Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

3. BÖLÜM

Ejder Bey'in bana Marsel için vermiş olduğu, doğum hediyesi olarak aldığı, fakat kullanmayı çok tercih etmediğim Shelby ile otoparktan çıktım ve şirketin kapısının önüne geldim, kısa süreli beklemenin ardından yolcu tarafının kapısı açıldı ve Efnan içeriye girdi. Toplantı beklediğimden uzun sürmüştü. Bu yüzden zamanım yoktu. Efnan elindeki çantayı arka koltuğa koydu. "En son yazdığım raporun ve mevcut veritabanının birer kopyasının çıktısını alıp dosyaya ekledim."

Onu başımla onayladıktan sonra arabayı çalıştırıp yola koyuldum. Efnan güldü, tamamen histerik bir gülüştü dudaklarından dökülen. "Meslektaşlarımı, daha doğrusu o asalak ordusuna, karşı karşıya olduğumuz tehditler ve tehlikeler konusunda ikna etmek çok daha az eğlence veriyor artık." Kaşlarımı çatarak birkaç saniyeliğine gözlerimi yoldan alıp ona çevirdim. "Seni dinlemediler mi?" dedim ve bir alt sokağa döndüm.

"Bak Medusa, karşımızdaki siber saldırılar her zaman olmaya devam etti, güvenlik duvarını aşamadılar fakat ben daha büyük devasa düzeyde saldırıların geleceğine inanıyorum. Hem fiziki hem siber saldırılar. Fakat onlar beni sanki gökyüzünün başımıza yıkılacağını söylemişim gibi büyük bir duyarsızlıkla dinliyorlar!" Efnan öfkesini gizleyemiyordu.

Camı hafif açtığında içeri dolan sonbahar esintisi serindi ama güneş hâlâ gökyüzündeydi ve göz kamaştırıyordu. "Tehlike bağımlılık yapıcıdır," dedim ve dudaklarımı yaladım. Sıradan bir insan olsaydı karşımda, bahsettiğim tehlikenin muhtelemen kumarhanelerde bahis oynamak olduğunu düşünürdü. On saniye sessizlik oldu, kırmızı ışık sarıya geçtiğinde tekrar harekete geçtim. Efnan çatık kaşlarıyla düşünüyordu. "Farkında değil miyiz sanıyorsun Medusa? Dünya şu anda kritik bir dönüm noktasında. Seçimin yaklaştığı bu vakitte suç dünyası giderek hayal edebileceğimizden daha da çok büyük bir hâle geliyor ve savaş yakında, hem de tahmin bile edemeyeceğimiz kadar."

Gözlerimin soğuk bakışlarına rağmen dudaklarımda sıcak bir gülüş can buldu. "Marseille Sécurité bunun için kurulmadı mı zaten?" Sorduğum soru karşısında başıyla onayladı beni ve daha başka bir konu konuşmadık.

Aybars'ın evinin önüne geldiğimizde Efnan çantayı bırakarak arabadan indi ve bana el salladı. "Şimdi eve gidip biraz uyu. Bir sürede geceden uzak durup gün ışığında dolaş!" diyerek içeri girdi. Ben de ona karşılık vererek kahkaha attım, tekrar arabayla yola koyuldum.

Caddeleri geçtikten sonra nereye gideceğimden haberim yoktu fakat düşüncelerimin çoktan beni onun evinin önüne getirdiğinde derin bir nefes aldım. Evini ayarlayıp güvenliğini kontrol etmiştim. Yakın temasta olup çevresinde görünmekten kaçınıyordum fakat nefesimi her an ensesinde hissettiğini biliyordum.

Torpidoda bulunan hayalet eldivenleri elime geçirdim. Şapkayı takıp güneş gözlüğümü düzelttim. Arabadan indikten sonra anahtarı ceketimin cebine koyup bagajdan çantamı aldım. İçinde kapıyı açmak için ve güvenliği kontrol etmem için gerekli malzemeler vardı. Apartmanın kapısına yöneldiğim sırada kapının açık olduğunu görüp kaşlarımı havaya kaldırdım.

Asansör kameralarına takılmamak için merdiven basamaklarına yöneldim. Ne kadar güvenlikli olsa dahi apartman katlarındaki kameralarda arıza vardı ve sanırım bina yönetimi bu cüzi miktardaki masrafı karşılamak istemiyorlardı.

Uzun bir sürenin ardından bacak kaslarım sızlamak üzereyken merdivenin son basamağını da çıktım ve Durukan'ın kapı numarası gözüme çarptı. Numaranın altındaki kameranın orada olduğunu bilmek güzeldi. Şaheserime göz kırptım fakat gözlüğümden ne kadar göründü bilmiyorum. Çantamdan çıkardığım ekipmanlar ile kapıyı açıp içeriye girdiğimde yerdeki kırmızı lazer ışığına baktım. Kendim ayarladığım için neyin nerede olduğunu biliyordum fakat bu ışık o kadar göz yanıltıcıydı ki baktığında görmek imkânsızdı. Kapıyı ardımdan sessizce kapatıp evi incelemeye başladım. Güvenliği devreye soktuğuna göre evde değildi. Geceleri uyumak için geldiğini biliyordum o yüzden işim kolaydı.

Eşyalara göz gezdirdim, ne kadar burada yaşasa dahi eşyaları yerinden oynamamıştı mobilyaların jelatini hâlâ üzerindeydi. Evi normal bir ev dizaynı ile aynıydı fakat kişisel eşyası yoktu. Bu evin bir ruhu yoktu. Fotoğraf çerçevesi, anıları olan biblo ve daha nice şey yoktu. Canlı bir fotoğraf karesinin içindeydim. Büyük salona üç gün önce beni izlediği pencereye baktım. Aklıma geldiğinde güldüm, aşağıya atlarken ipi görmemişti yüksek ihtimalle. Ceketimi çıkartıp salondaki koltuğa bıraktım ve askılı crop ile kaldım ve evin sıcaklığı beni memnun ederken salondan çıktım.

Mutfağa ve ortak kullanılan lavaboyu da inceledikten sonra geriye iki oda kalmıştı, birisi misafir odası olduğunu düşündüğüm oda diğeri ise onun yatak odasıydı. Misafir odasına yönelip kapı kolunu indirdim ve içeriye girdim. Misafir odasından ziyade daha başka bir odaydı bu. İçeride bir ampul vardı odanın perdesi siyahtı ve içeriyi karanlık yapmaya yetiyordu. Atölye olduğunu anladığım odadan çıktım ve yatak odasına ilerledim.

Kapısı aralıktı içeriye girdim. Çift kişilik bir yatak, orta boyutlarda kıyafet dolabı ve komodin vardı, üzerinde elimde olduğu gibi bir çift hayalet eldiven duruyordu birde boy aynası bulunuyordu. Camın karşısına koyması iyi olmuştu ki camdan gelecek herhangi bir tehdite karşın kapıdan girince aynaya bakıp görebiliyordunuz. Odasının içerisinde de ebeveyn banyosu denilen bir lavabo daha bulunuyordu.

Banyodan gelen tıkırtı karşısında belimdeki silahı çıkartıp elimdeki çantayı ve telefonu yatağın üzerine bıraktım. Banyonun kapısı kapalıydı. Kapının kenarına geçip kapıyı açtım ve içeriye girdim. Silahımı tutup içeri baktığımda hiçbir sorun yokken bir anda arkamdan uzanan el bileğimi kavrayıp silahı tutarken diğer kolu boynuma dolayıp beni göğsüne çarptığında sırtıma boynuma değen ıslaklıkla yüzümü buruşturup banyo buharının yüzüme çarpmasının ardından derin bir nefes aldım. Boğazımdaki kolunu sıkılaştırırken bileğimi tutan eli gevşemişti. Gücünü kontrollü kullanamıyordu.

Elimi boğazımdaki kola götürüp hızlıca geriye doğru kafa attım ve duyduğu acıyla beni bıraktıktan sonra kolunu sıkıca çekip dönerek kolundan çıktım. Hızlıca elime tekme attı ve silah elimden kayarken banyonun zemine düştü, almak için eğildim, şapkam da başımdan düştüğünde beni belimden kavrayıp su dolu küvete fırlattı. Gözlerim açılırken dudağımdan bir çığlık firar etti, yüzü koyun küvetin içindeydim. Çok geçmeden üzerimde yerini aldı ve bacaklarımın ve kalçamın üzerine oturarak hareketim kısıtlandığından ne kadar mücadele etsem dahi fayda etmiyordu. Toplu olan saçlarımı tuttu ne yapacağını anladım, başımı suyun içine sokmadan önce aldığım derin nefes sayesinde suyun içinde rahat ettim.

Nefesimi tutmak için aldığım eğitimlerin hiç böyle bir zamanda işime yarayacağı aklıma gelmezken, bunu yapana yapacağım şeyleri aklımdan geçirip sinirle beklemeye başladım. Hâlâ hareket ettiğim için yaşıyor olduğumu düşünüyor ve beni suyun içinde tutmaya devam ediyordu. Sıkıca gözlerimi kapattım ve hareketlerimi yavaşlatırken en sonunda kıpırtısız durmaya başladım. Ensemdeki eli biraz gevşedi. Sonrasında yavaş yavaş üzerime verdiği ağırlığı üzerimden çekerken biraz daha suyun altında kalırsam gerçekten yaptığım numaranın gerçek olacağının farkındaydım.

Çok geçmeden üzerimden kalktı ve ensemden tutarak beni de kaldırdığında biraz bekledikten sonra sol elimin tersiyle sağlam bir tokat attım, derin bir nefesi ciğerlerime çektim ve küvetin üzerinden kayarak bu sefer ben onun üzerine çıktım ve boğazına sardım ellerimi. Boğazını sıkarken de dudaklarımın arasından küfürler çıkıyordu. Gözlüğümün camı buharda ve sudan görüşümü bulanıklaştırmıştı. Kafamı iki yana sallayıp gözlüğü herhangi bir yere fırlattım ve sinirle bana dokunmaya cüret eden kişiye baktım.

Gözlerimin onu bulduğunda kıpkırmızı olmaya başlayan teni ve keskin gözleri ile karşılaştım. Durukan sert ve soğuk bakışlarıma bakıyordu. Ellerimi ondan çektim ve geriye çekildim. Bacaklarım dizlerinin yanında olduğu için dizlerini bacaklarıma dolayıp beni aniden ters çevirdi ve yine üzerime çıktığında sinirle mermere vurdum ve çığlık attım. Yere düşen silahımı aldığında metalin soğukluğunu ensemde hissettim.

"Sakın bağırma. Kaçmaya da çalışma. Ensende böylesine bir silah varken sakin olmaya ne dersin?" dedi kulağıma eğilip fısıldayarak. Nefesi boynumda dolaştı ve geri çekildi. "Sakın yanlış hareket yapma..."

Silahı enseme daha sert bastırmaya başladı. Ellerimi havaya kaldırıp teslim olduğumu belli edecek şekilde durdum. Üzerimden kalkarken tek eliyle iki elimi de yakalayıp beni sırt üstü çevirdiği sırada ayağımla silahı tutan eline tekme attım ve silah patlayıp ses kulağıma dolduğunda yüzümü buruşturdum. Banyonun tavanındaki kurşun izi bana göz kırptı. Gözlerim Durukan'a kaydı, önce silaha sonra tavana ve ardından tekrar silaha baktı. Sonrasında kaşlarını çattı. Silahın üzerinde yazan Marseille Sécurité yazısı ve logosunu görmüştü. Gözlerimi devirip ıslak zeminde öylece durdum.

Aniden silahı göremediğim bir köşeye fırlattı ve ensemden tutarak kendisini benimle aynı hizaya getirdi. "Kimsin sen?" dedi sinirle. Gözlerine biraz daha baktıktan sonra kahkaha attım. Sinirle ensemi daha fazla sıkmaya devam ederken ensemdeki elini kavrayıp sıkıca tuttum. Yaptığım baskı ensemdeki baskıdan daha fazla olunca elini gevşetti. "Eğer biraz daha bana dokunmaya devam edersen bileğini kırarım," dedim neredeyse tıslamaya benzer sesle. Gözlerimden ne kadar emin olduğumu gördükten sonra ensemi bıraktı ve bir kolunu başımın yanına koyarken diğer elini bıraktığımda onu da diğer tarafıma koydu.

"Seninle bir anlaşma yapalım," dedi sakin sesiyle. Yüzüme yaklaştı, birkaç santim daha yaklaşsa burnunun ucunun, burnumun ucuna değmesi an meselesiydi. "Bağırırsan, kaçarsan ve bana vurmaya çalışırsan seni burada öldürürüm. Uslu dur ve sorularıma cevap ver."

Yine kahkaha kaçtığında dudaklarımdan bu sefer kendimi tutamadım ve uzunca bir süre kahkaha attım. "Sen ne..." dediğimde konuşamadan tekrar kahkahalara gömüldüm. Sonrasında aniden kahkahayı kesip soğuk bir ifadeyle şaşkın gözlerine baktım. "Buzul mavisi deniz gözlerindeki okyanusta boğarım seni Durukan Baykor," dediğimde kullanmadığı soyismini duyduğunda gözlerinden bir sürü duygu geçti. "Ben Medusa Akarsoy, Marseille Sécurité güvenlik şirketinin CEO'su ve senin güvenlik şefin aynı zamanda yakın koruman. Şimdi kalk üzerimden!"

Aniden üzerimden kalktı ve geri çekildi. Biraz şaşkın şekilde bekledi en sonunda aklına gelmiş olacak ki elini bana uzattığında kaşlarımı çatarak dişlerimi sıktım. Eline vurdum ve küvetten destek alarak ayağa kalktım. Kalktığımda fark ettiğim detay beni dumura uğrattı. Durukan'ın üzeri çıplak ve altında vücuduna yapışmış boxer vardı sadece. Benim de kıyafetlerim ıslanmış ve üzerime ikinci bir deri gibi yapışmıştı. Sinirle ayağımı yere vurdum.

Durukan bana kuşkulu gözlerle baktı. Karşısında hâlâ söylediğim kişi olduğuna inanamıyordu. Biraz daha beni inceledikten sonra gitmek üzere yanımdan geçti ama kapı eşiğinde durarak aynadaki gözlerime dikti gözlerini. Sonrasında tek kelime etmeden çıktı. Lavabonun üstündeki aynaya doğru ilerledim, karşımda bana bakan yüzümü ve üstümü inceledim. Saçlarım dağılmış ve tutam tutam ayrılmış ıslanmış ve bazıları yüzüme yapışmıştı. Zaten ince olan askılı cropum ıslandığından transparan bir hâl alırken ağır gelmişti bana. Eldivenleri çıkartıp lavabonun kenarına bıraktım. Tek seferde çıkardım cropu üzerimden ve önce ıslak saçlarımı sıkıp suyunu süzdükten sonra cropu iki tarafından tutup kıvırdım onunda suyunu süzüp dantel straplez braletimle kaldığımda inceliğinde ve dantel olmasından dolayı çok fazla ıslaklığı rahatsız etmedi.

Kumaş pantolonun paçalarını botun içerisinden çıkartıp tutarak mümkün oldukça ıslaklığını almaya çalışıp lavabonun zemininde her bir yerde olan şapkayı, gözlüğü ve silahı da elime alarak dışarı çıktım. Durukan üzerini değiştirmiş ama saçlarını kurulamamıştı. Eldivenleri ve elimdeki diğer eşyaları yatağın üzerine bırakırken dolabından alıp bana fırlattığı tişörtü havada yakaladım. Ardından beli bağcıklı bir şort daha çıkardı ve onu da verdi. "Dolabın altında havlular temiz, ama sen zaten neyin nerede olduğunu biliyorsundur," dedi ve odadan çıktı kapıyı da kapattı.

Önce tişörtü giydim ve elbise gibi geldiğinde şaşırmadım. Ortalama bir boya sahiptim fakat Durukan ortalamanın da üzerinde bir boya sahipti. Ayağımdaki botlarımı ve çoraplarımı çıkartıp odadaki kaloriferin üzerine koydum. Ardından şortu giyip bağcığı sıkıca bağladım tişörtün eteklerini de içine soktum. Çorapların nerede olduğunu bulduktan sonra kısa siyah çorapları ayağıma giydim ama büyük geldiklerinde normalde bileğe kadar olan çorap bileğimden üstte kalmıştı.

Havlu alıp saçlarımı kurutup ıslak kıyafetlerimi onun üzerine koyup kurumaya bıraktım. Telefonu şortun cebine koyup çantayı da elime alarak odadan çıktım. Koridora dolmuş olan kahve kokusu yüzüme çarptığında gülümsedim. Mutfakta olduğunu anlamak zor değildi, sessizce mutfağa ilerledim ve yemek masasının sandalyesine oturdum. Elindeki iki kupa ile bana döndüğünde onu izlemeyi bıraktım.

Dumanı tüten filtre kahvenin kokusu mutfağı doldurdu. Bana uzattığı kahve kupasını aldım ve avuçlarımı etrafına koyup ısınmayı bekledim. Hava soğuk değildi ama küvetin suyu gerçekten soğuktu. O an fark etmemiştim ama şu an neredeyse titremek üzereydim. Kendisini karşımdaki sandalyeye bıraktı ve gözlerini üzerime dikti.

"Kaç katlı binadan aşağıya atlayıp tek parça olman.." dedi gözlerini vücudumda gezdirerek şaşırdığını belli eden ifadelerle kahvesini yudumladı. Onun hâlâ takılı kaldığı noktaya güldüm. Yorgun gözlerine bakarken ben de kahveyi yudumladım. "Güvenliği evde olmana rağmen neden çalıştırdın? Bir tehdit mi aldın yoksa şüpheli bir durum mu var?" dedim ve kahveyi masaya bıraktım. Tek kaşını kaldırıp ters ters bana baktı. Sinirlendiği belli oluyordu. "Gördüğün gibi duşta bile her an ölümle burun buruna geliyorum çünkü, normal değil mi?"

Kahveyi büyük bir keyifle içerken bu yaptığım onu daha da sinirlendirmişti. Kahveyi dudaklarına götürürken fısıltıyla, "Manyak..." demişti ve kahveyi içmişti. "Duydum seni, biraz daha böyle ağzının içinden konuşmaya devam edersen. Bağırsaklarını deşerim canlı canlı ve neye benzediklerini görürsün," dedim ve kahveyi masaya bıraktım tekrar fakat bu sefer tok bir ses çıkmıştı. Masada ileriye atılıp onun tişörtünün yakasını tuttum. Nefesim yüzüne çarparken sinirlenmemek için içimden on-üç saniye kadar saydım. "Emin ol daha bu yaptıklarım yapacaklarımın yanında bir hiç," dedim ve dudaklarımı yaladım. Gözlerime takılan gözleri bir anlığına dudaklarıma değdi ya da saniyelik bir yanılsama yaşadım. Sinirle yakasını bıraktım ve sandalyedeki yerime geri oturdum.

Aramızda hiçbir konuşma geçmeden kahveleri bitirdikten sonra sandalyeye yayıldım ve mutfak penceresinden dışarıyı izlemeye başladım. Huzurlu, sessiz bir yaşantısı vardı ama bir şekilde hayatı benimle kesişti ve lanetim ona da bulaştı. Kendimi ve çevremdeki herkesi sürüklediğim geniş yelpazeye o da eklenmişti. Bu düşüncenin gerçekleri yüzüme çarparken dişlerimi sıktım. Pencereden bakarken ilerdeki evin çatısında parlayan bir şey gördüğüm de kaşlarımı çatarak bakmaya devam ettim.

Beceriksiz şekilde çatıda konuşlanmış sniper yerini belli ettiğinde aniden bağırdım. "Durukan yere yat çabuk!" Bunu dememe kalmadan pencere kırılıp içeriye giren mermilerin kırdığı cam sesi tüm mutfakta yankılandı. Durukan ile masanın altındaydık ama hava hâlâ henüz kararmadığı için kabak gibi ortada olduğumuz belli oluyordu. Durukan ani refleks ile beni çektiğinde oturduğum sandalyenin üzerinde bir delik açıldı. Birkaç saniye farkı ile kıl payı kurtulmuştum.

Masanın altında ilerledim ve yemek masasının bacağını tuttum. Durukan ne yapacağımı anladı ve bana gerek kalmadan masayı dik şekilde koydu. Yere düşen kupalar ve çantayı umursamadan hemen çantayı kendime çektim. İçini açtığımda ortaya çıkan mini bilgisayar ile kaşlarını havaya kaldırdı. Birkaç şifre ve işlemin ardından sisteme parmak izimi okuttum.

Aradan saniyeler geçmedi ki mutfak penceresinin stor perdesinden gelen ses ile hızla başını oraya çevirdi. Saydam fakat kurşun geçirmez cam mutfak penceresini tamamen kapladığında diğer odalarda da aynı işlemin gerçekleştiğini anladı. "Bak eğer ki sayıları fazlaysa çoktan dağılmışlar ve binanın içerisine girmiş olmaları lazım," dedi elini saçlarına götürdü. Sinirle ne yapıp yapamayacağını hesaplamaya çalışıyordu. Aniden ayağa kalktı ve beni de kendisiyle birlikte kaldırdı. Yatak odasına gidip hızlıca üzerine deri ceket aldığında elinde botlarım ile geri döndü. Salondaki ceketi üzerime geçirip botları giydim. Çantayı kapatıp mutfaktan çıktığım hâlde dışarıda kurşun yağmuru devam ediyordu.

Durukan elimi tuttu ve kapıyı açıp ben çıktığımda kapattı. Otomatik olarak kilitlenen kapıyı ardımızda bırakırken hızlıca yangın merdivenine yöneldi. Bunu yaparken asansörü çağırdı ve yaptığı hamlenin zekice olduğuna kanaat getirdim. Binanın alt katında büyük bir gürültü olduğunda kapıyı kırmak için uğraştıklarını anlamıştım. Yangın merdivenin kapısını kapatırken kırılan bina kapısının sesini duydum.

Hızlıca merdivenleri inerken hâlâ elimi tutmaya devam ediyordu. "Alt katta oldukları belli birinci kata inip oradan aşağıya atlayacağız," dedi nefes nefese ve basamakları inmeye devam etti. Adım sesleri yukarı giderken biz aşağıya indik ve birinci kata gelmiştik. Bina havalandırmasının olduğu camı açıp hemen dışarı atladım. Durukan kalıplı vücudu ile camdan geçmek için uğraştı ve sonrasında geldi. Aşağısı çok yüksek değildi. Fakat atlamaya hazırlandığım sırada elini önüme koydu ve izin vermedi. Sağ kaşımı havaya kaldırıp başımı salladım. "Hayırdır Baykor, sen ne ayaksın?"

Cevap vermeden aşağıya atladı. Biraz sendeledi ve ayaklarının üzerinde durdu. Sonrasında bana döndü ve kollarını açtı. Sinirle derin bir nefes aldım sonrasında yavaşça oturdum ve öne atılıp kendimi aşağıya bıraktım. Durukan'ın kucağına düştüğümde beni çoktan tutmuştu. Biraz bekledikten sonra yere indirdi ve kollarını üzerimden çekti.

Binanın arka tarafındaydık, ön tarafta ayak sesleri ve konuşmalar vardı. Mutfağı ön tarafa bakan cephede kaldığı için çatıda olan sniperlar da bizi göremiyordu fakat çok riskli bir durumdaydık. Bu durumun çok sürmeyeceğini biliyordum sisteme giriş yaptığım için çoktan bilgisayarda uyarı verilmişti. Çaylaklarım yolda olmalıydı.

Durukan önüme geçip beni kendi aklınca korumaya çalıştığında ona güldüm. İlk Düzen'in soyundan geliyoruz, tehlikeden beni korumaya çalışması yetmezdi. Ya bizi birbirimizden kim koruyacak Baykor? Sonrasında telefonum titrediğinde başımı kaldırdım ve binanın çatısının üzerindeki gölgelere baktım. Durukan'ı dürttüm ve bana dönmesini sağladım. Gözlerinde ne olduğunu merak eden ifadeye karşın başımla karşı binanın çatısına gösterdim. Binanın çatısından diğer binaya atlayan Çaylaklarım çoktan ön cephedeki binaya ulaşmışlardı.

Yavaş adımlarla ilerlemeye başladım ve ön tarafa doğru yol aldım. Eğer çatılara kadar çıktıysalar daha güvenli şekilde yerimizden ayrılabilirdik. Durukan peşimden gelirken sessizce silahımı doğrultarak köşeden çıktım ve gördüğüm manzara beni gülümsetmeye yetmişti. Çoktan paket olmuş şekilde yerde yatan heriflere baktım ve göz devirdim. Elleri ayakları kelepçeyle bağlanmış ağızlarında ve gözlerinde siyah kumaş vardı. Aybars bana bakıp göz kırptı ve ıslık çaldı. Islık sesiyle birlikte büyük bir gürültü peyda oldu.

Gözlerimi sniperların olduğu çatıya çevirdim. Ayak bileklerinden yakaladıkları herifleri çatıdan aşağıya sarkıtıp gülüyorlardı. Durukan şu an ne düşünüyor bilmiyordum ama ben o kadar keyifliydim ki gülmeden edemedim. Korkuyla bağıran herifler benim Çaylaklarım'ın elinde can çekişiyordu. Yalvar yakar haykırışlar tüm her yeri doldurmuştu. Herifler kurtulmak istediği için bırakmalarını söylerken işi ciddiye almış olmalı ki bizimkiler önce birbirlerine ardından bana baktılar, başımla küçük bir hareket yeterli olduğunda onları aşağıya bıraktılar. Daha fazla bakmamak için arkamı döndüm ve yere düşen beden seslerini işittim.

Aybars'ın telefon sesi kulağıma dolduğunda yüzümü ona çevirdim ve dinlemeye başladım. Konuşması bittiğinde ağzından bir küfür çıktı ve bana baktı. Kollarımı göğsümde kavuşturup onu dinlemeye başladım. "Ejder Bey ve Düzen'in konuşması gereken bir mesele varmış," derken gözleri Durukan'a kaydı. Meselenin ne olduğunu tahmin edebiliyordum fakat bunu söylemeye niyetim yoktu.

Arabamın anahtarını çıkartıp Aybars'a fırlattım. "Ben bununla geldim, anlaşılan takip edildim bu yüzden sen bunu götür," dedim ve havada kaptığı anahtarı alıp eliyle selam verip arabaya yöneldi. Topuğumun üzerinde dönerek Durukan'a baktım. "Umarım evden çıkarken arabanın anahtarını almışsındır," dedim ve otoparka ilermeye başladım. Arkamdan sinirli şekilde bir şeyler mırıldandı. Sonrasında havada bana doğru attığı anahtarı arkama bakmadan kaptığımda ağzından bu sefer bir küfür daha çıktı.

"Hassiktir!"

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro