bölüm 44/ 1. kısım
hatırlatma:
jihyun: jimin'in kardeşi, yoongi ile sevgili
joon hyuk: jimin'in babası
ma ri: jimin'in annesi
jung su: jimin'in ablası
kang dae: Jimin'in annesinin aşığı, Jimin'in annesi öldüğü için ülke dışındaydı, yeni gelmişti
jinyoung: jimin'in çocukluk arkadaşı, jungkook kendi annesi depremde öldükten sonra onun iki babası tarafından evlatlık alındı
seojoon: jinyoung'ın babası
hyunbin: jinyoung'ın babası
jaebum: jinyoung'ın erkek arkadaşı
jimin babası tehdit ettiği için teslim olduktan sonra jungkook ve hoseok sayesinde oradan kurtuldu. hoseok onlara yardım etmek istediği için kendi evine götürdü, jimin iyileşene kadar orada kalmaya karar verdiler. jihyun, yoongi ve taehyung da onlarla birlikteydi.
jihyun annesinin jimin ile konuşmasını sağladıktan sonra ortadan kayboldu. yoongi ilişkilerinin bittiğini düşünüyordu. ancak sonrasında jihyun geri döndü ve sadece jimin için uğraştığı belli oldu.
jimin, kang dae ile tanıştı, kang dae bütün gerçekleri jimin'e anlattı.
jimin joon hyuk tarafından annesinin öldürüldüğünü, ma ri'nin ise sadece annesinin en yakın arkadaşı olduğunu öğrendi. kang dae annesine aşık olduğunu için kendisinin de intikam almak istediğini ve şirketinin başına jimin'i geçirmek istediğini söyledi.
jimin başta kabul etmese de sonradan kabul etti. kang dae'nin kendisine annesini anlatmasını istedi, hatta birkaç fotoğrafa bakabildi.
jungkook jimin'i annesinin mezarına götürdü, jimin sayesinde kendisi de annesini ziyaret etti.
ve hemen orada, jimin'e bir kez daha evlenme teklifi etti.
***
bu kadar beklettiğim için özür dilerim.
bu bölüm iki kısımdan oluşuyor. ilk kısmı portakallı kek tadında. ikinci kısım biraz daha tatsız, o yüzden böldüm. bir hafta sonra atacağım onu da. bu bölüm 8 bin kelime.
kısacık bir not, eklediğim fotoğraflardaki kıyafet ve saç rengine dikkat etmeyin ltfn bir de yorum yapabilirseniz çok mutluş olurum, evt bu kdr
bu bölüm eylül'e ithaftır. eylül, sen kendini biliyorsun.
iyi okumalar.
jimin-christmas love
v- christmas tree
Geçmiş
Jinyoung o gece sadece yaramazlık yapmak istemişti.
İki babasının da uyuduğundan emin olduğu o gece yarısında, ufacık boyuyla yatağından kalkmış ve yemesine izin vermedikleri o dondurmayı yemek için mutfağa inmeyi planlamıştı.
Sinsi ve oldukça tatlı bir gizlilikle mutfağa inmeden hemen önce Jungkook'un odasının önünde duraksamış ve bu günaha onu da dahil etmek istemişti. Niyeti o yaştaki bir çocuk için oldukça saftı, çilekli dondurmayı Jungkook ile paylaşmadan yemeye gönlü el vermemişti ve iki eliyle kapının kulpuna asılıp usulca odasına süzülmüştü aklındaki bu fikirle. Adımları minicikti, yatağın yanına parmak ucunda ulaşmıştı. Odada oldukça parlak bir ışığı olan mavi gece lambası yanıyordu. Jinyoung onun karanlıkta uyumayı sevmediğini biliyordu, bu yüzden garipsemedi.
Kısa parmaklarını onu uyandırmak için kullanacaktı, yavaşça onu dürtmek için uzandı ancak tam da o sırada Jungkook'un bir şeyler söylediğini işitti. Durdu, elini geri indirdi ve onun uyanıp uyanmadığını kontrol etti.
Küçük çocuk hiç hareket etmiyordu fakat kaşları çatıktı ve yüzündeki ifade bir sorun olduğunu gösterircesine acı içindeydi. Jinyoung bir an için onun odasına geldiği için rahatsız olduğunu düşündü.
Öyle değildi, çünkü Jungkook ''Anne.'' diye fısıldamıştı ve Jinyoung ne yazık ki onun annesi değildi. Üstelik büyük olan onun annesini kaybettiğini biliyordu.
Babasının Jungkook'un kabuslardan bahsettiğini hatırladı, yine o kabuslarından birini görüyor olmalıydı.
Küçüktü Jinyoung da, ne yapacağını bilememişti. Onu uyandırmalı mıydı yoksa babalarına mı haber vermeliydi, emin değildi. Etrafına bakış atarken iki ihtimal arasında gidip geldi.
''Anne,'' diyerek çığırdı Jungkook o ikilemin ortasında. Öyle çaresizdi ki sesi karanlığı bölmüştü. ''Anne n'olur gelme yanıma. N'olur bu sefer ölme.''
Ağlayışına şahit olunca eli ayağı buz kesti Jinyoung'ın. Ağlamasını sevmiyordu, kendisinden sadece iki yaş küçüktü ama o yuvarlak gözleriyle o kadar tatlıydı ki, ona sahip çıkması gerekiyormuş gibi hissediyordu. O gözlerdeki hüznü yok etmek sanki onun göreviydi.
Doğrusu o zaman hiç bilmiyordu, bu görevi o değil, yıllar sonra bir başkası başaracaktı ve Jinyoung bu kişiyi çok iyi tanıyordu.
Ağlamasını engellemeli ve bunun bir kabus olduğunu ona söylemeliydi, bu yüzden sanki hareket etmesi engellenmiş gibi çırpınan ufak çocuğa doğru korkakça ilerledi. ''Jungkook,'' diye fısıldadı.
Ufak Jungkook gözlerini açtı sanki bunu bekliyormuş gibi. Yaşlarla dolu büyük gözlerini doğruca Jinyoung'a odakladı.
''Jungkook kabus görüyorsun.'' dedi Jinyoung ama beklediğinin aksine, bu diğerinin yüzünde ıstırap dolu bir ifadeye neden oldu.
Sızlandı önce, sonra gözünün ucuyla yukarı baktı ama kafasını hiç hareket ettirmedi. Hareket edemiyormuş gibiydi, sanki üstüne bir şey düşmüş gibi kolunu bile kıpırdatmamıştı.
Jinyoung ona dokunmak için yaklaştığı sırada, Jungkook yaşlı gözlerini Jinyoung'ın arkasına odakladı ve ''Hyung,'' diye fısıldadı. Sesi titriyordu çocuğun. ''Lütfen önce annemi kurtar. Lütfen hyung.''
Jinyoung donup kaldı. Korkmuştu, neyden bahsettiğini anlamak için yavaşça arkasını döndü ama Jungkook'un baktığı yerde hiçbir şey yoktu. Neden hareket etmediğini de, neyden bahsettiğini de bilmiyordu. Uyanmamış mıydı hala?
''Hayır, hayır, hayır,'' Jungkook gözlerini yumup bağırmaya başladığında Jinyoung da endişeyle geri geri adımlamaya başlamıştı. Babalarını uyandırması gerekiyordu. Jungkook iyi değildi.
Jinyoung kapıyı açıp koridora çıktı, babalarının odasına doğru ufak adımlarıyla koştu ama kapılarını çalmaya vakit bulamadan onlar endişeyle odadan çıkmıştı bile.
''Jinyoung?'' diye sorgular bir şekilde konuştu Hyunbin. Hala uyku sersemiydi. ''Bir şey mi oldu? Jungkook nerede?''
Jinyoung kekeledi korkuyla. Küçük çocuk için bütün bu olanlar algılayamayacağı kadar ağırdı. Konuşmaya başladığı an, ağlamaya da başlamıştı. ''Baba Jungkook'a bir şey oldu, hareket etmiyor. Yemin ederim ben bir şey yapmadım. Sadece dondurma yemek için onu uyandırdım ama o annesini kurtarmamı istedi.''
Seojoon, Hyunbin'e baktı dudaklarını birbirine bastırırken, ardından oğluna döndü ve ''Tamam,'' dedi. ''Senin bir suçun yok. Git dondurmanı ye. Jungkook kabus görmüş.
Hyunbin oğlunun dediklerini duyduğu an vakit kaybetmeden soluğu Jungkook'un odasında aldı. Yatağın yanına çöktüğünde ufak çocuk hıçkırıklara boğulmuştu.
''Jungkook, sakin ol. Kabus gördün. Bana bak,''
Jungkook gözlerini kocaman açıp Hyunbin'e baktı. ''Yardım edin,'' dedi. ''Annemin başından çok kan aktı. Artık hareket etmiyor. Lütfen annem ölmesin.''
''Jungkook, gördüklerin gerçek değil. Bak ben buradayım, odandasın, her şey güvende.''
Hyunbin dolu gözleriyle kollarını ona uzatıp kucağına almak istedi fakat Jungkook tekrar bağırdı. ''Hareket edemiyorum, beni bırakın, yalvarırım. Lütfen önce annemi alın.''
Ağladığı için söyledikleri birbirine karışıyordu, zaten sözcükleri tam da çıkaramıyordu. K harflerini söylerken zorlanıyordu hala ve bu şu an her şeyi daha üzücü yapıyordu sadece.
Doğru konuşmayı bile beceremeyen küçücük bir çocuk böylesine büyük bir acıyı sırtlanmıştı, hayat bu kadar acımasızdı işte.
Seojoon odaya girdiğinde, eşinin de ağlamaya başladığını fark etti. Yanlarına vardığında, ''Jungkook,'' diyordu Hyunbin. ''Oğlum, bak bana bir. Oraya bakma, bana bak.''
''Başımı hareket ettiremiyorum.'' Jungkook inatla tekrarladı. Tek derdi annesini kurtarmalarıydı. Çünkü çok kötü kokmaya başlamıştı.
''Tamam,'' Seojoon eşinin omzuna dokundu. ''Önce üstündeki duvarı alalım ve seni çıkaralım. Tamam mı?''
''Hayır hayır. Önce annemi alın. Lütfen bu defa annemi kurtarın.''
''Tamam ama bu duvarı kaldırmamız gerek.'' Seojoon, Hyunbin'e işaret verdiğinde diğeri ses çıkarmamak için dudağını ısırıyordu. Yataktan kalktı, Seojoon da Jungkook'un annesini gördüğünü sandığı yerin önüne geçti ve ikisi birlikte sanki üstünden bir duvar kaldırıyormuş gibi davrandılar.
''Tamam,'' dedi Seojoon. ''Artık hareket edebilirsin.''
Küçük Jungkook bir hışımla yataktan kalktı ama Hyunbin onu yakaladı. Çelimsiz vücudunu kollarının arasına aldı ve onu kucağına çekti. ''Şşş,'' dedi. ''Geçti, kabustu.''
Ama bu Jungkook'u daha çok ağlattı.
Kabus olma ihtimali daha kötüydü ya, şimdi annesinin gerçekten de öldüğü gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmişti. O yaşına rağmen hayal kırıklığı gelip göğsünün üstüne oturdu ve soluğunu bir kez daha kesti.
Nerede olduğuna bakarken hissettiği acı yaşına fazlaydı. Hiçbir çocuğun yaşamaması gereken türde bir acıydı bu ve buna rağmen her gece tekrar tekrar yaşıyordu.
Yaşadıklarından sonra, travma sonrası stres bozukluğunun meydana geldiğini gittikleri psikiyatr söylemişti Hyunbin ve eşine. Kabusları beklenmedik değildi bu yüzden, aynı günü tekrar tekrar yaşadığını sanması da olasılıkların içindeydi.
Psikiyatr bütün bunları söylemişti ama bu acıyı nasıl dindireceklerini anlatmamıştı onlara. Bir çocuk bütün bunlarla nasıl baş edecekti? Yanında olmalısınız demişlerdi ancak boyundan büyük duvarlar dikmişti Jungkook insanlarla arasına. Nasıl yıkacaklardı hepsini?
Başını okşarken kulağına ''Buradayım, seninleyim.'' diye fısıldıyordu kulağına Hyunbin ama Jungkook'un duyup duymadığından emin değildi. Zaten çok fazla geçmeden ufak çocuk kusmak üzere olduğunu gösterircesine ellerini ağzına kapatmış ve kollarının arasından sıyrılıp banyoya koşturmuştu.
Hemen kapının önünde duran Jinyoung'ın ağladığı için yanakları ıslaktı, elindeki çilekli dondurma erimeye başlamış, parmaklarına inmişti. Jungkook kusarken burnunu çekmiş ve artık kusmaya alışmış çocuğun banyodan çıkmasını beklemişti.
Seojoon, kusan Jungkook'un yüzünü yıkadıktan sonra sessizce iki çocuğu izlemekle yetindi. Jinyoung, diğeri banyodan çıkınca erimiş dondurmanın birini ona uzattı. Jungkook dolu gözlerini kırpıştırdı, biraz bekledi, sonra da büyük olan çocuğun yanından sessizce geçip gitti.
***
Günümüz
Jimin evin içine hiç girmemiş olsa da, burada yaşamış olan Jungkook'tan daha iyi hatırlıyordu yolu, bu yüzden gelirken arabayı süren o olmuştu bu sefer.
Arabayı park edip hiç vakit kaybetmeden bahçe kapısından içeri girmişti Jimin ancak Jungkook kapının girişinde kalmış, çocukluğunu bu evde geçirmiş olmanın buruk hissiyle evi incelenmişti kısa bir an.
Yıllar olmuştu, on sekizinde bu evden dışarı adım atmıştı ve bir daha basmamıştı ayakları.
Jimin sessizce onun dalgın yüzünü izledi bu sürede ancak tedirginliği yüzünden en sonunda dayanamayıp ''Jungkook,'' diye seslendi. ''Dışarıda çok gözükmeyelim. Hyuk burayı izletiyor olabilir.''
Onlar gelmeden önce Jinyoung'ın görevlendirdiği birkaç adam sokağı ve etrafı incelemişler ve göze çarpan herhangi birini ya da bir arabayı fark etmemişlerdi ama yine de temkinli olmak zorundalardı.
"Ah," Jungkook daldığını Jimin'in sesiyle fark etti. Hızlıca etrafa bir göz attı ve hemen sonrasında bahçe kapısından geçip beklemeden sarışının yanına geldi. Elini beline bırakıp onunla birlikte evin kapısına kadar ilerledi.
Ne yoğun bir gün geçiriyorlardı, sanki uzun bir süredir uğraştığı yarasının kabuğunu tek seferde çekip kopartıyor gibiydi Jungkook. Ondandır belki, şimdi çocukluğunun ve gençliğinin büyük bir bölümünü geçirdiği bu evin önünde bulmuştu kendini.Fikir Jimin'indi aslında ama Jungkook da hayır dememişti, hatta tam aksi, çok istemişti bunu.
Jinyoung'ın geleceklerinden haberi vardı ancak iki babasına da büyük bir sürpriz olacağı kesindi. Her ne kadar kendilerini ziyaret etmelerini çok istediklerini defalarca fark ettirseler de, Jungkook bu evden ayrıldığından beri ilk defa ziyaret edecekti onları.
Kapıyı Jinyoung açtı. Yüzünde kocaman bir sırıtış vardı ve Hyunbin'in "Kim geldi? Jaebum mu?" diye seslenişi kapı açılır açılmaz duyulmuştu.
"Kargo!" diye geri seslenirken, diğerlerine sessiz olmalarını işaret etmiş ve kapının önünden çekilmişti girmeleri için Jinyoung.
"Ülkedeki tüm kargolar sana çalışıyor zaten." Seojoon'un söylenmesini duydu Jungkook ve istemsizce sırıttı kapıyı arkasından sessizce kapatırken.
"Genç adam, bir sürü ihtiyacı vardır."
Hyunbin hemen Jinyoung'ı savunmaya geçtiğinde Jungkook göğsünde bir sıcaklık hissetti ve "Hiçbir şey değişmemiş gibi." diye fısıldadı.
"Aslunda iki sene önce mutfağı değiştirdik. Bir de salon tamamen değişti, tabii benim odamda kaç kere değişti ama-"
"Ondan bahsetmiyor Jinyoung." Jimin gözlerini devirdi arkadaşının şapşallığına. "Verdiği histen bahsediyor."
"Ha, pardon." Jinyoung saçını kaşırken gülümsedi masumca.
Küçük olan özlem duygusuyla koridora kısa bir göz attı ve ardından elindeki kurabiye kutusunu Jinyoung'a uzattı. "Ziyarete eli boş gelmek uygun olmazmış diye kurabiye aldık."
Jinyoung onun bu işlerden hiç anlamadığını belli eden yüz ifadesine güldü. "Jimin söyledi değil mi?"
Jungkook sessiz kaldı, ki bu kabul etmek oluyordu.
"İnsan hiç mi evini özleyip de bir kere gelmez cidden?" Jimin'den önceki Jungkook ile konuşuyor olsa böyle hayıflanamazdı Jinyoung ama şimdi, istediği kadar serzenişte bulunabileceğine inanıyordu.
Jungkook hak verdiği için omuz silkmekle yetinmişti. Dönüp montunun fermuarını indiren sarışına baktı ve konudan kaçmak için tıpkı onun gibi kendi montunu çıkarttı üstünden.
Tam da o sırada, Seojoon, Jungkook'un salon olduğunu hatırladığı yerden tekrar bağırdı.
"Jinyoung kargocuyla sevişmiyorsan buraya gel ve yardım et. Yine bize bıraktın tüm işi."
Jinyoung gözlerini devirip başını salladı sinirle. Koridordaki çifte bakarken "Delirtecekler beni." diye fısıldadı ve sinirli sinirli yürümeye başlamadan önce devam etti. "Montunuzu asınca gelin arkadan."
"Baba benim çok ciddi bir ilişkim var biliyorsun değil mi? Neden kargocuyla sevişeyim ya?"
"Baban bir umut ayrılırsınız diye bekliyor."
Hyunbin'in gülüşünü duydu Jungkook. Montunu asarken bu onu da güldürmüştü. Eve adım attığı andan beri daha iyi hissetmeye başlamıştı. Sanki üniversite okumak için ayrılmış da, ara tatilde ailesini görmeye gelmiş gibi hissediyordu ve bu ilginçti.
Çünkü sarışınla tanışana kadar daha önce hiç evinde hissetmemişti.
"Ayrılmıyorum Jaebum'dan! Alt tarafı birlikte eve çıkacağız dedim, çocuk gibi davranmayı kesin ikiniz de."
"Elindeki ne?" Hyunbin konuyu değiştirdi, tartışma sevmeyişi de hala aynıydı.
"Kurabiye."
"Jinyoung kurabiye yapacağız ya zaten. Birlikte?"
Yılbaşı gelenekleri buydu. Önce ağaç süslerler, sonra birlikte kurabiye pişirirler ve hep birlikte akşam yemeği yerlerdi. Eğer kar yağdıysa, yemekten sonra birlikte bahçede kardan adam yaparlardı. Jungkook'un bu evde yaşamaya başladığı andan beri yılbaşı gelenekleri buydu, Jungkook gittikten sonra da değişmemişti demek ki.
Tanıdıklık hissi, hiç beklemediği şekilde Jungkook'un göğsüne asılmıştı ve ısıtıvermişti orayı.
Gerçi Jungkook'un yıllar boyu, bu evdeki hiçbir aktiviteye katıldığı görülmüş değildi. Onlar kurabiye yaparken mutfakta sessizce otururdu, ağaç süslenirken yorum yapmaz ve ağacın altında her zaman ona da hediye bulunmasına rağmen bir kez bile paketlerden birini eline almazdı.
"Ben sipariş etmedim ya."
"Kim göndermiş o zaman? Jaebum mu? Hazır kurabiyelerle mi bakmayı düşünüyormuş sana ayrı eve çıktığınızda?" Seojoon'un huysuz konuşması duyulduğunda Jimin ve Jungkook da hemen salonun girişinde dikiliyorlardı.
Seojoon bir merdivene çıkmış devasa bir ağacın en tepesini süslemekle uğraşıyordu. Hyunbin de ağaçtan birkaç adım geride durmuş, eli çenesinde bir mimar edasıyla süslerin konumunu eşine düzelttiriyordu.
"Hayır Jaebum değil." Jinyoung gürültülü bir nefes bıraktı. İkisinin de Jaebum'u sevdiğini biliyordu ancak yaşlandıkça normalin ötesinde kıskanç babalar olmaya başlamışlardı. "Jungkook almış."
"Jungkook mu?" Hyunbin şaşkınca sordu. "Ta oradan kurabiye mi sipariş etmiş bize?"
Seojoon elindeki yıldızla kaldı. Jungkook'un adı bile bu evdeki herkesi şaşırtabiliyordu. Başını çevirip Hyunbin'e baktı ve hiç beklemeyeceği bir şey oldu. Eşinin tam arkasındaki salonun girişinde dikilen iki genci gördü.
"Hadi canım!"
"Ne?" Hyunbin bedenini çevirip Seojoon'un şok içinde neye baktığına bakmak istedi. Jinyoung kıkırdarken kocaman adam, ufacık bir çocuk gibi ağzını kocaman açtı ve zorlukla konuştu. "Sahiden, hadi canım!"
Jungkook tüm dikkat kendince dönünce yerinde kıpırdandı ve kızarmış yüzünü sevgilisine çevirdi. Gülümsüyordu, Jimin de mutlu olmuştu tepkilerine.
"Olmayan şeyleri görecek kadar yaşlanmış olamam değil mi?" Hyunbin gözlerini ovalarken Jimin kendini tutamayıp kıkırdamış ve omzunu Jungkook'a yaslamıştı.
"İkiniz..." diye mırıldandı Seojoon. Hala merdivenin başında duruyordu öylece. ''Nasıl?''
Jinyoung, Jimin'in babasından kaçtıktan sonra bir süreliğine Jungkook'ta kalacağını söylemişti ancak şimdi çok yakın duran ikili, bundan daha fazlası olduklarını bariz bir şekilde sunuyorlardı kendilerine.
"Gerçekten yaşanıyor mu bu?" derken içine düştüğü hayretten çıkmaya çalışıyordu Hyunbin. "Jungkook gerçekten buradasın."
"Buradayım." Jungkook gülümsemesini tutamadı. "Bu kadar abartmasak mı?"
"Abartmak mı? Uyan, Jungkook. Gittiğinden beri ilk defa evine geri dönüyorsun ve telefonla bile aramıyordun evi, hatırladın mı?" Jinyoung pis pis sırıtarak üstüne gitti onun. Her ne kadar Jungkook'u anlasa ve bu yüzden ona hiç kızamamış olsa da, onun iki babasını da çok üzdüğü bir gerçekti.
Jungkook gözlerini kısarak Jinyoung'a baktı ama sonra bakışları yumuşadı. Tekrar kendisine şaşkınca bakanlara döndü yüzü ve "Buraya dönmek bana da sürpriz oldu." dedi. "Benim için çok zordu."
Bu kadar mutlu olacaklarını bilseydim daha önce gelirdim diye bir düşünce geçti aklından ancak eğer Jimin hayatına girmemiş olsaydı, gerçekleşmeyecek bir senaryo olduğunu da biliyordu.
"Önemli olan şu an burada olman. Kapıda dikilmeyin de gelin."
Jimin'in, Jungkook'un belinde duran eli, öne doğru ittirdi gergin duran bedeni. Jungkook sevgilisinin verdiği cesaretle salonun ortasında duran adama doğru ilerledi. Hyunbin kendisine doğru ilerleyen gence kayıtsız kalamadı, onun hoşlanmayacağını düşünse de kendini tutamadı, kollarını iyice genişlemiş omuzlara sımsıkı sardı.
Jungkook karşılık verdiğinde Hyunbin kadar Seojoon da bunu beklemiyordu, beklemediğinden olsa gerek adam merdivende olduğunu unutup ayağını boşluğa atmış ve dramatik sarılmayı yarıda kesecek şekilde yeri boylamıştı.
"Baba! İyi misin?" Jinyoung hayret içerisinde düşen babasının yanına koşarken Jimin de hemen yanlarına ilerlemişti.
"İyiyim, iyiyim." Seojoon yerden zorlanarak da olsa kalkarken yardım ellerini kabul etmedi. Jungkook'un kolunu tutarak kendisini izleyen eşine döndü ve gülümsedi zorla. "Bilerek atladım ya."
"Berbat bir yalancısın." dedi Hyunbin ve kaçmasın diye tutmaya devam ettiği Jungkook'a dönmeden önce, "Bin yılda bir yaşanan bir anı bozmadan atlasaydın keşke." diye söylendi.
Jungkook kıkırdadı. Jimin için bu gülüşler çok tanıdıktı, Jinyoung da birkaç kez şahit olmuştu ancak babaları için bu haller ilkti. Ondandır gülüşü bile hayrete düşürüyordu onları.
Nasıl değişmişti, ne olmuştu da yıllardır uğraşıp dudaklarından bir kez koparamadıkları bir kıkırtı şimdi böyle uğraşsız çıkıyordu ondan?
Hyunbin bütün odağını Jungkook'a çevirdiğinde Jinyoung da Jimin'i koltuklardan birine çekmişti.
"Çok iyi görünüyorsun!" Hyunbin heyecanla Jungkook'u süzüyordu. Gözleri kocaman açılmıştı; onun vücuduna, yüzüne, saçlarına ve özellikle de dudaklarının kenarından sarkan gülümseyişine, kendine gerçek olduğuna inandırmak istercesine tekrar tekrar bakıyordu. "Kilo almışsın ve kaslanmışsın da!" Kollarını ve karnını yoklayıp kendine doğru tekrar çekti koca cüsseyi. Bir kez daha sarılmasına izin verdi Jungkook yüzünde tasasız bir gülüşle.
Seojoon izlediği sahnenin şaşkınlığını üstünden atamasa da, "Bana da sarıl." dedi. "Yetişeyim diye atladım o merdivenden."
Küçük olan güldü onun yüzündeki hala şaşkın ifadeye ama istediğini yaptı. Seojoon'a sarılırken Hyunbin gözlerini diğer oğluna çevirip neden hiçbir şey anlatmadığını sorguladı. Eli ağzında, artık kapatmaya bile çalışmadığı o aralığı saklamaya çalışıyordu.
O sırada, Jimin'in Jungkook'a bakışlarını yakalamıştı.
"Otur şöyle," Seojoon koltuklardan birini işaret etti Jungkook'a. "Otur da hangi rüzgar seni buraya attı anlat. Bizi daha önce hiç ziyaret etmemiştin."
"Rüzgar değildir o, güneştir güneş." Jinyoung kıkır kıkır konuştuğunda Jimin utanıp gözlerini yumdu. Güneş ve ay dövmesinin anlamını açıklarken kendisine güneş diye seslendiğini söylemekle hata etmiş olabilirdi.
"Düşüp bayılmadan önce ben de otursam iyi olacak."
Jimin dudaklarını ısırıyordu kahkaha atmamak için. Aslında hüzünlü bir andı biliyordu, yıllar geçmişti, Jinyoung'ın iki babasının da Jungkook'u öz oğulları gibi gördükleri her hallerinden belliydi, onu ne kadar özledikleri yüz ifadelerinden okunuyordu ancak bu kadar sevilmesine rağmen Jungkook'un buraya tek bir adım dahi atmaması, onun ne kadar zor bir çocukluk ve hatta gençlik geçirdiğini bir kez daha kanıtlıyordu. Jimin için artık çok sıradan bir görüntüydü Jungkook'un gülümseyen ifadesi ancak iki adam, küçük olan her güldüğünde gözlerini kocaman açıyorlardı bu ifadenin gerçek olup olmadığını anlamak isterlercesine.
Jimin, Jungkook'un evine ilk gittiği zamanı düşündü kısa bir an. Üşüten tavırları ve ruhsuz bakışları gözünün önünden geçerken, Jinyoung'ın senin tanıştığın Jungkook bile travmasını atlatmış bir Jungkook'tu dediğini hatırladı.
Bu iki adam, Jimin'in belki de daha önce hiç tanışmadığı halleriyle tanıyorlardı Jungkook'u. Bu yüzden aslında hüzünlü bir andı ancak Jungkook'un kızarmış yanak üstleri ve ufak bir çocuk gibi iki adam tarafından paylaşılamaması Jimin'i öyle çok mutlu etmişti ki, yanakları acımıştı gülmekten.
Jungkook hiç düşünmeden sarışının yanına oturmuştu, Hyunbin de hemen Jungkook'un yanına geçmişti büyük L şeklindeki koltukta. Jimin'in diğer yanında Jinyoung vardı ve sanki koskoca salonda başka hiçbir yer yokmuş gibi, Seojoon da oğlunun tepesine dikilmişti.
"Baba başımda dikilme, git başka yere otur."
Seojoon dediğini duymadı bile. "Jinyoung sen kalksana şuradan, git kahve falan demle bize." Oğlunu kolundan tutup zorla kaldırırken, gözleri Jungkook ve Jimin'in üstündeydi. "Ne içersiniz? Jinyoung getirsin."
"Ya ben niye getiriyorum?" Jinyoung umursamaz bir tavırla salonun ortasına itilirken şok olmuştu pabucunun bu kadar dama atılmasına. Mızıkçı bir yüz ifadesiyle diğer babasına çevirse de bakışlarını, onun da kendisini umursadığı söylenemezdi.
"Aç mısınız?" Hyunbin Jungkook'un dizini yavaşça sıkıyordu. İlginçti ama hala gerçek olduğunu kanıtlamaya çalışıyor gibiydi kendine.
"Hayır, değiliz. Zaten diğerleri bizi bekliyordur akşam yemeği için. Burada yersek kızarlar."
"Tamam, nasıl isterseniz. Aldığınız kurabiyelerden yiyelim o zaman, biz daha yapmamıştık."
"Jinyoung kurabiyelerden de getir!"
Seojoon bağırdığında, Jinyoung hala gitmediği için ettiği küfür duyulmuştu. Ardından ekledi:
"Başka bir emriniz var mı?"
***
Bu kadar zaman sonra, bu kadar büyük bir değişimle yakalayınca onları ister istemez dip dibe oturan ve utançlarından koltuğa sinen ikiliyi sorguya çekmişti yaşlı olanlar. Jungkook sorulara nasıl cevap vereceğini bilememişti, Jimin ise kendisinden çok Jungkook konuşsun istediği için susuyordu, bir de sorular öyle birden cevaplanacak sorular değildi.
Mesela neden Seul'de olduklarını sormuşlardı. Başka kimlerin burada olduğunu, nerede kaldıklarını, yapabilecekleri bir şey olup olmadığını ve bunun gibi birçok şeyi art arda sıralamışlardı.
Jimin'in az çok Joon Hyuk'tan kaçtığını biliyorlardı. Joon Hyuk sırf bu yüzden Jinyoung'a da zarar vermişti, bunun cezası olarak şirketi batmak üzereydi şimdi. İki adam da gerçekten sevgi dolu insanlardı bu yüzden Joon Hyuk gibi pislikten anlamazlardı ama oğullarına yapılanın bir karşılığı da olmak zorundaydı.
Jinyoung kıyamadı ikisine, sorulara hızlı hızlı cevap verip olanı biteni anlattı ama bu, çifti daha fazla utandıracak şeyler söylemesine de engel olmadı. İki babasının da şok olmasını sağlayan Jungkook'taki bu değişimin sebebinin Jimin olduğunu dürüstçe söyleyivermişti.
"Ee, ne demişler? Dünyayı aşk kurtaracak demişler. İşte bu yüzden Jaebum ve benim aramdaki şey bu kadar özel. İşte bu yüzden onunla birlikte ayrı eve çıkmak istiyorum."
Son dediklerini bırakın umursamayı, dinlememişlerdi bile. Bunun yerine azar yemişti Jinyoung.
"Niye daha önce bize hiç bahsetmedin?"
"Jaebum ile yaptığınız her şeyi anlatıyorsun çok önemliymiş gibi, Jimin ve Jungkook'tan neden hiç bahsetmedin gerçekten?"
"Sevgilimle yaşadıklarım zaten önemli!" Jinyoung sinirle tabaktaki kurabiyelerden birini ağzına sokarken hemen karşılarındaki tekli koltuklardan birinde oturuyordu.
Seojoon, Jimin'in elini kendi avuçları içine almıştı, sanki bir minnet vardı şimdi yüzünde." Ee, anlatın bakalım. Seul'e dönmeden önce neler yapıyordunuz? İşin nasıl gidiyordu Jungkook? Jimin sen de mi çiftlikte çalışıyordun yoksa?"
Yurtta yaptıklarını, düzenledikleri yardım etkinliğini; çiftliği, uçurtma şenliğini ve Mi Cha'yı anlattıklarında neredeyse bir saati geçik konuşuyorlardı.
Jungkook ile böyle uzun uzun sohbet edebilmek, genç olanın yüzünden hiç gitmeyen o hüznün artık orada olmadığını, tam tersi bir şeyler için heyecanlandığını görmek diğerlerini gafil avlamıştı. İki adam da bir gün Jungkook'u böyle görebilmeyi hep dilemişler ama gerçekleşeceğine hiç inanmamışlardı.
Jungkook ve Jimin'in birbirlerine bakışları çok ama çok güzeldi. Hiç odasından çıkmayan, ne Jinyoung ile ne de bir başkasıyla hiçbir ilişki kurmayan, altı yaşındayken bile gelip onlara bir kere sarılmayan bu çocuğun şimdi hemen ortalarında kocaman bir adam olmuş olması ve üstüne üstlük çok aşık olması onları ağlatmaya yetecek kadar hüzün doluydu. Neyse ki Hyunbin'in gözlerinin doluşunu yine gözleri dolan eşi görmüştü sadece.
"Annemi ziyaret ettim bugün." demişti Jungkook kısık bir sesle.
Bu diğerlerinin kendi aralarında bir göz teması kurmasına neden olmuş, kısa bir sessizlik olmuştu. Bugün daha kaç kez hayrete düşebilirlerdi bilmiyorlardı ama bu vurucu bir darbe olmuştu sahiden.
"Ben- Biz... Çok sevindik. Gitmene yani. Demek istediğim, daha önce, bildiğimiz kadarıyla daha önce, gitmediğin için-"
"Evet, gitmemiştim. Bugün Jimin ile birlikte gittik."
Sesindeki tonun düşüklüğü Jimin'i hemen harekete geçirmişti. Sarışın uzanıp onun elini sıktı.
"Nasıldı?" Hyunbin sormuştu bunu.
"Zordu." Jungkook başka bir şey söylemedi.
Küçük olan, yaklaşık on altı yaşına geldiğinde Hyunbin bir keresinde onu arabaya bindirip annesine götürmeye kalkmıştı. Kötü niyetli değildi, zorla yapmaya da çalışmamıştı. Jungkook gitmeyi hep reddettiği için, annesine veda edememişti. Psikiyatrisin de anlattığı kadarıyla, eğer oraya giderse bunun kabuslara bir yardımının dokunabileceğini düşünmüştü.
Ancak ters tepmişti. Jungkook arabadan inmemiş, kafasını çevirip bakmamıştı bile. Sonraki bir hafta odasından da çıkmamıştı. Ne yemek yemiş, ne ağzına bir şey sürmüştü. Şayet azıcık bir ilerleme kaydettilerse ona karşı, Hyunbin'in denediği şey yüzünden onu da kaybetmişlerdi.
Salona anında hakim olan sessizliği, yine Jungkook bozdu. Kimsenin üzgün hissetmesini istememişti.
"Ama iyi geldi. Sanki... Sanki üstümden bir yük daha kalktı."
Hyunbin iki sevgilinin birleşmiş ellerinin üstüne kendi elini bıraktı narince. "Zamanın da seni buna zorladığım için üzgünüm. Hazır olmanı beklemem gerekiyormuş."
Jungkook gözlerini kaçırırken boğazını temizledi. "Hayır, zorlamamıştın. Denedin sadece. Bunun için üzgün olma."
İlk geldiklerinde olduğunun aksine şimdi daha ağır, daha yoğun bir hava vardı salonda. Bunu fark eden Seojoon boğazını temizledi ve konuyu kapatmak adına, Jimin'in omzuna elini atarken, "Jungkook, Jimin'e odanı göstermek ister misin?" diye sordu. "Sen gittikten sonra hiçbir şeyi değiştirmedik."
Jungkook şaşkınca saçlarına aklar düşmüş adama baktı. Değiştirmemiş olmaları, o an için nedenini anlamasa da onu çok mutlu etmişti.
Gözünün ucuyla Jimin'e baktı. "Görmek ister misin?"
"Çok isterim."
Hemen sonrasında, Jungkook önde, Jimin bir adım arkasında onun elini tutmuş bir halde merdivenlere yönelirken her şey o kadar sıradan ve normal gelmişti ki ikisine de, sanki Jimin babası onu öldürmesin diye kaçarken Jungkook ile karşılaşmamıştı, sanki bir konserde, bir cafede tanışmışlardı ve Jungkook onu evine davet etmişti, şimdi de ilk defa odasını gösteriyordu.
Jungkook kapıyı açtığı an odaya girmeden önce birkaç saniye beklemişti, tıpkı bahçe kapısında kaldığı gibi. Odadaki tanıdıklık hissi ve daha önce buradayken hiç hissetmemiş olmasına rağmen şu an hissettiği güven hissi, küçük olanı tuhaf bir duruma sürüklemişti.
"Çok garip," diye mırıldandı hemen arkasından başını uzatmış ve içeriye göz atmaya çalışan sevgilisine. "Buradayken hiç ait ve güvende hissetmediğimi sanıyordum ama şimdi, tam olarak öyle hissediyorum."
Jimin ellerini çözüp ona belinden sarıldı ve başını omzunun üstüne bıraktı hala meraklı gözlerle içeriye bakarken. "Kendi çocukluğuna ait o hislerin. Burası sana o çocuğu hatırlatıyor olmalı."
Haklıydı, sol tarafta kalan tek kişilik yatağa bakarken, cenin pozisyonunda yatmış ufak Jungkook'u görebiliyordu. Sanki oradaydı ve yuvarlak gözlerini açmış kendilerine bakıyordu.
Jungkook ortadaki büyük pencerenin hemen önündeki çalışma masasına, sağ tarafta kalan dolaba baktı ve iç geçirdi. Ufaktı odası ve hüzünlü bir kokusu vardı.
"Girmeyecek misin?"
Jimin arkasından sessizce mırıldandığında Jungkook vakit kaybetmeden karnının üstündeki ufak elleri tuttu ve çözdü. "Burası benim odam. Kusura bakma biraz dağınık." derken sesi keyifli çıkmıştı az önceki halinin aksine.
Sevgilisine ilk defa odasını gösteren ergen repliğini söylemek istemişti. Jimin onun da kendisiyle aynı anı yaşıyormuş gibi hissettiğini anladı. Bu sıcacık hissettirmişti ikisini de.
İçeri girdi sevgilisinin ardından ve etrafında dönerek odayı inceledi. Çok fazla eşya yoktu, dolap ve çalışma masasının üstü neredeyse boştu. Yatak kimsenin yatmadığını belli edercesine dümdüzdü, birazcık da tozluydu etraf ama burayı sık sık temizlettirdiklerini gösteren bir şekilde kirli de değildi hiçbir yer.
Jimin yavaş yavaş etrafta dolaştı. Duvarda asılı, Jungkook'un çizdiğini hemen anladığı birkaç resme baktı bir süre. Resimlerin bazılarının ufakken çizildiği belliydi, bunlardan Jimin'in en çok dikkatini çeken portakal dilimlerinden anladığı üzere, portakallı olduğunu düşündüğü bir kekti. Bunu neden çizdiğin merak etmişti ama o an sormadı. Bunun yerine ilerleyip dolabı açtı ve içinde muhtemelen Jungkook'un ufaklığına ait iki üç parça kıyafet buldu. Kumaşlara eliyle dokunurken buruk hissetmişti.
Kırmızı kazağı eline alıp burnuna götürürken Jungkook gibi kokmayacağını biliyordu aslında ama yine de kendini tutamamıştı. Tam tahmin ettiği gibi belli belirsiz bir yumuşatıcı kokusu ve dolabın içinde kalmaktan oluşan bir kokudan başka bir şey alamadı. Kazağı katlayıp yerine koyduktan sonra alt alta duvara monte edilmiş rafların yanına gitti. Rafların üstündeki oyuncaklara bakarken gülümsemişti.
Hareketlerini izleyen Jungkook açıklama yapma gereği duydu. "Başlarda çok fazla oyuncak alıyorlardı bana ama hiç oynamadığımı görünce almayı bıraktılar. O zamandan kaldı hepsi. Onlar da dokunmamış."
Jimin hiç el sürülmediği belli olan oyuncaklara bir süre daha baktı sessizce. Hiçbiri kırık değildi, boyası aşınmış değildi, öylece duruyorlardı yerlerinde.
Çocukluğunda bir tane bile oyuncak eskitmemişti sevgilisi.
Bu düşünceyle döndü, masasının başında dikilip pencereden dışarı bakan Jungkook'un yanından geçti ve yatağın üstüne oturdu usulca.
Jungkook ise penceresindeki manzaranın bile hiç değişmemiş olduğunu düşünüyordu, hala bahçelerine ve bahçenin ardında kalan sokağa bakıyordu. Hafıza; anının yaşandığı ortamda daha iyi tazelendiğinden muhtemelen, şimdi zihninden yüzlerce anı hızlı bir şerit halinde geçiyordu.
***
Geçmiş
"Kar yağıyor!"
Jinyoung'ın bağırışı evin içinde yankılandığında Jungkook yatağının üstünde bağdaş kurmuştu ve boyama kitabına bir şeyler karalıyordu sadece.
Bu evde yaşamaya başlamasının üzerinden daha sadece dokuz ay geçtiği için ilk defa yılbaşına onlarla birlikte girecekti. Annesiyle girdiği yılbaşlarını tam olarak hatırladığı da söylenemezdi, bunu hatırlamak için uğraştığında tek hatırladığı annesinin çok tatlı bir portakallı kek pişirdiğiydi ancak bunu yılbaşı için mı yapmıştı yoksa başka bir şeyle mi karıştırıyordu emin değildi küçük Jungkook. Bir şeyleri hatırlamakta çok zorlanıyordu doğrusu.
Jinyoung'ın sesine yansıyan heyecanı, yalan yok, ufak olanın da içinde ufak bir kıpırtı oluşmasını sağlamıştı. Pencereden yağan karı izlemek için bacaklarını çözerken her zaman olduğu gibi inanılmaz yavaş ve sessizdi ancak birden açılan kapı, çok ani ve hızlı olduğu için onun dehşet içinde yatağında gerilemesine neden oluvermişti. Gözleri korkuyla kocaman açılmışken kendisinin tam tersi, mutluluktan gözleri kısılmış Jinyoung elinde bir çift eldiven sallıyor ve küçük olanın tedirginliğini hiç görmeden, "Jungkook-sshi, kar yağıyor!" diye bağırıyordu. "Hemen çıkıp oynayalım diğer çocuklar karları bitirmeden!"
Aslında Jungkook geldikten sonra babaları tarafından defalarca, ani hareketler yapmaması, bağırmaması, çığlık atmaması, zıplayıp çok yüksek sesler çıkarmaması ve mümkünse bir şeyleri devirmemesi konusunda uyarılmıştı. Güzel bir dille bunların Jungkook'u korkuttuğunu defalarca ona anlatmışlardı ama o da ufak bir çocuktu nihayetinde; elinde değildi heyecanlanmamak, bir şeylere çok mutlu olup bağırmamak, zıplamamak. Her ne kadar yaşına göre anlayışlı bir çocuk olsa da kendi babalarının aslında ondan artık çocuk gibi davranmamasını istediklerini biliyordu, hatta Jungkook varken kendisine sarılmadıklarının da farkındaydı.
Başlarda bu konuda tam bir çocuk gibi davranmıştı ancak Jungkook'un halini daha çok fark ettikçe, kendisinden sadece iki yaş küçük olan bu çocuk için seve seve abi olmayı kabul etmişti.
Ve karın onu heyecanlandıracağını düşünmüştü çünkü kendisi çok heyecanlanmıştı. Yorganın içine girip titreyen çocuğa bakılırsa, durum aksini gösteriyordu.
Eldivenleri usulca masanın üstüne bırakırken Jinyoung onun korktuğunu anlamıştı. Fısıltıyla konuşarak onu ikna etmeye çalışsa da hiç cevap alamadığı için yapabileceği tek şey odadan sessizce geri çıkmaktı.
Neyse ki yaklaşık yarım saat sonra kendi babalarını ikna etmişti Jinyoung. Hyunbin, Jungkook'a sormak için odaya gelse de, masanın üstünde duran eldivenleri görünce oğlunun denediğini anlamış, açtığı gibi kapıyı geri kapatmıştı.
Ufak Jungkook, bahçeden gelen kıkırdamaları ve bağırışları duysa da ilk başta yatağında hiç hareket etmedi. Fakat, bir süre sonra, karın görüntüsüne karşı inanılmaz bir merak hissetti. Dayanamayıp usulca yataktan kalktı ve penceresinin önüne yaklaştı. Beyaz tanecikler penceresinin önünde birikmişti, sokak lambalarının ışıttığı her yer bembeyazdı ve bahçede kardan adam yapmaya çalışan üç kişi vardı. Jungkook sandalyesine çıktı, dirseklerini masaya dayadı ve avuçlarını yanaklarına yasladı. Gözlerini kırpıştırırken bahçedekiler içeri girene ve Hyunbin gelip kendisini kontrol edene kadar, tek yaptığı pencereden yağan karı, gittikçe şekil alan kardan adamı ve sokakta birbirlerine kartopu atan çocukları seyretmek oldu.
***
Günümüz
Jungkook, o odanın içinde tarif edilemez hissediyordu gerçekten. Duygularını tanımlama konusunda pek iyi değildi, bu yüzden çocukluk anılarından sonra, şimdi masanın önünde oturup o depremde duyduğu melodiyi hatırlamaya çalışan ergen Jungkook'u düşünürken ne hissettiğini anlayamıyordu.
Hayat çok karmaşıktı. O melodiyi asla tam olarak çalamamıştı ancak hemen yanında, yatağının üstünde oturan adam o notaların sahibi ve kendisinin sevgilisiydi. Yetmezmiş gibi, buraya geri dönebilmesinin bile sebebiydi.
Güçlü bir nefes çekti ciğerlerine ve penceresinden dışarı bakarken tam olarak o an, yıllar önce Jimin'i, hemen bu masanın önünde otururken, bu pencereden gördüğünü hatırladı.
Jinyoung ile kol kola, kalın montlarının içinde evden uzaklaştıkları an, sanki dün yaşanmış gibi canlandı gözünün önünde. Jimin'in topallayışı, bugünü bekler gibi dipdiri doğuvermişti zihnine.
Jinyoung'ın Jimin ile birlikte dışarı çıkacağı birçok sefer kendisini ikna etme çabalarını bir kez daha hatırladı Jungkook. Jimin'e gidebileceği bir sürü yolu varken nasıl da hiçbirine adım atmadığını fark etti.
Pencereden uzaklaşıp yatakta oturan sarışının önüne geldi, ellerini uzattı ve onun ellerini tutup ayağa kaldırdı bedenini. Tam önünde dururken "Seni hatırlıyorum." diye fısıldadı. "Hep vardın, değil mi? Hep orada bir yerdeydin."
Jimin gözlerini kocaman açıp anlamadığını belli etti. "Ne?" derken sesi merak doluydu.
"Aslında adını hep duydum, hiç önemsemedim. Jinyoung defalarca onunla birlikte dışarı çıkmam için bana yalvardıktan sonra seninle buluştu ve sen defalarca bu pencerenin önünde Jinyoung'ın dışarı çıkmasını bekledin. Ben hep kulak ardı ettim, şöyle bir göz atmaktan öteye geçmedim.
Bahsettiği şeyi anlayınca Jimin güçlü bir nefes aldı ve dudaklarını birbirine bastırmış, gözleri yoğun bakan küçüğüne belli belirsiz gülümsedi. Haklıydı, Jimin de birçok kez Jungkook'u duymuştu ama tanışmak için bir çabası olduğunu hatırlamıyordu.
"Bazı şeylerin," Omuz silkti Jimin. "zamanı gelmediği sürece gerçekleşmesi mümkün olmuyor demek ki."
Öyleydi, sırası değilse ölemiyordu bile insan.
***
Seojoon sadece yemeğe kalmamaya kararlılar mı diye sormak için yukarı çıkmıştı. Nereden bilebilirdi ki her ilk defa eve sevgilisini getiren ergen senaryosunda bulunan ebeveyn tarafından basılma sahnesindeki ebeveyn olacağını?
"Ah, çok pardon, çok pardon, görmedim hiçbir şey."
Pek bir şey yaptıkları söylenemezdi, sadece Jungkook'un Jimin'i çok öpesi gelmişti ve gerçekten bugün anormal derecede normal hissettiklerinden, sevgilisini eve atan herkesin yapacağı gibi birazcık sevgilisine dokunmak istemişti -yine de oldukça makul bir düzeyde kalmıştı her şey.
Jimin yatakta oturuyordu, Jungkook üstüne doğru eğilmişti ve bir dizini hemen Jimin'in bacağının yanından yatağa yaslamıştı. Bir eli ensesine destek olurken diğer eli istemsizce Jimin'in kıyafetinin altından göğsüne doğru sokulmuştu.
Seojoon'un sesiyle yerinde sıçrarken iki genç, Seojoon da arkasını dönmüş ve ellerini gözlerine kapatmıştı.
Adam neden böyle bir tepki verdiğini bilmiyordu, bu çok normaldi! Jinyoung ve Jaebum'u defalarca kez çok daha kötü pozisyonlarda basmıştı. Onu bu kadar şaşırtan şey Jungkook olmalıydı, onu normal şeyler yaparken görmekti paniklemesini sağlayan şey herhalde, yoksa neden bu kadar abartılı bir tepki verip arkasını dönerek gözlerini eliyle kapatacaktı?
Jungkook ve Jimin daha önce de basılmıştı, bu ilk değildi. Mesela ilk gecelerinde Taehyung onları arayıp Jimin'i utandırmıştı ya da yurttayken ve Jin'in odasındayken -özel olarak belirtelim ki Jungkook asker üniforması giyerken- Yoongi ile Jihyun birden odaya girivermişti, o zaman durum daha da beterdi üstelik.
Bunların hiçbirinde Jungkook utanç hissetmemişti, tam tersi çok arsız kalmıştı Jimin'e karşı lakin şimdi gerçekten bir ergen gibi kızarmıştı. Jimin buna şaşırdı ve diğerinin utandığını görmesi kendinin daha da utanmasına neden oldu. Yanakları cayır cayır yanıyordu!
Jungkook boğazını temizleyip odanın ortasında gözlerini bir oraya bir buraya çevirirken Jimin hala yatağın üstünde oturuyordu. Jinyoung babasının arkasından elinde bir telefonla çıkıp gelmeseydi, sessizlik daha da sürecek gibiydi.
"Telefonun ça- Ne oldu?"
Babasını kıpkırmızı bir şekilde kapının dibinde, evet hala arkası dönük şekilde bulması ve diğerlerinin de biz bir halt yedik bakışları duraksamasına sebep olmuştu.
Babası telefonu alıp "Ben ineyim." diye kısa bir açıklama yaparak oyalanmadan gittiğinde Jinyoung rahat bir tavırla kolunu kapının kirişine yaslamış, sonra sormuştu. "Niye basılmış gibi duruyorsunuz ya?"
İkisinden de tepki alamadığında söylediği şeyin gerçekleştiğini fark etti ve anında gözleri irileşti. Kahkaha atarken ellerini ağzına kapattı. "Sahiden mi?" dedi gülmekten gözleri dolarken. "Muhteşem bir olay bu!"
Yataktan kalktı Jimin. Tısladı. "Bir şey yapmıyorduk."
"Sadece öpüşüyorduk."
"Ee bu daha fena, on altı yaşındaki ergenler bile daha fazlasını yapıyor çünkü." Bu kadar utanmış durmaları öyle komikti ki, şimdi düşüp bayılacaktı gülmekten.
Neyse ki çok uzatmadı, diğerleri hiç gülmediği için bir süre sonra sustu. Göz yaşlarını silerken, "Çok fazla takmanıza gerek yok." dedi. "Beni mutfakta üstümde sadece aşçı şapkası ve önlüğü ile yakaladıkları bile oldu. Bu bile unutulduysa, sizinki de hemen unutulur."
"Niye üstünde sadece önlük vardı?" Jimin de kapının dibindeydi şimdi. Saf bir merakla sorduğu belli olmasa Jinyoung şaka yaptığını düşünecekti.
"Sence Jimin?"
Jungkook güldüğünde, Jimin gerçekten anlamamıştı. Akıl alık bakmaya devam ettiğini görünce arkadaşı gözlerini devirdi.
"Seks yapıyorduk Jimin. Jaebum ile. Fantezi yaparak. Bir şey ifade ediyor mu?"
"Ha... Ne?"
"Hangi pozisyonda olduğumuzu da söylemem mi gerekiyor düşmesi için?" Parmaklarını Jimin'in şakaklarına bastırdı hala beyninin çalışıp çalışmadığını kontrol etmek istercesine. "Hiç hoş bir pozisyon değildi."
"Hasiktir ya, tamam sus devam etme."
Bir an, o şekilde yakalanma ihtimali gözlerinin önünden geçip gitti. Herhalde utançtan dolayı ölen ilk insan olarak tarihe geçerdi.
Jungkook ise sanki az önce kendisi de utanmamış gibi kıkırdıyordu Jimin'in yüzündeki ifadeye. Diğer ikisinin dibine girip sevgilisinin dolgun kalçasına Jinyoung'ın hemen önünde, büyük avucuyla bir şaplak atarken dudaklarında yandan bir gülüş asılıydı ve "Çok ayıp." demişti. "Niye küfür ediyorsun?"
Jinyoung şaplak yüzünden irkildi. Geriye doğru giderken eliyle ağzını kapatıp bilerek abartılı bir tepki vermişti. "Vay canına, hızlı ve sertti. Sizin işiniz varsa ben gideyim?"
Jimin kocaman olmuş gözlerini arkasındaki bedene çevirdi. "Yok!" diye soludu ve ekledi hızlıca. "İşimiz falan yok, aşağı iniyoruz."
Az önceki durumun aksine şu an yanaklarının üstünde kırmızılık olan tek kişi Jimin'di aşağı indiklerinde. Neyse ki merdivendeyken Hoseok Jungkook'u aramıştı eve gelin diye. Gideceklerini haber vermek için Jungkook mutfakta kurabiye yapmakla uğraşan çiftin yanına gittiğinde Jimin koridorda montunu giyerken Jinyoung ile yalnız kalmıştı.
''Jungkook o konuda nasıl?''
"Hangi konuda?" Jimin fermuarını kapatmakla uğraşırken Jinyoung'ın sesindeki gizli şeytanı yakalayamamıştı.
"O konuda işte Jimin. Bugün bilerek mi salağa yatıyorsun anlamadım."
Jimin kaşlarını çatıp kendisine hakaret eden arkadaşına bakarken gerçekten hangi konudan bahsettiğini anlamamıştı. Binlerce konu olabilirdi, o konu diye bir açıklama mı olurdu?
Jinyoung sıkılgan bir tavırla başımı yukarı kaldırıp iç çekti, sonra başını eğdi ve Jimin'e doğru yaklaştı. Jimin de ilgiliye ona doğru gelmişti.
"Sekste diyorum. Seks hayatınızı diyorum. İyi mi diyorum."
Jimin açılan ağzıyla Jinyoung'ın omzuna bir tane vurdu. Jinyoung arsızın tekiydi! "Ne saçma sorular soruyorsun!"
"Neresi saçma bunun ya? Merak ettim."
"Ne yapacaksın nasıl olduğunu?"
"Hiçbir şey yapmayacağım, merakım gidecek."
Jimin gözlerini kırpıştırıp karşısındakinin niyetini tarttı. Diğerlerinin mutfaktan çıktığını duyduğunda, tek bir kelimeyi ağzından hızla yuvarladı. "Harika."
"İyiden daha mı iyi yani?" Jinyoung sırıtıyordu.
"Daha iyi." Jimin yanına doğru gelen Jungkook'a bakmadan hemen önce fısıldadı.
Jinyoung ıslık çaldığında Jungkook yanlarıdan geçmek üzereydi. Sorgulayan bakışları ikisinin üstüne düştü ama duraksamadı. O montunu astığı yerden alırken Jimin seks yapmayalı ne kadar zaman geçtiğini düşündü. Yaraları iyileşmediği için Jungkook genelde hep Jimin ile ilgilenmişti ve gerçek bir seksin üzerinden çok zaman geçmişti.
"Tekrar ziyarete geleceğinin sözünü verdin, unutma."
Hyunbin konuştuğunda Jimin onların yanında neler düşündüğünü fark edip kendisine hayret etti. Jinyoung'ın edepsizliği kendisine de bulaşmış olmalıydı. Sevgilisi montunu kendi üstüne geçirirken yanında durduğunda sanki düşünceleri diğerleri tarafından okunuyormuş gibi utanıp sıkılmıştı sarışın.
"İyi bakın kendinize, Jimin bir ihtiyacın olursa çekinme. Araman yeterli." Seojoon yanlarına gelip sarışının omuzlarından tutarken söylemişti bunları.
"Teşekkür ederim." Jimin muzip bir gülüş sundu ve adamın sıcak sarılışına karşılık verdi.
Hyunbin, Seojoon'dan sonra Jungkook'a sarıldığında, herkesten birkaç dakika daha fazla ve daha sıkı sarılmıştı. "Kendini özletme. Buradaki kapılar sana hep açık, odanı bıraktığın gibi bekletmemizin sebebi bu. "
Jungkook başta bir şey demedi ama sarılmaları sona ermeden birkaç saniye önce, "Teşekkür ederim baba." diye mırıldandı. "Her şey için."
Hyunbin araladığı gözleriyle sarılmayı kesti, doğru duyup duymadığını teyit etmek istercesine geri çekilip Jungkook'un yüzünü inceledi. Jungkook'un yüzündeki minnet doğrulayıcıydı, bu büyük olanın gözlerinin dolmasına sebep oldu.
"Hayır, asıl ben teşekkür ederim her zaman gurur duyulası bir evlat olduğun için."
Jungkook burukça gülümsedi. Karşısındaki adamın yıllarca kendisine bir kere bile olsa baba demesini ne kadar istediğini biliyordu, biliyordu ama diyememişti.
Jimin'in dediği gibi bazı şeyler ancak zamanı geldiğinde yaşanıyordu belli ki.
***
"Kar yağıyor!"
Bu şen ses duyulduğunda herkes bir işle meşguldü.
Tüm günü farklı yerlerde, farklı gruplara ayrılmış olarak geçirseler de şimdi herkes evdeydi ve bu dışarıdaki buz gibi havaya rağmen evin içini sıcacık yapıyordu. Jihyun ve Taehyung salona koydukları yılbaşı ağacını süslemekle uğraşıyordu ve ortak bir karara varmakta oldukça zorlanıyorlar gibi duruyordu. Bir önceki gün sanki Jimin bu evin salonda sinir krizi geçirmemiş gibi, şimdi mutfakta Yoongi ile birlikte harika bir akşam yemeği hazırlamanın peşindeydi. Jungkook onların söylediklerini masaya taşıyordu.
Saat gece yarısını geçmeden ve yeni bir yıla adım atmadan önce, herkesi yılbaşı heyecanı sarmıştı sanki. Bir felaketin içindelerdi belki ama filmlerde ölmeden önce öpüşen o iki aşık gibi davranıyorlardı. Ne Joon Hyuk vardı akıllarında, ne de yaşanan onca kötü şey. Hepsi iyi bir anı oluşturmanın derdindeydi.
Ve işte tam olarak bu sıralarda duyulmuştu o şen ses. Çok tanıdıktı, çok keyifliydi. En yakından tanıyan da Taehyung'tu. Seokjin'in sesini duyduğunda kırmızı parlak ve yuvarlak süsü inatla ağacın kendi istediği yerine asan Jihyun'a söyleniyordu.
Seokjin kapının önünde, elinde parlak, renkli hediye kutuları ve aynı kutulardan taşıyan arkasındaki Namjoon ile birlikte duruyordu. "Kollarım yeterince kaslı olsa da kutuları elimden almaya ne dersiniz? Güzel yüzümü kapatıyor çünkü."
"Ben alayım onları," Kapıda dikilen iki bedenin arasından zorla geçen Hoseok, Seokjin'in elindeki dört kutuyu aldı. Mutfaktan çıkıp gelen üçlünün yüzündeki ifadelere de bakılırsa bu duruma hiç şaşırmayan tek kişi Hoseok gibi duruyordu.
Hediye kutularını yılbaşı ağacının altına bırakmaya giderken yanından geçtiği Taehyung'a keyifli bir bakış attı ancak esmer olan abisini burada görmeyi, gerçek anlamda, hiç beklemediği için tepki vermeyi unutmuştu.
"Sizin burada ne işiniz var?" Yoongi, Namjoon'un elindeki kutuları alırken söyledi bunları. "Neden geleceğinizi söylemediniz?"
"Sürpriz yaptık. Niye kimse mutlu olmuş gibi durmuyor?" Seokjin kardeşinin gözlerine bakarak söylerken sırıtıyordu. Hepsinin çok şaşırmış olması tam istediği şeydi.
Sabahtan beri Taehyung'un aramalarına ve mesajlarına dönmeme sebebi buydu.
Taehyung sonunda şokunu atlattığında "Sana inanamıyorum!" diye bağırdı. "Kaç kere aradım seni!"
"Uçaktaydım." Omuz silkmişti Seokjin. "Ama ta da! Şimdi buradayım işte!"
Taehyung abisinin kucağına, deyimi yerindeyse, ufak bir çocuk gibi atlamıştı. Koca cüssesini onun bedenine sararken "İnanamıyorum!" diye şakıyordu. "Gerçekten buradasın."
Öyle mutluydu ki gözleri kısılmıştı abisinin boynundan tutup gözlerinin içine bakarken. Nasıl tarif edeceğini bilmiyordu, çok, çok özlemişti onu.
"Buradayım koca bebek."
Jimin onun bu haline kıkırdadı ve sevimli bir tonla konuştu, "Harika bir sürpriz yaptınız. Ben de çok özlemiştim sizi."
Herkesin birbiriyle özlem gidermeye çalıştığı bol sarılmalı, gülüşmeli bir an yaşandı. Ardından Yoongi hala şaşkın olduğu için sordu, "Siz yılbaşında nasıl tatil yapabiliyorsunuz?"
Yılbaşında genelde yurtta çocuklar için bir kutlama olurdu, birlikte akşam yemeği yenirdi ve gece yarısına kadar çocuklarla oyun oynarlardı. Bu yüzden özellikle Seokjin'in -müdür olduğu için, yurttan çıkması mümkün olmazdı.
"Eh, o konuda Hoseok'a borçluyuz. Bizimle iletişime geçen ve bunu ayarlayan oydu. Yurt için yüklü bir bağış yaptı ve bu gece için de çocuklar adına eğlence ajansından birilerini tuttu."
Taehyung şaşkınca Hoseok'a bakarken o omuz silkmişti tatlı bir gülümsemeyle. "Abartmaya gerek yok."
"Sen o yüzden mi beni eve bırakıp ortadan kayboldun? Onları almaya mı gitmiştin?"
"Hmm, evet, havalimanından aldım taksiyle uğraşmamaları için."
Hoseok çok önemsiz şeylermiş gibi, elini sallayarak konuşuyordu ama çok önemliydi. Taehyung için çok önemliydi. "Teşekkür ederim."
"Etmene gerek yok."
"Hayır," Abisinin beline sarılmıştı şimdi. Seokjin diğerlerine sarıldıktan sonra onu yine kendisine çekmişti. "Var. İnanılmaz mutlu ettin çünkü beni."
Hoseok bir şey demedi, öyle olsun diye uğraşmadığını sanıyordu, bir nedeni olup olmadığını bile sorgulamamıştı. Yine de mutlu olduysa başka bir şeye gerek yoktu.
Akşam yemeği inanılmaz sesli yenmişti. Herkes birbiriyle sohbet etme peşindeydi ve kötü, rahatsız edici hiçbir şey konuşulmamıştı. Yurttan, çocuklardan, Namjoon'un nişanlanma kararından ama sonra terk edilmesinden, Seokjin'in flörtünden, Jungkook'un babalarını ziyaret etmesinden ve daha nicesinden... Kadehlerindeki sıcak şaraba sadece kahkaha eşlik ederken bir uğultu yükseliyordu masadan. Böyle gürültülü, sıradan ve keyifli bir sohbete ne kadar çok ihtiyaçları vardı, hallerinden belliydi. Belki de bundandı, bu neşeleri hep birlikte masayı kaldırırken de, kar ile oynamak için montlarını giyerken de devam etmişti.
Hepsi bir asansöre doluştuğunda içlerinden biri bu kıpırtılı mutluluklarını fotoğrafladı.
Kar ayağının altında ezildiğinde, Jungkook bugün üçüncü kez diğerlerinden geri kaldı ve içinde bulunduğu ana göz attı. Karın o soğuk ve kendine özgü kokusunu içeri çekerken birbirini ittiren ve gülüşerek etrafa yayılan adamları izliyordu.
Fark etti, bütün bir hayatının nasıl değiştiğini, kimseyi içeri kabul etmez adamın tekiyken, şimdi birçok kişi için canını verebileceğini, mutlu olmaktan kaçarken şimdi her yer beyaz diye bile mutlu olabildiğini, ufak bir çocukken bile kartopu savaşı yapmamışken şimdi, bu yaşta, bunun için deli gibi heyecanlandığını fark etti ve kabul etti bunların hepsini hak ettiğini.
Düşüncelerinin arasında durdu, sarışının kalın ve beyaz montunun içinde, karların arasında debelenirken sunduğu hoş görüntüyü izledi. Usulca eğildi, yolun kenarına park edilmiş arabaların arkasına sığınarak yerdeki karlarla kartopu yapmaya çalışan sevgilisine sinsi bir tilki gibi yaklaştı. Aniden kollarını beline sarıp ayaklarını yerden havalandırırken onun attığı çığlığa kahkaha attı.
Çocuklardan bile daha fazla eğleniyorlardı şimdi.
Jihyun'un ona fırlattığı kartopuna sırtını dönerken inanılmaz eğlendi ve Jimin'i bırakmak yerine kendisine savaş açan diğerlerinden kaçtı karın üstünde kaymadan koşmaya çalışarak. Jimin ayaklarını havada sallarken gülüyordu sadece ancak Jungkook sulu bir kar yığınına bastığında ve ikisi birlikte karların üstüne yığıldığında, acıyla inlemişti.
"Hey, hey, canın mı yandı?" Jungkook üstünden kalkmaya çalıştı tedirginlikle, gülüşü solmuştu.
Kar çok fazla yüksek olmadığı için ve yeni iyileşmiş sayıldığı için canı yanmıştı ama büyük bir sorun değildi Jimin için. Bu sebeple ellerini diğerinin omuzlarına çıkarttı ve hareket etmesini engelledi.
Jungkook duraksayıp yüzünü inceledi ve onun yüzüne yavaş yavaş tırmanan gülüşe ve gözlerinin kısılışına şahit oldu. Sonra aniden, Jimin koca cüsseyi ittirdi. Onun kara bulanmasını sağlarken kendisi de kasıklarına oturdu. Jungkook'un dudaklarının arasından sadece bir "Ne?" nidası çıkmıştı Jimin onun yüzüne kar fırlatmaya başlamadan hemen önce.
Jungkook ilk başta sarışının bu şekilde eğlenmesine izin verdi çünkü kahkahası çok hoştu ama bir süre sonra, onu ittirip altından kaçmayı başarmıştı. Koşuşu diğer sokağa kadar sürdü, Jimin de peşindeydi o deli gibi koşarken.
Durduğunda, Seokjin, Namjoon ve Hoseok'un kendi eğlencelerini görebiliyordu. Yokuş sokağın başında kendi çaplarında kaymaya çalışmalarına gülerken Jimin'in yavaşlayan ayak seslerini duymuştu.
"Kayalım mı?"
Jimin nefes nefeseydi. "Bu kadar az kar varken nasıl kayacağız?"
"Onların da kaydığı yok ki, sadece debeleniyorlar."
"Tamam," Yanı başındaydı şimdi Jimin. Onun gülüşüne güldü. "biz de debelenelim o zaman."
***
Yoongi ve Jihyun sitenin sokağındaydı hala, diğerleri başka bir sokakta kendi kendilerine kaymaya çalışırken.
"Yoruldum," derken ıslanan eldivenlerine bakıyordu Yoongi. Koşturmaktan ve gülmekten yorulmuştu gerçekten. "Ben yaşlı bir adamım, şu hale, bak sokakta çocuk bile yok bizden başka."
Jihyun kıkır kıkır ona doğru gelirken kollarının arasında bir sürü kartopu taşıyordu. "Bu onların kaybı hyung."
"Hayır, hayır," Ellerini havaya kaldırdı. "artık seninle savaşmayacağım, enerjin hiç bitmiyor. Atma onları bana."
"Bunlar sana değil, gidip diğerlerini hazırlıksızken basmak için."
"Pekala, benim planım burada soluklanmak sadece. Sana iyi operasyonlar."
Jihyun diğerinin huysuz huysuz üstündeki karları silkeleyişini izlerken bir süredir yapmak için uğraştığı bütün kar toplarını kollarını açıp yere düşürdü. Bu yaptığı Yoongi'nin doğrulup kendisine bakmasına sebep olmuştu.
"Ya da vazgeçtim," dedi Jihyun. ''Diğerleri gelene kadar yağan karın altında yiyişebiliriz."
"Ne?"
Büyük olanın kalakalışı, Jihyun'u bir kar topu savaşından daha fazla eğlendirmişti.
"Hmm, aynen öyle hyung. Dışarıda bunu yapmak hoşuma gidiyor," Şimdi tam dibindeydi. "her an yakalanma ihtimali, birinin bizi gizlice izliyor olması ihtimali," Islak eldivenleriyle onun yüzünü tuttu ve bütün soğuğa rağmen sıcak olan nefesini Yoongi'nin dudaklarının üstüne bıraktı. "ve yaramazlık yapıyor olma düşüncesi, bunların hepsi beni daha fazla heyecanlandırıyor."
Yoongi hareketsizdi diğeri dudaklarını birleştirdiğinde. Buz gibi olan yüzlerinde sıcak kalan tek yer dudakları ve dilleriydi ve şimdi onlar da birbirlerinin sıcaklıklarını çalma yarışındaydı sanki. Telaşlı ve yoğun bir öpücüktü, Jihyun diğerinin dudaklarını talan etmişti.
Geri çekildiğinde Yoongi karnına bir yumruk yemiş gibi görünüyordu.
"Hyung yüzündeki ifadeyi görmen lazım." Jihyun kahkaha atarken geri adımlayıp parmağıyla onun gülüşünü gösteriyordu. "Kızardın!"
"Dalga mı geçiyordun?" Gözlerini devirdi ve ıslak eldivenin birisini çıkarıp ona fırlattı Yoongi de.
"Bilmem. Sen hangisini isterdin?" Hayır dalga geçmiyordu aslında ancak bunun diğeri için fazla olabileceğini düşündüğü için geri adım atmıştı.
Ve evet, bu Yoongi için sınırları dışında kalan bir şeydi. O daha çok düz, normal ve belli sınırlar içinde kalan bir hayat sürmüştü. Yani en azından yaşlandığına kanaat getirdikten sonra böyleydi.
"Benimle uğraşma."
Jihyun bir şey demedi ama hala gülmeye devam ediyordu. "Bir fotoğrafını çekmeme izin ver," derken montunun cebinden telefonunu çıkartmıştı. "Çok sevimlisin şu an."
Yoongi asık suratını düzeltti ve diğerinin görüntülemek istediği mızıkçı çocuk ifadesini bozdu. Kameraya poz verirken sevimli bir gülüş asılıydı suratında.
***
Eve döndüklerinde hızlıca ısınmak için hemen hemen hepsi üstünü değiştirmiş ve salonda dip dibe oturmuştu. Jungkook kısa bir duş almak için yukarı çıkmıştı sadece.
Duşu alıp merdivenlerden geri inerken portakallı kekin hoş kokusu burnuna doluvermişti. Koku, çok eskilere dayanan tanıdık bir hissi de hemen göğsüne asmıştı. Mutfağa giderken şaşkındı çünkü çok eskiden bahsediyordu, kendisinin bile zor hatırladığı bir eskiden.
Mutfakta Namjoon ve Jimin'i buldu sadece; Namjoon masada otururken Jimin kollarını göğsünde bağlamış, sırtını fırına yaslamıştı, Namjoon bir şeyler anlatırken diğeri dikkatle onu dinliyordu.
Jungkook içeri girince iki baş da kendisine döndü ama ilk konuşan Namjoon oldu. "Ah, gel Jungkook. Ben de yine neden terk edildiğimi anlatıyordum Jimin'e."
Jungkook gözlerini Jimin'den almadı. "Portakallı kek mi yaptın?"
"Hmm," dedi Jimin. "Kurabiye yapacaktım ama kek daha kolay yapılan bir şey diye vazgeçtim. Bugün odanda resim görünce canım portakallı çekti galiba."
Sahiden çok derin bir anlamla yapmamıştı keki. Bugün resmini gördüğü için aklına düşmüştü, Jungkook'a sormayı unutmuştu ve üstüne çok düşünmemişti. Onun için önemli bir anlamı olduğunu bilmiyordu.
Zaten Jimin, farkında değilken de Jungkook'a dokunmayı çok iyi biliyordu. Her zaman, hiç uğraşsız, daha ötesine gidebiliyordu Jungkook'un. Onu yakalamayı, onu sarmayı, onu tutmayı her seferinde çok iyi beceriyordu.
Her seferinde, hiç farkında değilken kurtarıyordu aslında onu.
Bir şey demedi küçük olan, bunun yerine gidip onu şakağından öptü.
Jimin, "Ne oldu?" derken diğeri gözlerinin en derinine bakıyordu. "Çok mu seviyorsun ki? Daha önce hiç söylememiştin?"
"Evet çok seviyorum ve hayır, defalarca kez söyledim seni çok sevdiğimi."
"Keki demiştim ben." Dudaklarını büzdü, küçük olanın bakışlarının neden bu kadar yoğun olduğunu anlamamıştı. "Bir şey mi oldu? İyi misin?"
"Pekala, ben içeri geçeyim. Terk edilmiş biri olarak böyle bir görüntüyü izlemek istemiyorum." Namjoon şakayla karışık laf attı sandalyeden kalkıp mutfaktan çıkmadan hemen önce ama o an onu dinleyen yoktu.
Jungkook uzanıp sevgilisinin dudaklarının üstüne bir öpücük bıraktı, uzun, tatlı ve masumdu. "İyiyim. Çok iyiyim." Ardından tekrar uzandı ve tekrar öptü, tekrar, tekrar ve tekrar.
Ta ki kekin piştiğini haber veren alarm onları yerinden zıplatana kadar.
***
Çikolatalı bir kahve denemişti Jimin, tepsiyi Jungkook taşıyordu o arkasından kek tabağıyla gelirken.
"Siz harikasınız ya!" Seokjin ellerini çırpıp sıcak kekine yumulmadan önce söylemişti. "Çok iyi kokuyor bunlar."
Taze kek ve çikolata&kahve kokusu salona yayılırken Jungkook ve Jimin de boş buldukları yerlere sıkışmışlardı.
Öyle hafif, ferah bir hava vardı ki, "Oyun oynayalım." diyen Taehyung'u hepsi anında onaylamıştı -Yoongi bile.
Kek yerken oynamak için en uygun oyunun sessiz sinema olduğuna karar vermişlerdi. Saat dokuz buçuğa geliyordu gruplara ayrılıp ciddi bir tavıra büründüğünde hepsi.
Şimdi ise, Taehyung salonun ortasında pençesi ve kuyruğu varmış gibi yaparken grup arkadaşları olan Hoseok, Seokjin ve Namjoon gözlerini kısmış dikkatle onu izliyordu.
"Orman kralı Aslan!" Namjoon dizlerinin üstünde zıpladı. "Ya da narnia olabilir mi?"
Taehyung gözlerini devirip ayaklarını yere çarptı. "Bu kadar seksi orman kralı mı olur ya?"
"Konuşmaman lazım!" Jihyun söylendi.
"Bilgi vermedim!"
"Tamam durun buldum." Seokjin elini havaya kaldırdı. "Tarzan."
Filmi seçen diğer grup olduğu için, o grubun üyesi olan Yoongi ve Jungkook kahkaha attı istemsizce. Taehyung ise öfkeyle inledi. Konuşmaması gerektiği için kuyruğunu tutup şaklatıyormuş gibi yaparken son umudu olan Hoseok'un gözlerinin içine bakıyordu.
Hoseok gözlerini kıstı, durdu ve aniden ayağa kalkıp "Kedi kız!" diye bağırdı.
Taehyung, en sonunda bilen biri çıktığı için mutlulukla çığlık attı. ''Evet, evet bildin!'' diye bağırırken soluğu da Hoseok'a coşkuyla sarılırken aldı.
Oyunu bıraktıklarında saat neredeyse gece yarısına gelmek üzereydi. Hoseok bu gece için aldığı şampanyayla mutfaktan çıkıp geldiğinde, Seokjin ve Namjoon, gelirken aldıkları ve ağacın altında bıraktıkları hediyeleri dağıtıyordu.
"Zenginlere ne alınır pek bilmeyiz ama ufak tefek bir şeylerler aldık herkese. Bu senin." Seokjin kırmızı paketi Hoseok'a uzattığında şaşırdı Hoseok. Kendisine bir hediye aldıklarını nedense düşünmemişti.
"Ah. Teşekkür ederim."
Seokjin başını salladı. "Hayır, kardeşimi mutlu etmeye çalıştığın için ben teşekkür ederim."
Hoseok bilerek cevap vermekten kaçtı. Bu kadar net bir hedefi yoktu Seokjin ve Namjoon'un buraya gelmesini sağlarken. Sadece yapmıştı. Ama galiba, esmerin hüzünlü bakan gözleri onu fark ettiğinden daha fazla etkilemişti. Belki, kendi de niyetinin farkında değildi. Tek gerçek her köşesinden mutluluk akan Taehyung'tu.
Geri sayımı yaparlarken sekizi de ayaktaydı. Ellerinde kadehle; iç içe, kol kola, omuz omuzalardı. Hoseok'un şampanyayı patlattığı an, gece yarısına denk gelen andı, dışarıdan havai fişek patlamaları duyulmuştu. Köpüren şampanyadan kıkır kıkır kaçtılar, sonra yine kıkır kıkır birleştiler ve şampanyayla doldurdukları kadehlerini "Hiç eksilmemeye!" tokuşturdular.
Ardından sarıldılar, dans ettiler, öpüştüler. Sevgiyle ve mutlulukla yapabilecekleri ne varsa, hepsini yorgun düşene kadar yaptılar.
Geriye de sadece bu anları ölümsüzleştiren birkaç foto kaldı bu geceden.
***
taehyung, sessiz sinema oynarken
yoongi, diğerinin haberi bile yokken
jimin, jungkook'tan gelen kartopunu kıçına yemeden hemen önce
jimin, sessiz sinema oynarken
geri sayımdan sonra
jungkook, o farkında bile değilken
seokjin, kendi yakışıklı yüzünü çekerken bu ikisi kendilerini çekmesi için yalvardıktan sonra
jimin, yemek sırasında
yoldan geçen herhangi birisi, taehyung kendilerini çekmesini rica ettikten sonra
evt mrb
jihyun'u hyunjin yapma kararı aldım çünkü neden almayayım lfdkg
fark etmişsiniz ki çok hafif bir bölümdü ama bu kadar ara verdikten sonra ağır bir bölümle gelmek istemedim, o yüzden böldüm
bi sonraki bölüm smutla başlıyo umarım yanmayız ya da yanacaksak jikook'tan yanalım amaaaan
bu kadar az tekrar görüşme şansımız kalmışken, haftaya tekrar görüşürüzzz
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro