuğa. Büke ayakta beklerken öylece bize bakıyordu. Durukan merdivenleri inerken
kucağında Marsel vardı.
"Medusa öğle yemeği için henüz erken mi yoksa tekrar antrenman yapacak mısınız?"
Büke'nin sesini duyduğumda gözlerimi ona çevirdim. "Bir şeyler atıştırmalım sonrasında şirkete geçeceğiz," dedikten sonra Durukan'ın kucağından inmiş olan Marsel'i kollarımın arasına aldım. Saçlarıyla oynarken bir yandan da gözlerimi kapattım.
Barlas, Aybars Durukan'a Azade'yi anlatırken bir şeyler fark ettim. Durukan Azade'nin ismini duyduğunda şaşırmıştı. Gözlerimi açarak mimiklerini okumaya başladım. Tahmin ettiğim gibi Durukan onu tanıyordu. Sırtımı dikleştirdim ve dikkatli şekilde ifadesini okumaya devam ettim. Telefonumu masadan aldıktan sonra Efnan'a kısa bir mesaj attım. Tekrar kapattım ve masanın üzerine bıraktım.
Bu küçük bilgi bana saklı kalacaktı, Durukan onu tanıdığını belli etmemişti. Eğer o hakkımızda edindiği bilgilerin güç olduğuna inanıyorsa gücün ne olduğunu gerçekten öğrenmeliydi. Ben bu neslin en güçlüsü ve tek sahibiydim, Düzen'i var ederek canavar ruhumu dizginleyerek olduğumu gizleyendim. Ben bir silahtım, yoktan var olmuş ve asla yok olmayacak.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro