Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

bölüm 39


uzun zaman oldu...

bölüm gerçekten uzun tam tamına  1 4 B İ N  kelime. yani aslında bölüm atmadığım zamanların özürü niyetinde, bir bölüm üç bölümü içerecek uzunlukta umarım hoşunuza gider çiçeklerim. 

not bitince size bir hediyem var aslında benim hediyem değil, yetenek abidesi clara hanımın bana hediyesi olur kendisi fakat sizde görün çünkü öyle güzel ki... 

CLARA SENİ ÇOK SEVİYORUM HEM DE ÇOKKKK ÇOKKKKK ÇOKKK!

ha bir de, uzun zaman olduğu için hatırlatma notu bırakıyorum buraya.
biliyosunuz jungkook jimin'i aldı, hoseok'un evindelerdi ve son yaralarından öpmüşlerdi birbirlerini.
Joon Hyuk, Jimin'in babası
Jihyun, Jimin'in kardeşi
Jung Su, Jimin'in ablası
Ma Ri, Jimin'in annesi.
Kang Dae hikayeye yeni giren bir karakter, hatırlarsanız Ma Ri'yi arayıp tehdit edercesine bir şeyler demişti iki bölüm önce. Pekala şimdilik diyeceklerim bu kadar, yorum yaparsanız çoook mutluş olurum iyi okumalar ♥

bölüm ithafı, onun yaptığının yanında çok değersiz ancak, evet ithafım clara'ya! biraz da şimdi sevgi kusayım sana çünkü napayım çok seviyorum!!!! @iluvia_rain

jin-tonight


Bazen öyle bir noktadasındır ki ya zaten yapabileceğin hiçbir şey yoktur ya da artık yapabileceğin hiçbir şey kalmamıştır. 

İşte tam o noktada sırtını zamana yaslamak zorunda kalırsın. Bütün çaresizliğinle zamana güvenmekten başka yapabileceğin hiçbir şey, çalabileceğin hiçbir kapı yoktur çünkü. 

Ya senin için her şeyi düzeltmesini istersin ya da artık seni uyuşturmasını, alıştırmasını ve kabullendirmesini beklersin. Ki zaman çoğunlukla güvenilirdir. Bazen hiçbir şeyi düzeltmez ama biraz beklersen, acını geçirmese de seni o acıya alıştırır. Güçlendirir.

 Ve bazen sana bambaşka yollar verir. 

Elbette Jimin'in istediği başka yol falan değildi. Sadece kendi yolundan çıkmak istemiyordu ve bu yolda elini tutan birisinin olmasını özellikle istiyordu. 

Ve o ikisi, bu noktada... zamana bırakmak zorundalardı.

 Konuşarak çözemeyecekleri şeyler olmuştu Jungkook ile onun arasında. Yaralarının, kırgınlıklarının ve solgun bakan gözlerinin zamana ihtiyacı vardı. Sarsılmış bir güven, tazelenen bir travma, yarayla dolu bir beden ve hala usul usul kan sızdıran bir kalp vardı ve bunların hepsi artık  zamana açmıştı kollarını. 

Çünkü yolları ısırgan otlarıyla doluydu ve şimdi yolu temizlemeden öylece yürüyüp gidemezlerdi. Dikenlerin temizlenmesi için emek gerekiyordu ve bütün bu dikenlerle uğraşırken, birbirlerinin ellerini eskisi gibi sımsıkı tutmak için zamana ihtiyaç duyuyorlardı. 

Jimin Jungkook'un kalbinden defalarca öpse de onu hala iyileştiremediğini biliyordu. Zira kendi yaraları da hala tenindeydi ve Jungkook her gece öpmeyi kendine görev etmiş olsa da, zaman olmadan geçip gitmiyordu bütün bu yaralar. 

Yine de birliktelerdi ve en önemlisi de buydu. 

Yaklaşık üç hafta geçmişti. Jimin çok daha iyi hissediyordu ve Jungkook geceleri biraz daha rahat uyuyabiliyordu onun yanında. 

Fakat her geçen gün biraz daha diken üstünde uyanıyordu Jungkook. Çünkü zaman hem onların yararına hem de aleyhine işliyordu. Joon Hyuk'un öfkesi her gün bir önceki güne göre daha fazla alevleniyordu ve Jungkook o adamın cezasını kesmediği her gün daha fazla hırslanıyordu. Hoseok ile birlikte bir şeylerin peşinden koşuyordu ancak Hoseok hemen hareket edemeyeceklerini, Hyuk'un şimdi hazırda beklediğini bu yüzden onu dikkati dağıldığında yıkmanın daha mantıklı olduğundan bahsediyordu.

Jungkook mafya falan değildi, hiç eline silah almamıştı. O atlarla ilgilenir, at sürer, keman çalar, çocukları severdi. Ona sorsanız, bu öfkesi yumruklarıyla bile o adamı öldürtebilirdi ona lakin, böyle bir herifin yumruklarıyla karşısına çıkmayacağını da biliyordu bu yüzden el mahkum ne yaptığını biliyor gibi duran Hoseok'un dediklerine uyuyordu.

Ayrıca Jimin'in ağrıları çoktu, iyileşmesi zaman almıştı. Genellikle yatağında, sırtında bir sürü yastıkla öylece uzanıyordu. Kaburgasındaki çatlak nefes almasını bile zorlarken başka yapabileceği şey yoktu zaten. 

Hiçbir şey yapmadan beklemek zordu. Herkes huzursuz bir şekilde güne başlayıp endişeli bir şekilde geceye ulaşıyorlardı. Çünkü onlar gitmedikçe Hyuk'un onlara gelme ihtimali çok korkutucuydu. 

Ama her geçen gün daha iyi uyanıyordu sevdiği. Jungkook her gün, bu krem daha etkiliymiş diye Jimin'in yanına geliyor, bunu da ye diyerek dudaklarının arasına bir şeyler bırakıyordu. Bütün ilgisi onun üstündeydi.

Jimin'in kalbinden öptüğü günün üzerinden tam yirmi iki gün geçmişti. Yine ondan önce uyandı ve yatakta doğrulup hep yaptığı gibi onu kontrol ettikten sonra rengi iyice sönen pembe saçlarını okşadı. Yüzündeki sönmüş yaraları inceledi. İyileşiyordu ve çok daha iyi olacaktı, kendisine defalarca tekrarladığı cümle buydu. Zaten Jungkook'un her sabah uyanma sebeplerinden biri de onu çok daha iyi hissettirmekti. Kendisine elleri bağlı gibi hissettiren en önemli şeyde Jimin'di. O tamamen iyileşmeden yanından ayrılmak zordu.

Yataktan usulca kalktı ve karman çorman olan saçlarını eliyle tararken odadan çıktı. Siyah bol tişörtü kırış kırıştı ve gri eşofmanı belinde düşük bir şekilde duruyordu. 

İlk işi mutfağa gitmek olmuştu. Her sabah olduğu gibi, herkesten önce uyandığını sanmıştı ama bugün yanılmıştı anlaşılan. Taehyung ve Hoseok zaten ondan önce mutfaktaydı, ki sesleri koridordan duyuluyordu. 

''Kimçileri dolaptan çıkartsana!'' Taehyung homurdanırken Hoseok sabah sabah bu herifin sesini duyduğu için sinirliydi. Kocaman mutfakta yer yokmuş gibi dip dibe kahvaltıyı hazırlamaya çalışıyorlardı.

''Bana emir verme.''

''Sen her küçük detaya takılacak mısın böyle bebeğim ya?'' Taehyung dalga geçer bir tonda söyler ve gözünün ucuyla ona bakarken aynı zamanda kahveyi demliyordu. Uyanalı çok olmamış olduğundan olsa gerek sesi biraz kalın çıkıyordu. Saçı başı dağınıktı onun da. Kırmızı uzun kollu bir tişört ve siyah bol şort giyiyordu. 

''Bana bebeğim demeyi de kes. Çok rahatsız edici.''

''Niye homofobik misin sen?''

''Ne alakası var manyak mısın nesin sen ya?'' Hoseok dolaptan kimçileri çıkartırken gözlerini devirdi ve dolabı sertçe kapattı ayağıyla. Konuları birbirine bağlama hızı inanılmazdı bu tuhaf herifin.

 Jungkook kapının girişinde onları izliyordu şaşkınca.

Sahiden bu ikisi tek bir gün dalaşmadan duramıyorlardı.

Buraya geldikleri günden beri neden olduğunu anlamadığı birçok sebepten ikisinin tartıştığını görüp duruyordu. Bu aralar odağı çok farklı yerlerde olduğundan neler döndüğünü anlayamıyordu genç adam ama bu ikisi sürekli böyle birbirlerini gıcık ediyorlardı. Jihyun da bu duruma söylenip duruyor ve aralarındaki elektrik akımından dolayı saçlarının diken diken olmasından şikayet ediyordu.

''Ya sen gitsene buradan. Ben hazırlarım kahvaltıyı. Zaten bir şey yapmayı bildiğin falan yok, zengin züppesi.''

''Taehyung... farkında mısın bilmiyorum ama benim mutfağımdasın ya.'' Hoseok ellerini belinde bağlayıp onun karşısına dikildiğinde Taehyung işaret parmağıyla onu geri ittirdi.

''Ay iyi ki evine aldın bizi. Başımıza vurmaktan yorulmadın mı? İyi ben çıkıyorum mutfağından ne yaparsan yap!''

Hoseok'un üstünde beyaz baskılı bir tişört vardı, siyah saçları gayet düzgün bir şekilde alnını üstünde dalgalanıyordu ve bir de, Taehyung'a hayretler içerisinde bakıyordu. ''Ne? Bütün işi bana bırakamazsın nereye gidiyor-''

Taehyung kapıdan çıkmaya yeltendi ve hemen kapının dibinde kendilerini izleyen Jungkook'u görünce, bunu beklemediğinden irkildi. Hoseok da gözleriyle Taehyung'u takip ettiği için Jungkook'u fark etmişti.

Fark edilen genç içeriye doğru adımlarken sırıttı belli belirsiz. ''Günaydın beyler.'' dedi. ''Sabahın bu saatinde kapışacak enerjiyi bulabilmeniz gerçekten harika.''

''Onun yüzünden.'' İkisi de birbirini işaret ederek homurdandığında Jungkook ikisine de hak verir gibi başını salladı ve hiç beklemeden yanlarından geçip doğruca buzdolabının yanına ulaştı. 

''Sen neden uyandın?'' Taehyung sordu arkasından onu izlerken. Bunu yapmadan önce Hoseok'a göz devirmeyi elbette unutmamıştı. ''Ben kahvaltıyı hazırlayınca sizi uyandıracaktım zaten.'' 

''Jimin'in kahvaltısını hazırlamam gerek o uyanmadan.'' Jungkook her gün sırf bunun için Jimin'den erken uyanıyordu. Biraz çocuğunun üstüne titreyen, elinde yemek çocuğun peşinde koşturan anneler gibiydi. ''Kalsiyum depolaması gerek. Ona göre hazırlıyorum yemesi gerekenleri.'' diye açıklama yaptığı sırada dolaptan sütü alıyordu. 

''Hala uyuyorken gidip pembe saçlı prensi biraz öpeyim o zaman ben.'' Taehyung, Jungkook'un bu halini çok seviyordu. Ne kadar kızarsa kızsın, Jimin ne kadar yanlış yaparsa yapsın onun yanında oluyor, sabahları onun için uyanıyordu. Zaten Taehyung ikisinin de birbirinden uzak kalmaya dayanamayacağını en başından beri biliyordu. Çünkü onların arasındaki şeye, en başından beri şahitti. 

''Uyandırma. Bırak biraz daha uyusun.''

''Öperek uyandıracağım bebeğimi. Hem de dudaktan.'' 

Jungkook refleks olarak anında dönüp Taehyung'a bakarken gözlerini kısmış ve kaşlarını çatmıştı. Esmer olan hiç umursamayıp şımarık bir gülümseme sundu ona ve uygun anını yakaladığı için lafı sokuverdi. ''Jungkook ağrıları yüzünden dokunmamıza izin vermiyordun ama artık çok daha iyi. Madem kendin yanaşmıyorsun, bırak da biz doyalım, özledik yani.''

Aynı gülüş eşliğinde mutfaktan çıktığında Hoseok arkasından ''Hiç gitmeyecek sandım.'' diye söylendi ve kazanmış olmanın verdiği bir gururla saçlarını düzeltip tezgaha doğru adımladı. 

Fakat sadece bir salise sonra Taehyung kafasını kapıdan uzatmış ve ''Sen istedin diye gitmiyorum züppe.'' diye tıslamıştı. Hoseok irkilip kapıya doğru döndü ve Taehyung dil çıkarttığında bunun gerçek olduğundan şüphelenircesine gözlerini kocaman açtı. Esmer olan bu sefer gerçekten gittiğinde -kendine gelebildiği ilk an- arkasından ''Kaç yaşındasın sen be?'' diye bağırdı. ''Çocuk musun nesin?''

***

Jungkook içeri girdiğinde Taehyung bir kedi gibi Jimin'e sırnaşıyordu yatakta. Jimin ise kıkır kıkır gülerken Taehyung'un saçlarını karıştırıyordu. Bugün ağrıları her zamankinden daha azdı. Daha rahat nefes alıyordu ve hareket etmesi çok daha kolaydı. Geçip giden zaman boyunca tek yapabildiği yaralı bir asker gibi -ancak 45 derecelik bir açıyla- uzanıp durmaktı fakat gerçekten el üstünde tutulduğunu da biliyordu zira her zamankinden hızlı iyileşiyordu.

Hissettiğinin aksine.

''Günaydın Jimin.'' dedi Jungkook zaman kaybetmeden yatağın başına yürürken. ''İyi uyudun mu?'' Pekala... Taehyung'u birazcık kıskanmış olabilirdi. 

Taehyung anında yataktan kalkarken Jungkook'a gülümsedi yine. Sevgisinden ölecekti ama bir o kadar da inatçıydı. Genellikle bu ikisini yalnız bırakma taraftarı olduğundan tişörtünü düzeltip Jimin'e son bir bakış attı. ''Kahvaltı masasında görüşürüz o zaman.'' diye mırıldandı ve odadan sakince tüydü. 

Jimin beyaz çarşaflı yatağın içinde doğrulmuştu biraz. Dudaklarını dişlerinin arasında ezmeyi bırakıp kendisine dönen meraklı bakışlara karşılık verdi. ''Evet. İyi uyudum. Sen?''

''Ben de.'' Jungkook usulca yatağın ucuna oturdu. Gözleri Pembe'nin gözlerini işgal ederken aynı zamanda yüzüne doğru eğildi ve sol eliyle çenesini yakalayıp yüzünü daha yakından inceledi. Yeni uyandığı için gözleri şişti ama göz kapağı iyileşmişti ve kanlanan gözü de geçmiş sayılırdı. Dudakları uykunun getirisiyle şişmiş sanki mümkünmüş gibi daha da dolgunlaşmıştı. Jungkook bunu fark ettiğinde istemsizce yutkundu. 

Jimin'in nefesleri anında sıklaşırken göz bebekleri de heyecandan büyümüştü. Jungkook'un aniden böyle yakınına gelmesi onu her seferinde feci bir şekilde heyecanlandırıyordu. Keşke beni öpse, diye geçirdi içinden. 

Keşke öpseydi.

Ancak Jungkook öpmek yerine baş parmağının ucuyla dudağının kenarındaki yaraya dokundu ve gözlerini tekrar gözlerine çıkarttı. ''Kahvaltını yaptıktan sonra ilaçlarını al. Sonra yaralarına krem süreyim tamam mı?''

''Jungkook ben kendim-'' Jungkook'un anında çatılan kaşlarıyla sesini kesti Jimin ve ''Tamam.'' dedi. ''Olur.''

''Hadi o zaman, kucağıma gel de mutfağa gidelim. Herkes uyandı.'' Küçük olan doğrulup Jimin'i kucağına almak için yeltendi ancak Jimin onu durdurdu. 

''Kucağına almana gerek yok ki. Yürümeme yardım etsen yeter.''

''O zaman kas gevşeticisini şimdi süreyim. Hareket etmeni kolaylaştırır.'' Kucağına aldığında kaburgasını acıttığını düşündüğünden onunla inatlaşmayacaktı. Gözleri söylediğine eş zamanlı olarak etrafı aradı ve komodinin üzerindeki kremi buldu. Uzanıp aldıktan sonra dudaklarını ısıran gence döndü bakışları.

''Tişörtünü sıyır.''

Jimin emrine anında uyarken tişörtünü eteğinden tutmuş ve bütün göğsünü açıkta bırakacak şekilde sıyırmıştı. 

Jungkook'un morluklarla dolu bedeni incelerken göğsünü sıkıntıyla şişirdi. Uzanıp tekrar öpmek istemişti fakat onun yerine soğuk kremi parmağına sıkıp sonra kaburgasının üstündeki deriye sürdü. Kremin soğukluğu Jimin'in karnını içine çekmesine sebep olmuştu ve o parmakların dokunuşu onu ürpertmişti.

Jungkook kremi yayarken elinin altındaki bedenin gerildiğinin farkındaydı keza kendi nefesi de sıklaşmıştı. Lakin gözlerini kaldırıp onun gözlerine değdirmedi. Çünkü biliyordu şimdi o gözler çakmak çakmak ve beklenti doluydu. Zaten Jungkook için kendini tutmak zordu, daha fazla zorlamasının bir anlamı yoktu.

Kremi sürmeyi bitirdiğinde tişörtü kendisi indirdi aşağı ve ''Tamam.'' dedi. ''Gidebiliriz.''

Jimin'in haleleri koyulaşmıştı ve kirpikleri hızlıca inip kalkıyordu.

Jungkook onun bakışlarına birkaç saniye öylece bakarak karşılık verdikten sonra büyüğünün koltuk altlarından destek alarak onu yataktan kaldırdı. Alevlerin kendini yakmasına daha fazla izin vermedi. Sol omzunun altına girip bütün yükünü kendisine vermesini sağladı. Böylece Jimin'in sol ayağı yere basmıyordu. Kolunun altına girdiği adamın onu yönlendirmesine ve onu yönetmesine izin verdi. Zaten ona, artık o anlamda dokunmayacağını biliyordu. Girdiği beklentiden çabucak çıkabilmişti.

 Mutfağa kadar bu şekilde birlikte yürüdüklerinde -Jimin daha çok sekmişti aslında- büyük olan başını yine de onun göğsüne doğru yaslamıştı fırsattan istifade ederek. 

 İçeri girdiklerinde bütün gözler onlara döndü.

''Hyung günaydın!'' dedi Jihyun hemen. ''Bugün nasılsın?''

''Ağrın var mı?'' Yoongi de hemen arkasından sorduğunda Jungkook Jimin'i masaya yeni oturtmuştu.

 ''Günaydın. Daha iyiyim. Benim içi endişelenmeyin lütfen.'' Tatlı bir gülümseme sundu masada oturanlara Jimin. Jihyun ve Yoongi hemen karşısında yan yana oturuyorlardı. Taehyung ve Hoseok da karşı karşıya masanın birer ucundalardı ve her nedense birbirlerine pek iyi bakmıyorlardı. 

''Al bakalım.'' Jungkook onun için ısıttığı sütü masaya bıraktıktan sonra Jimin'in yanına yerleşti. ''Sade süt sevmiyorsun diye biraz da bal kattım içine.'' diye açıklama yaptığında Jimin'in gözleri onun üstündeydi ve gözlerindeki kalpler adeta dışarı taşmıştı. Gerçi, ona bakarken her zaman kaloler beliriyordu halelerinde.

''Teşekkür ederim.'' Nahif bir ses tonuyla söylediğinde Jungkook ince bir dilim ekmeğe peynir sürüyordu. Normalde geleneklerinden kaynaklı olarak kahvaltılarında pek peynir bulunmazdı ama Jungkook bunu özel olarak gidip almıştı.

''Teşekkür etme.'' Peynirli ekmeği Jimin'e uzatırken gülümsüyordu. ''Bunu da ye.''

Pekala kesinlikle çok daha iyi bir güne uyanmışlardı. En azından Taehyung için, sabah sabah sinirini bozan Hoseok olmasaydı harika bir gün olabilirdi. 

Yine de güne puanı yüksekti. 

Eh, gerçi daha günün başındalardı ve zaman bugün için birden fazla olay hazırlamıştı. 

***

''Bunu da arkana koyayım.'' Jungkook elinde bir yastıkla tekrar geldiğinde herkes salonun bir tarafında takılmakla meşguldü. Hoseok salonun balkonunda gergin bir şekilde ileri geri yürüyerek telefonla hararetli bir konuşma yaparken Jihyun ikili geniş koltukta Yoongi'yi esir almış, eh, çok hızlı bir ilişkiye başlamış olmaları yüzünden ona dair bilmek istediği birçok şeyi öğrenemediğinden hiç durmadan konuşuyor ve onu konuşturmaya çalışıyordu. Taehyung biraz daha sakindi, sanki bugünlerin iyi günleri olduğunu biliyor gibi tekli koltuğun yanından bacaklarını salmış Jungkook ve Jimin'i izleyerek sırıtıyordu. 

Jimin büyük koyu renkli koltuğa uzanmıştı -daha doğrusu Jungkook zorla uzanmasını sağlamıştı. 

''Jungkook böyle rahatım gerçekten.'' Jimin dediğinin aksine, onu kızdırmamak için doğrulup yastığı kendi arkasına koymasına izin verirken Jungkook'un gözlerinin içine bakıyordu. 

Jungkook onun rahat bir pozisyon aldığında emin olana kadar yastıkları oynatıp durdu. Sonra sol bileğinin altına koyduğu yastığı tekrar düzeltti ve  ''İlaçlarını getireceğim.'' dedi. 

Küçük olan salonu tekrar, Jimin için terk ettiğinde Taehyung olduğu yerde yüksek bir sesle kıkırdadı.  ''Aşk böyle bir şey işte.'' diye fısıldadı ardından. Kahverengi, yumuşak tekli koltukta rahat rahat oturuyordu. ''İkinizi izlerken romantik bir film izliyor gibi hissediyorum.''

''Bence bu filmin türü daha çok dram.'' dedi Jimin koltuğa biraz daha yayılıp ona anlamlı bir bakış atarken. 

''Sonu iyi bitecek bir film olduğundan eminim.'' Taehyung oturuşunu düzeltip omuz silkti. Jimin'in yüzündeki yaralara odaklanmamak hala çok zordu. 

''Film demişken,'' diye araya girdi tam o sırada onlara kulak kabartan Jihyun. ''Bugün film falan izleyelim mi ya? Evde sıkılıyorum ben. Boş boş oturuyoruz.''

''Tüm gün Yoongi'ylesin. Elbette sıkılırsın.'' Taehyung Yoongi ile uğraşmaya karar verdiğinde büyük olan suratsız bir şekilde krem rengi koltukta gevşekçe oturmuş ona bakıyordu. 

Sarı bir polar giymiş, siyah saçlarını alnına düz bir şekilde indirmişti Yoongi. Muhtemelen sarı rengi onun için yaratılmıştı çünkü Jihyun, o sarı giydiğinde, deyimi yerindeyse kendinden geçiyordu ve asla gözlerini onun üstünden alamıyordu. Hiçbir zaman böyle romantik bir adam olmamıştı ve sahiden bazen kendisi de kendisine şaşırıyordu. Öyle ki daha yirmi gündür falan bir ilişkileri vardı ancak ilişkinin üçüncü gününden resmen evlenme hayalleri kurmuştu bu adamla.

''Benimleyken hiç sıkıcı biri değil.'' dedi bu yüzden,  dönüp Yoongi'nin saçlarını parmaklarıyla tararken.

 Yoongi sırıttı. ''Doğru. Taehyung için özel olarak sıkıcı biriydim ben.'' 

''Yıllarını benimle geçirdin be adam! Beni bu velete hemencik satmana ne desem bilemiyorum.'' Taehyung dudaklarını büze büze konuşurken kollarını göğsünde bağlamıştı. O sırada telefonu çalmaya başlayan Jihyun konuşmadan koptu ve velet dediği için Taehyung'a laf atamadı. Kıpırdandı ve arka cebinden telefonunu çıkarttı. Arayan kişiye bakmasıyla telefonu kapatması bir olmuştu.

''Seni sattığım falan yok. Beni mi kıskanıyorsun sen?'' Yoongi gülerek konuşurken gözünün ucuyla gerildiğini hissettiği Jihyun'a bakıyordu. 

Ufak olan telefonu göğsüne bastırıp ayaklandı. ''Amerika'dan bir arkadaşım.'' dedi Yooongi'ye hızlı bir bakış atarken. ''Hemen konuşup geliyorum.''

Yoongi arkasından çatılan kaşlarıyla onu izlerken ''Burada niye konuşmuyorsun?'' diye seslendi ama Jihyun hiç beklemeden salondan çıkmıştı bile. Koridorda Jungkook ile karşılaştıklarında, Jungkook bile yüzündeki ifadeyi garipsemişti fakat üstünde durmadı ve ilaçlarla birlikte salona girdi. Jimin'in yanına geçip bir bardak suyu ve haplarını ona uzattı. ''Hadi iç bunları.'' derken gözünün ucuyla hala balkonda telefonla konuşan Hoseok'u izlemeye başladı. 

Ne konuştuğunu merak etmişti çünkü içindeki bir ses bu konuşmanın Hyuk ile alakalı olduğunu söylüyordu ona. 

Jimin ilaçları onun elinden alıp dediklerini uygularken Taehyung o sırada, hala Yoongi ile uğraşıyordu ama Yoongi'nin bütün dikkati, artık aceleyle yanından kalkan ve telefonunu saklayan Jihyun'daydı. 

''Sattın elbette. Hep sevgiline sarılıyorsun artık. Dostunun yerine sevgilisini seçen bir adam oldun sen.'' 

 ''Gel buraya.'' Yoongi bakışlarını salonun kapısından alıp büzülü dudaklarla halıya bakan Taehyung'a döndü. Şöyle bir gerçek vardı ki, Yoongi Taehyun'a ne kadar öfkelense ve kızsa da, yılların getirdiği bağ sayesinde bu esmer adam onun için bir zaaf haline gelmişti. Ayrıca gerçekten burada kendisini yalnız hissetmesini asla istemezdi. 

Taehyung'un öyle hissettiği falan yoktu gerçi. Jihyun'u da kıskanmıyordu çünkü küçük olan da kendisini hiç kıskanmıyordu ki. Taehyung'un sadece canı çok sıkılıyordu

Yerinden kalkıp Yoongi'nin yanındaki boşluğa yerleşti ve kendisinden ufak olan bedene büzülerek sarıldı. Yoongi kırmızı tişörtünün üstünden onun sırtını pat patladı. ''Küçücük ve mızmız çocuklar gibisin Taehyung.''

Jungkook boşalan bardağı Jimin'den aldıktan sonra hiç vakit kaybetmeden, balkona Hoseok'un yanına çıktı en sonunda. Jimin oturduğu yerden onun Hoseok ile konuşurken çatılan kaşlarını ve gerilen sırtını izledi bir süre. Hava bugün bozuktu. Gri bulutları seçebiliyordu Jimin.

İçinde bir sıkıntı peydahlanırken bu konuşmanın hoş şeylerden oluşmadığını biliyordu. Ki içeri girdiklerinde Hoseok'un gergin ve bir şeyler saklar bir ifadeyle ''Biz Jungkook'la çıkıyoruz.'' demesi de içindeki sıkıntıyı deyimi yerindeyse, kırbaçlamıştı. 

''Nereye?'' Yoongi Jimin'den önce davrandı ve herkesin sormak istediği soruyu dudaklarının arasından saldı. 

''Babamla buluşacağız.'' dedi Hoseok. ''Bir de Jimin, Jung Su'yu da kontrol edeceğiz tamam mı?''

''Eve mi gireceksiniz yani?'' 

Jimin yerinden panikle kalkarken Hoseok ona doğru bir adım attı ve elini ona doğru kaldırıp ''Hayır hayır. Panikleme.'' dedi. ''Jung Su şirkete geliyormuş birkaç gündür. Dışarıda bizimle görüşmesini sağlayacağım.''

''Ben de gelsem?'' Jimin, ablasıyla hiç konuşamadığı için üzülüyordu ve onun da kendisini çok merak ettiğinden emindi ve onların kendisi için tehlikeye girerken evde uzanmak hiç hoşuna gitmiyordu. 

 Masum bir tonla sorduğu soruya Jungkook direkt ''Hayır.'' dedi. ''Sen evde kalacaksın. Zaten Jihyoung ve Jaebum buraya geliyorlarmış. Tek kalmanızı istemiyorum.''

Jimin ve Jungkook'un arasında kısa ve sessiz bir bakışma geçtiği sırada Hoseok telefonundan saatini kontrol etti. Sonra, ağırlığını bir ayağından diğerine verirken''Jimin,'' dedi anlayışlı bir tonda. ''Jung Su ile buluşunca seni arayacağım tamam mı? Ablanla konuşabilirsin böylece.''

''Ablam neden şirkete gidiyormuş?'' diye sordu Jimin en başından beri sorması gereken soruyu ancak sorarken. Jung Su, Joon Hyuk'un olduğu ortamlarda bulunmaktan nefret ederdi. Muhtelemen Hyuk, gözünün önünden ayırmamak için onu zorla şirkete getiriyordu. Bunun suçlusu olduğu için canı sıkıldı anında pembe saçlı gencin.

Hoseok ve Jungkook birbirine baktıktan hemen sonra, ''Bilmiyorum.'' dedi Hoseok. ''Babam onun da şirkette çalışmaya başladığını söyledi. Ve... babam dedi ki...'' Gözleri tekrar Jungkook'a döndüğünde bakışları onay olmak için dönmüştü genç adama. Söyleme konusunda kararsız kalmıştı.

Jungkook dudaklarını ısırıyordu. Sesini temizledikten sonra sözü Hoseok'tan aldı. ''O adamla arası çok iyi görünüyormuş. Yani... Hoseok'un bilgi aldığı adamlar da, ablanın Hyuk'un yanında zorla çalıştırılmadığından neredeyse eminler. ''

Jimin dumur olmuş bir halde onlara bakakalırken, her şeyden habersiz Jihyun sessizce salona gelmiş ve Yoongi'nin diğer tarafındaki boşluğa oturmuştu. Yüzü durgun, gözleri kaçamak bakışların ev sahibiydi.

''Öyle mi?'' dedi Jimin şaşkın bir şekilde bakmaya devam ederken. ''Ama ablam onu hiç sevmez ki. Bu olanlardan sonra ikisinin iyi anlaşması mümkün değil. Zorla götürüyordur Hyuk onu, gözünün önünde kalması için. Onunla iletişime geçeceğimizi tahmin eder çünkü.''

''İşte bu yüzden Jung Su ile görüşmek istiyorum.'' dedi Hoseok. ''Neler döndüğünü bize kendisi söylese iyi olur.''

''Jungkook'un seninle gelmesi doğru mu? Ya onu görürlerse?'' Jimin'in endişeden dolayı alnı kırışmıştı. Yerinde kıpırdanıp duruyordu. Jungkook'a gitme dese, ters bir bakış alacağından ve kendisine laf sokulacağından emindi. Giden sendin Jimin, gibi.

''Onunla gitmeyi ben istedim. Bir şey olmaz. Ben şirkete girmeyeceğim zaten.'' Jungkook öyle bir tonla konuşmuştu ki, Jimin onu vazgeçiremeyeceğini hemen anlamıştı.Fakat aynı zaman da öyle bir bakıyordu ki, Jimin korkmuştu. Tuhaf bir şeyler olduğunun farkındaydı. Jungkook'un dimdik duran omuzlarının, huzursuzca haraket ettirip durduğu bacağının farkındaydı.

''Çok dikkatli olun ama.'' Jimin içi içini yese de sadece bunu söyleyebildi. Ellerini saçlarından geçirirken gözleri Jungkook'taydı.

''Üstümü değiştireyim.'' dedi Pembe'sine bakmayı reddeden Jungkook. ''Sonra çıkalım.''

''Tamam, arabada bekliyorum ben.'' Hoseok son bir kez Jimin'e bakış atıp evden çıkmak için salonu terk ettiğinde Jihyun olayı anlamak için Taehyung'a soruyordu. 

Jungkook yutkunup Jimin'e gözünün ucuyla baktı ve sonra, büyük salonu tıpkı Hoseok gibi terk etti. Jimin gözlerini diğerlerine çevirdiğinde o üçünün, Jung Su'dan bahsettiklerini duydu fakat konuşmaya dahil olmadı. Olmak da istemiyordu. Yine kendilerini neyin beklediğini tahmin edemez olmuştu çünkü. 

Yerinden yavaşça kalktı. Zaten fazla hızlı hareket edebilecek kadar iyileşmemişti hiçbir yarası lakin dürüstçe çok daha iyi olduunu söyleyebilirdi. Topallayarak ve sol ayağına hiç yük vermeyerek, Jungkook'la kaldığı odanın yolunu tuttu. Kapının önüne geldiğinde, Jungkook'u çıplak üst bedeniyle, eğilmiş çantasından kıyafet alırken buldu. Gerilmiş sırtı hemen gözlerinin önündeydi. İçeri adımlayıp kapıyı arkasından kapattığında, uzun olan doğrulup omzunun üstünden Jimin'e baktı. 

''Neden kalktın?''

''Jungkook.'' Jimin ona cevap vermek yerine sırtını kapıya yasladı ve yoğun bakışlarını karşısındakine dikti. Gözleri bedenindeki dövmelerde takılıp kalmıştı. Özellikle iç içe geçmiş güneş ve ayda. Hayır gitmesine engel olmayacaktı. Buna çok kızacağını biliyordu. Artık onu kızdırmak istemiyordu. Sadece söylemek istediği şey... nefesini kesen korkusuydu.

Çünkü bu sefer Hyuk'un mekanına gidiyordu. Şirkete girmese bile yakınında dolaşması ne kadar mantıklıydı? Jimin korkuyla şişirdi aldığı nefesle ciğerlerini. 

''Jungkook, sana yaptığımı bana yapma.'' 

Jungkook elindeki gömlekle Jimin'e öylece bakakaldığında, Jimin'in gözlerindeki korkuyu görmüştü. Geri gelmemesinden korktuğunu, onun için ölüme gitmesinden ödünü koptuğunu söylüyordu o gözler. Jimin, Jungkook'u kaybetme korkusuyla sarsılmıştı.

Bu ufacık olay, ki Jimin'in yaptığının yakınından bile geçmezdi ancak Pembe'yi anında dağıtmış, korkuyla titretiyordu şimdi. 

Jungkook, onun kendisinin neler çektiğini asla tam olarak anlayamayacağını biliyordu ama şu an tahmin edebiliyor olduğunu fark etti.

''Aklım başımda Jimin. Yok yere ölüme falan koşmuyorum.  Güvende olacağım.'' Gözlerini onun korkuyla kasılmış yüzünden alıp tişörtü başından geçirdi. ''Sevdiğim adamın bir daha geri gelmeyeceğini düşünmenin nasıl hissettirdiğini ben biliyorum. Sen sadece tahmin ediyorsun. Ayrıca... ben istesem de senin yaptığını yapamam. Aynı etkiyi göstermez, aynı hissettirmez.''

Jimin onun son laflarına gerçekten çok kızdı. Jungkook son zamanlarda öfkesinden dolayı bu tarz sözlerle Jimin'i kırmaya devam ediyordu ancak bu sefer, kırgınlığı değil öfkesi ipleri eline alıverdi. ''Ne yani?'' dedi. ''Jungkook neden en çok seven senmişsin gibi davranıyorsun?''

Jungkook omuz silkerken sence der gibi baktı yüzüne.

''Giden bendim diye en çok seven, tek seven sen olmuyorsun!'' Jimin birden bağırırken bulmuştu kendisini. Çok dolmuştu çünkü. Bıraktığı için kendine kızmasını kabulleniyordu, canı yandığı için kendisini kırmasına göz yumuyordu ama nasıl onu hiç sevmemiş gibi davranmasına izin verirdi ki?

Jungkook ifadesiz bir şekilde bakarken Jimin daha fazla sinirlendi. ''Seni anlayamayacağımı söylüyorsun ama asıl sen beni hiç anlayamayacaksın. Sevdiğim adamın kollarından çıkıp ölüme gittim ben! Bunun gerçekten kolay olduğunu mu düşünüyorsun da sürekli bu tavırla konuşuyorsun benimle?'' Jimin bağırır gibi, hararetle konuşurken Jungkook duruşunu bozmuş, arkasını dönmüş ve kaçamayacağını anladığı tartışmanın etkisiyle yüzünü ovuşturmuştu iki eliyle. On beş gündür aralarında süre gelen sessizlik, tekdüze bir şekilde oluşturdukları düzenin bir gün patlak vereceğini biliyordu. Zira aralarındaki ilişki anne oğul ilişkisine dönmüştü. Jungkook onunla ufak çocuk gibi ilgileniyor, ilaçlarını içtiriyor, ağrısı olmadığından emin olup yemesi için eline bir şeyler tutuşturuyordu. Ancak onun dudaklarını hiç öpmüyor, gözlerine bakarak sevgilim demiyordu... en azından Jimin uyanıkken.

Jimin ses çıkartmıyor, Jungkook ona ne verirse onu kabul ediyordu fakat buna dayanmak zordu. Böyle sürüp giden  iki hafta yavaş yavaş onu delirtmeye başlamıştı.

Jimin ona doğru adımladı bu sürede. ''Anlamayan sensin. En azından ben senin ne çektiğini tahmin edebiliyorum, sen o çaresizliğin ne demek olduğunu tahmin bile edemiyorsun!''

Jungkook ona doğru dönüp, havada duran sol ayağına baktı ve çatık kaşlarının ardından gözleriyle buluşturdu delici gözlerini. ''Ayakta durma.'' dediğinde Jimin kendisini tutmak için uzanan kolları ittirdi. 

''Yeter!'' dedi sertçe. ''Şunu yapmayı kes. Benimle böyle ilgilenip ama aynı zamanda gözlerime üç saniyeden fazla bakmayarak vicdan azabı çektirmeyi bırak. Sen beni ateşe attın ama ben sana kıyamıyorum tavrın beni delirtiyor çünkü.'' Jimin sonlara doğru kısılan sesiyle duraksadı ve onun gözlerinin içine bakarak devam etti. ''Bu beni öldürüyor çünkü.''

Jungkook'un sert yüz ifadesinin dağılışını izledi. Uzun olanın yüzüne yine bir çaresizlik otururken Jimin fısıldadı. ''Evet Jungkook, yine olsa yine giderim. Gittiğim için kendimden nefret etsem de, yine giderim.''

''Şunu söylemeyi kes.'' Jungkook gözlerini onun üstünden çekip etrafta gezdirirken çok çaresiz bir tonla söylemişti bunu. Yüzü acıyla kasılmıştı. Sanki yine kan kusuyordu. ''Giderim deme. Geceleri uyuyamıyorum Jimin. Bana giderim deme.'' Az önceki sert ve öfkeli adamdan iz yoktu geride. Ufacık, altı yaşındaki Jungkook gibi bakıyordu. Omuzları çökmüştü, çok savunmasızdı. 

Jimin'in içi ezildi. Jungkook'a neler yaptığını gerçekten hiçbir zaman anlamayacağını biliyordu. Gözlerinde öyle bir acı geziniyordu ki, Jimin bu acıyla göz göze gelince nefes almayı bir anlığına kesti. ''Canını bu kadar yaktığım için kendimi hiç affetmeyeceğim.''

''Ne fark eder?'' dedi Jungkook da. Gerçekten Jimin'i hiç anlayamadığından olsa gerek, sorgularcasına, neden diye bağırırcasına bakıyordu ona. ''Yine olsa yine gideceksen, kendinden nefret etmenin bize ne gibi bir faydası var?''

Jimin'in gözleri dolu doluydu. İkisi de birbirini hiçbir zaman tam anlayamayacaktı biliyordu. Kendini haklı bulmuyordu. Hem de hiç. Ama Jungkook'u da haklı bulmuyordu. İkisi de haksız, ikisi de acı içindeydi ve bu sefer yan yana olmak bile acıyı söndürmüyordu. 

Zamana ihtiyaçları vardı.

''Birbirimizi anlamıyoruz.''

''Belki benim seni anlamam için bir fırsat geçer elime.'' Jungkook dıştan düşündüğünü anlamadan fısıldadığında Jimin ayaklarına indirdiği bakışlarını irkilerek tekrardan kaldırdı.

''Ne?'' Gözleri yine korkuyla açılırken Jungkook da bocalamış, ''Yok bir şey.'' demişti.

''Jungkook beni tehdit mi ediyorsun?'' Jimin sızlandı. Hayret içerisinde bakıyordu ona. Neden bunu yapıyordu? Neden zehirli sözleriyle Jimin'i böyle yakıyordu?

''Jimin gitmem gerek.'' Jungkook yanından geçip gitmek istediğinde soluk tenli genç onun kolunu sıkıca tuttu. Hatta neredeyse tırnaklarını koluna geçirmişti.

''Jungkook.'' dedi. Hemen şimdi hüngür hüngür ağlamaya başlayacakmış gibi hissediyordu. ''Bana bunu neden yapıyorsun?'' Jungkook'un kalbini öptüğü o gece, küçük olan da sormuştu bu soruyu. Jimin cevap vermek yerine ağlamıştı, Jungkook da cevap vermek yerine tutuşundan kurtuldu ve odanın çıkışına yürüdü. Jimin arkasında öylece kalakalmıştı.

Sonra durdu ve gergin omzunun üstünden Jimin'e baktı. Öylece gidememişti. Bu adamdan hiçbir zaman öylece gidemiyordu işte. ''Zarar görmen konu olduğunda, benim canım seninkinden geride kalır. Bunu zaten söylemiştim. Sana demiştim.'' Ona doğru döndü ve Jimin'in önce titreyen ellerine sonra da ağlamamak için büzülen dudaklarına baktı. ''Benim canım artık benim derdim değil demiştim. Neden şaşırıyorsun?''

''Bilerek yapıyorsun.'' dedi Jimin sadece. Gözleri Jungkook'un içine işlemeye çalışır gibi bakıyordu. ''Benden nefret etmediğini söylemiştin ama ediyorsun. Senin canını nasıl yaktıysam öyle yakmaya çalışıyorsun canımı. Sanki ben hiç acı çekmemişim gibi, sanki öldüğümü düşündüğümde gözümün önünde senin bana gülümsediğini görmemişim gibi.'' Jimin yavaş yavaş ona doğru yürürken, yanağının ıslandığını hissetmişti. 

Elbette ağlamama yarışını kaybedecekti... Ancak sorun değildi çünkü konuşmasını bölmemişti bu ıslaklık.  ''Fiziksel acı dert değil Jungkook. Sen hayatıma girmeden önce buna bağışıklık kazanmıştım ben zaten. Geldiğimden beri nefes almaya çalıştığımda ciğerlerime batan kaburgalar canımı yakmadı mesela benim. Soğuk bakışların, bana sarılmayan kolların kadar hiç acıtmadı canımı. Yaralarımı sararken, beni hiç sarmayışın kadar zoruma gitmedi.''

''Yaralarını öptüm senin.'' Jungkook inkar edercesine söylediğinde Jimin burukça gülümsemiş ve tam önünde durmuştu. 

''Dıştan iyileştirirken içten öldürüyorsun sen.'' Jimin biraz duraksadı. Gözleri ayak uçlarına  ve uzamış saçları yer çekimine dayanamayıp gözünün önüne düşmüştü. Sonra konuştu, tek nefeste söyledi son cümlesini.  ''Keşke beni hiç kurtarmasaydın.''

O tek nefeste söyleyecek kadar kolay kursa da bu cümleyi, Jungkook'u delirtecek kadar güçlü bir cümleydi aslında. Uzun cüssesi anında gerilmiş, o zehirli cümle genzine yapışmıştı. ''Bunu bir daha sakın söyleme. Bir daha asla ağzından buna benzer bir cümle çıkartma. Beni delirtiyorsun!'' 

Jungkook onun omuzlarını kavrarken öfkenin bütün vücudunu sardığını hissetti. ''Senden kaçtığımda beni sen yakalamadın mı Jimin? Beni kendine bile isteye sen aşık etmedin mi? Beni sana böylesine muhtaç bırakan sen değil miydin? Boşuna mı kaçmıştım ben senden? Beni mahvedeceğini en başından biliyordum. Gözlerin gözlerime ilk değdiğinde fısıldamıştı bana neler yapacağını.'' Omuzlarından tutunca irkilen Jimin'i geri bıraktı ve bu sefer de geri adımladı, sırtı kapıya çarpmıştı. ''Kahretsin.'' diye söylendi sonra cümlelerin arasında, bir duraksama eşliğinde. 

Jungkook kavga etmek istemiyordu. İstemiyordu ama yine bu durumun içindelerdi işte. Haksız olsa da ikisi de, biri galip çıkmaya çalışıp duruyordu. 

''Jimin geceleri ağlaya ağlaya sana sığınmadım mı ben?'' Gerçekten delirmiş gibiydi bunu sorarken. Hiç anlamıyordu. Jimin'i sahiden hiç anlamıyordu.  ''Annemin beni kurtarırken ölmesinin ağırlığını sen almadın mı üstümden? Kendi ağırlığını bana yüklerken hiç mi titremedi ellerin? Duvarlarımın içinde kimse olmadan, yaşamadan, sadece nefes alırken sen yıkmadın mı o duvarları, sen göstermedin mi bana nasıl yaşanıldığını? Tekrar aynı duvarları dikmeme neden olurken acımadı mı ellerin?''

''Jungkook-''

''Ben sana demedim mi, sensiz yaşayamam diye. Sen ben yaşayayım diye gittiğinde, hiç kıvırma Jimin, benim ellerimden hayatı alıp gittiğini çok iyi biliyordun ve şimdi geçmiş karşıma ikinci kez keşke beni kurtarmasaydın mı diyorsun? Bana beni öldürüyorsun diyorsun ama sor bakalım, o sabah uyandığımda ve o mektubunu okuduktan sonra, olduğum yere kustuğumdan beri ben gerçekten yaşıyor muyum? Bütün yaşama isteğimi o gün kustum ben.''

''Sürekli başa sarıyoruz.'' diye mırıldandı ufak beden. ''Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Beni artık isteyip istemediğini bilmiyorum. Neden tartıştığımızı bilmiyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum.'' Jimin art arda cümleleri sıralarken sesi, ruhu ve teni soluklaşmıştı ve Jungkook'un da soluklaşma konusunda ondan bir farkı yoktu. Sapına kadar çaresizdi işte. Babasına teslim olurken ki çaresizlik gibi değildi üstelik bu. Boğazını sıkıyordu.

''Çünkü ne kadar konuşursak konuşalım, senin söylediklerin bana yaptığın şeyi değiştirmiyor ve sen yaptığından pişman olmuyorsun, yine olsa yine gideceğini söylemeyi hiç bırakmıyorsun ve ben bunu kabullenemedikçe sana böyle davranmayı bırakamıyorum.'' Junkook kendisini dikkatle dinleyen güzel gözlere indirdi bakışlarını. Gergin sırtı gevşemişti. 

Dürüstçe söyledi konuşması ağırlaşırken. Gözleri kırık acıları asmıştı her bir kirpik tanesine. ''Dudaklarını öpmediğim her gün benim de dudaklarım kavruluyor. Ama ya yine giderse diye düşündüğümden, onların tadını tekrar almayı kendime yasakladım ben. Kollarımı varlığına alıştırmıyorum çünkü sen dürüstçe yine gidebileceğini söylüyorsun.'' Uzanıp beyaz teni, yüzünü yavaşça okşadı uzun kemikli elleri. Jimin kendini tutamamış, iç çekmişti bu dokunuşu hissettiği an. Islak yanaklar, Jungkook'un parmaklarını da ıslatmıştı.

''Kazanamayacağım oyunu oynamayacağım. Çünkü,'' Jungkook son sözünü söylemeden önce biraz eğilip başının tepesinden öptü Jimin'i. Ancak öyle bir şey söylemişti ki, öpüşünün etkisi saliseler sürmüştü sadece. ''Yine öleceksem, hiç yaşayasım yok Jimin.''

***

İnsan özellikle ufakken, her şeyi yapabileceğini düşünürken ve her şeyi yapmak isterken kırılan heveslerini unutamıyordu ve aslında en çok da o zaman inciniyordu. Heves kırıdığı da çok keskin oluyordu, tıpkı umutların yok olması gibi, kağıt kesiği gibi. Çok kanatıyordu, çok sızlatıyordu. 

Üstelik iyileşmiyordu. Üstü kapanıyordu. 

Jimin'in kırılan heveslerini toplasak baştan bir Jimin yaratabilirdik belki fakat o Jimin, belliydi ki bu kadar savaşçı ve bu kadar güçlü olamazdı. Çünkü o kırıkların açtığı yaralar kabuk bağlayıp, nasır tutarak böyle sert bir kalkan olmamış mıydı Jimin'e?

Hiç şüphesiz öyleydi. Her seferinde, ayağa kalkıyordu çünkü. Birileri elinden tutsa da tutmasa da. 

Jinyoung'ın dizlerinde yatarken ve saçları harika bir tanıdıklık hissine neden olan avuçlar ile okşanırken tavanı izliyordu öylece Jimin. İlk defa hiç kalkası yok gibiydi.Kalktığında Jungkook onun yanında kalmayacak gibi hissettiğinden, yerde öylece uzanma fikrini düşünüyordu belki de.

  Jinyoung'ın dizleri, Jimin'in göz yaşlarını birçok kez taşımıştı üstünde. Jimin'in yaralı yüzüne birçok kez pansuman yapmıştı bu dizlere yatırıp ve birçok kez onun hayallerini dinlemişti başı onun kucağındayken. 

Şimdi yine yaralı bir yüz vardı dizlerinin üstünde ve pantolonunda bir nemlilik hissediyordu kardeşi yerine koyduğu bu adamın gözlerinden akan yaşların neden olduğu. Jimin artık ağlamasa da, ağlamanın verdiği bir refleksle ara ara iç çekmeye devam ediyordu.

Jinyoung her onu dizinde yatırdığında olduğu gibi, neden kötü şeylerin hep onun başına geldiğini düşünüyordu bu sırada. uçsuz bucaksız, kötü olaylar silsilesinden bir kurtulamamış, pis laneti üstünden atamamıştı sanki dostu. Kaçsa da geri çekiliyor gibiydi.

Çocuklukları, ergenlikleri ve gençlikleri birlikte geçmişti. Birbirlerinin her şeyini bilirlerdi fakat, Jungkook Jinyoung içinde kocaman bir bilinmezlikti. Çünkü hiç içini açmamıştı Jinyoung'a ve hiç de yakınına yaklaştırmamıştı onu. Fakat Jimin'in en derinlerine uzanmasına izin vermişti ve bu Jinyoung için aslında hala inanılmazdı. Ufak bir çocukken, Jimin'in ondan hiç haberi yokken tanımıştı genç adam Jungkook'u ve birlikte büyümüşlerdi. 

Fakat hiçbir zaman annesini anlatmamıştı, hiçbir zaman ağlamasını görmesine izin vermemişti. Jinyoung hiçbir zaman Jungkook'a ulaşamamıştı. 

Fakat Jimin'in neler yaşadığını en iyi bilen Jinyoung olduğu gibi, Jungkook'un da nasıl bir ölü gibi büyüdüğünü ve travmasının ona nasıl her gün ölmekten beter bir şekilde nefes aldırdığını biliyordu. Jinyoung bunları görerek büyümüştü. Geceleri ufak Jungkook'un çığlıklarıyla uyandığı çok olmuştu ve yine geceleri Jungkook'un üzerindeki duvarı sayıkladığını çok duymuş, en kötüsü de uykusunda annesine yalvardığına birçok kez şahit olmuştu. 

Jimin'in saçlarını okşarken dalgınca ''Hatırlıyor musun bir keresinde dans kursuna gitmene izin vermemelerine rağmen, okul kulübüne yazıldığını öğrenmişti baban?'' diye sordu. '' O sabah okulu kırmıştık çünkü sen yüzündeki yaralarla dalga geçerler diye okula gelmek istememiştin. Galiba altıncı sınıfa falan gidiyorduk.''

''Hatırlıyorum.'' Jimin dalgınca söyledi. ''Baban okulu kırmana çok kızardı ama sen her dayak yediğimin ertesi günü benimle okulu kırardın.''

''Yine olsa yine kırardım.'' Hiç şüphe etmeden söyledi Jinyoung ve sonra asıl söylemek istediği başka bir şeymiş gibi devam etti. ''Ayrıca o gün okulu senin için kırmıştık ama hatırla, senin dizlerine yatıp ağlayan ben olmuştum çimenlerin üstünde.'' 

Jinyoung burukça gülümsedi. Jimin ve Jungkook'a verilen odadalardı. Jungkook gittikten bir on dakika sonra gelmişti, Jinyoung ve Jaebum. Diğerleri Jimin ile ikisine birlikte biraz vakit geçirmeleri için izin vermişlerdi. Pembe'nin gerçekten buna çok ihtiyacı vardı çünkü o kendini bildi bileli ne zaman düşse başını Jinyoung'ın dizlerinde bulurdu.

''Sahi, o zaman bana anlatmamıştın neden ağladığını. Sonra da anlatmadın. Niyeydi?'' Jimin'in gözleri Jinyoung'un koyu gözlerini buldu. 

Onu dizlerinde uzandırırken dalgınca iç çekti ona bakarken genç adam. ''O gece, Jungkook uykusunda çok çığlık atmıştı. Kabus görmüş, depremi yani. Hep o geceyi görürdü zaten küçükken de.'' o anlara gittiğini belli edercesine Jimin'in saçları arasındaki parmakları duraksadı. Gözleri buğulanmış, o sahneler tekrar canlanmıştı gözlerinin önünde. 

Jimin pür dikkat onu dinliyordu.

''Sonra uyanınca, yatağa kusmuş. Küçükken, depremi her gördüğünde kusardı zaten. Bunu yapmayı bırakmak için çok uğraştı, çok fazla yardım aldı.'' Gereksiz bir detay vermişçesine boştaki elini salladı Jinyoung. Gözleri Jimin'i görmüyordu. 

Devam etti çatallaşan bir sesle. ''Babamlar ona kızar diye çarşafı kendi başına yıkamaya çalışırken bulmuştum onu. O soğukta, ufak elleriyle çarşafı yıkamaya çalışıyordu. Ona yardım etmek istemiştim ama bana sadece boş gözlerle bakmış, yardımımı reddetmişti. O gece hiç uyuyamamıştım Jimin.'' 

Jinyoung gözlerini kırpıştırıp başını eğerek Jimin'e baktı, kendisini anlamasını istercesine. Jimin'in devam etmesini bekler gibi baktığını görünce, devam etti o da.''Ona yardım etmeme hiç izin vermemesine çok içerlemiştim. Ona ulaşmama asla izin vermiyordu. O yaşta bile olsam, Jungkook'un gözlerindeki o ölü ifade, o boş bakışlar ve o acı dolu çığlıkların etkisinden çıkamıyordum. Arkadaşı olmak istesem de olamıyordum, ailesi olmamıza izin vermeyeceğini anlamıştım ama arkadaşı olmama bile izin yoktu o küçük çocukla.'' Jinyoung'un elleri saçlarından ayrılıp Jimin'in yüzüne ulaştı ve şakağına doğru akan göz yaşını işaret parmağıyla yakaladı. Jimin'i üzmek için anlatmıyordu bunları. Anlamasını istiyordu.

Çünkü görünen o ki, birbirlerini anlamakta zorlandıkları bir dönemdelerdi ve onları suçlamıyordu. Bütün yaşananlar, çok karmaşık, çok zor ve çok dikenliydi. Ne yaparlarsa yapsınlar, biraz kanıyorlardı.

''Keşke ufak Jungkook'u sarabilsem, keşke onun için canımı verebilsem.'' Jimin usulca fısıldadığında Jinyoung gözlerini kapattı. Küçük Jungkook, Jinyoung için bile, hala kocaman bir yaraydı. O çocuğu asla unutamıyordu. O koca, yuvarlak gözlerdeki ölümü aklından çıkartamıyordu.

 ''O sabah seni de öyle yara bere içinde görünce, elimden hiçbir şey gelmemesinin çaresizliği ikiye katlanmıştı. O yüzden çok ağlamıştım.'' Jinyoung açıklama yapar gibi konuşurken gözlerini karşısındaki boş duvardan almadı.

''Benim için elinden çok şey geldi Jinyoung.'' Jimin başını iki yana sallarken Jinyoung'ın elini kendi elinin içine hapsetti. ''Ufakken bile, beni annemin ve babamın yerine sevdin.''

''Hep severim.'' Jinyoung'ın bakışları tekrar aşağı, dizlerinin üstündeki yüze düştü. Gülümsedi. Bir insan neden Jimin'i sevmezdi ki zaten?

Bir süre bakıştıklarında, geçmişte yaşadıkları birçok anı geçti iki zihinde de. Paylaştıkları şeyler çoktu. Jinyoung iki babası olduğu için ibnelerin çocuğu olarak yayıldığında ve bunun için alaya alındığında yanında hep Jimin olmuştu ve babasından yediği dayakların yanından bile geçmemişti Jinyoung için kavgalara karışıp dayak yemeleri. Çünkü kardeşi gördüğü bu çocuk için, dayak yemek bile keyifliydi.

''Kendimi hiç affetmediğim bir konu var.'' Jinyoung sesi pişmanlık doluyken kısık bir sesle başladı söze, aniden bozarak sessizliği. Jimin'in merakla açılan gözleri ona döndü. ''Jungkook bizimle yaşamaya yeni başlamıştı. Sanırım bir ay falan olmuştu. Hiç konuşmuyordu. Hem de hiç. Babamlar onunla özel olarak ilgileniyor, üstüne titriyorlar diye kıskanmıştım. Sonuçta ben kaç yaşındaydım ki, dokuz yaşında beyni gelişimini tamamlamamış bir velettim.'' 

Jinyoung kendisine öfkeli olduğunu belli edercesine sesini keskinleştirdiğinde Jimin dizinden kalkıp karşısına gelecek şekilde doğruldu. Nedense anlatacağı şey çok önemli bir itiraf gibi hissetmişti.

''Jungkook geceleri hiç uyumuyordu. O zamanlar anlamazdım tabii, sonradan anladım. Diyorum ya, beynim tamamlanmamış sonuçta.'' Duraksayıp derin bir nefes saldı. Sahiden, kendisine bir yumruk geçirmek istemişti koyu saçlı genç. 

''Devam et.''

''Gece kabus görüp çığlık atıp durduğundan ve sonra kusmaya başladığından, muhtemelen bizden korktu, çekindi. Düşünsene hiç tanımadığın insanlarla yaşamaya başlıyorsun bir anda, anneni çok yeni kaybetmişsin, travmanı hiç atlatamamışsın ve evlerinde yaşadığın insanlara yük olmak istemiyorsun...'' Jinyoung buğulanan gözlerle başını odadaki cama doğru çevirdiğinde Jimin, Jungkook'u öyle hayal ettiği an iç çekerek, sessizce ağlamaya başlamıştı. ''Küçüktü sonuçta. Hiç uyumayarak babamları ve beni rahatsız etmeyeceğini düşündüğünden gece boyunca ayakta olurdu. Herkes uyuduğunda kalkar, ufak ayaklarıyla evin içinde yürürdü. Sonra uykuya yenik düşerdi, bazen salonda, bazen mutfakta uyuyakalırdı.''

Jimin hala kendisini ne için suçladığını anlamadığından Jinyoung'a sorgularcasına bir bakış atmıştı ıslak kirpiklerinin altından. 

Devam ettiğinde, sesi çatladı. ''Onu kıskandığım için kahvaltıda, babamlara 'Jungkook geceleri hayalet oluyor ve evde dolaşıp duruyor. Korkuyorum ondan.' diye şikayet etmiştim. Jungkook o gece, odasından çıkmamak için tuvalete gitmemiş, sonra altına yapmıştı.''

Jinyoung dolan gözlerini, parmaklarına kadar uzattığı kazağına sildiğinde Jimin'in kendisine öfkeyle baktığını fark etti.  Kendini savunmak için ''Küçüktüm.'' dese de Jimin gerçekten, Jinyoung'a çok kızmıştı. Kızması gereksizdi biliyordu. Zaten çok geçmeden gözleri dolmuş, tekrar Jinyoung'ın dizlerine uzanarak ağlamaya kaldığı yerden devam etmişti.

''Neden anlattın bunu? Canım yandı.'' diye fısıldadı Jimin. Vücudu az da olsa, ağladığı için sarsılıyordu hala. 

''O kadar küçükken bile korkuyordu insanlardan. Tam o zamanlardan kaçıyordu, kimseyi almıyordu içeri. Kapıları kapalıydı.''

''Çünkü depremde üstüne düşen duvarları kaldıramamışlar onun üstünden.'' Jimin öylece, çatallaşan sesiyle mırıldandığında Jinyoung bunu çoktan kabul etmiş gibi kafasını salladı.

''Haklısın. Ben kaldıramamıştım. Bu yüzden, ellerinde yaralar olsa bile o duvarları onun üstünden aldığın için teşekkür ederim Jimin. Teşekkür ediyorum çünkü o velet, beni hiç öyle görmese de ben onu hep ailemden gördüm.'' Jinyoung uzanıp Jimin'in elini yakaladı ve avuçlarını okşarken devam etti anlayışlı bir ses tonuyla. 

''Teşekkür etme.'' dedi Jimin aniden donuklaşan bir sesle. Ağlaması da öyle, birden kesilmişti. ''Çünkü o duvarları tekrar diktiğinden, benim tekrar üstüne yıktığımdan bahsediyor bana.''

''Jungkook'u anlayamazsın Jimin.'' dedi genç adam. Bacaklarını kıvırmış, kalçasının altına koymuştu ve Jimin'in başı da üst bacaklarının üstündeydi. Odada loş bir ışık vardı ve Jinyoung dürüsttü. ''Sen bile anlayamazsın. İkiniz de acı çekmiş olsanız bile sizin acılarınız farklı. ''

''Biliyorum ama-''

''Sıkışıp kaldığı kara delikten onu çıkarttıktan, güneşi de selamlamasını sağladıktan sonra, zorunda da olsan ve neden yaptığını çok iyi anlasam da, sen onu o deliğe geri koydun.'' 

Jimin itiraz edecek gibi dudaklarını araladığında Jinyoung onu konuşturmadı. ''Ona zarar gelmesin diye yaptığını çok iyi biliyorum. Başka çaren olmadığını çok iyi biliyorum. Seni çok iyi anlıyorum. Senin yerinde olsam ben de Jaebum için aynısını hiç düşünmeden yapardım, ancak,'' Jinyoung iç çektikten hemen sonra gözlerini Jimin'e odakladı. Kendisini anlamasını istiyordu. ''Jaebum'un ne istediğine de kulak vermek zorundayım. Bana o an, o doğru geldiği için senin yaptığını yapabilirdim evet ama sonra, durup baktığımda o yaptığım şey, ona daha fazla zarar verdiyse, bir daha onu yapmam Jimin.''

Jimin ağlamayı kesmişti. Sadece Jinyoung'ı tekrar pür dikkat dinliyordu. 

''O gece, seni almaya geldiğimizde, Hoseok'un arabasında öylece oturan adamın gözlerine baktığımda kimi gördüm biliyor musun?''

''Kimi?'' Jimin'in sesi sadece bir fısıltıdan ibaretti.

''Kustuğu çarşafı tek başına yıkayan ufak ellerin sahibi, boş ve ruhsuz gözlerle bakan minik Jungkook'u. Ben şikayet ettiğim için altını ıslatan, çaresiz, korkan ve annesini henüz kaybetmiş o Jungkook'u gördüm. Ve Jimin, bu beni mahvetti. Yıllar sonra onunla tekrar karşılamak canımı çok yaktı.''

Jimin Jinyoung'a öylece bakakaldı bir süre. Sonra tekrar doğruldu ve Jinyoung'dan uzaklaşıp sırtını yatak başlığına dayadı. Gerçeklik yüzüne bir tokat gibi inmişti yine. 

 ''Sadece korkuyorum Jimin, o Jungkook geri gelirse bir daha onu yakalamak zor olur. Çünkü senin ilk tanıştığın Jungkook bile o travmasını atlatmış bir Jungkook'tu. Sen travmasının etkisi altındaki Jungkook ile hiç tanışmadın.'' Jinyoung çok dürüsttü, belki olması gerektiğinden fazlaydı ama artık gerçekleri konuşmaktan başka ne yapabilirdi ki? 

Bu iki adamın birbirine muhtaçlığı bu kadar belliyken, ona kalan gerçekleri o ikisinin suratına vurmaktı işte. ''Ve biliyorum senin ona ihtiyacın var, onu kaybetmeni istemiyorum. Onu tekrar geçmişine tıkmadan, tutmanı istiyorum.''

Jimin korku dolu gözlerini Jinyoung'a çevirdi. ''Ne yapacağımı bilmiyorum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.''

''Artık şunu biliyorsun, onun yaşaması için gittiğinde geride kalan Jungkook, ölü Jungkook'tan bile beter. İstediği buysa, öyle bir seçim yapmak zorunda kalırsan, istediği gibi ona seninle birlikte ölme izni ver.'' Jinyoung söylediklerinin çok ağır olduğunu biliyordu ama işte düşündükleri buydu. Bundan sonrası Jimin'e kalmıştı. 

Jimin göz yaşlarının ona sunduğu ıslak bakışlarla Jinyoung'a çevirdi bakışlarını. Birkaç kalp atımı süresince sustu. Derin derin nefesler alırken her bir kirpiğine kırılmış hevesler asılıydı sanki, göz kapakları düşüktü. Sonra, sakince ''Anladım.'' dedi. ''Bu sefer anladım.''

Jinyoung bu adamı sahiden çok seviyordu. Yanına ulaşıp onun gibi sırtını yatağın başlığına dayadı ve dizini pat patladı. ''Gel buraya,'' dediğinde Jimin anında dizine geri uzanmıştı.

Jinyoung saçlarını okşadı, avuç içlerini öptü ve Jimin istiyor diye küçükken hep söyledikleri şarkıları mırıldandı o kötü sesiyle. En yakın arkadaşı dizlerinde mayıştığında Jinyoung çok ağır hissediyordu.

''Biz mutlu olmayı hak etmiyor muyuz?'' diye sordu uzun süren bir sessizliğin ardından Jimin. Göz kapakları, gözlerine  perde çekmişti. Jinyoung uyuduğunu sandığı için irkilmişti.

Onun soluk pembe saçlarını parmaklarıyla tararken ''En çok siz hak ediyorsunuz.'' dedi bütün inancıyla. ''En çok siz Jimin.''

***

Jimin yerinde rahatsızca kıpırdanırken gözleri sürekli yaptığı gibi saate kaymıştı. Jungkook ve Hoseok gideli yaklaşık iki saat olmuş ve sadece bir kez Hoseok, Jihyun'u arayıp bir sorun olmadığını söylemişti. ''Gelince anlatacağız.'' demişti ama anlamıyordu Jimin. Neyi anlatacaklardı? Neden ablasıyla onu konuşturmamışlardı? 

Neden olayın tam ortasında Jimin varken dışında tutuluyordu?

Ayrıca Hoseok ile konuşmalarının üstünden bir saat geçmişti. Endişe vücuduna sızan bir parazit gibi onu sömürürken yerinde rahatsızca kıpırdanıp duruyordu. Taehyung'u arayan ve sonra kendisini isteyen Seokjin ve Namjoon ile konuşurken bile aklı onlardaydı. 

''Sık sık arayın tamam mı? Hepinizi özledik.'' Seokjin, sarı saçları ve beyaz gömleğiyle ekrandayken güzel gülüşünü sunduğunda Jimin de gülümsedi zoraki bir şekilde. Seokjin'in hemen yanında şapkalı bir Namjoon vardı. 

''Hepimizin sizi aynı şekilde özlediğinden emin olabilirsiniz.'' dedi Jimin. Fakat koltuğun kol koyma yerine kalçasını bırakıp telefona yaklaşan Yoongi, aksini söyleyeceğini belli edercesine yüzünü buruşturdu. Bir şey demesine fırsat kalmadı gerçi, Seokjin o mızmızlanmadan lafını ağzına tıkmıştı bile.

''Evet, evet sen özlemedin. Anladık Min Yoongi, rol yapma boşuna.''

Yoongi gülerken, büyük olan ''Kardeşime iyi bakın,'' dedi hemen ardından. Gözleri kameranın ardına düşmüştü. Muhtemelen yurt çalışanı gelip bir şeyler demişti. ''Ve birbirinize de.''

''Gözün arkanda kalmasın.'' dyoongi ciddi bir tavırla söylemişti bunu. En büyükleri o olduğundan kendisini sorumlu hissediyordu. ''Hepimiz iyiyiz.''

''Jungkook veletine de söyleyin, bir ara arasın da, yüzünü göreyim.''

Jungkook dediği an Jimin yine huzursuz bir nefes aldı ve gözlerini duvardaki saate kaydırdı. Yoongi anlamış gibi başını çevirip yanındaki Jimin'e bakmıştı.

''Söyleriz.''

''Tamam, şimdi kapatmamız gerek. Sonra tekrar konuşalım.'' Seokjin, Namjoon ile birlikte kameraya el sallarken, Jimin de dalgınca onları taklit etti. Sonra kapanan telefonu kendi eline aldı Yoongi ve kedi gözlerini dikkatle tekrar ona çevirdi. Yüzündeki huzursuzluğu başka bir odaya gitse bile seçebilirdi. 

''İyiler.'' 

Yoongi söylediğinde Jimin kaşlarını çatıp ona baktı. ''Nereden biliyorsun?''

''Jungkook, Taehyung'a mesaj attı az önce.''

''Neden hala gelmiyorlarmış?'' Jimin yerinde dikelirken sertçe sormuştu. Jungkook'un başkalarına haber verip kendisini es geçmesine kırılmıştı çünkü. 

''Gelince anlatacağını söylemiş.''

Jimin başını sallarken anlayışlı gözlerden çekti bakışlarını ve ellerine indirdi. Jinyoung ve Taehyung akşam yemeğini hazırlamak için mutfağa tıkılmışlardı. Jihyun ve Jaebum balkonda sigara içiyordu ve Jimin onların balkonda oturup muhabbet ettiklerini boydan camdan seçebiliyordu. 

İyi olduklarını öğrenmiş olsa da gerginliği hiç azalmadı küçük olanın. Öylece dimdik oturuyordu. Kafasının içindeki gürültü, hemen yanı başındaki adam tarafından bile duyuluyordu. 

Yoongi, bütün ev halkıyla birlikte bugün Jimin ve Jungkook kavga ettiğini duymuştu. İkisinin arasında olduğu için karışmak istemiyordu, zaten hiçbir zaman başkalarının işlerine karışmazdı. Bu sefer Taehyung bile bir adım geride izlerken onları, Yoongi neden karışsındı ki? 

Sadece Jihyun abisini üzdüğünü gördüğü için ara ara Jungkook'a sinirleniyordu lakin bu durumu da kontrol altına almıştı Yoongi. 

Sonuç olarak aralarındaki bu şeyi, kendi kendilerine düzeltmelerini bekliyordu herkes. 

Düzelmediğini düşünmek bile istemiyordu Yoongi. Şayet, öyle bir şey olursa hangi birini nasıl toplayacaklardı? Bu ikisi birbirinden uzak, toparlanabilirler miydi ki? 

Hiç sanmıyordu. 

Gürültülü sessizliği, elinde telefonla içeri giren Jinyoung bozdu. Bir eli bulaşıkmış gibi havadayken salonun ortasına ilerliyordu. ''Neden ona kendin sormuyorsun?'' Gözleri Jimin'i bulduğunda, Pembe bahsedilen ''o'' olduğu anladı.

''Jungkook benim işim var canım, vereyim ben kendin sor. Boş boş tribe girmeyin. Hadi görüşürüz.'' Jinyoung hzlı hızlı sıralayıp telefonu Jimin'in eline tutuşturduğunda Jimin şaşkınca, ilk defa görüyormuş gibi telefona bakakalmıştı. 

Jinyoung, Yoongi'ye arkasından gelmesini işaret ederek, telefon kendisine tekrar verilmesin diye hiç beklemeden salondan ayrıldı. 

Jimin telefonu kulağına dayarken, konuşmayı unutmuş gibiydi. ''Şey...'' diye mırıldandı anlamsızca. ''Efendim?''

Jungkook da bir süre sustuğunda büyük olan iyice gerilmişti. Bugün ettikleri kavga, başka bir kavgaya benzemiyordu. Aslında Jimin ve Jungkook, adam akıllı kavga bile etmemişlerdi, ta ki bir sabah Jungkook, Jimin'siz uyanana kadar.

Bu yüzden ne yapacağını bilemiyordu Jimin işte. Sahiden bugün dediği gibi, kendisini hala isteyip istemediğini bile anlamıyordu. 

''Eczanedeyim.'' dedi en sonunda Jungkook. Ses tonu dümdüzdü. ''Ağrı kesici krem ve biten ilacından aldım. Başka bir şeye ihtiyacın var mı?''

''İlaçlara ihtiyacım olmadığını biliyorsun.'' dediğinde, sesi manidardı Jimin'in. Şey der gibiydi, sen zaten neye ihtiyacım olduğunu biliyorsun. 

''Tamam.'' dedi sadece sevgilisi ya da sevdiği. 

''Tamam.'' dedi Jimin de. Böyle olmak kavga ediyor olmaktan bile kötüydü. Jungkook sustuğunda, bağırmaktan beter ediyordu adamı.

Telefonun ucundan derin bir nefes alırken diğeri, balkondaki kendisine dönük sırtları izliyordu Jimin. Havaya karışan gri dumanları seçerken, merak etmişti birden. İçtikleri sigara, acaba kendi derdini geçirir miydi? Bir işe yarıyor muydu harbiden?

''On dakikaya gelirim.'' dedi Jungkook birden, tam da Jimin uzayan sessizlik yüzünden onun telefonu kapattığını düşündüğünde.  

''Keşke iyi olduğunu haber vermek için arada arasaydın.'' diye dert yandı Jimin konuşmasından cesaret alarak. Gittiğinde aramayacağını biliyordu elbette. Kendisi gittiğinde onu aramamıştı çünkü. 

Jungkook'un da böyle düşündüğünü sandı, hatta gelecek, sivri ve zehirli sözlere hazırlandı ancak Jungkook sadece ''Haklısın.'' dedi. ''Endişeleneceğini biliyordum. Aramalıydım.''

Jimin buna diyecek bir şeyi olmadığını fark etti. Biliyordun ama aramadın, demedi. İşi yokuşa sürmek yerine sadece, ''Lütfen gelin artık.'' dedi. Sesinde gizli bir çaresizlik vardı.

''Tamam.'' dedi Jungkook iç çekerken. ''Kapat hadi. Evde görüşürüz.''

''Görüşürüz.'' dese de kapatamadı Jimin, zira Jungkook da telefonu kulağından çekememişti. Derin birkaç nefes alındı. Yarım bir şeyler vardı. 

Yarım kaldıklarının farkındalardı. 

Pes edercesine telefona, ''Seni seviyorum, bunu biliyorsun değil mi?'' diyen Pembe'ydi. 

Jungkook yutkundu, ''Biliyorum.'' dedi telefonu daha sıkı tutarken. İçi burkulmuştu. Jimin'in karşılık beklediğini bilmesine rağmen telefonu usulca kulağından çekti ve aramayı sonlandırdı. Onu sevmediğinden değildi elbette, kuru bir seviyorum bahşetmek istememişti ona. Çünkü söylese de şu an öyle hissettiremeyeceğini anlamıştı o cümlelerin.

***

''Yani, sizinle görüşmeyi kabul etmedi öyle mi?'' 

Taehyung hala anlamadığını belli edercesine yemek masasında sorusunu tekrarladığında Hoseok başını salladı ve gözleri kaçamak bir şekilde Jimin'e değdi. ''Kesin bir dille, bu işten onu uzak tutmamızı istedi. Jimin ile konuşmak da istemedi.''

Jimin sessizce önündeki tabağa bakarken ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. Ablasının o adamla gerçekten istediği için çalıştığına ve kendisiyle konuşmak istemediğine inanmak zordu. Bütün gözlerinin onun tepkisini izlediğini biliyordu ancak bir tepki vermedi. Bir tepki veremeyecek kadar yorgundu artık. Gerçekten, hiçbir şey yapacak hali kalmamıştı. Öyle ki yemeğini bile yiyememişti.

Jinyoung konuyu değiştirmek istercesine ''Joon Hyuk'un kara para akladığını nasıl öğrendiniz?'' diye sordu. Sırf Jimin'e bakmamak için tabağındakilerden ağzına atmıştı ancak ağzında sadece acı bir tat vardı. Ağzının içinde geveleyip durup en sonunda boğazından yollamıştı. ''Ve uyuşturucu işinde de olduğunu?''

''Aslında öğrenmedik. Şüphe sadece.'' dedi Hoseok da önündeki su bardağını eline alarak. Yemek masasındaki tatsız hava canını sıkmıştı. ''Babam onunla ortak biliyorsun. Bazı şeylerden şüphelendiğini dile getirdi.''

 Mutfaktaki büyük yemek masasına sıralanmış oturuyorlardı. Jinyoung ve Taehyung keyifli bir akşam yemeği yemek için özenle bir şeyler hazırlamışlardı ancak konuşulanlardan sonra yine kimsenin keyfi yoktu. 

Saat akşam yediye geliyordu. Jihyun'un konu hakkında hiç yorum yapmadığını ve kaçamak bakışların Jimin'e hiç düşmediğini tek fark eden Yoongi'ydi. Genç sevgilisi hemen yanında tabağındakilerle oynayıp duruyordu.

Çok fazla sohbetin gerçekleşmediği tatsız bir akşam yemeğinden sonra, Jinyoung ve Jaebum artık gitmeleri gerektiğinden bahsederek ayaklanmışlardı. Jihyun'un sessizliğinin aksine, Jimin'in sessizliğinin herkes farkında olduğundan, çocukluk arkadaşı Jimin'i defalarca öptü gitmeden önce. Jimin sadece gevşek bir sarılma verebilmişti ona.

Onlar da gittiğinde, herkes salonda olmasına rağmen çıt çıkmıyordu kimseden. Jungkoook'un gözleri, yerden hiç kalkmayan Pembe'nin gözlerindeydi. Ağır bir sessizlik vardı. Göğüslere çökmüş, nefes almayı biraz zorlaştırmıştı.

Jimin ablasının ona neden sırt çevirdiğini defalarca düşünmüş, bir şekilde yine kendisini suçlu bulmayı başarabilmişti. Kendisi yüzünden zarar görmüştü genç kadın, Jimin'den kaçması en mantıklı şey değil miydi? Hyuk'un karşısında durduğunda zarar gördüğünü anlayıp onun yanına geçtiyse, bu yüzden kim onu suçlayabilirdi? 

Jimin'in suçlamayacağı ortadaydı.

İçi sıkılan Taehyung oflayarak yerinde kıpırdandı ve sırf konuşmak için ''Mutfak alışverişi yapılması gerek.'' diye söylendi. Bir şeyler konuşulması için, konuyu seçerek açmadı bile. Koyu kahve gözleri cansız bakıyordu onun da. 

Telefonuyla uğraşan, odanın bir ucundaki Hoseok gözlerini kaldırıp ona baktı. Eve geldikten sonra duş aldığından kendi saçları kabarıktı ve alnı açıkta kalmıştı. ''Git yap o zaman.''

Taehyung her zaman olduğu gibi, ona bir moron gibi baktığında Hoseok kaşlarını kaldırmıştı. 

Jihyun, ''Yine başlıyoruz.'' diye söylenirken Yoongi'nin yanından kalktı. ''Elektrik akımı yüzünden saçlarımın havalanmasını istemediğimden, ben odamdayım.'' derken telefonunu cebine sıkıştırmış ve Yoongi'ye hiç bakmamıştı. 

Büyük olan onun gidişini izledikten sonra sıkıntılı bir nefes çekti ciğerlerine. Sonra, ''Alışverişin benim üstüme kalmasını istemediğinden  ben de gitsem iyi olur.'' diye gelişigüzel bir bahane sunup küçüğünün arkasından hiç oylanmadan çıktı.

''Arabam mı var, beynini kadınlarla oynaşırken yitirmiş herif?'' 

Taehyung bilmiş ve gıcık bir tonla, gidenleri hiç umursamadan Hoseok'a meydan okuduğunda diğeri oturduğu koltukta dikleşti. Esmerin söyledikleri yine onu hayrete düşürmüştü. ''Ne alaka şimdi?''

''Aldıklarımı nasıl taşıyacağım? Arabası olan sensin, git alışveriş yap.'' 

''Kadınlar ne alaka Taehyung? Senin benimle derdin ne açıkça söylesene.''

Taehyung gözlerini devirip bakışlarını ondan kaçırdığında Hoseok cidden bu adamı asla ama asla anlayamadığını bir kez daha fark etti. Çok ilginç bir düşünce tarzı olsa gerekti, yoksa konuları nasıl birbirine bağladığını anlamıyordu.

Yine de söylediklerinde haklı olduğunu biliyordu. Alışveriş yapılacaksa elbette ev sahibi olarak kendisi yapmalıydı. Ayaklanıp üstündeki gömleğin kıvrık kollarını düzeltirken ikili koltukta birbirinden uzak oturan ikiliye baktı. İkisinin de suskunluğu gerçekten keyif kaçırıcıydı. ''Beyler, ihtiyaçlarınızı söyleyin de, alışverişe gitmişken onları da alayım.''

Jimin kendisine söylenildiğini bile fark etmezken, Jungkook olumsuz anlama gelen bir baş sallama verdi ona. ''Bir şey lazım değil Hoseok, sağ ol. Zaten bir şey gerekirse ben alırım.''

Hoseok ayakta dikilirken Taehyung'un gözlerini üstünde hissediyordu. Gergin omuzlarını hareket ettirip konuştu. ''Öyle şey mi olur? Söyle işte bir şey varsa, gerekirse sen yine gidip alırsın. Ben gidiyorum işte.''

Jungkook'un gözleri Jimin'e döndü. Tatlıya düşkünlüğünü bildiğinden, ''Tatlı bir şeyler alsana gelirken.'' diye mırıldandı. Jimin'in dalgın bakışları berraklaşmamış, hala hiçbir şeyin farkında değildi. Düşünceleri öyle bir yoğunluktaydı ki kafasının içinde, dönen dünyanın hiç farkında değildi.

Bu isteği Hoseok'u şaşırtsa da yanlış anlamaması için gülümsedi belli belirsiz ve ''Tamamdır.'' dedi. Ardından ellerini cebine sıkıştırıp Taehyung'a döndü. ''Hadi bakalım tuhaf herif, düş peşime. Alışveriş yapacağız.''

Normalde, Taehyung, emir verdiği için kılını bile kıpırdatmazdı ancak ilginç bir şekilde emrine boyun eğip ayaklandı. ''Tuhaf değilim ben.'' dedi Hoseok'un önünden geçip giderken önemli olan tek şey bu dediğiymiş gibi. 

Hoseok kendisini uğraştıracağını beklediğinden itaat etmesine şaşırsa da belli etmemek adına, elleri cebinde çıktı odadan ve dış kapının koridorunda bulunan dolaptan ceketini çıkartan Taehyung'u süzdü. 

''Ne?'' dedi Taehyung ona hiç bakmadan. Ceketinin düğmesini ilikliyordu. ''Seksi bedenim dikkatini mi çekti?''

Hoseok şok içinde dudaklarını aralarken, bir saniye sonra çatık kaşlarla birlikte dudağını keyifsizce büzmüştü. Taehyung bu yüz ifadesini gördüğünde sırıttı. ''Sen sahiden homofobiksin.'' dediğini duydu Hoseok ama bir şey diyemeden kapıdan çıkan esmer yüzünden o da sessizce onu takip etmek zorunda kaldı.

Arabaya bindiklerinde Taehyung sessizdi. Her nedense Hoseok'a baktığında lisede kendisine takılan, ezmeye çalışan zengin züppelerini hatırlamıştı. Bu züppeler tek kaldıklarında onu çıplakmış gibi süzer, ona dokunmaya bile çalışırdı. Ancak kalabalığın içindelerse, kendilerine iğrenircesine bakar, bazen de onu tartaklardı. 

Bu yüzden Yoongi'ye sahip olduğu için mutluydu. Her zaman kendisini koruyan bir Yoongi varlığı, inanılmaz bir güven hissi vermişti esmere. Bir an, keşke şu an Yoongi de olsaydı diye düşündü ancak artık yetişkindi. Böyle şeylerle kendisi ilgilenebilirdi. 

Hoseok onun gerçekten durgun olduğunu ve alınmış baktığını fak edince şaşkınca soludu. ''Bana bak esmer,'' derken esmer demek aklında yoktu ama çıkıvermişti ağzından. Üzerinde durmadı. Hoseok zaten çok fazla şeyin üzerinde durmazdı. Umursamaz, rahat bir adamdı. Hallederiz derdi hep. Bazen gevşek bile görünebilirdi ama aslında, bir o kadar da fevriydi. Kendi bile fark etmeden bir öfke denizinde boğulabilirdi. 

Ciddi olduğu zaman sahiden de ciddiyetle titretebilirdi. 

''Homofobik falan olduğum yok. Laf atmak için boş konuşuyorsun. Sadece biraz aklını kullansan öyle biri olsaydım Jimin için uğraşmayacağımı fark edebilirdin.'' 

Taehyung önce direksiyona uzanan gergin koluna sonra çatık kaşlarına baktı yanındaki adamın. ''Belki özel olarak bana homofobiksindir.'' İyiden iyiye saçmalamaya başladığını fark etmedi onu incelerken. 

Gergin kollara bir de gergince bir oturuş eklendi ve kısa bir bakış attı ondan tarafa Hoseok. Biraz afallamıştı. ''Senin yöneliminin ne olduğunu bile bilmiyorum ben. Neden kişiselleştirmeye çalışıyorsun durumu?''

''Artık biliyorsun.'' dedi Taehyung sadece ve koyu gözlerini yola çevirdi. Hoseok'un bir şey demeyeceğini düşündü çünkü uzun bir süre ikisi de sadece farların aydınlattığı asfaltı izlemişti. 

''Benimle ilgili hiç bir şeyi kişiselleştirme.'' dedi Hoseok bu sürenin sonunda. Netti söylemek istediği. Taehyung ses etmedi. 

Yol boyunca da bir daha konuşmak için aralanmadı dudakları. Hoseok düşüncelerde boğuldu, Taehyung boş gözlerle kendi kendine savruldu.

Marketin önüne geldiklerinde ilk Taehyung indi arabadan. Hoseok yanına geldiğinde, ''Kağnı gibi yürümesene.'' diye çıkıştı ona. 

Hoseok sadece sabır dilenircesine gözlerini yukarı kaldırmıştı. Suskunluğu bitmişti anlaşılan, tekrar sinir bozucu cümlelerini Hoseok'a bahşediyordu çünkü.

Lakin market reyonları arasında dolaşırken Taehyung'un kaçamak bakışlarını sırtında hissetse  ilginç bir şekilde bir daha hiç açılmadı esmerin dudakları. Sakince market arabasını Hoseok'un bir adım gerisinden sürüyordu. 

Taehyung da birden neden sessizleştiğini anlamamıştı. Kendininkilerden daha dar olan omuzları izlerken hiç konuşası yoktu. Zaten bugün Jimin için de canı sıkılmıştı ve her şey kötü olmaya devam edecekmiş gibi göründüğünden sinirleri bozuktu. 

Bir de, abisini sahiden özlemişti. Normalde her gün onu görebildiği bir yerde çalışırken kaç gündür onunla sadece telefondan konuşabiliyordu. En kötüsü, kimse öyle hissettirmese bile bir türlü arınamadığı bir yalnızlığın içine düşmüştü sanki. 

Bundan sonra ne olacağını düşünüyordu da, sahiden sonu neydi bütün bu olanların? Jihyun Amerika'da okuyordu, Yoongi ile olan ilişkileri ne olacaktı? Okulu bıraksa burada ne yapacaktı? Gelip Yoongi ve Taehyung ile mi yaşayacaktı? Belki Yoongi Seul'e taşınır ve onunla ayrı eve çıkardı. Eh, ömrünün sonuna kadar Yoongi'yle yaşayamazdı ya Taehyung. 

Pekala, Jungkook ve Jimin kaldıkları şekilde devam ederdi belki fakat Taehyung, kendisini bir belirsizliğin içinde gömülü görüyordu işte. Yalnız kalmaktan hep korkmuştu ve şimdi ellerine tutuşturulacak olan şey, korktuğunun ta kendisi olacak gibi hissediyordu.

Hayır kimseyi kıskanmıyordu. Fakat insanlar kendi hayatları içinde koşuştururken onu unutmalarından korkuyordu. 

Yine de şimdi böyle düşünmesi yanlıştı biliyordu. Sadece kötü günleri atlatmak önemliydi, gelecekte yalnız kalabilirdi.

''Bundan sever misin?'' diye sordu Hoseok esmerin garip sessizliği yüzünden kasılırken. Ela gözleri koyu gözlere döndüğünde onun kendisini duymadığını fark ettiğinde elindeki paketi sallarken tekrarladı sorusunu.

Taehyung sıçrayıp ona baktı. Hoseok onun sıçrayışına gülümsediğinde, gözleri gülüşüne düştü. Güzel gülümsüyordu.

''Canın ne istiyorsa onu al.'' dedi Taehyung gülüşü yüzünden dikkati dağılırken. ''Ben misafirim.''

Hoseok onu süzdü baştan aşağı son bir kez ve sonra umursamazca omuz silkti. ''Bir şey istersen söyle sen.'' dedi sadece. İnce düşünen bir herif değildi, olsaydı Taehyung'un, sürekli burası benim evim, deyişine gerçekten alındığını fark ederdi. 

***

Salonda sadece ikisi kaldığında bile yerdeki koyu renk halıdan gözlerini çekmemişti Jimin. Soluk pembe saçları alnına düşmüş, göz kapakları ağırlaşmıştı. Hareketsizdi, sanki hiç hareket etmezse dünya onu unutur, onu almadan dönerdi kendi etrafında. Jimin artık dünyanın dönmesinden bile yorulmuştu.

Jungkook koltukların birinde diken üstünde onu izliyordu. Güzel gözlerin hiç kendine değmemesinden rahatsızdı ve şu an, kafasının içinde dönüp dolaşıp yine kendini suçlayan sesler olduğunu biliyordu karşısındaki dağılmış adamın. 

Üstünde kırmızı bir hırka vardı, ona bol gelen. Teni soluk, duruşu yorgundu. 

Küçük olan bu görüntüyle sıkıntı içinde göğsünü şişirdi ve dizlerinden destek alarak ayaklandı. Koridordaki dolabın üstüne koyduğu poşeti eline alıp geri dönerken evin bir ölüm sessizliğine sahip olduğunu fark etmişti.

Tekrar salona girdiğinde Jimin'in gözleri sonunda yerden kalkmış, kendisini bulmuştu. Jungkook rahatlamış bir halde nefes aldı bu sefer. En azından, gözler hala kendisine bakıyordu. Bakışlarına karşılık verip tepesinde dikilene kadar ona yürüdü bu sırada. 

Ağır hareketlerle elindeki poşetin içinden çıkarttığı kitabı ona uzatırken de sessizdi fakat Jimin'in şaşkın ifadesine bakarken, ''Evin içinde sıkılıyorsun.'' diye açıklama yaptı.

Jimin kafasının içinde çok hızlı bir şekilde geçmişe dönüş yaparken gözlerinin dolmasına engel olamadı. Jungkook'un evine yeni geldiği zaman, Jungkook onun evi olmadan önce, kendisine aldığı kitabı hatırladı Jimin.

Gözleri tuttuğu iki kitabın üstündeyken yavaşça burnunu çekti ve sonra ıslak gözlerin, yukarı, küçük olana kaldırdı. Uzattıklarını eline aldığında Jungkook gözlerini kaçırmıştı bu yüzden tekrar kitaplara baktı. 

Biri Küçük Prens'ti aldığı kitabın. 

Diğeri Şeker Portakalı.

Jimin en sonunda, kendisini tutmayı bıraktı ve sessizce döktü göz yaşlarını elindeki kitapları göğsüne bastırırken. 

Artık neden bir türlü kafasını kaldırıp gökyüzüne bakamaz olduğunu anlamıyordu. Göğü mü çekip almışlardı başının üstünden yoksa yerle bir mi olmuştu bu gezegen? 

Jimin neden sonsuz ve mavi gökyüzünü göremez olmuştu başını kaldırdığında? Bir kuş olmak istemiş, göklerde süzülmenin hayalini kurmuştu. Kuş da olmuştu, göğüne de kavuşmuştu ancak kanatlarını kopartmışlardı sanki. 

Kopan kanatın yerine yenisi gelir miydi peki?

Neden düzeldi sandıkça beter olup duruyordu her şey?

Genç adam yalnız kalacağını düşünüyordu biraz önceki ağır sessizliğinde. Ablası gibi, herkes doğru olanın ondan uzak olmak olduğunu bir gün fark edecekti. Jimin'i geride bırakacaklardı çünkü kendisi sadece ayak bağıydı insanlara. Tek umduğu şey, zarar görmeden bunu fark edebilmeleriydi. Artık lanetli olduğuna inanmaktan başka elden ne gelirdi ki?

Ve Jungkook... onu en derinden, en savunmasız şekilde yaralayabilecek lakin aynı zamanda tek bir gülüşüyle, tek bir dokunuşuyla Jimin'i küllerinden tekrar yaratabilecek kadar güçlüydü işte. Bu yüzden ona karşı daha hassas, daha muhtaçtı ya. Jungkook kirpiklerinin neden ıslandığını biliyordu, bu yüzden usulca oturdu pembesinin yanına. ''Hiçbir şeyin suçlusu sen değilsin Jimin.'' derken söylemek istediği bir ağız dolusu cümlesi vardı ama bunu sızdırdı dudaklarından. Öyleydi çünkü. 

Jimin yanına oturmasına rağmen aralarında bıraktığı boşluğa gözlerini dikti. Göğsü sızlıyordu. Kırık kaburgasının içinden, ezbere atan kalbi delinmiş gibi kan sızdırıyordu. İstemsizce, histerik bir şekilde güldü. 

Jungkook bu gülüşün anlamını da biliyordu. Ne yapacağını bilemez bir şekilde yumdu gözlerini ve o sürede Jimin yanından ayağa kalktı. Hareketlenmeyi fark eden genç, araladığı gözlerini onun üstüne dikti. 

''Teşekkürler.'' dedi Jimin ve başka hiçbir şey söylemeden gerisinde bıraktı Jungkook'u. Odaya girdiği gibi kendisini yatağın içine hapsetti, yorganı çenesine kadar çekti ve beyaz tavana dikti gözlerini. Kitapları yanındaki komodinin üstüne bırakmıştı.

Öylesine yorgundu ki... Öylesine harap olmuş, öylesine yazık olmuş hissediyordu ki, artık ne için dua edeceğini, neye sarılacağını veya neyden kaçacağını bilemez olmuştu. Sanki artık adı bile karışmıştı, kimdi, ne için savaşıyordu bunları bile düşünemeyecek kadar yorulmuştu.

Sessizliğin onu ezmesini bekledi. Ağırlığının altında yatağa karışıp gitmek, bütün bunların artık gerçekten son bulmasını istedi.

Jungkook çok beklemedi arkasından gitmek için. Ağladığını düşünmüştü fakat öylece tavana bakarken bulmuştu odaya girdiğinde Pembe'yi. Kapının girişinde çok beklemedi. Yatağa tırmanıp sırtını yatak başlığına dayadı ve oturdu öylece. Sessizlik bulaşıcıydı, ele geçirdi bütün bedenini. 

Bir süre boyunca hiç hareket etmedi ikisi de. Sonra Jungkook yorgun gözlerini avuç içleriyle ovdu ve başını arkaya yaslayıp Jimin'in gözünü kırpamadan baktığı tavana dikti soluk bakışlarını. 

İki yabancı gibi oturuyorlardı yatakta. İkisinin de en çok canını yakan da buydu ya zaten, bir olmak için verdikleri bütün savaşlardan sonra ayrı kalmaları, yan yanayken birbirlerine dokunmamaları...

Jungkook, kör inadına kızıyordu, kırgınlıklarının önünü kesmesine, en sevdiğinin yaptığını kolayca affedememesine kızıyordu fakat en sevdiği olduğu için bu kadar zor olduğunu da biliyordu. Çünkü hiç beklememişti ondan öyle bir darbe, korksa da inanmıştı hiç gitmeyeceğine. 

Fakat sorun bu da değildi artık, Pembe'nin hala gidebileceğini söyleyip durmasıydı. En başta da, hayatıma alırsam gittiğinde mahvolurum diye uzak durmuştu ondan ve mahvolmuştu. Şimdi Jimin giderim derken, yaklaşamıyordu işte ona. 

Jimin sessizliği çatallanmış sesiyle böldü en sonunda. ''Jungkook.'' diye mırıldandı. Gözleri hareketsizdi. ''Bana dedin ya bugün, gidersin diye öpmüyorum seni, o yüzden sarılmıyor kollarım sana diye,''

Jungkook derin bakışlarının gölgesini üstüne düşürdüğünde bile gözleri hareketsizdi Jimin. Sesinde pes etmişlik vardı bolca. Kelimeler ağzından çıkmak istemiyor gibiydi, tutunuyorlar diline, dudaklarının kenarından zor sızıyorlardı. ''Ben de beni kesin bir şekilde terk etmeni istiyorum. Eğer artık istemiyorsan beni, uzak dur benden. Geri dön evine.''

Jungkook söyledikleriyle donup kaldığında, ''Ben anladım.'' diye devam etti Jimin. Ona konuşma fırsatı tanımamıştı. ''Gerçekten anladım. İnsanların akıllarının başına gelmesi için zarar görmeleri gerekiyor. Bak ablama, benim tarafımda olmanın yanlış olduğunu öğrendi çünkü zarar gördü. Sen de gördün işte. Seni parçalara böldüm ben. Madem vazgeçtin benden, iyi olmamı bekleme. Bırak da git beni Jungkook.'' 

Jungkook ne demek istediğini anlamak istemezcesine bakıyordu Jimin'e. Fakat Jimin saçmalamaya devam ediyordu. ''Eğer duvarları tekrar diktiysen sahiden aramıza, benim ellerim çok yaralı Jungkook. Bu sefer itemem onları. Eğer kaçtıysan yine benden, ki görüyorum kaçmışsın, bu sefer dizlerim paramparça, tutmuyor, koşamam ben, yakalayamam seni.'' Gözleri ağır ağır küçük olana döndüğünde, ağlayamıyordu bile. Bir boş vermişlik, bir usanmışlık vardı gözlerinde. 

''Eğer iyileşmemi beklersen sanarım ki yine yakalarım seni, yine çeker alırım o duvarları aramızdan ama sen ikinciye izin vermeyeceksin ben anladım Jungkook. O yüzden hiç umut fısıldama sen benim kulaklarıma, bırak yerdeyken beni. Yerdeyken seni tutamayacağımı anlarım en azından.''

Jungkook derin bakışlara, artık ıslanamayacak kadar yorgun gözlerle bakarken ''Ben senden vazgeçtiğimi hiç söylemedim ki.'' dedi burukça. ''Ben senden vazgeçemem ki.''

''Benim yüzümden canın yakılsa da mı vazgeçmezsin?'' Jimin masumca sormuştu. Öyle masumdu ki sesi, Jungkook'un göğsü titredi. Öpmeye doyamadığı bal dudaklar ne acı sözler fısıldıyordu ona, ne yakıcıydı o güzel gözlerdeki acı bakışlar...

''Senin tarafından canım yakıldıktan sonra bile vazgeçmedim.'' Jungkook Jimin'e bakarken anlasın istedi, içindeki yangının onu da yaktığını, dudaklarının sızladığını anlasın istedi. Kollarının uyuştuğunu, ona uzak kalmanın onu da nasıl yorduğunu görsün istedi.

''Sahiden benimle ölümü mü seçiyorsun?''

''Hala anlamadın mı?'' Jungkook bir tek bunu sordu. Cidden, hala anlamamış mıydı?

Pembe sustu... biraz daha sustu ve sonra ''Özür dilerim.'' dedi tek nefeste. İnatla ıslanmayan gözlerden sızdı göz yaşları usulca ve şakaklarından aşağı düştü. Gözleri küçüğünün yuvarlak gözlerindeydi. Artık sahiden anlamıştı. ''Ufakken kustuğun çarşafı tek başına yıkamak zorunda kaldığın için ve özür dilerim seni o gönlere geri gönderdiğim için.''

Jungkook'un dudakları aralanırken şaşkınlıkla, Jimin gözlerini sildi fakat gözlerini onun yüzünden almadı. Nereden biliyorsun diye sormadı zira Jinyoung'dan başkası bilmezdi bu öyküyü. ''Özür dilerim bütün hayatını suçlulukla yaşamana neden olan annenin sana yaptığını yaptığım için, özür dilerim bana defalarca gitme benden diye yalvarmana rağmen gittiğim için.''

Jungkook özür istemiyordu artık. Ağlamamak için dişlerini sıkarken ''Jimin yapma.'' dedi. ''Özür dileyip durma.''

''Beni içeri almanı sağladıktan sonra seni yine orada, karanlıkta yalnız bıraktım ben. Özür dilerim.''

''Sus.'' Jungkook, onun sesini duymanın değerini bilirdi, ses tellerine vurup da çıkan her ses önemliydi onun ağzından çıkan lakin şimdi sussun istemişti. Çok ağırdı. Artık gerçekten çok ağırdı. Jungkook da usanmıştı.

Jimin gözlerinin içine bakarken öyle bir bakıyordu ki sızmak istiyordu sanki içine, bütün olmak, Jungkook'a karışıp yok olmak istiyordu. Bilhassa ona karışmak istiyordu çünkü tek olduklarında kimsenin gücü de yetmezdi onları ayırmaya. 

Ona bakarken bir özlem yangını sardı vücudunu. Boğazı yandı susuzlukla ve Jungkook'un dudaklarında gördü ihtiyacı olan suyu. Kirpikleri kirpiklerine değsin istedi o an, ancak öyle kururdu çünkü ıslak kirpikleri. ''Beni öper misin?'' Dudaklarından akarak çıktı kelimeler. 

Jungkook'u kıskıvrak yakaladı o sesteki özlem. Usulca titredi ve gözleri gölge düşürdü Jimin'e. Arada kalmış ruhunu gördü Jimin göz bebeklerindeki o gölgelerde.

 ''Gitmeyeceğim Jungkook. Gitmeyeceğim söz, lütfen öp beni.'' 

Jungkook gözlerini kırpıştırdı ve hafifçe dikeldi yatakta. Ne demek istediğini anlamadığından basit bir ''Ne?'' çıkarttı ağzından. 

Jimin uzanıp yataktaki uzun, kemikli elini yakaladı. Soğumuştu elleri, sıcak nefesini üfleyip ısıtmak istedi zira içindeki ruh, özlemden yanıyordu.

''Yalan söylemiyorum. Ne istediğini anladım. Ne yapmam gerektiğini biliyorum ama ne olur artık öp beni.''

''Gitmeyeceksin.'' Teyit etmek istercesine tekrarlarken yatakta yan dönmüş, Jimin'e yaklaşmıştı.

''Gitmeyeceğim.'' Gözlerinin en derinine baktı Jimin. Artık ne olacaksa olsundu, tek istediği Jungkook'a tutunmaktı tekrar. Onun kolları yokken çok soğuktu çünkü havalar ve ısınmıyordu elleri, iyileşmiyordu hiçbir yarası. ''Bu sefer ben seni yakalayamıyorum, ne olur sen gel bana.''

Jungkook'un algılamaya çalıştığı sürede Jimin gelmeyeceğini, ona çoktan geç kaldığını sandı. Gözlerine hüzün anında çökerken Jungkook uğruna ölümlere gideceği adamın gözlerindeki geçişi yakaladı ve en sonunda silkelenircesine kendine geldi. 

Yatakta biraz daha kaydı, Jimin'e doğru sokuldu ve Pembe'nin ufak ellerinin arasındaki elini çekip narince onun yanağına yasladı. ''Gitmeyecek misin sahi?'' diye sorarken, sesi hiç duyulmadık bir tonda, o kadar masumdu. İnanmak istiyordu. İnanmak için çok hazırdı. Çünkü onun bedenindeki özlem Jimin'den bile fazlaydı.

''Gitmeyeceğim.'' Jimin gözlerini biraz daha açtı ona, yalan yoktu işte, gitmeyecekti. ''Öleceksem de yanında öleceğim çünkü anladım ne demek istediğini. Çünkü elimi tutmadığında nasıl yaşamıyormuşum gibi hissettiysem, geride bıraktığımda seni zaten öldürdüğümü anladım.''

Jungkook tek kelime etmedi. Konuşsa çok şey söylerdi fakat tek istediği hasretiyle yanıp tutuştuğu yumuşaklığa ve  en nadide çiçeklerden toplanan özlerle yapılan baldan daha tatlı tada ulaşmaktı. 

Yanağındaki eliyle onu tutarken usulca yaklaştı Pembe'ye, gözleri onun heyecanla parlayan bakışlarındayken üstüne doğru eğildi ağırlığını vermeden. Yavaşça sokuldu ona ancak öpmedi, burnunun ulaştığı ilk durak açıkta kalan boynu oldu. Derin bir nefes çektiği an göz kapakları kendiliğinden kapandı ve farkında bile değilken bir sızlanma taşıverdi dudaklarından.

Jimin onun sızlanmasını duyduğu an titreyen kirpiklerinin tutunduğu perdelerini indirdi. Çekingen bir tavırla Jungkook'un koluna tutundu ve o sırada Jungkook burnunu sürterek yanağına çıkarttı. Yanağına narin bir öpücük bıraktı ve çekmedi hemen dudaklarını. Bekledi bir süre, sonra biraz geriye atıp başını, yüzünü inceledi hasret dolu bakışlarla. ''Çok özledim.'' dedi fısıltıyla.

Jimin'in göz kapakları aralandı ve beklentiyle bakarken, ''Ben de.'' diye karşılık verdi. ''Yanımdayken bile özlettin kendini Jungkook. Daha fazla ceza verme bana yalvarırım.''

Jungkook gözlerini kapatmadan yaklaştı tekrar ona. Burnu burnuna değene kadar hızlıydı ancak sonra ölümcül bir yavaşlıkla kavuşturdu dudaklarını dolgun et parçalarına. Jimin'in gözleri refleks olarak kapanırken, sadece dokunmasıyla bile kendini tutumamış, sızlanırcasına bir inleme bırakmıştı dudaklarına. 

Jungkook önce alt dudağını yakaladı ve kendi dudaklarının arasına hapsetti. Öyle özlemişti tadını çıkarta çıkarta öpecekti onu bu yüzden usulca emdi dudaklarının arasındakini, uzaklaştı, ufak öpücükler bırakıp tekrar yakaladı sonra. Bu ızdırap verici bir yavaşlıkta bir süre devam ettikten sonra, üst dudağına geçti ve delirmesine neden olan o yumuşak ve dolgun parçayı diliyle turladı. 

Jimin'den bir inleme daha kazanmıştı.

Bu onu hızlandırdı. Islak dilini Jimin'in dudaklarının arasına uzattı ve Pembe bunu beklermiş gibi anında araladı dudaklarını. Dilleri korkakça birbirine değdiği an, ikisi de sızlandı yine. Jungkook hararetlenmiş ve bütün sıvı ihtiyacını bu dudaklardan karşılayacakmış gibi daha fazla yükseldi Jimin'e doğru ve dilini yakaladı kendi diliyle. Büyük bir ihtiyaçla emerken Jimin'in eli kolunu sıyırıp ensesine ulaştı ve düşmekten korkarcasına tutundu küçük olana.

Jungkook'un başı dönmeye başlarken, altındaki beden kalp krizi geçirmenin eşiğindeydi. Bir insan, başka bir insanı nasıl böyle özleyebilirdi, yanındayken bile nasıl böylesine hasret kalırdı ona? 

Nefes nefese kalana ve ciğerleri patlama noktasına gelene kadar devam etti bu tatlı ızdırap. Jungkook usula geri çekildiğinde çok fazla uzaklaşamamıştı zira Jimin onun verdiği havayı çekiyordu hala içine. 

Jimin'in kırpıştırıp durduğu gözlerinin tersine bakışları baygındı Jungkook'un. Jimin'in hala tam iyileşmediğini bildiğinden yükünü bir koluna vermişti ve çok uzun sömürdüğü için dudaklarını, yorgunlukla yanına, yatağa attı bedenini. Göğsü hızla kalkıp inerken başı yan dönmüş gözleri yine güzel yüzünü bulmuştu sevdiğinin. 

''Çabuk iyileş.'' diye mırıldandı dalgınca. ''Benim özlemimi böyle söndüremeyiz.''

Jimin'in utangaç bir halde gülümsediğini gördüğünde göğsünde çiçekler açtı hemen. Uzanıp elini yakaladı ve kendi dudaklarına götürürken, ''Geldim sana.'' dedi. ''Seni yerde bırakmam, ömrümün sonuna kadar sırtımda taşırım.''

''Gerek yok.'' dedi Jimin de. Gülüşü sönse de gözleri mutlu bakıyordu. ''Elimi tutuğun için ayakta duracak gücü buldum.''

Jungkook gülümsedi. Jimin'in gözlerindeki mutluluk anında ona da bulaşmıştı. Yatakta tekrar yükseldi ve Jimin'e eğildi tekrar. ''Bu kolum daha yorulmadı.'' diye fısıldadı dudaklarına ve tekrar öpüşüne hapsetmeden önce çapkın bir gülüşle söyledi.  ''Biraz da bunu yoralım.''

***

Yoongi geniş yatakta, uykuyla uyanıklık arasında bir çizgideyken kolunu Jihyun'un tarafına doğru uzattı sarılma ihtiyacıyla. Kolu soğuk çarşafa düştü ancak genç adam pes etmedi ve daha ileri uzandı inatla. Bulduğu şey bir boşluktan ibaret olunca huzursuzca araladı gözlerini ve Jihyun'un yerini dolduran boşluğa baktı. Bir sersemlikle ''Jihyun?'' diye mırıldandı fakat etraf oldukça sessizdi.

Yatakta doğrulup boş odaya baktı. Uykunun esiri altındaydı hala, bu yüzden hareketleri yavaştı. Bacakları aşağı salıp çıplak ayaklarını yere değdirdi ve usulca kalktı yataktan. Odanın içindeki banyo baktığı ilk yer oldu lakin Jihyun orada da değildi. Bu yüzden meraklı ve endişeli bir şekilde çıktı odadan. 

Odaları birbirine bağlayan koridorun sonundaki balkonda buldu Jihyun'u. Gecenin kör saatlerinde olduklarını biliyordu Yoongi ve küçüğünün bu saatte orada telefonla konuşması huzursuzluk hissini gelip göğsünün tam ortasına bıraktı. 

Jihyun kollarını balkonun mermerine dayamıştı, sırtı gergindi ve fısıldayarak konuşuyordu. Yoongi kapının girişine kadar hiç ses çıkartmadan yaklaştı. Normalde kimseyi böyle gizlice dinlemezdi ama Jihyun kimse değildi ve onun bir şeyler sakladığını zaten çoktan anlamıştı.

''Biliyorum.'' dedi Jihyun. 'Kararımdan pişman olmayacağım. Ailemin kim olduğunu artık öğrendim.''
 Yoongi kaşlarını çatarken, Jihyun sigarasından derin bir nefes aldı ve sonra öldürücü bir yavaşlıkla geri bıraktı. ''Bunu soruyor musun? Elbette sana yardım edeceğim.''

Bir süre susup karşısındakini dinledikten sonra sıkıntıyla iç çekti. ''Sorun değil.'' dedi. ''Ben her zaman bencildim, zarar görmeyeceğim tarafta olacağım elbette... Artık tarafımı seçmek zorunda olduğumu biliyorum. Bana söylediğin şey, zaten çoktan verdiğim kararı destekledi ve gözümü daha fazla açtı. Evet... bunu yapabilirim. Tamam... O zaman yarın arasın beni. Onunla konuşmasını sağlayacağım.''

Bir süre daha karşıyı dinledikten sonra telefonunu kapattı ve gözlerini siyah geceye çevirdi. Sigara izmaritini dışarı attı ve ağırlığını mermere verdi. Rüzgar estiği için saçları arada uçuşuyordu ve kafası doluydu. Bu yüzden yanına çıkan adamı ve hayal kırıklığı taşıyan halelerin ona baktığını fark etmedi bir süre. 

Fark ettiğindeyse gözleri korkuyla açıldı ve bir adım geri gitti. ''Hyung...'' diye mırıldanırken Yoongi'nin onu duyduğunu çoktan anlamıştı. 

''Kimdi o?'' dedi sadece Yoongi. Saçı başı birbirine girmiş, gözleri olduğundan daha küçüktü. ''Gecenin bu saatinde, burada kiminle konuşuyorsun çocuk?''

Jihyun gözlerini kaçırırken birkaç adım daha geri gitmişti. Kelime ağzından zar zor çıktı. ''Kimseyle.''

Yoongi acı acı güldü bir süre, gözleri dışarıyı taradı ve tekrar ona döndü. Saçını geriye çekerken ''Kimmiş ailen?'' diye sordu ardından. 

Jihyun dudaklarını birbirine bastırdı ve ona bakmayı inatla reddetti. Büyük olan ise bir süre öylece izledi onu ve hayal kırıklığını somut bir hale getirircesine koydu sesine. ''Benden bir şeyler sakladığının zaten farkındaydım. Gelip kendin söylersin diye bekledim ancak beni aptal yerine koymaya devam ediyorsun. Bir şey söylemeyecek misin?''

''Söylemeyeceğim.''

''Pekala. Keyfin bilir o halde Jihyun.''

Büyüğü gelişinin zıttına hızlı ve sesli bir şekilde gittiğinde Jihyun balkondaki sandalyeye bıraktı yorgun bedenini. Kuru bir hava çekti ciğerlerine ve mermerin üzerindeki pakete uzanıp bir dal sigara çıkarttı yine. Dudaklarının arasında tutup yakarken sigarayı, gözleri Yoongi'nin gittiği kapıdaydı.

Yoongi odada volta atıp dururken aklını kaçıracakmış gibi hissetti bir anlığına. Gözleri bir şeyler saklayıp duruyordu bir süredir ancak şimdi göz göre göre yalan söylemiş, kaçmıştı ondan. Zoruna gitti bu Yoongi'nin. Her zaman ona gelen Jihyun olmuşken, şimdi kaçanın o olması zoruna gitmişti. 

Odada düşüncelerinde boğulmak bir saati aştığında aniden durdu ve hala gelmeyen küçüğüne bakmak için sabırsızca tekrar çıktı odadan. 

Jihyun balkondaki sandalyede çökmüş, sigaraya kurtarıcı gibi sarılmıştı. Omuzları çökmüş, dumanların arasında kalmıştı ufak bedeni. 

Yoongi'nin bedeni öfkeyle sarsılırken balkona yürüdü ve serin havada oturan gence ''İçeri gir.'' diye emir verdi. Jihyun'un gözleri anında ona dönerken hala kızgın bakıyordu ona. İtaat ederek ayaklandı küçük olan ve yarım akalan sigarasını balkondan aşağı yollayıp Yoongi'nin yanından geçti.

Yoongi odaya kadar onu takip etti ancak Jihyun hiç beklemeden yatağın içine süzüldüğünde, kendi tarafındaki yastığı alıp odadan çıktı. 

Küçüğün gözleri boş kalan tarafa dalıp giderken salondaki koltuğa uzandı ve güneş doğana kadar öylece yattı Yoongi de. Düşünceleri, öfkesi ve hayal kırıklığı uyumasını engellese de, güneş doğduktan birkaç dakika sonra uykuya teslim olmak zorunda kaldı. 

***

Taehyung, Yoongi'yi koltukta uyurken bulduğunda bunu sorgulasa da Yoongi'den sadece boş bir bakış almıştı fakat bir sorun olduğundan emin olmuştu, sevgilisiyle yan yana oturmak yerine ondan en uzak yerde oturmayı seçen arkadaşı sayesinde. Kahvaltı masasında otururken gözleri Jihyun ve onun üzerinde gidip geliyordu bu yüzden masada çaktırmadan cilveleşen ikiliyi fark edememişti. 

Jihyun suçlu bir duruşla masada küçülmüştü, tek bir şey yediği de söylenemezdi keza Yoongi de çubuklarını tabağa sertçe vurup durmaktan başka bir şey yapmıyor, gözlerini o tarafa hiç çevirmiyordu.

Jungkook ise, Jimin'in eli yokmuş gibi kendi eliyle besliyordu onu. Jimin onun dudaklarına uzattığı her şeyi ufak bir gülümsemeyle kabul ederken parmak uçlarından öpüyordu her seferinde çubuk kullanmadan onu besleyen Jungkook'u.

''Sütünden de iç.''

''Jungkook ufak çocuk gibi her gün süt içiriyorsun zorla bana.'' Jimin söyleniyormuş gibi konuşsa da gayet memnun olduğunu gösterircesine gülmüştü. Jungkook onun kısılan gözlerine bakıp iç çekti ve uzanıp yanağını okşadı.

Tam olarak bu sahneyi izleyen Taehyung sonunda bir farkındalığa kavuştu ve ''Bana baksanıza siz.'' dedi. ''Ne bu hal, liseli aşıklar gibi bakıyorsunuz birbirinize? Kırdınız mı kör inatlarınızı sonunda?''

Jimin cevap olarak yalnızca ufak bir baş sallama verdiğinde gülümsüyordu. Hem de sahici bir gülümsemeydi, gözlerinden taşıyordu. Taehyung bu görüntüyü çok özlediğini fark ettiğinde odağı Jungkook'a kaydı ve onun kendisini hiç umursamayıp sadece Jimin'in kıvrılan dudaklarını izlediğini gördü. 

Eh, işte şimdi her şey normale dönüyordu. En azından bu ikisi için, olması gereken en başından beri buydu.

Öğleden sonra Jungkook ve Hoseok yine dışarı çıkacakları için Jimin dudak büzerken bu sefer onlarla gideceğini söyleyen Yoongi, gün içinde hiç başını kaldırmayan Jihyun'un kafasını kaldırıp gözleriyle kendisini delip geçmesine neden olmuştu. Lakin dış kapıdan çıkıp gittiğinde, o bakışlarını küçüğüne hiç değdirmemişti. 

Jungkook gitmeden önce yatakta zorla uzanmasını sağladığı sevgilisinin yanına geldi ve yatağın kenarına çöküp dudaklarını yanağına ulaştırdı. İki kısa öpücükten sonra, beklentiyle ışıldayan gözlere bakarak dudaklarını, onun yumuşak dudaklarına kaydırdı. 

Uzun bir öpücük kondurduktan sonra ''Geri geleceğim.'' dedi. Güven verircesine bakmıştı altındaki bedene. Aynı ses tonuyla devam etti. ''Gelirken pasta alayım mı?''

''Olur. Beni sonunda öpmenin şerefine mum da al.''

''Bugün gerçekten güldüğünü gördüm. Mumlar onun için.'' Uzanıp tekrar öptükten sonra çevik bir hareketle kalktı yataktan gülümsedi dünyanın en güzel adamına. 

Odadan çıkmadan önce aşık aşık kendisine bakan Pembe'ye uzaktan bir öpücük attı. ''Ben gelene kadar dinlen, kalkma tamam mı? Bir şey istersen bağır içeridekiler getirsin.''

Jimin kabul edercesine baş salladığında, sonunda odadan çıktı.

Jihyun ve Taehyung'un, Hoseok'un oyun konsoloğunda oyun oynadıklarını duyabiliyordu odada canı sıkılan genç. İç çekti Jungkook'un gittiği kapıya bakarken. Sonra uzanıp komodinin üstündeki kitaplardan birini aldı ve zaman geçsin dike ilk sayfasını açıp okumaya başladı.

Bir iki saat sonra Jihyun kapıdan içeri sızdı elindeki telefonuyla. ''Hyung.'' derken Jimin sesinin tuhaflığını ve kaçırdığı gözleri fark edip doğruldu yatakta.

''Efendim bebeğim?''

Jihyun yatağın önüne kadar adımlayıp yerinde rahatsızca kıpırdandı ve ısırdığı dudaklarını serbest bıraktıktan sonra, ''Annem.'' dedi. ''Seninle konuşmak istiyor.''

Jimin ne dediğini anlamamış gibi kaşlarını çatarken Jihyun'un dudaklarına bakakalmıştı. Doğru mu duymuştu ya da Jihyun onunla dalga mı geçiyordu?

''Kim dedin?''

''Annem.''

Jimin, Jungkook'a söz vereli bir gün bile olmamışken deja vu hissiyle kavruldu yatağın üstünde. Kalbi aniden sıkışırken omurgasından bir ürpertinin geçtiğini hissediyordu. ''Neden?'' diye sordu kendisine inatla bakmayan kardeşine.

Eğer yine buldularsa onu, telefonu getiren neden Jihyun'du? Neden gözlerine bakmıyordu da bir suç işlemiş gibi kaçırıyordu bakışlarını?

''Bulmuşlar mı beni?''

''Hayır hyung. Başka bir şey.'' dedi Jihyun sıkıntıyla iç çektikten sonra. Gözleri etrafta dolaşıp duruyor, bir türlü abisine değmiyordu. Huzursuzca sordu. ''Konuşacak mısın?''

Cevap olarak titreyen elini ona uzattı Jimin de lakin Jihyun uzattığı elini görmemişti hala yeri izlediği için. Jimin onun bu tavrına kızdı. ''Versene şu telefonu Jihyun. O telefonu bana getirdin madem, yaptığının arkasında dur. Ne diye kaçırıyorsun gözlerini benden?''

Jihyun onun öfkesiyle gözlerini kapattı ve telefonu ona uzattı. Eğer gözlerine bakarsa anlar diye korkuyordu. Kendisinden öğrenmesini istemiyordu hiçbir şeyi. Bunu yapabilecek güce sahip değildi. 

Jimin telefonu avucunun içine aldığında, zangır zangır titriyordu. Son bir nefes çekerken ciğerlerine, Tanrı'ya yakardı, Jungkook'un ölümüne sebep olmasına izin vermemesi için. Çünkü ona verdiği sözü tutacaktı ve bu demek oluyordu ki, sefer onu arkasında bırakamazdı. 

''Söyle.'' dedi telefonu kulağına tuttuğunda. Annesine karşı azıcık bir sevgi bile barındırmıyordu sesi, tıpkı kalbi gibi. ''Yine ne istiyorsun?''

''Jimin?'' Ma Ri şaşkınca sordu. Telefona çıkacağını, hayır aslında Jihyun'un telefonu ona götüreceğini düşünmemişti. 

''Benim.'' Jimin'in göğsü ağrımaya başladığı için elini ağrıyan yerin üstüne koydu. Nefesleri düzensizleşmişti. 

Ma Ri biraz sustuktan sonra ''İyi misin?'' diye sordu. ''Güvende misin?''

Jimin her şeyi söylemesini bekliyordu da, endişeli bir tonla bunları sormasını asla beklemiyordu. Şaşkınca kirpiklerini kırpıştırırken yatağın ucuna çöken Jihyun'a bakıyordu. Onun da bir şeyler demesini, neler döndüğünü açıklamasını istiyordu fakat Jihyun'un ağzını bıçak bile açamaz gibiydi sanki. dudaklarını birbirine bastırmıştı küçük.

''Senin için önemli mi bu cidden?'' Jimin histerik bir tonla sordu.

''Jimin... lütfen iyi olduğunu söyle.'' 

Jimin sesin uzaktan geldiğini fark etti o an. Telefonun hopörlerde olduğunu anlamasına yetmişti bu. ''Ne o? Kocan da mı merak ediyor nasıl olduğumu? Ona mı duyurucaksın?'' Keskin bir ses tonuyla konuştuğunda Jihyun'un gözleri şaşkınca onu buldu. Jimin kaşlarını kaldırarak kardeşine bakmıştı.

Çünkü onun sergilediği tavrın sebebini bir türlü anlamıyordu.

''Joon Hyuk yanımda değil.''

''Neden güveneyim sana?''

''Yanımda başkası var çünkü.''

Jimin duraksadığında Ma Ri konuşmaya devam etti. ''Yanımda Kang Dae var, artık seninle tanışmak için hazır olduğunu söylüyor.''

''Kang Dae mi?'' Jimin ismi hafızasını içinde aradı ancak hiç duyduğunu hatırlamıyordu. Artık sabırsızlandığı için sesini iyice sert bir hale getirdi. ''O kim? Ne tanışması? Kelime oyunu yapıp durma da söyle.''

''Buradan anlatamam.'' Ma Ri titrek bir nefes aldı. Korkuyor gibiydi ses tonu. ''Görüşmemiz gerek. Yüz yüze. O zaman her şeyi öğreneceksin zaten.''

''Seninle görüşeceğimi düşündürten şey ne sana?''

''Jimin zorundasın.''

''Artık hiçbir şey için zorunda değilim. Dediğin hiçbir şeyi de yapmayacağım. Sana azıcık bile güvenmiyorum.''

''Pekala, bana güvenme. Tamam. Ama Kang Dae'ye güvenmek zorundasın.''

''Onun kim olduğunu bilmiyorum bile!'' Jimin zıvanadan çıkmak üzereydi. ''Tanımadığım bir adamdan bahsedip ona güven diyorsun, dalga mı geçiyorsun benimle? Ne sana ne de senin çevrendeki hiç kimseye güvenmem ben. Salak mıyım ben de ikinci kez kendi ayağımla beni öldürmenize izin vereyim?''

''Bu babanla alakalı değil. O görüştüğümüzü öğrenirse bu sefer ben de biterim. Jimin, lütfen beni dinle. Biliyorum senin Kang Dae'ye ihtiyacın var.''

''Benim ihtiyacım olan kişiler zaten yanımda. Teşekkürler ama almayayım. Beni düşünüyormuş gibi yapma, üstüne büyük duruyor.''

''Madem bana güvenmiyorsun, kardeşine güven. Ona sor. Eğer kabul edersen yarın bu saatlerde ara beni. Onunla görüşmeni sağlayacağım.''

Jimin, Jihyun'a bakakalırken Ma Ri son kez konuştu. Jimin'in cevap vermesini beklemiyordu çünkü şimdi cevap verirse olumsuz cevap alacağının o da farkındaydı. ''Başka kimseye söyleme şimdi. Sadece sen ve kardeşin bilsin. İyi düşün. Aramanı bekleyeceğim. Görüşürüz Jimin.''

Aramanın  sonlandığını duymasına rağmen telefonun kulağından çekmeyip Jihyun'a bakmaya devam etti büyük olan. Kardeşi de bakışlarına karşılık vermeye devam edince ''Jihyun?'' dedi sorgularcasına. ''Ne diyor bu?''

Başını salladı Jihyun. ''Görüşmek zorundasın.'' diye kabul etti. ''Merak ettiğin her şeyi öğrenmek için elindeki tek fırsat.''

''Ne demek istiyorsun? Ona nasıl güveniriz? Tanımadığım bir adamla görüşmek bana ne yarar sağlar Jihyun? Kim bu herif? Sen ne biliyorsun?''Jimin art arda sorarken sorularını, Jihyun yine çevirmişti yüzünü ondan.

''Hyung benden bir şey söylememi bekleme. Ben sana hiçbir şey söylemeyeceğim.'' Yataktan kalkıp cebinde tutuğu, üstünde numaranın yazılı olduğu kağıt parçasını komodinin üstüne bıraktı ve telefonunu geri aldı Jimin'den.''Eğer bana güveniyorsan söyleyebileceğim tek şey, onun anlatacaklarını dinlemen. Bütün cevapların onlar da.''

Jimin'in bir şeyler söylemesine fırsat vermeden çıktığında büyük olan resmen şok içinde kalmıştı. Onun odadan sadece çıktığını sanmıştı fakat evden çıkıp gittiğini fark etmesi çok fazla zaman almamıştı. Komodinin üstündeki kağıdı eline alıp birkaç dakika öylece baktıktan sonra yataktan kalkıp odadan çıktı. ''Jihyun! Ne demek başka şey söyleyemem? Ne yapmaya çalışıyorsun?''

Onun bağırdığını duyan Taehyung oyunu durdurup koridora çıktığında, Jimin onun adını bağırmaya devam ediyordu. ''Ne oldu? Neden bağırıyorsun?''

Jimin, Taehyung'a bakarken ne diyeceğini, nasıl anlatacağını bilemedi. Zaten anlatması için ikisinin, Jihyun'un yokluğunu fark etmeleri gerekmişti. 

***

''Buna oturursun.'' Jungkook duş kabinin içine sandalyeyi bıraktıktan sonra, baştan aşağı yorgunum diye bağıran bedene çevirdi bakışlarını. Jimin'in gözleri sabah bırakırken olduğunun aksine ölü gibiydi. 

Ölü gibiydi çünkü Jimin bütün bu olanlardan bıkmıştı artık. Sadece sıradan bir hayat yaşamak ve şu adamın kollarında uyumak istiyordu. Neden bir türlü dur durak bilmiyordu ki bütün bu sorunlar? Neden her sabah başka bir dertle uyanıp duruyordu? 

Dalgındı, bu yüzden Jungkook onu belinden yakalayıp yaslandığı çamaşır makinesinden uzaklaştırdı. ''Bebeğim.'' dediği an, Jimin kabustan uyanır gibi ona çevirmişti başını. Ona böyle seslenmesini öyle özlemişti ki, bir saniye önce onu üzen sorunun ne olduğunu unuttu. 

''Efendim?''

''Düşünmeyi bırakır mısın? Yarın sabah Jihyun'u bulacağız tamam mı? Ne olduğunu o bize anlatır. Hem ben anlamıyorum ki, Yoongi'yi nasıl bırakıp gitti o? Kesin döner sabah.''

Titrek bir nefes saldığında, sevgilisi koluyla boynuna sarılıp alnından öptü onu. Bir eli Jimin'in gergin sırtını okşamıştı ''Biraz rahatlamanı istiyorum, lütfen düşünmeyi bırak. Sabah karar veririz ne yapacağımıza tamam mı? Sıcacık bir duş aldıktan sonra sana kitap okumamı ister misin?''

''İsterim.''

''Pekala. Hadi bu kıyafetlerden kurtaralım seni.'' Jimin ayakta dikilirken Jungkook'un onu yavaşça soymasına izin verdi. Önceki duşlarını ya Taehyung ya da Jihyun aldırmıştı hep. Bu yüzden Jungkook'un onu soyması kalbini hızlıca attırmaya başlamıştı ve tenine narince değip duran parmak uçlarıyla kafası da dağılıvermişti bile. 

Ona karşı hissettiği özlem o kadar büyüktü ki, Jimin bu açlığını nasıl doyuracağını bilmiyordu.

Önünde çöken ve en son iç çamaşırını çıkartmasını sağlayan Jungkook, Jimin'den daha beter halde, aç gözlerle Jimin'i süzerek ayağa kalktığında Jimin kızardı. 

''Tamam.'' diye mırıldandı Jungkook. Gözleri Jimin'in gözlerine değdiğinde ikisinin de alevler içinde yüzdüğünü biliyordu. ''Hadi geç sandalyeye otur sen. Ayağını da tabureye uzat. Su değmesin alçına. Ben yıkarım seni.''

Jimin onun gözlerinden sıçrayan alevler tarafından etki altına alındığından dediklerine harfiyen uydu.

Duş kabinine onun arkasından giren Jungkook'un üst bedeni artık çıplaktı. Jimin notalarda, güneş ve ayda gözlerini gezdirirken titrek bir nefes aldı ve bir süre geri veremedi.

Jungkook gözlerini çıplak bedende çok fazla tutmadan yan taraftaki musluğa uzandı ve eline aldığı su başlığından çıkan suyu kontrol ederek, uygun sıcaklığa ayarladı. Bacağındaki alçıya dikkat ederek suyu Jimin'in bedenini ıslatmak için kullanırken, diğeri irkildi bedenine değen sıcak suyla.

''Çok mu sıcak?''

''Hayır. Çok iyi.''

Jungkook suyun vücudundan kayıp gitmesini izlerken istemsizce yutkundu ve gözlerini duş kabinin içinde gezdirdi.Neden bu kadar sıcaktı burası?

Jimin'in iyice ıslandığından emin olduktan sonra suyu kapatıp başlığı yerine taktı. Duş jelini eline dökerken Jimin ısırdığı dudakları ve birbirine bastırdığı bacaklarıyla oturuyordu önünde. Jungkook ona üstten baktığı için yüzünü göremiyordu ancak elleriyle önünü kapatmaya çalıştığını fark etmişti. 

İçine çektiği hava değildi sanki, nefes aldıkça sıklaşıyordu nefesleri.

Duş jeline buladığı elini omuzlarına bıraktığında Jimin sıçradı ve başını kaldırıp ona baktı.Onu eliyle yıkayacaktı. Dokunarak. Bu düşünce içini gıdıkladı. 

Islak saçları alnına yapışmıştı, dudakları ise kıpkırmızıydı ısırdığı için. Jungkook bir an dumur olmuş gibi baktı ona. Kanının bir yerde toplandığını hissedebiliyordu. 

Alevleri birbirlerine sıçratmak isterlercesine birbirlerinin gözlerine bakarken, Jungkook ellerini hareket ettirmeye ve onun vücudunda gezdirmeye başladı. Jimin nefesini tutmuştu. 

Öldürücü bir yavaşlıkla, tatlı bir ızdırapla bütün bedenini gezdiğinde uzun, kemikli eller; Jimin bu sefer sahiden darmaduman olmuş gibi hissediyordu. Bakışları kaymaya başlamış, bedeni hafif bir titremenin etkisi altındaydı. 

Jungkook karnını okşarken dizlerinin üstünde duruyor, yüzleri aynı hizadayken ciddi bir ifadeyle onun vücudunu izliyordu. 

Elinin altındaki kaslar titrerken, Jimin'in ürperdiğini ve karnını içine çektiğini hissetti. Ellerini aşağı kaydırıp bacaklarını talan etti bu sefer. O dokundukça Jimin aldığı hiçbir nefesi yeterli bulmuyor, ufak mırıltılar çıkarıyordu istemsizce. Jungkook'un elleri bacak içlerinde yavaşladığında Jimin sem sert olduğunu anlamak için bakmaya gerek bile duymuyordu. Elleriyle kapatmaya çalışırken bir yandan da inlememek için dişlerini dudaklarına bastırmıştı. 

Jungkook'un elleri iç bacaklarını okşayarak yukarı tırmandı, tırmandı ve en sonunda Jimin'in ellerinin üstünde durdu. Jimin nefes bile alamıyorken kapattığını fark etmediği gözlerini aralayıp aynı yoğunlukla onu izleyen yuvarlak gözlere dikti bakışlarını. 

Jungkook bir elini yukarı çıkartıp çenesini tuttu ve dudağını serbest bırakmasını sağlarken ''Isırma.'' dedi. Jimin anında itaat etmişti. 

Elini boynuna kaydırıp tutarken uzanıp dudaklarını dudaklarına yasladı ve hala Jimin'in elleri üstünde olan elini hareket ettirerek, Jimin'in sakladığını ortaya çıkartmasına neden oldu. 

Pembe'nin ellerini oradan uzaklaştırıpkendi omuzlarına bırakırken diliyle dilini sömürmeye başlamıştı. 

Elini geri indirip Jimin'i yakaladığında, Jimin resmen yerinde zıpladı. Jungkook boynundaki elini indirip kalçasını yakalarken dudaklarını ayırmamıştı fakat eli yavaşça hareket etmeye başlamıştı. 

Jimin sızlanarak geri çekilmeye çalıştığında Jungkook ona izin vermedi lakin nefes almak için geri çekildiklerinde, Jimin ''Jungkook!'' diye soludu. Kaybolmuş gibiydi. 

Gözleri kendisini kavrayan iri ele değdiği an, derinden gelen bir inleme bıraktı. Elleri hala Jungkook'un omuzlarındaydı ve Jungkook ona çok güzel bakıyordu.

''Jimin.'' diye soludu Jungkook da onun dudaklarına. Bu saatten sonra durmayacaktı bu yüzden onu tekrar öpmeye başladığında ve onun ağzının içini diliyle talan ettiğinde Jimin bir kolunu sımsıkı sardı Jungkook'a ve derin derin inlemeye devam ederken, diğerinin onu okşamasına izin verdi. 

Jungkook'un eli feci bir hıza kavuştuğunda, Jimin bayılacağını sandı. Bir eli Jungkook'un omuzlarından kayınca, düşme korkusuyla etrafa tutunmaya çalıştı ve hemen yanlarındaki musluğun başlığına tutundu. Her nasıl olduysa, üstlerinde takılı olan başlık suyu üzerlerine yollamaya başladığında, tıpkı Jungkook gibi o da sıçradı. 

Jungkook'un eli dururken, dudakları da ayrılmıştı. Başını kaldırıp üstlerine yağan suya baktı ikisi de ve gözleri tekrar buluştuğunda, ikisi de gülmeye başladı.

Jungkook hemen bu gülüşü yakalama derdiyle geri yanaştı ona ve kahkaha atan dudakları öptü. Böylece gülüşünden öpmüş oldu yine Jimin'i. Gülüşten öpmeyeli çok olmuştu. 

Tatlı bir yavaşlıkta sömürdükten sonra dudaklar birbirlerini, su üstlerine akmaya devam ederken tekrar geri çekildi Jungkook. Jimin'in gözlerine ruhuna ulaşmak istercesine bakarken ''Seni seviyorum.'' dedi. ''Dün söylemedim çünkü telefonun bir ucundan sana öyle hissettiremezdim.'' 

Saçlarını geriye tararken onun, Jimin dünyanın en güzel gülümsemesini sundu ona. ''Ben de seni seviyorum. Hem de çok.'' 

Jungkook son bir kez daha öptü Jimin'i. Sonra yarım bıraktığı işe dönmeye karar verip üstlerine akan suya da son bir bakış atıp, çarpık bir gülüşle aşağı eğildi. Jimin'in minik elleri anında Jungkook'un omuzlarını bulurken ''Jungkook!'' dedi. 

Fakat Jungkook durmadı ve ıslak uzvu ağzıyla yakaladı.

Jimin hırıltılı bir inleme bırakırken gözleri geriye yuvarlandı ve başını sandalyenin arkasına yasladı. Su bedenine akıp uyarılmasına yardımcı olurken Jungkook ıslak ve sıcak diliyle onu emmeye başladı. Sanki yetmezmiş gibi Jungkook da bacaklarını okşuyordu elleriyle.

Jimin parmaklarını Jungkook'un omzuna geçirirken bir elini de onun ıslak saçlarına yollamış ve çekiştirmeye başlamıştı. 

Jungkook'un dili ustalıkla hareket ederken ve sıcak ağzı onu çepeçevre sararken, üstüne akan suyun hemen altında geleceğini hissetti Jimin. Başını yasladığı yerden kaldırırken bir yandan da Jungkook'u kendinden uzaklaştırmaya çalışsa da diğeri inatla bacaklarına tutundu ve başını ileri geri hakaret ettirmeye devam etti. 

Jimin delirmek üzereydi. Kendini  tutmaya çalışsa da boş br çaba olarak kaldı ve Jungkook'un adını defalarca inleyerek sona geldi.

Jimin geldiğinde, dudaklarını eliyle silerek kaldırdı başını Jungkook ve çapkın bir bakış attı alttan alttan, su saçlarını alnına dökerken.

Tadını bile öyle çok özlemişti ki...

Jimin nefes nefese, kıpkırmızı bir suratla kendisine bakarken Jungkook kıkırdadı. 

Jimin de bu sesi nasıl özlediğini fark etti o an. Uzanıp Jungkook'a sarıldı ve ''Tanrım...'' diye fısıldadı. ''Seni o kadar özledim ki... Geçmiyor ne yaparsam yapayım. Sana o kadar acıkmışım ki Jungkook... Yanımdayken bile bu kadar özlerken ve doyamazken sana bir daha hiç ayrılmam yanından. Söz Jungkook. ''




Böyle yerlerde kesmek hiç bana göre değil ama son kısmı yazmaya son anda karar verdim çünkü jikook'u seviştirmeyi özlemiştim resmen! gönül daha hararetli şeyler isterdi fakat çocuğumuz biraz sakat biliyorsunuz, o pozisyonlara giremez daha....

sizi özledim çok ya:( in ne yapayım çok yoğunum, çap yapıyorum iki bölüm beni zorluyor bir yandan asistanlık yapıyorum bir de kulüp yöneticisiyim etkinlik peşinde koşuyorum falan filan derken geçip gidiyor zaman

Neyse kızmayın bana:(

umarım beklediğinize değen bir bölüm olmuştur...

twitterda bana hep ulaşabilirsiniz hesabım@loveiskookmin,,,,, öpüyorum sizi çok çok

haa bir de tweet atarsanız benim de görmemi sağlayın tamam mıııııııııı?

iyi geceeeleeeeeeeeeeeeeeeerr

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro

Tags: #jikook