Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

bölüm 8

Bahçede kollarını Jungkook'a doladığı günden sonra  her şeyin daha kolay olmasını ummuştu ama o gece sabaha vardığında, bir kez daha yanıldığının farkında vardı Jimin. Hatta belki, her şey biraz daha karmaşıklaşmıştı. Jungkook Jimin'e karşı her zamankinden daha soğuk davranıyor, daha çok görmemezlikten geliyor gibiydi. Konuşmadan yemeğini yiyor sonra odasına kaçıyordu. O geceden sonra Jungkook uyuyamadığı geceler bile her zaman kendini attığı bahçeye çıkmamıştı ama Jimin onun yine de geceleri uyuyamadığını odasının altından süzülen ışıktan anlayabiliyordu.

Bu şekilde üç gün daha devirmişti Jimin. Hep olduğundan daha yorgun, daha keyifsiz hissediyordu. Burada kalabileceği zamanı gittikçe tüketiyordu ve bundan sonrasını düşünmek onun için zordu. Jihyun'la konuşmayı erteliyordu ve Amerika'ya gitmek istediğinden de emin değildi. Üzerini zorla kapattığı bir düşünceye sahipti: Buradan gitmek istemiyordu.

Bunun için bir nedeni olmadığını biliyordu, özellikle son üç gün göz önüne alındığında buradan gitmesi gerektiğini tekrar tekrar fark ediyordu ama tamamen hissel olarak buraya bağlanmaya başladığını görebiliyordu.

Jungkook'la iletişim kurmaya çalışmamıştı. Yemek yerken sessizce onu izliyor, odasına kaçtıktan sonra Jungkook'un aldığı kitabı tekrar okuyup duruyordu. Gün içinde de bahçeyle uğraşıyordu, ilerleme kaydetmişti, en azından ilk güne göre çok daha fazla şey başarmıştı.

Jungkook ise Jimin'in kendisine çok fazla yaklaştığının farkına vardığı o geceden sonra ondan bilerek kaçıyordu. Kendisini odasına kapatıyor, uyuyakalana kadar resim çiziyordu. Kabus görüp uyanıyor, odasından çıkmamak için etrafta dolaşıyor bazense bundan nefret etmesine rağmen ağlıyordu. Nadir de olsa Jimin'i düşünüyordu. Bir haftalık bir zamanı kaldığını biliyordu ve bu tam olarak tanımlayamadığı bir şeyi hissetmesine neden oluyordu. Kendine, belki biraz alışmışımdır, diyordu ama tam olarak bu şekilde olmadığını biliyordu. Sadece düşünmemeye çalışıyordu. Jimin'i düşündüğü zaman kendini daha kötü hissediyordu, daha yorgun, daha huzursuz.

Jungkook yatağının üstünde oturmuş elindeki çizim defterine bir şeyler karalarken yine aklına usulca giren Jimin'in düşüncesiyle gözlerini kapattı ve derin bir nefes saldı. Odasına çıkmadan önce yemek masasında Jimin'in yorgun görüntüsünü fark etmişti. Gerçekten yorgun görünüyordu. Jungkook ne olduğunu sormak istemişti, hatta neredeyse soracaktı ama umursamaması gerektiğine karar verdiğini biliyordu. Sormadı. Odasına kaçarken birçok şeyden kaçmaya çalışmıştı. Şimdi olduğu gibi.

Defteri yatağının üstüne bırakıp yüzünü avuçladı, iç çekti ve o sırada aşağıdan kapısının zil sesini duydu. Taehyung ya da Yoongi'dir diye düşündü ve onlarla kafa dağıtmanın iyi geleceğini kendine itiraf etti. Aşağı inmedi, zaten onların odasına geleceğinden emindi. Yanıldı.

***
Jimin'in ağzından

Zil çalmadan önce koltukta yatar halde göğsümdeki kitapla birlikte öylece bekliyordum. Jungkook'un yanına gitmek istiyor ama bunu yapmayı şiddetle reddetiyordum. Ona, buzlarını eritmesinde yardım edeceğime söz vermiş olmama rağmen hiçbir şey yapamamış olmak huzursuzluğumu artırıyordu. Yine de burada öylece uzanıyordum işte.

Gelen Taehyung'tu. Kapıyı açtığımda elinde bir kurabiye kutusuyla bana gülümseyerek baktı ve ben ne olduğunu anlamadan kollarını bana sardı. "Jimin-ah, merhaba!"

"Hey." diyerek geri çekildim ve yüzüme hakim olan sırıtmayı engellemedim. Taehyung'un içeri girmesi için kapının arkasına geçtim ve o içeri girdiğinde kapıyı kapattım.

"Bu senin için."

Elindeki kurabiye kutusunu bana doğru ittirdiğinde elinden alıp tatlı gülümsemesine karşılık verirken "Teşekkür ederim." dedim. "Tatlıyı çok severim."

O salona ilerlediğinde arkasından "Kahve?" diye seslendim ve o da karşılığında hızlıca "Sütlü." diye cevap verdi.

Kahveler ve onun getirdiği kurabiyelerle salona geçtim. Koltukta yanına oturdum ve elimdeki tepsiyi aramıza bıraktım.

"Jungkook yok mu?" dedi kahve kupasını eline alırken. Beyaz, kolları ona uzun gelen ince bir polar giymişti. Kot pantolonunun diz kısımları yırtıktı ve kahverengi saçları yumuşakça alnına dökülmüştü.

"Odasında. Yemekten sonra inmedi." dedim onu taklit ederek kahvemi yudumlamadan hemen önce. Sonra ekledim. "Yoongi nerede?"

"Uyuyor. Hep uyur. Biraz sıkıcı ve üşengeçtir." Bana tasasızca gülümsedi sonra gözleri diğer koltuktaki kitaba kaydı. "Ah, güzel kitap, çok önceden okuduğumu hatırlıyorum."

"Ben de okumuştum, sadece Jungkook'un mutfaktan görünen bahçesindeki şeftali ağacı bana bu kitabı hatırlattı, kahvaltı ederken sessizliği kapatmak için bundan bahsediyordum." Kitaptan gözlerimi ayırıp ona çevirdim. "Gerçekten dinlediğini bile düşünmemiştim ama o, bunu benim için satın almış."

"Ah, Jungkook, o biraz farklıdır." Taehyung doğru sözcükleri arıyormuş gibi etrafına bakındı. Elindeki kupayı biraz daha fazla sıktı. "Buz dağı, derler ona. Görüp görebileceğin en soğuk, en huysuz insandır belki ama tanıdığın zaman her şeyin düşündüğünden daha tuhaf olduğunu anlıyorsun." Anlayıp anlamadığımı test etmek istercesine gözlerimin tam içine baktı. Kafamı salladım. "Tanıyınca içinin yanışına şahit oluyorsun çünkü." dedim. Söylediğim şeye şaşırdı. Kaşları havaya kalktı. "Tanımışsın." dedi.

"Belki," dedim kısaca. Üstüme ağırlık çökmüştü.
Biraz sustuk. Taehyung sessizliği kıkırdayarak bozdu.
"Seni evine kabul etmesi bile şaşırtıcı." dedi sonra. "Yeni insanlara tamamen kapalıdır. O kapıyı azıcık aralatabilmek için uğraştığım süreden haberin yok, benden hızlısın."

"Aslında Jinyoung'ın zorlamarıyla olan bir şey, benim pek etkim yok." Ellerimi saçlarıma daldırdım ve ona yavaşça gülümsedim.

Taehyung kafasını iki yana sallarken dudaklarını büzmüştü. "Jungkook zorlamaları umursayacak bir insan değildir. İstemezse yapmaz, basit."

Parmağımla kupanın etrafında daire çizmeye başladığımda "Jungkook'un hiçbir şeyi basit değil." diye mırıldandım. Kafamı kaldırıp Taehyung'un esmer  yüzüne baktım. Büyük, hızlı hareket eden gözlerinde, güldüğünde kare olan dudaklarında gezdirdim bakışlarımı. Bir süre o da benim yüzümü incelerken, hiçbir şey düşünmeden bakışlarına karşılık verdim. En sonunda konuştu. "Neden buradasın?" diye sordu ve ben o ana kadar anlatmaya bu kadar ihtiyaç duyduğumu fark etmedim.

***

Jungkook yatağının üstünde oturup kapısının çalınması bekledi bir süre. Kimsenin gelmediğine emin olduğunda şaşırmasına engel olamadı ve kendisini, odasından çıkıp gelen kişinin neden yukarıya gelmediğini kontrol etmeye giderken buldu. Merdivenlerdeki son basamağı indiğinde Taehyung'un kıkırtısını duydu. Salonun kapısına ulaştığında Jimin ve Taehyung'un birbirlerine dönmüş bir şekilde koltukta oturduğunu gördü ve hemen arkasından Jimin'in "Jungkook'un hiçbir şeyi basit değil." diye mırıldanmasını duydu.

Bu kendisini onlardan saklamasına yetmişti.

Yaptığının yanlış olduğunu ve normalde böyle bir şey yapmayacak kadar umursamaz biri olduğunu biliyordu Jungkook ama kendi ismini Jimin'in ağzından çıkarken duyduğunda, yaptığı şeyi fark etmeden kendini kapının kenarına saklanırken bulmuştu.

Taehyung'un "Neden buradasın?" dediğini duydu. Başını yana kaydırıp onları tekrar görüş alanına aldı. Yüzlerini yandan görebiliyordu.

O anda Jimin anlık duyduğu o anlatma isteğine rağmen çok istekli gözükmek istemeyerek "Babamdan kaçtığımı söylemiştim ya," dedi.

Taehyung zorladı. "Neden?"

Jimin biraz duraksadı. "Bunu Jungkook bile sormamıştı." dedi ve yapmacık olduğu belli olan bir kıkırtı saldı. Taehyung kendisine bakmaya devam ettiğinde ciddi olmamak için bir nedeni kalmadığını fark edip boğazını temizledi. Nasıl başlaması gerektiğini bilmiyordu, kelimeler aklında yoktu. En kısa yolu seçti.

"Ben eşcinselim." dedi ve karşılığında Taehyung'ın mimikleri azıcık bile değişmedi. Jungkook ise olduğu yere donmuştu. İçinin ufacık bir kısmı bunun olabileceğini düşünmemiş değildi, his olarak ihtimaller vardı ama bunu ondan duyduğunda Jungkook hazırlıksız yakalanmış gibiydi.

"Ee?" dedi Taehyung dirseğini koltuğun arkasına yaslarken. "Ben de öyleyim."

Şimdi, donma sırası Jimin'deydi. Şaşkınca açılan ağzını kapatmaya çalışırken Taehyung umursamazca omuz silkti ve ona gülümsedi.

Jimin kendini "Jungkook biliyor mu?" derken buldu. Bunu neden sorduğu bilmiyordu, birden çıkıvermişti.

"Elbette," dedi Taehyung, Jimin'in sorma sebebini anlayamadan. "Sen söylemedin mi?"

"Ah, ben, sadece..."Jimin duraksadı.

"Homofobik olduğunu mu düşünüyordun?" Taehyung onun düşüncelerini çözümlemeye çalıştı çünkü Jungkook kendisine karşı hiç böyle davranmamıştı.

"Hayır." dedi Jimin. "Bunu söylemek benim için pek kolay olmuyor."

Taehyung bitirdiği kahvesini tepsiye geri bırakırken aklı karıştığını hissediyordu. "Emin değil misin?" diye sordu bu sefer.

"Eminim." dedi Jimin gözlerini kaçırırken.

Taehyung Jimin'in gerilen suratına bakarken zorlamaması gerektiğini düşündü ve başka bir soru sordu. "Kaçma sebebinin cinsel yöneliminle ne alakası var?"

Jimin düşündü. Elleriyle oynadı, dudağını ıslattı. Uygun kelimeleri arıyordu ama asla ulaşamıyordu. Jungkook eğdiği başıyla onun hareketlerine dikkat kesilmişti.

"Ben," diye söze başladı Jimin. "Dokuz yaşlarımdayken okulumuzda eşcinsel iki çift vardı." Belki çok baştan aldığını düşünüyordu Jimin ama bunun üstüne özel olarak düşünmüyordu. Kelimelerin serbestçe ağzından çıkmasına izin vermeye karar vermişti. Babasının ona vuruşlarını, annesinin sıkıcı kapattığı kapıyı ve üzerinde acıdan bayıldığı halıyı anlatırken titreyen sesine hakim olmaya çalışmayı bırakmıştı Jimin. Yaşadığı bazı dram yüklü olayları anlatırken gözleri sonuna kadar dolmuştu, elleri de dudaklarıyla aynı zamanda titriyordu ama kendini susturmaya çalışmıyordu. Anlattıkça daha fazla şey anlatmak istiyordu. Sanki anlattıkça rahatlıyordu. O anlattıkça Taehyung ona daha şefkatle bakıyordu ve Jimin gözlerinde acıma duygusu görmediği için ona minnet duyuyordu.

Jungkook duyduğu şeylerle ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu ama her şeyden önce güçlü bir öfke hissettiğinin farkına varmıştı. Jimin'in titreyen dudaklarını, dolan gözlerini olduğu yerden fark edebiliyordu. Bunu daha fazla dinlemek istemiyordu, dinlememesi gerektiğini biliyordu. Jimin'i o kadar savunmasız hayal etmesi ona kolay geliyordu çünkü ilk geldiği gece onu o oturdukları koltuğun yanında, yerde, titreyerek ağlarken gördüğü manzarayı, ezbere kafasında canlandırabiliyordu. Jungkook o ağlayama kendisinin sebep olduğunu da biliyordu. Kendisini onun babası gibi hissediyordu ve şimdi, herkesin dediği "buz dağının" can yakabildiğine karşı berbat bir kabustan uyanır gibi uyanmıştı. Gözlerini kapatıp bu düşünceyi başından savmaya çalıştı.

Tam o anda Taehyung gözünün kenarıyla Jungkook'un karartısını fark etti ama başını çevirip ona bakmadı. Gözlerini Jimin'in dolan gözlerine kilitlemişti. Karşısındaki çocuğun anlattığı şeyler yüreğini parçalamıştı. Tercihleri yüzüden Taehyung'unda maruz kaldığı bazı şeyler olmuştu ama Jimin'in hikayesi daha farklıydı. O kendisinden iğrenmesi gerektiğini düşünmeye zorlanmıştı, bu her şeyden berbattı.

Jimin babasının korumalarının ya da tuttuğu adamların ona yaptıklarını anlatmaya başladığında belki artık durması gerektiğini düşünmüştü ama bunu yapmadı. Bunun yerine üzerindeki kendisine büyük gelen çizgili, ince tişörtünün uçlarından tutup başından çıkardı. Üst bedeni çıplaktı, morluklar ve kesiklerle doluydu. Jungkook Jimin'i görebilmek için yerinde kıpırdandı ve Jimin sanki ona yardım eder gibi koltuğun üstünde, dizlerinden güç alarak kalktı. Ellerini midesinin üstündeki morlukta gezdirdi Jimin. Taehyung ne diyeceğini bilemez şekilde, açılmış ağzıyla vücudunu süzerken Jimin'in gözlerine çıkartamadı kendi gözlerini.

"Sağ kolum bileğimden dirseğime kadar iki kez çatladı." dedi Jimin sakince. Jungkook'un nefesi kesildi.

"Kaburgalarım da birçok kez çatladı. En çok acıtan kısım da burası. Buraya darbe aldığında, nefesin kesiliyor." dedi elini göğsünde gezdirirken. "Sol omzumu,  yemeğe gelen iş arkadaşlarına yemeği ben yaptım dedim diye yerinden çıkardığını söylemek garip, ama evet sırf bunun için yaptı."

Taehyung gözlerini vücudundaki kesik çizgilerinden alamadığı gibi, ciğerlerine de havayı çekemiyordu. Refleksleri donmuştu.
"Bir de bunun bir fantezi olduğu düşünmüyor değilim ama kesici aletlerden haz duyardı." Jimin iç çekti. Tişörtü başından geri soktu ve yaralarını kapattı. Anlattıkları doğalmış gibi davrandı, aralarındaki tepsiyi önündeki masaya bıraktı. Taehyung kendini daha fazla tutamadı ve kendini Jimin'e iterken bütün gözyaşlarını serbest bıraktı.

Taehyung'un adeta dili tutulmuştu, bu kadar acıya ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Ağlamamalıydı belki, bilmiyordu. Nefes alıp almadığından bile emin değildi. Tek yapabildiği güven vermek istercesine Jimin'e sıkıca sarılmak ve boynuna ufak öpücükler bırakabilmekti. Sonra başını yan çevirip gözlerini Jungkook'a dikti.

Jungkook irkildi. Taehyung'un vereceği tepkiyi bekledi ama o tepki vermedi. Jungkook kaçmak istedi, kendini önce salondan sonra evden dışarı attı.

Koşunca sadece mesafe olarak kaçabilmesine rağmen geride bırakıyor olmak istedi ve ormana doğru nefessiz kalana kadar koştu. Nefesi kesilince kendini yere atıp dizleri üstüne çöktü ve bütün sesiyle ağlamak için kendine izin verdi.

Kendisinin canı çok yanmıştı, Jungkook bunu her saniye düşünüyordu. Hiçbir suçu yokken göğsünde çok büyük bir yara kazanmıştı. Ölmek için dua ettirecek kadar canını yakan bir boşluğa sahip olmuştu yüreğinde ve evet, herkesin söylediği, kendisin de sonuna kadar farkında olduğu bir buza ev sahipliği yapıyordu şimdi o yarası. Çünkü o hep, içinin yanışından kaçmış, insanları bu yangından saklamış, dengesini kaybetmiş, buz adam olmuştu. Jungkook buna hakkı var sanıyordu, çünkü yaralıydı işte. Bir sürü sebebi vardı, olması gereken buydu. Öyle sanıyordu.

Sarışın ona doğru bildiği şeyleri bozduruyordu. Jungkook'un bocalamasına sebep oluyordu, ezberlerini unutturuyordu.

Jimin'in canı çok yanmıştı ama hiç yanmamış gibi gülüyordu, mutluymuş gibi yapıyor, sürekli konuşuyordu. Jungkook onunda içinin yandığını biliyordu ama böyle bir şey tahmin etmemişti. Bu kadar fiziksel acıyı da bir arada görmek Jungkook'un kıvranmasına sebep olmuştu. Jimin hem sürekli olarak fiziksel acıya hem de ruhunun boğulmalarına maruz bırakılmıştı. Kendini seviyor gibiydi, ama Jungkook fark etmişti. Jimin sevilmeye değer biri olarak görmüyordu kendini. Jungkook fark etmişti, Jimin yanan canının acısını hiç yokmuş gibi düşünerek geçirmeye çalışıyordu ve her şeye rağmen yaşamak istiyor, şanslarını kullanıyordu. Tüm o insan gibi görünen ama uzaktan bile alakaları olmayan bu varlıklara rağmen, insanları hala sevebiliyordu. Jungkook olduğu yerde küçülürken dünyadaki bütün acılardan nefret etti, en çok da kendisinin neden olduğu acıdan. Jimin'i ağlattığı için kendinden nefret etti. Özellikle her şeyin farkına varmasına rağmen yine de düzeltmek için bir şey yapmayacak olmasına kızdı Jungkook.

Şimdi onu hem soğuğundan hem  yangınından korumak istedi.

O an fark etmedi Jungkook ama içinde Jimin'e karşı filizlenen ilk koruma isteği burada oluştu. Kendini bile ayağa kaldırabileceğini düşünmezken onu düşmemesi için tutacağına gizlice söz verdi Jungkook. O kadar gizli ve saydam bir sözdü ki kendinin bile bu sözden haberi olmadı.

***

Birkaç saat sonra eve geldiğinde Taehyung gitmişti ve Jimin salondaki koltukta, göğsünün üstüne bıraktığı 'Şeker Portakalı' kitabıyla uyuyakalmıştı. Jungkook umursamamazlık yapamadı. Yanına adımladı, uyandırmadan önce onun yüzünü görecek şekilde yere oturdu. Beyaz teninde gezdirdi bakışlarını. Göz kapaklarının birleştiği kısmın oluşturduğu çizgiye, küçük burnuna baktı. En son dolgun dudaklarına ulaştırdı bakışlarını. Yüzünün küçükken şuanki haline benzeyip benzemediğini merak etti. Hayal etmeye çalıştı, nasıl olduğunu, halının üzerinde nasıl hareketsiz kaldığını hayal etti. Kolu sarılıyken ya da kaburgasına tekme yediğinde nefesi kesilirken, Jungkook hayal etti. Ağır nefeslerini dinledi ve bir anda yaptığı şeyi fark etti. Yerden kalktı, saçlarını karıştırdı, yüzünü buruşturdu ve en sonunda Jimin'i dürtükledi.

"Jimin, uyan."

"Hmmm..."

Daha sert dürtükledi. "Kalk hadi. Odana git." Jimin'in gözleri titreyerek açıldı. "Bir şey mi oldu?" diye sordu uykunun kalınlaştırdığı sesiyle. Jungkook omuz silkerken gözlerini kaçırdı. "Odana git, kemiklerin ağrıyacak."

Jimin uyku sersemiydi, o an Jungkook'un ne dediğini çok anladığı söylenemezdi. Yine de koltuktan zar zor kalktı ve tekrar "Hmmm,"ladı.

Jimin odasına girdiğinde hiçbir şey düşünmeye fırsat bulamadan kendini yatağına attı. Gözleri ondan izin istemeden kapandı ve Jimin ağır olduğu kadar deliksiz de olan bir uykuya teslim oldu.

Jungkook yatağa kendini bıraktıktan sonra neredeyse üç buçuk saat geçmiş olmasına rağmen hala gözlerini kapatamamıştı. Uyku yakınlarda, hatta aynı şehirde bile değildi. Uyuyamayacağını anladığında yerinden kalktı, bahçeye inmek istedi. Odasından çıktığında bakışları Jimin'in kapısına ulaştı ve Jungkook kendini sorgulayamadan ayakları onu kapının önüne getirdi. Kulpunu indirdi ve tek adımda içeri girdi. Ne yaptığını bilmiyordu. Başı ağrıyordu, kendini bildi bileli iyi bir uyku çekemememişti ama uyumak istediğini biliyordu. Bugün olanlar ona sarhoşmuş gibi hissettiriyordu ve Jungkook bunu yapan kendi değilmiş gibi hareket ediyordu. Pencereden ılık rüzgar içeri süzülüyordu ve Jimin araladığı dolgun dudaklarıyla, yastığa dağılmış sarı saçlarıyla huzurlu görünüyordu.

Jungkook hiç erkeklerden hoşlanmamıştı, hoşlanacağını da sanmıyordu ama bunun için yargılayacak biri de değildi. Sadece Jimin'in böyle düşünmüş olabileceğinin farkındaydı ve burada kızması gereken yine kendiydi.

Jungkook aynı anda bir çok şey düşünüyordu ama düşünmeye şiddetle karşı çıktığı şey burada ne yaptığı ya da birazdan ne yapacağıydı.

Yatağın başında durdu. Başı dehşet verici bir biçimde ağrıyordu. Her yeri uyuşmuş gibi hissediyordu. Çok yorgundu, çok huzursuzdu.

Jimin çok ağır ve deliksiz uyuyordu. Ağır uyuyordu çünkü Jungkook kendini yatağa bıraktığında uyanmak bir yana hafifçe kıpırdanmadı bile. Deliksiz uyuyordu çünkü Jungkook sabah güneş ilk ışıklarını saçtığında odadan kaçarcasına çıkarken gözlerini bir kez bile açmamıştı ve şimdi onun için dün gece hiç yaşanmamış olacaktı.

Ama Jungkook dün gece o kısımları yaşamıştı ve bütün dengesini altüst edecek bir şekilde, dün gece tek bir kabus görmemişti, bir kez bile uyanmamıştı. Jungkook bunu kabullenmemeye çalışsada dün gece hayatının en güzel uykusunu uyumuştu.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro

Tags: #jikook