5. BÖLÜM
Ufukta yükselmekte olan güneş, uyanan şehrin en yüksek kuleleri olmaya kendisini adamış olan Marseille Sécurité'nin üzerine düşmüştü. Durukan alnını serin cama yasladıktan sonra gözlerini dışarıdaki şehir manzarasında gezdirdi. Kuru ve soğuk sonbahar havası yamaçlardan yükselen güneş ışığına rağmen gücünü hissettiriyordu.
"Ben buna, ressamın ışığı diyorum."
Ufuk çizgisinin tam ortasında, büyük camlarla kaplı dev bir kule yükseliyordu, zirvesindeki Marseille Sécurité yazısı, gümüşün can bulduğu bir fener gibi parlıyordu. Marseille Sécurité... Neva, benim balizikam olan bu muazzam kuleyi inşa ederken mimaride tarih yazmıştı ve şimdi, aradan geçen onca zaman sonra, üç yüz on üç metre yüksekliğindeki bu yapı hâlâ sabit bir dev gibi sapasağlam şekilde yerinde duruyordu.
Durukan'ın şu an ve öncesindeki anlarda hissetmiş olduğu duygular onu hasta ediyordu en başından beri, duyguların hastalıklı olduğu konusundaki fikrim yine beni doğrular nitelikteydi.
Pencerenin karşısında dururken göz ucuyla yanımdaki masanın üzerinde duran bilgisayara baktı. Sonra yine gözleri beni bulduğunda cam berraklığı taşıyan deniz mavisi gözlerini bana çevirmişti, denizlerinde boğmak istercesine. Sonrasında pencereden ayrıldı ve yanıma doğru birkaç adım attı. Aramızdaki mesafeyi azalttığı sırada bilgisayarı açtım, elimle ona ittim ve ekran öylece önünde dururken bir süre bekledi. Sonunda, aklına ne geldiyse yapacak başka bir şey bulmuş olmalı ki odayı adımlamaya başladı.
Elleri beyaz duvarlarda geziniyordu, sonrasında içeri bastırıyor ve gizli bölmeler açmaya çalışıyordu. Bacak bacak üstüne attıktan sonra ayaklarımı cam masaya uzattım ve koltuğumda geriye yaslanıp onu izlemeye başladım. Elimde kalemi çeviriyor ve her hareketini keskin bir avcı gibi izliyordum. Yerdeki mermer zeminden, duvarlara kadar her köşeyi inceledi ve sıkıntılı gözlerle bana döndü.
Kafamın içerisindeki ses bana bağırıyordu, ses giderek arttı ve farklı seslere dönüştü. Sesler bir yılan edası ile çoğalıp tıslarken gözlerimi kapattım. Duyuyordum, ancak dinlemek mümkün değildi çok fazlaydılar. Sesler giderek arttığında, kafamdaki sesleri, sanki kafamı sallarsam atabilirmiş gibi sağa sola salladım ve gözlerimi sinirle açtım.
"Evet Cerveau, seni dinliyorum, konuş."
Sesimle birlikte mekanik ses odada yankılandığında başımdaki baskı azalmıştı.
"Yirmi-dokuz yaşında bir erkeğin sahip olabileceğinden daha sağlıklı bir beyne sahip, bir tür kuantum süngerine benziyor beyni. Her türlü karmaşık düşüncelerini, ve beyninin yapısını yaptığımız çalışmalar sayesinde saygıyla inceliyorum. Ancak beyni diğer beyinlerden farklı bir yöne ayrılıyor. Muhtemelen daha önce görmediğimiz bir nöro plastisiteye sahip olduğunu söylemek mümkün."
Durukan ürperti içerisinde birkaç nefes aldı ve hızla başını iki yana salladı. "Bu tamamıyla gerçek olamaz," dedikten sonra şaşkınlıkla etrafa bakıyordu. Kalbinin hızla çarptığını anlıyordum, düzensiz nefes alışı ve içindeki sıkıntı giderek büyüyordu. Ben ise masaya ayaklarımı uzatmış öylece ona bakıyordum.
"Teşekkürler Cerveau, geldiğimde odada devamını dinlemek için bana vakit ayır."
"İyi günler efendim," dedi aynı mekanik ses sonrasında odada Durukan'ın nefes seslerinden başka bir ses duyulmadı. Gördüğü, duyduğu ve öğrendiği tüm her şeyi aklından silmeye çalıştığını biliyordum fakat her şey zihnine çoktan kazınmıştı.
Başının döndüğünü fark ettiğimde gözlerine gölgeler düştü ve sandalyeye oturdu. Ona henüz bu kadar erken şekilde bunları göstermiş olmanın pişmanlığının o dalgasının benliğimi kapladığını hissettim. Bitkin bir hâlde ayağa kalktım ve masanın etrafında dolaşarak yanına ilerledim. Elimi omzuna koydum, sonrasında omzunu sıktım.
"Her şey aklını karıştırıyor biliyorum, bu şeyler sana farklı geliyor, hem de çok farklı."
Deniz gözleri bana değdi, sonrasında tekrar önüne döndü. Elimi çektim ve derin bir nefes aldıktan sonra elimi kaldırıp cam masaya dokundum. Parmak izimi okuyan cam masada açılan ekran sayesinde hologram görüntü yeniden açıldı. Parmaklarım ekranda gezerken en sonunda o gününe ait olan kayıtlara eriştim.
Durukan ayağa kalkıp pencereye gitti ve dışarıyı izlemeye başladı. Bu kaydı izlemek onu rahatsız edecek olmalıydı. Geçmişten kalan acılar, ne kadar zorlayıcı ve tuhaf olursa olsun. Mantığını ve dürtüyü içinden atamamış olmalıydı ki, yeniden ekranın başına oturdu.
Bu dosyanın içerisinde olanların onu daha fazla aydınlatmasına izin verecektim ve dosyayı açıp görüntülerin ekrana düşmesine izin verdim. Sesi de açtıktan sonra dosyanın gösterimi hazırdı. Tanık olduğum anlara ait görüntüleri gördüğümde bedenimi kaplayan endişe beni kemirmeye başladığında uzun zamandır hissetmemiş olduğum bu duygunun gerçekliği yüzüme çarpmıştı.
Gecenin görüntüleri ve tüm yaşanmışlıklar gözler önüne serilirken Durukan nefesini tutmuş şekilde izliyordu. Bir görüntü kararırken diğer görüntü ortaya çıkıyordu.
"O gece Durukan Baykor, o tarihte, Dünya sonsuza dek değişti."
Gözleri bana değindi, başıyla onayladı ve oturduğu yerden tekrar ayağa kalktı. Gözlerinde suçluluk hissi vardı ve gözleri kızarıyordu. Sonrasında kendisinin ayakta duramayacak kadar gücü olmadığını fark edip oturdu yeniden.
"Yeni bir çağ bu, yeni bir dünya düzeni," dediğinde başımla onayladım onu. Sandalyeyi geriye ittim ve öne eğilip yüzünü ellerimin arasına aldım. "Yeni bir çağ bu evet, ancak Karanlık Çağ Baykor." Derin bir nefes aldım ve ellerimi yüzünden çektim.
"Yıllardır süre gelen dünya düzeninde insanlar sefalet, açlık, ızdırap ve korku içindeydi. Halklar bir araya sıkışmış, devletlerin kendi aralarında yaptıkları güç gösterisinde eziliyordu. Sıkışmış duygular, ümitsizlik ve çaresizlik içerisindeydiler. Bu çaresizlik tıpkı gökteki Tanrı'nın yeryüzüne yıldırım göndermesini bekleyen, ölü ağaçların boğmuş olduğu sık bir orman gibi."
Durukan ürperti içerisinde bana bakarken konuşmaya başladı. "Ve bu sayede kıvılcım o ateşi sonunda yakacaktı. Alevler yayılarak ölü ağaçları temizleyecek ve sağlıklı köklere bir kez daha kavuşmalarına izin verecekti, değil mi?"
Onu başımla onayladım, "Ayıklama Tanrı'nın doğal emri. " Ölümün ardından ne geldiğini kendine sordu. Cevabı bulması çok zor olmamıştı. Gözleri parlarken bana baktı. "Yeniden doğuş, yeni Düzen..."
Başını hızlıca salladı ve ayağa kalktı bazı şeyleri kavradığı çoktan belliydi. "Her zaman böyle oldu, değil mi? Ölümün ardından doğum geliyordu. Cennete ulaşmak için de insanın cehennemden geçmesi gerektiği gibi. O usta size bunu öğrettiyor."
Sessizlik aramızda imzalanmış bir anlaşma gibi dolaşırken gözleri yeni bir güne doğmakta olan güneşteydi. Ayağa kalktım ve yanına gittim, ellerimi şortun cebine yerleştirdim ve ben de onun gibi camdan dışarıyı izlemeye başladım. Şehir henüz yeni uyanmak üzere olduğundan sakinlik hâkimdi bu görüntüye.
Bir süre daha sessiz şekilde onun gibi şehri izleyip yaşanacak olan olayları düşündüm. Her geçen güne bir yenisi daha damga vuruyordu, bitmek tükenmek bilmeyen bir hızla ilerleyen bu kaos önüne çıkan her şeyi yutuyordu. Hiç hız kesmeden son sürat ilerliyordu, sıkı tutunmak gerekiyordu.
Nefesimi sesli şekilde verdim ve hareketlendim. "Eve geçiyorum ben, sen de o eve gitme. Şu an senin evin güvenli değil. İçeri girememiş olsalar dahi eninde sonunda seni kapanlarına yakalamaya çalışacaklar tıpkı bir fare gibi."
Sözlerimin ardından gözlerini bana çevirmeden konuştu. "Pekâlâ Medusa, ben gider sahildeki bir banka uzanırım bir evsiz gibi," dediğinde başımı iki yana sallayıp öylece yüzüne baktım. Gözlerimi kıstım, "Dua et o inandığın Tanrı'ya Baykor, karşında değilim de yanındayım ki sen bu zekâmın nimetlerinden faydalanabiliyorsun. Yoksa çoktan ölmüş olurdun bu zekâ ile," dediğimde bu sefer gözleri bana değdi.
Üzerime doğru bir adım attığında aramızdaki mesafe azalmıştı. Tepeden bir bakış attı, sonrasında biraz daha yaklaştı. Günün ışıkları yüzüne düşerken gözleri safir renginde parlıyordu. Başımı kaldırıp ona baktım. Yüzünü bana eğdi, biraz daha yaklaşırsa burnunun ucu burnuma değecekti. Gözlerini kıstı ve ona attığım bakışlarımı bana geri gönderdi.
Hiçbir şey söylemedi, hiçbir şey söylemedim.
Aramızdaki bakışmayı en sonunda bitiren Durukan olmuştu ve gözlerini yeniden şehir manzarasına çevirdi. "Aybars'ın evine gidebilirsin.." demek üzereydim ki aniden bana döndü. "Hayır Medusa," dedi keskin bir şekilde. Arkamı dönüp kapıya ilerledim. "O hâlde düş peşime yaşlı kurt, eve geliyorsun benimle."
Asansör açılırken büyük adımlarla yanıma geldi ve asansöre bindik. Düşünceli olduğunu anlıyordum ama yapabileceğim bir şey yoktu, onu bu hayata ben sokmamıştım o da bunun içine doğmuştu. Geçmişle olan sorunu halletmeden geleceğe adım atamıyorduk, Durukan'ın halletmesi gereken geçmişten gelen sorunları vardı. Eğer halledemezse sorunları onu halledecek ve işini bitirecekti.
Asansörün kapısının açılmasını beklerken asansör büyük bir gürültü ile durduğunda kaşlarımı çatmış şekilde asansörün duvarlarına baktım.
Gizli bölgede bulunan bu asansörün hangi katta olduğunu anlayamadım ancak şu an boşlukta durduğumuzu biliyordum, sinsi baş ağrısı tekrar tenime nüfuz ederken gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Ellerimi şakaklarıma koydum ve sinirle nefesimi verdim.
"Cerveau, bana durum bildirisi yap çabuk!"
"Efendim, şirketin önünde olan silahlı bir kavgada şirketin güvenlik görevlileri de dahil oldu ancak ortalık henüz durulmadı. Olası tehlikeye karşı karşıya kalmamanız için bir süre beklemeniz gerekiyor."
Derin bir nefes aldım, bu kavganın normal bir kavga olmadığını biliyordum. Sabah daha gün yeni aydınlanırken böyle bir kavganın olması ise şirketin yerel yönetimde olmasını istemeyen diğer güvenlik şirketlerinin oyunlarından biriydi. Şirketin ismini lekelemek adına yaptıkları ucuz numaralar alayla gülümsememe sebep oldu.
"Bu böyle kafasına göre şirkette dolaşıyor mu?" Diye sordu ve tavanı gösterdi parmağıyla, onun tavandan bizimle konuştuğunu düşünüyordu. Cerveau ise ondan bahsedildiğini anlayarak mekanik bir kahkaha attı. "Hayır Durukan Bey, ben kafama göre şirkette dolaşıyor değilim, ben her yerdeyim. Ben teknolojinin beyniyim."
Durukan şaşkınlıkla öylece durduğunda eğlenen bir ifade belirdi tekrar yüzümde. "Tamamdır Cerveau, korkutma onu. Durukan Bey daha olayları sindirmek için zaman bulamadı," dediğimde eğlenen bir ifadeyle, anında Durukan sinirli bakışları beni buldu. "Pekâlâ efendim," dedi tekrar Cerveau'nun mekanik sesi. Yere oturup sırtımı asansörün duvarına yasladım. Biraz daha ayakta durduktan sonra Durukan da yanıma çöktü. Beraber oturmuş asansörün hareket etmesini bekliyorduk.
Aradan geçen zaman, sekizinci dakikamın on-üçüncü saniyesinin sonrasında asansör yeniden hareketlendiğinde Durukan ayağa kalktığında, ayağa kalkma zahmetinde bulunmadım, gerçekten yorgundum. Beşinci saniyeyi altıya tamamlamak üzereyken asansörün kapısı açıldı. Hızlıca ayağa kalktım ve onunla birlikte diğer asansöre geçip dışarı çıktık.
Lobide bulunan kızlar bizi gördükten sonra kulaklığa bir şey söyleyip bana selam verdiler. Başımı salladım ve selam verip dışarı çıktım. Kapının önüne gelen araç ile ona baktım. "Benim arabam ile gidelim, senin aracı getirirler ardımızdan," dediğimde gözlerinden geçen duygular birkaç saniye içerisinde kaybolduğunda ifadesini okuyamadım.
Şoförün açmış olduğu kapıdan içeri girdikten sonra kendimi koltuğa bıraktım. Diğer kapıdan da Durukan girdi ve koltuğa oturdu. Güneş ışıkları üzerimize düşerken şoför çoktan yola çıkmıştı. Trafiğin olmadığı, sakin yol altımızda ezilirken elini yumruk yapmış hâlde çenesinin altına koymuş ve dışarıya bakıyordu, daha doğrusu önümüzdeki ve arkamızdaki korumaların arabalarını izliyordu.
Malikanenin önüne geldiğimizde büyük kapı ikiye açıldı ve ardından Durukan Baykor hayatımın içine bir adım daha atmış oldu.
Araba evin önünde durduğunda evin kapısı açıldı ve Neva'nın kucağında Marsel bana bakıyordu. Arabadan indim ve dizlerimin üzerine oturdum, kollarımı iki yana açtım. Marsel koşarak kollarımın arasına girdi. Kollarımı ona sardım ve kokusunu içime çektim, bu dünyada huzurun gerçek olduğuna inandığım ve huzurunu korumak için elimden geleni yaptığım tek gerçek Marsel.
Onu sıkıca kavrayıp kucağıma aldım ve ayağa kalktım, bacaklarını belime dolayıp başını omzuma koydu. Birlikte eve girerken Neva ile Durukan arasında bir bakışmayı yakaladım ve kapıdan geçtim. Salona geçip merdivenleri indim ve kendimi geniş koltuğa bıraktım. Marsel kollarını deri ceketin içinden belime doladıktan sonra ben de ona sıkıca sarıldım ve başını ellerim arasına alıp bir öpücük kondurdum.
Adım sesleri kulağıma dolarken Neva önde, Durukan arkada inip yanımıza ulaştılar. Neva tekli koltuğa oturmuş bize bakıyordu, meraklı bir göz daha bize bakıyordu. Karşımdaki koltuğun ucuna oturup bize baktı. Gözlerine baktığımda merak dolu parıltılar beni buldu. Cevap vermeye tenezzül etmeden gözlerimi kapatıp başımı arkamdaki koltuğun kenarına koydum.
Marsel'in nefesi düzene girdiğinde uyuduğunu anlamıştım. Onu uyandırmadan üzerimdeki ceketi çıkarıp üstüne örttüm ve kucağımda daha rahat uyuması için bacağımı orta sehpanın üzerine koydum.
"Gece hiç uyumadı, seni çok merak etti," dedi Neva'nın sesi, aramızdaki sessizliği bozarak. Başımla onayladım onu, "Diğerleri nerede? Onları görmedim," dedim ve Marsel'in saçları ile oynamaya başladım usulca. "Aybars'ın işi var, paketlenmiş bazı parti malzemelerini açmak istediğini söyledi," dedi ve güldü Neva. Bize saldırıp sağ kalmak gibi bir şanssızlığa sahip olanlardan bahsediyordu. Durukan ise hâlâ neler döndüğünü kavramaya çalışıyordu. "Efnan sistemle ilgileniyor evde, Büge ve Barlas da sabahki olay hakkında araştırma yapmak için şirkete gittiler."
Firuze yanımıza geldiğinde kendisiyle birlikte kahve kokusu da salona gelmişti. Tepsiyi sephanın üzerine bıraktı ve bana baktı. "Medusa Hanım, isterseniz alıp odasına götürebilirim Marsel'i," dediğinde başımı iki yana salladım. "Teşekkürler Firuze, gerek yok." Konuşmamın ardından salondan çıkarken uzaklaşan adım seslerini dinledim.
"Marsel ismi demek, bunun şirketin ile ilgisi var mı?"
Durukan'ın sorusu ile bakışlarımı ona çevirdim. Neva'nın boğazından küçük bir öksürük kaçarken tepsideki bardaktan bir su aldı ve içti. Usulca Marsel'in saçlarıyla oynamaya devam ettim. "Evet, o benim bu dünyadaki tek mirasım," dedim ve gözlerimi safir gözlerden ayırmadım. Durukan anladığına dair birkaç mırıltı çıkarttı.
Gözlerim kapalıydı, ancak bize yaklaşan elin varlığını hissetmemek zor değildi. Gözlerimi açmadan bileği sıkıca tutup kavradığımda güçlü biri olduğunu anlamıştım. "Sakin ol Medusa, benim Durukan," dedi ve üzerimize yumuşak bir örtü örtüldü. Bileği bırakıp tekrar Marsel'i kucakladım ve uykunun tıpkı Marsel'i kollarıma aldığım gibi beni de kucaklamasına izin verdim.
•
Durukan, bilgisayarımı izinsiz kullanmasını anlayışla karşılayacağımı düşünmüş olmalı ki, çalışma odamda masada oturmuş bilgisayarımın şifresini açmaya çalışıyordu. Bilgisayarın ekran aydınlığı yüzüne vuruyordu.
Zaman birkaç dakika boyunca uzayıp gidiyordu ama Durukan hâlâ şifreyi ait bir şey bulamadı, masanın üzerindeki kitapları ve ajandayı kurcalamaya başladı. İçinde bulunduğu bu durumu açıklayabilecek herhangi bir şey yoktu, çaresizlikle tekrar bilgisayara baktı.
Telefonuma gelen mesaj ile Efnan'ın güvenliği arttırmak isteyip istemediğimi sorduğunu gördüm. Evde olduğumu ve sisteme girmek isteyen kişinin Durukan olduğunun haberini verdikten sonra telefonu cebime koydum ve kapıdan onu izlemeye devam ettim.
Sonunda, aklına yapacak başka bir şey gelmeyen Durukan ayağa kalktı ve birtakım cevaplar bulabileceğini düşünerek masadaki iPad'imi eline aldı. Mail adresime girip mesajları kontrol etti. Tek bulabildiği, şirket çalışanlarından gelen e-postalardı, çoğu bir sonraki randevularla ilgiliydi.
Belirsizlik ve anlam karışıklığı arttığında Durukan iPad'i ve bilgisayarı kapattı. Dirseklerini masaya koyup eliyle yüzünü sıvazladı. Ayağa kalktı ve odada bir tur gezindi gözleri, kapıya adımlarken durdu. Gözleri saniyelik bir yere takıldığında gözlerimi ona çevirdim.
Çalışma masasının köşesinde, eski dergileri ve kağıt yığınlarının üzerinde polaroid şeklindeki fotoğrafa takıldı gözleri. O fotoğrafta ben ve Durukan için yabancı birisi olan Karan vardı. Marseille Sécurité'nin önünde durmuş gülümsüyorduk.
Durukan fotoğrafı eline alıp incelerken içimdeki sesin vicdan azabı olduğunu biliyordum, ancak bunu kabul etmedim. Karan diye düşündüm sadece. Ona olan hislerimin hâlâ bu kadar taze ve canlı olması beni mahvetti.
Elindeki fotoğrafı kitap yığınlarının üzerine bıraktı, kollarımı göğsümün altında birleştirip onu izlemeye devam ettim. Kapının aralığında durduğum için beni henüz görmesi mümkün değildi.
Kitaplığın tepesinde duran soluk mavi broşürü fark etmişti. O, İstanbul'daki bir tiyatro oyununa ait olan ancak zamanla yırtılmaya yüz tutmuş bir ilandı. Neredeyse yirmi-üç yıl önce sahnelenmişti.
Durukan broşürü incelerken arkasındaki yıllar önce beyaz, ancak şu an sarıya çalan bir renge sahip olan yeri inceledi. Kapıyı aralayıp odaya girdim, eli broşürün arkasındaki ispirtolu kalemle ve el yazısı ile yazılan notun üzerinde gezdi.
Gece, bir mucize olduğun gerçeğini asla unutma.
Durukan hâlâ broşürü incelerken tepeden bir yığın gazete kupürü yere döküldü. Hızla onları almak için eğildim fakat benden önce davranıp kupürlerin durduğu solmuş sayfaları açıp okudu.
Gazete kupüründeki fotoğrafta görmüş olduğu küçük kız ancak dört-beş yaşlarındaydı. Koyu saçları yüzüne düşen kakülleri ile tanıdık biriydi. Fotoğrafın altında, "Gece gökte parlayan bir yıldız gibi doğuyor!" yazıyordu.
Son derece dolu olan biyografi, çocuklar arası hazırlanan çocuk tiyatrosunun üstün yeteneği olan Gece Akarsoy hakkındaydı.
"Standartların dışında bir zekâya sahip olan bu küçük kız çocuğu, bir gecede bütün karakterlerin repliklerini ezberleyerek provalar sırasında oyunculara sık sık sufle vermişti. Henüz dört buçuk yaşında olan bu küçük kızın hobileri teknolojik aletler hakkında kitaplar okumak, bilim kurgu filmleri izlemek, satranç oynamak, biyoloji ve kimyaydı."
Durukan durmuş ve okuduğu yazıyı tekrar tekrar seslendirmişti. Sonrasında şaşkınlıkla bana baktı. Hâlâ gözlerinde gezinen duyguları okuyamıyordum. Elinde başka bir gazete kupürüne geçti ve oradaki metni okumaya başladı.
"İstanbul'un banliyö kesiminde yaşayan varlıklı Akarsoy ailesinin kızı olan Gece, bilim için şimdiden bir şöhret niteliği taşıyordu. Beş yaşına basmış olan küçük kız, satrançta rakip tanımıyor ve aynı zamanda üç dili kendi ana dili kadar akıcı şekilde konuşabiliyor, okuma yazmayı bu kadar erken öğrenmesi insanları hayrete düşüyordu."
Durukan durdu, "Tanrım," dedi ve tekrar duraksadı. "Medusa bu, bazı şeyleri açıklıyor, neden senin hakkında belirli bir yerden başlayan bilgiler olduğunu şimdi anladım. Senin gerçek kimliğin bu değil." Sustu, gözleri bendeydi fakat aklı hâlâ elindeki gazete kupürlerindeydi. Çabucak başka bir gazete kupürünü eline aldı. Bu, benim sekiz yaşındaki fotoğrafımın olduğu bir gazete haberiydi. Başlık kocaman harflerle yazılmıştı.
"Dâhi çocuğun IQ'su yüz-seksen-üç çıktı!"
Tıp dergisinden kesmiş olduğum başka bir kupüre baktı, büyük harflerle, 'Geleceğin Düşüncesi,' yazılmıştı. Altında bir alt başlık olarak, 'Zekânın Laneti,' yazıyordu.
Elinde tutmuş olduğu makalede, beyincik PET taramalarımın, diğer beyinciklerden fiziksel açıdan farklı olduğunu anlatan bir doktor röportajı yer alıyordu. Makalede bahsedilen beyinciğim, görsel uzamsal içerikleri çoğu insanın idrak edemeyeceği yöntemlerle kullanabilen daha büyük ve daha gelişkin bir organ olduğuydu. Düzen'in ünlü doktorlarından birisi olan doktorun açıklamış olduğu bu kavramları destekler nitelikte olan, zekâmın fizyolojik avantajımın, beynimde alışılmadık hızla büyüyen hücrelerle açıklıyordu.
"Bu durum kansere benziyor Medusa, ancak senin zekânın farkı burada başlıyor. Tehlikeli kanser hücreleri yerine faydalı beyin dokusunun büyümesinin hızlanması tamamıyla!"
Ona cevap vermeden elindeki kupürleri aldım ve sinirle ona baktım. Elindeki broşürü de aldım ve tekrar tepeye koydum. Derin bir nefes aldım ve ona bir adım attım. "Sakın Baykor, bir daha bu odaya adım atmaya çalışma!"
Odadan çıktım ve kendi odamın merdivenlerini çıktım. Odaya girdikten sonra kapıyı sertçe çarptım. Üzerimde ona ait olan tişörtü ve şortu çıkartarak bir köşeye fırlattım. Zehrim bir yılan edasıyla beni sarıyor ve ruhumu boğuyordu, düşüncelerim ve kafamın içindeki o ses zihnimi asla rahat bırakmıyordu.
Sinirlerim gerilirken kıyafetleri parçalamak istiyordum. Odada çamaşırlarımla gezerken kapı çaldı, elimi alnıma götürüp saçlarımı sıvazladım. Kollarımı göğsümde bağladım ve kapıya baktım. Aradan geçen üç saniye sonrasında kapı açıldı ve Durukan içeri girdi.
Mavi safir gözlerinde saniyelik geçen duyguları net şekilde okumuştum bu sefer, gözlerine inen perdeye rağmen şaşkınlığı yüzünde duruyordu. Kapıda durmuş öylece bana bakarken sinirle ona baktım. "Ne istiyorsun Baykor?"
Birkaç saniye daha düşündü ve en sonunda konuşmaya başlamak için boğazını temizledi. Kıyafet odasına girerken bakışlarının sırtımda olduğunu biliyordum. Siyah tişört ve siyah bir eşofman takımı çıkarttım. Durukan ise hâlâ kapıda duruyordu, üzerimdeki siyah dantel braleti çıkartıp bilerek kiyafet odasının girişine attım.
Üzerimi değiştirip odanın girişindeki braleti yerden alırken Durukan'ın bakışları ben hariç her yerdeydi. Odadaki lavaboya girdim ve braleti kirli sepetine attığımda lavabonun kapısında Durukan belirdi.
Aynadan ona baktım, gözleri gözlerime meydan okuyordu. Önüme döndüm ve kapıdan çıkmak için yanına ilerledim. Geçmeme izin vermeden kapıda duruyordu, onu umursamadan geçmez üzereyken eli belime kaymıştı.
Bol tişörtün altına kaydı eli ve sonrasında belimi sıkıca kavradı. Elinin vücudumda gezindiğini ve belimdeki kıvrımı talan ediyordu.
Ellerimi omzuna koydum ve onu kendime doğru çektim, itiraz etmeden bana yaklaştığında bedeni bedenime çarpmıştı. Ellerimi çekmeden biraz daha sırtına kaydırdım ve yüzümü yüzüne yaklaştırdım, gözleri saniyelik dudaklarıma çarparken dizimi kaldırdım ve hızlıca kasıklarına geçirdim. Ellerimle yakasını kavrayıp kendime tekrar çektim ve kafa attım.
Onu geriye ittim ve lavabodan çıkıp kendimi yatağın üzerine bıraktım. Bir süre lavabodan çıkmadı, iki dakikanın ardından kızarmış alnı ile yanıma geldi ve karşımda durdu.
Bir şeyler söylemek üzere hazırlanıyordu, gözleri üzerimde dikkatle geziyor ancak bir türlü kelimeleri bulamıyordu. Dirseklerimin üzerinde doğrulup ona baktım, en sonunda durdu ve bana doğru eğildi.
"Kimsin sen Medusa, ya da Gece mi demeliyim?"
Ayağa kalktım ve onunla yüz yüze geldim, "Benim kim olduğumu çözmeye çalışma Baykor, yılanlarım bir bir ayağına dolanır ve seni zehirli bir bataklığın ortasında bırakırlar. Sen asla benim bataklığımda yaşamayacaksın!"
"Bak Medusa, karşında değilim ancak böyle davranırsan yanında da olamam. Planlarını ve hamlelerini çözemiyorum ancak zekânın üstünlüğünü kullandığını biliyorum."
Sözleri üzerine ona doğru bir adım attım ve artık gerçekten yüz yüze gelmiştik. Elimi kaldırıp işaret parmağımla omzuna vurdum, biraz sendelese de yerinden oynamadı. "Uzak dur benden Baykor, ben senin hayal ettiğinden daha fazlasıyım, hayallerinin ötesindeyim."
Elimi bileğimden tuttu ve beni kendine çektiğinde hızlıca yer değiştirip onu yatağa ittim. Aniden kendisini yatakta bulduğunda çok geçmeden hızlıca kucağına oturduğumda şaşırdı fakat gözlerine perde indirdi.
"Neler çeviriyorsun Medusa? O zihninde ne oyunlar dönüyor bilmek istiyorum," dedi ve titrek bir nefes verdi. Bacaklarım iki yanında dururken üzerine eğildim biraz daha öne kayarak. Bu hareketimle birlikte Durukan gözlerini kapatıp başını arkaya yatırdı. "Medusa," dedi gözlerini açarak sakin bir sesle sesinde sakinliğin yanında bir uyarı daha vardı.
"Ben senin arkadaşın değilim, dostun hiç değilim ona göre davran. Ben yaşamım, aynı zamanda ölümüm," diye bağırdım ve üzerinden kalkıp odadan çıktım.
Bitkin bir hâlde koridordan geçtim ve Marsel'in odasına geldiğimde durdum, kapıdan baktığımda hâlâ uyuyor olduğunu gördüm. Usulca odaya girip kapıyı kapattım. Kendimi her zaman, zorlukları aklımla üstesinden gelmek konusunda eğitmiş olsam dahi, içimde bulunduğum durum duygusal açıdan beni sarsıyordu.
Marsel'in yanına kıvrılıp onu kollarımın arasına aldım. Ben, Medusa Gece Akarsoy, insanın kendine acımasına tahammül edemeyen biri. Ancak şu anda derinden gelen bir acı ile göz yaşlarıma engel olamayacağımı biliyordum.
Marsel'i daha sıkı tutarken, gözlerimi kapatıp derin bir nefes çektim. Göz yaşı yanağımdan süzülüp yatağa düştüğünde nefeslerim titrekleşmişti.
Denetimimden çıkıp başka yanlara savrulmuş hayatım için ağladım.
Gözlerimin önünde ölen, hayatımın tek gerçekliğini bana bırakan Karan için ağladım.
Kalbimi dolduran derin yalnızlık için ağladım.
Ancak her şeyin ötesinde, gelecek için ağladım... Çünkü artık her şey yeni başlıyordu ve savaş kapıdayken elimden gelen gayreti göstermeye çalışıyordum. Marsel'in ve Marseille Sécurité'nin mirasını korumak elzem olmuştu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro