4. BÖLÜM
Ruhu var edenlere sırtını her döndüğünde o kibrin senin ruhunu biraz daha karartıyor. Ruhum ve tüm benliğim aynı zamanda can bulan kalbim ise hırsın kızgın demirinde dövülüp karanlık gecenin katran karası sularında yıkandı. Dolunayın ışığında varoldum sudan çıktığımda, şeytanın kucağına bırakılan kundaktaki o korkulu canavar bendim. Işığım karanlıkta parlarken, karanlık beni yenmedi. Karanlık beni yedi, zehrini tüm vücuduma yağdığında çoktan karanlığın kendisi olmuştum.
Arabayı otoparka bıraktıktan sonra köşedeki asansöre yöneldim. Sessiz şekilde peşimden gelen Durukan ile birlikte beklemeye başladık. Asansör açıldığında içeri geçtik, tuşa basacağı sırada onu durdurup ben bastım. Parmak izimi okuduktan sonra açılan kapı ile Durukan öylece gözlerime bakıyordu. Baş işareti ile geçmesini söyledim ve diğer kabine girdim. Başını iki yana sallayıp o da girdiğinde kapı çoktan kapanmıştı.
Asansörün aynasında gördüğüm yüze baktım, canavarın gözlerinin içine. Çok geçmeden bakışlarımı yüzümden çektim ve omuzlarımı dikleştirip derin bir nefes aldım. Açılan kapı ile birlikte dışarı çıktığımda masada çoktan oturmuş olan grup ayağa hızlıca kalktı. Elimi havaya kaldırıp parmaklarımı indirdiğim de oturmalarını anlayıp tekrar yerlerine oturdular.
Ejder Bey yine masanın diğer köşesinde, elinde deri eldivenleri ve işlemeli bastonu ile oturuyordu. Bu sefer masanın baş köşesinde tek sandalye benim değildi, Durukan içinde bir sandalye vardı. Başımı iki tarafa yatırıp vücudumu esnettim. Masanın başına geçip ellerimi iki yanıma koyup öne doğru eğildim. Gözlerine bakarken zehrin vücudumda yayıldığını fark ettim.
"Sakın, aklından bile geçirme!"
Yüzünde peyda olan sinsi gülümsemesi bana iblisleri hatırlatıyordu. Başını sallarken samimi olmayan bir gülüş can buldu. Bakışları Durukan'ı bulduğunda gözlerimi ona çevirdim. Hemen arkamda duruyor ve gözlerini Ejder Bey'den ayırmıyordu.
Durukan, kaçtığı geçmişinin onu bulduğunu anlamıştı.
Kısılmış gözlerine gölge düşüren saçlarının ardından Ejder Bey'in gözlerinin içine bakıyordu. Bakışları normal değildi, hatta transa geçmiş şekilde bakarken varlığımın gerçek olup olmadığını sorguladım. Onları uzaktan izleyen bir rüyanın içindeydim sanki. Durukan'ın bir sonraki hamlesini bilemiyordum, fakat Ejder Bey'in birazdan onun damarına basacak bir cümle söyleyeceğinden emindim. Endişe ve merak dolu bakışlarla, korkuyla yerlerine sinen Düzen üyeleri benden gözleriyle yardım diliyorlardı.
En sonunda ellerimi birbirine vurdum ve ikisinin dikkatini üzerime çektikten sonra bakışları beni bulduğunda olduğum yerden kıpırdamadım. "O hâlâ yapısını çözemediğim karmaşık beyninden neler geçiyor ihtiyar?" dedim cümlenin sonunda söylediğim kelimeyi dilimle ezerek ve soğuk bir gülümseme ile ona baktım.
Eğlendiğini belli eden ifade gözlerinde dolaşırken bastonunu yere vurdu ve ayağa kalktı. Birkaç büyük adım sonrasında yanımıza geldi, Durukan tüm varlığı ile benden birkaç santim uzakta dikilirken beni korumak amacıyla önüme geçti.
"İzini bulduğunu düşünüyorsun fakat yanıldın Medusa, seni değil onu da değil sizi istiyorlar artık," dediğinde gözleriyle Durukan'a baktı. "Onu koruman yeterli olmayacak, kendini de koruman da yeterli değil. Gerçekleri saklayarak da hiçbir zaman birisini koruyamazsın."
Bastonunu yere vurduğunda tekrar eski yerine geçti. Durukan kafası karışmış şekilde bana baktığında gözlerimle sandalyeyi işaret ettim. O oturduğunda ben ayakta kalmaya devam ettim. Durukan ellerini önünde birleştirdi ve ayaklarını Ejder Bey'e doğru çevirdi. Omuzları dik, duruşu sarsılmazdı. Düzen'in karşısında takındığım tavrın canlı örneğini karşımda gördüğüm de kaşlarım kendiliğinden havaya kalktı.
"Bakın, sizi tanımıyorum fakat sima olarak bana asla yabancı gelmiyorsunuz. Burada ne oluyor ne çeviriyorsunuz anlamış değilim ama ben sizin araştırma projelerinizde kullanabileceğiniz bir kobay değilim. Evime geldiniz," dedi ve üyelere baktı. "Bazı şeylerden bahsettiniz, geçmişimi, ailemi ve diğer pek çok şeyi bildiğinizi gözlerinizde gördüm. Babamın ölümünün ardından bunun kasıtlı yapılmış olduğunu ben de biliyordum, koruma talebinde bulunmadım bunu teklif ettiniz ben de kabul ettim."
Herkesi okuyabiliyordum, fakat Durukan'ı nasıl okuyacağımı bilemiyordum, birkaç saniye önceye kadar sert, bana karşı yapılacak en ufak harekette şiddetli güç kapasitesine güvenen biri gibi, bir an sonrasında kendinden emin, güçlü dik duruşu ile karşıdakinin özgüvenini zedeleyen, bunu bilerek ve isteyerek yapan biri gibiydi. Şu an ise tüm o duvarları indirmiş dış dünyanın zorluklarını yaşamış küçük çocuk gibiydi.
"Düzen'e hoş geldin evlat," dedi tok sesiyle Ejder Bey. Derin bir nefes aldı ve bastonunu tekrardan yere vurdu. "Bildiğin gibi babanın desteği ile kurulan bir federasyondur Düzen. Dünya devletlerinin her birinden bir temsilci bulunurken huzuru ve güveni tehdite karşı yönelik her hangi bir suçun karşısında. Saldırılar sonrasında sarsılan devletlerin, dağılan milletlerin tek, çıkarsız ve tarafsız destekçisi." Gözleri beni bulduğunda gözlerimi kısarak ona baktım. Bakışlarımı umursamamaya devam ederek konuşmaya başladı. "Yanında oturduğun o kadın da bu federasyonun beyni," dedikten sonra anlattıklarını Durukan'ın sindirmesini bekledi. Bakışlarındaki anlık bir merhamet duygusunu bilerek yaptığını biliyordum. Beden dilini iyi kullanıyor ve manipüle etmeye bayılıyordu.
Boğazımı temizleyip gözlerimi deniz mavisine çevirdim. "Bugün aldığımız bir saldırı oldu güvenlik sistemine, yardımcı olan arkadaşım sonrasında sistem temizlendi ve tehdit ortadan kalktı. Fakat bu bana karşı yapılan saldırılardan farklıydı, güvenliğini kontrol olmak ve emin olmak için geldim eve. Etrafında her an seni gölge gibi izleyen Çaylaklarım var ancak ben kendi yaptığımdan emin olarak görmek istedim."
Beni başıyla onayladıktan sonra üyelere baktı, "Tamam ama neden buradasınız? Bu yardımı kim veya ne için yapıyorsunuz?" dedikten sonra bakışları beni buldu. Gözlerinde gördüğüm saf duygu ile onu onayladım. Benimle konuşup ne yaptığımızı ve neden yaptığımızı öğrenmek istiyordu.
"Hepsi, çok farklı milletlerden seçilerek geldi, atalarının izinden buraya büyük mirası korumak için geldiler. Dünya tek birine ait değildir, dünya tüm herkese aittir. Güç, ihtiras hepsinin ışığı karanlıkta parlar, karanlık güçlerin ellerinde tuttukları onu alt edemedi fakat zedeledi. Oyuncak bir taht daha eğlenceli geliyor demek ki onlara fakat büyük zirveler büyük insanlar içindir bundandır ki çıkan kaos her şeyi yuttuğunda, boş umutlarından doğan acı sadece canavarları besledi."
Gözlerimin önüne gelen gece ve hâlâ zihnimde yaşayan anılar su yüzeyine çıktı. Derin bir nefes almaya çalıştım fakat nefesim içimi yaktığında ağzımda oluşan acı tat ile gözlerimi kapattım. "Kim için yaptığımızı sorduğunda ise kaybettiklerimiz uğruna Durukan," dedim ve boğazımdaki yumrunun gitmesi için yutkunmaya çalıştım. "Yıllar önce Düzen ile birlikte diğer pek çok milletin kendi cemiyetleri saldırıya uğradı. Düzen karıştı, dengeler alt üst oldu. Devletler birbirinin yanında durmak yerine birbirlerini vurmaya başladı." Sözümü bitirdiğim zaman daha fazla devam edemeyecektim.
"Yeni bir Dünya lideri seçilmesi gerekiyordu Düzen için. Ancak senin de anlayacağın gibi evlat seçim günü saldırı gerçekleşti. Tam da beklendiği gibi. Medusa kaçırıldı, ondan ne istedikleri belliydi. İlk Düzen'in soyundan geliyordu ve beyniydi. Hamlelerini yaptılar, piyonken veziri oynamaya çalıştılar. Baban İlk Düzen için pek çok projede çalışan üstün donanımlı bir mühendisti. Hatrı sayılır derecede bir zekâsı vardı ki onunla çalışması için ve eğitmesi için pek çok bilim insanı geldi ülkelerden. İlk Düzen kurulduğunda 12 kişiydi, geriye kalan 1 kişi oldu. O da şu an yanındaki kadından başkası değil diye biliyorduk hepimiz. Daha sonrasında senin izini bulduk. Ama görmek istemediğimiz bir nokta vardı. Seni biz bulabilirken onlar da bulabilirdi. Bunu gördükten sonra Düzen üyeleri," dedi ve odada o konuştukça titreyen üyelere göz attı kısaca. "Seni koruması için Medusa'ya benim önderliğimde bir teklifte bulundular."
Gözlerim kararmaya başladığında yavaşça kendimi sandalyeye bıraktım. Duydukları karşısında takındığı tavrı ve yüzündeki maskesinin altındaki gerçekleri görebiliyordum. Ayağa kalkıp asansöre yöneldiğinde Ejder Bey başıyla beni işaret edip peşimden gitmem gerektiğini söyledi gözleriyle. Sinirle kalkıp masadan peşinden ilerledim.
"Bekle, nereye gidiyorsun?"
Asansöre adım atıp kapının kapanmasını beklerken ayağımı araya koydum ve son anda içeri girdim. Sinirle solurken boğazına yapışıp onu öldürmemek için başımı diğer tarafa çevirdim. Nefes alıp verişini düzene soktu ama ağzını açıp kapattı. "Ne soracaksan lafı dolandırma Baykor, sor soruyu," dediğimde kaşlarını çattı. Bu bana sinirinden değildi, söyleyeceklerindendi. "Tehlikeden korkmuyor musun?"
"Kendi çıkarları için savaşan o asalaklardan daha tehlikelisi var ise o da inandığı kavramlar uğruna kendi çıkarlarını feda edecek olandır," dedim ve bakışlarımı ona değdirmeden açılan kapıdan dışarı çıktım. Şirketin içi pek çok gizli saklı odalardan oluşuyordu. Her odaya herkesin girme yetkisi yoktu. Şu an karşımızdaki beyaz koridorda duruyorduk. Zihnimde yankılanan seslerle farkında olmadan duraksadım, tanıdık ses zihnime zehir gibi yayılırken başıma sinsi bir şekilde giren ağrı ile gözlerimi kapattım.
Gözlerimi açtığımda Durukan'ın kaşlarını çatmış bir yüz ifadesiyle bana baktığını gördüm. Bana tekrardan tuhaf bakışlar atarken onu umursamadan koridorda ilerlemeye başladım. Koridor çıkmaz bir sokağa benziyordu üç tarafımızda duvar vardı. Önümdeki duvarın ortasına geçip elimi koyduğumda dijital ekran ortaya çıktı. Elimi okuyup onay verdiğinde bu sefer açılan ekran ile gözümü okuttum. Ortadan ikiye ayrılan duvar sonrasında kabine girdik.
Bu olanlara anlam veremeyen Durukan ne olduğunu bilmediği için canı sıkılmıştı. Sinirle beklerken ona göz devirdim. "Merak etme, beynini çıkartıp senin bilgilerini bilgisayara aktarmayı düşünmüyorum zaten," dediğimde alaylı bir ifade takındım yüzüme. Sinirli gözleri daha koyu bir renk alırken aniden bana döndü ve üzerime yürüdü. Eğlenen ifadem onu bozguna uğratmaya yetiyordu. "Seni onlardan koruyacak olmam, seni benim öldürmeyeceğim anlamına gelmiyor Baykor! Geri bas!" diye bağırdım ve arınma işleminden sonra aniden kabini kırmızı bir ışık kapladı sonrasında karanlık olduğunda karanlığa rağmen Durukan'ın gözlerini hâlâ seçebiliyordum. Aradan geçen on-üç saniye sonunda kapı açıldı ve bir sis yayılırken içeriye adım attım.
Gördüğü manzara karşısında nutku tutuldu. Beyazlarla kaplı odada, daire şeklini almış masalar, ortada hologram teknolojisi ile dünya haritası, üzerinde Marseille Sécurité şirketinin olduğu yerler, veritabanı bilgileri, sistematik hareketler, uygu görüntüleri ve daha niceleri vardı. Odadaki ışıklandırma maviye yakındı böylelikle işlerini daha kolay yapabiliyorlardı. İçeriye adımlarken beyaz mermer zeminde botlarımın sesi yankılandı. Böylesine bir yeri görmek için üzerimdeki kıyafetler ne kadar uygundu öyle!
Geldiğimi çoktan anladıklarında ortadaki dünya şekli bir beyne dönüştü. Daha sonrasında gülümseyen bir yüz şeklini aldığında odaya mekanik bir ses yayıldı. "Hoş geldiniz efendim," dediğinde gülümsedim. Ortaya ilerleyip yüze elini uzattı Durukan. Hâlâ gördükleri karşısında şok oluyordu. Aynı ses odayı tekrar doldurduğunda Durukan elini geri çekti. "Sizde hoş geldiniz Durukan bey," dediğinde inanamaz şekilde kaşlarını kaldırdı.
"Bu bir şaka mı?" dedi ve eli havada kalırken öylece durdu. Başımı olumsuz yönde sallayıp yanına ilerledim. Karşımda açtığım ekran sayesinde Durukan'ın küçük bir resmi ve tüm bilgileri önümüze geldi. Ortada bulunan hologram görüntü bu sefer Durukan'ın şeklini aldığında ağzından sessizce bir küfür çıktı. Dirseğimle karnına vurdum ve sinirle yüzüne baktım. Kendini toparlarken ekrana dokunmak istedi, ailesinin fotoğrafını gördüğünde. "Korkma ısırmam seni," dedi yine aynı mekanik ses. Kendimi tutamayıp kahkaha attığım zaman içeride bulunan bilim insanları da biraz gevşemişti. "Neden beyni olduğun belli, yapay zekâyı bile kendi espri anlayışına göre kodlamışsın."
Önümdeki hologram ekranı bir bütün hâline getirip mızrak şeklini verdim ve ona fırlattım. Aniden eğildiğinde kaçmıştı. Hologram görüntü dağılırken sinirle doğruldu ve bana baktı. "Yok artık Medusa! Teknolojiyi de böyle kullanmazsın ya!" diyip burnundan soludu.
Derin bir nefes aldım ve ellerimle odayı gösterdim, "Burada emeği geçen herkes, senin baban da dahil Durukan, beni korumak için kendilerini feda ettiler. Bu odaya iyi bak, çünkü senin de geleceğin yer burası artık," dedim ve başımla kapıyı işaret ettim. "Daha görmen gereken çok yer var, bu kaplumbağa hızında devam edersek bir haftada anca bitirirsin," dedim ve beklemeden kapıya ilerledim. Birkaç büyük adım sonrasında yanıma ulaştı ve tekrar izole edilmek üzere kabine girdik.
Hâlâ şaşkındı fakat artık belli etmiyordu. Bir sonraki istikametimizin neresi olacağına karar verdim ve tekrar koridora geldiğimizde hiç beklemeden asansöre yöneldim. Peşimden geldiğinde kafasının içerisinde dönen çarkların sesini duyuyordum. Asansör yukarı çıkar gibi hareket ettiğinde aslında aşağıya iniyordu.
Yeraltına...
Asansörün kapısı yeniden açıldığında bu sefer karşımızda beyaz koridor yerine kurşuni gri rengindeydi, içeride aydınlatma çok fazla değildi ve tepede iki kırmızı lamba vardı. Birisi asansörün kapısının üzerinde bulunurken diğeri karşıdaki duvardaydı.
Duvardaki oyulmuş yılan heykelleri üzerinde ellerini gezdirmek istediğinde onu durdurdum. "Sakın Baykor, en ufak dokunuşunda zehirli gaz kapsülü yılanın dişinden senin tenine nüfuz edecek ve yaklaşık yirmi saniye içerisinde kara mamba yılanın geliştirilmiş zehri vücudunda gezip önce seni felç edecek, ardından beynine ulaşacak..." diye fısıldadım. Ani bir hızla elini çekti ve gözlerini bana çevirdi. Şu an içinden ettiği küfürler kulağımda çınlıyordu. Onu uğradığı bir diğer şok ile baş başa bırakırken duvarın önüne gelip yeniden aynı işlemleri tekrarladım. Bu sefer kabine girmeden direkt olarak iki tarafa ayrıldı duvar ve büyük bir merdiven karşıladı bizi.
"Dante, İlahi Komedya adlı epik şiirinde betimlediği yeraltı dünyasına cehennem adını vermişti. O eserde cehennem dediğimiz bu yer, 'Gölge' denilen ruhani varlıkların, yaşamla ölüm arasındaki o araftaki bedensiz vücutların bulunduğu bir dünya olarak tasvir ediliyordu."
Sesimle birlikte merdivenin başına geldi ve yanımda durup manzaranın tadını çıkarttı. "Eğer Dante bu yüzyılda yaşamış olsaydı, kesinlikle buradan bahsedecekti," dedi ve aşağıya inmeye başladı. Ellerimi şortun cebine koyup ben de peşinden ilerledim. "Peki şeytan kim Medusa, o da sen mi oluyorsun?" dediğinde gözlerinin içine baktım. "Bir şeytan arıyorsan Baykor, önce aynadaki görüntünle yüzleş. Ben şeytanın kucağına bırakılan kundaktaki o canavarım. Asıl şeytan ise yukarıda."
Çaylaklarım, dört bir yanda eğitimlerine devam ederken onların bu kadar azimli ve hırslı olması beni mutlu etmişti. Göğsüm gururla kabardı. Durukan gözlerini önce havada asılı olan spot ışıklara sonrasında asılı olan halatlara, ringe ve envai çeşit spor aletlerinin olduğu odada gezdirdi. Köşede atış poligonu vardı. Başını bana döndürdü. "Şu an şehrin altında mıyız?" dediğinde onu onayladım. Yanına ilerledim ve işaret parmağımı dudaklarıma götürüp ıslattım sonrasında rüzgarı kontrol eder gibi yaptım. "Evet, şu an şehrin yirmi-beş metre altında bulunuyorsun."
Eğitim saatleri dolduğunda odada çalan alarm sesi ile hepsi sessizce kendilerini yere bıraktı ve soluklanmaya başladılar. Teğmen karşıma geldi ve ellerini arkada bağlayıp selam verdi. Başımla onayladım ve ilerlemeye başladım, Durukan sol yanımda, Teğmen sağ yanımda gelirken Durukan merak dolu gözlerle etrafı inceliyordu. İlerleyip köşeyi döndükten sonra büyük yuvarlak bir kapının önünde durduk.
"Şirketin kasasını böyle bir yere mi koydun?" dedi ve kaşlarını kaldırdı. Teğmen ona güldüğünde gözleri beni buldu. Şifreleri girdikten sonra parmak izimi de okuttum ve parmak izimi okuyan sensörden çıkan iğne ucu parmağıma saplanıp kan damlamı aldığında yüzümü buruşturdum. "Yok artık!" diye ağzından bir nida kaçtı ve açılan metal kapıya gözlerini çevirdi. İçeriden çıkan buhar birkaç saniye sonrasında kayboldu ve soğuk hava yüzümüze çarptı. İçeriye adım attım ve peşimden gelmelerine izin verdim.
İçeride bulunan silahları incelerken başını aşağıya yukarıya salladı. "Neden bu teknolojiyi insanlara sunmadığınızı şimdi anlamış oldum," dedi ve gözlerini yeniden odada gezdirdi. Ellerimi vurup kapıyı gösterdim, "Bugünlük turumuz bu kadar olsun o zaman," dedim ve kapıdan çıkmasını bekledim. Peşinden çıkıp kapıyı kapattım. Saniyeler geçmeden kapı büyük bir gürültü ile kendini kilitlediğinde kapıyı geride bırakarak bizi bekleyen Çaylaklarım'ın yanına gittik.
Hepsi ellerini arkada bağlamış ve sırayla bekliyordu. Karşılarına geçip baş selamı verdiğim de hepsinin ağzından sağ ol kelimesi çıktı. "Marseille Sécurité şirketinin sadece CEO'su değil, aynı zamanda gördüğün bu gölge adamların güvenlik şefiyim," dedim ve Durukan'a burada neler yaptığımızdan bahsetmeye başladım. Gözlerini dikkatle gözlerime dikmiş ve söyleyeceğim hiçbir kelimeyi ve ayrıntıyı kaçırmak istemiyordu.
Anlattıklarımı dikkatle dinledi ve gözlerindeki takdir dolu bakışları Çaylaklarım'a çevirdi. Sonrasında Teğmen'in elini tuttu iki eliyle. "Tebrik etme fırsatı bulamamıştım çatıda yaptığınız o muhteşem gösteriyi," dedikten sonra Teğmen'e baktı. Kahkaha attım ve elimi Teğmen'in omzuna koydum. Temasımdan dolayı kasılan Teğmen korkuyla bana bakıyordu. Sırtına vurdum iki defa ve gülümsedim, "Boşuna mı Teğmen dedik Baykor?" dediğimde Teğmen söylediğim kelimeyle birlikte Durukan'a baktı.
"Baykor mu? Efendim, yoksa..?" dedi ve gözleri beni buldu. Başımla onayladım, derin bir nefes aldı sonrasında Durukan'ın elini tutan ellerinin üzerine diğer elini bıraktı. "Başınız sağ olsun burada olmanız, babanızın varlığını hissetmemiz için bile yeterli," dedi nefesi titrediğinde başımı diğer tarafa çevirdim.
Yıllardır dilden dile anlatılan bir kurtuluşun hikâyesiydi çocukların masallarındaki, varoluşun temelinde yatan kaosun yaptığı yaratılışın hikâyesi. Gurur verici, can yakıcı bir gecenin sonrasında ölümsüz kahramanların kendini Düzen için feda etmesiydi.
Yeraltının havası ağır gelmeye başladığında onları arkamda bırakarak merdivene yöneldim. Durukan'ın adım seslerini duyduğumda hızla yanıma geldi. Kapı açılıp tekrar koridora çıktığımızda derin bir nefes aldım. Aramızda hiçbir konuşma geçmeden yeniden asansöre bindik. Geldiğimiz noktaya yani toplantı odasına tekrar geldiğimizde içeride bizi bekleyenler geleceklerimizden emindi.
Birkaç büyük adım atıp sinirle kalktığım sandalyeye tekrar oturdum ve bacak bacak üstüne attım. Ejder Bey keyifle bastonunu tutarken aslında baston topuzunun oymalı kartal heykelinin ona ne kadar benzediğini düşündüm. Durukan yanıma gelip sandalyesine oturduğunda ortamdaki sessizlik tüm odayı sardığında dahi kimseden ses çıkmadı.
Yüzümü sıvazladım ve masadaki cam ekrana tıklayıp hologram ekranın açılmasını bekledim. Parmaklarımı ekranın üzerinde gezdirirken Durukan'ın evinin camlarındaki kamera görüntüleri çoktan açılmıştı ve bugün olan saldırının daha doğrusu baskının nasıl olduğunu izlemeye başladık.
Sonrasında görüntüyü durdurup bir cevap bekler gibi gözlerimi Ejder Bey'in gözlerine çevirdim. İzlediklerini sindirdikten sonra gözlerinde dolaşan tilkinin kuyrukları kartalın keskin pençesine takıldı. Fakat kartalın boynuna dolanmış yılan tilkinin de etrafını sardı ve ikisi boğmaya başladı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro