bölüm 33
Merhaba,,,
saat 5:12 fakat duende'in bu saatlerde güncellenmesine şaşırdığınızı sanmıyorum... Zira biliyorsunuz, gecelerin insanıyım.
Saat 6'da uyanmam gerekecek dolayısıyla hiç uyumadan gideceğim okula. (Üniversiteden nefret ediyorum -,-)
Okula giderken uyanıp bildirimi görecek olanlara bir şey demek istiyorum. Bölüm 7 bin kelime bu yüzden okumaya başlamayın bitmez. Okulda okumak isteyenlerin de okumamasını rica edeceğim. Gelin beni dinleyin ve güvenli bölgenizde, yatağınızda, gece okuyun.
Son notlarda önemli bir iki şey söyleyeceğim, onu da okuyun olur mu?
Veeee, tüm bölümü scenery dinleyerek okumanızı isteyebilir miyim? Fakat mümkün değilse en azından son kısımlarda Jungkook'un ağzından diye uyardığım yerden itibaren scenery dinlemenizi rica edebilir miyim?
İyi okumalar. Öpüyorum bal yanaklarınızdan.
Biri diğerinin göğsünde dinlenirken, diğeri kapalı gözlerinin ardında uzanıyordu yatakta. Ellerinden biri koyu saç tutamlarının arasında dolaşırken göğsü hızla inip kalkıyordu. Jungkook beline sarılmıştı ve terleri yine birbirine karışmıştı.
Jimin bu hissi seviyordu. Nefesleri sık bir şekilde birbirlerine karışmış hallerini seviyordu.
Hızlı geçip gidiyordu her şey ve Jimin daha Jungkook'la olma fikrine bile alışamamışken bunu düşünecek vakti bulamaz olmuştu. Onu seviyordu. Ona aşıktı ve yanındayken bile onu özlüyordu.
Hızlı sevişmişlerdi fakat kalp atışları yavaşlarken Jimin, Jungkook'u böylesine seviyor oluşunun ağırlığı altında ezilmeye başlamıştı o an.
Jungkook onu göğsünden öptü. ''Yatak keyfi yapacak vaktimizin olduğunu sanmıyorum.'' diye mırıldandı yorgun bir halde.
''Biliyorum.'' Jimin onun omuzlarını okşamaya başlarken Jungkook da doğrulup Jimin'in çenesini öptü. ''İyi misin?'' dedi ardından, dudaklarına doğru yol alırken. Jimin cevap olarak başını sallarken iç çekti. İçinde birden bire oluşan kötü his, ağır hissetmesine neden olmuştu fakat bundan bahsetmek yerine Jungkook'un alt dudağını ondan önce yakaladı. Jungkook da onun üst dudağını dudaklarının arasında emmeye başladığında, Jimin çoktan bir şey düşünemez olmuştu.
Jungkook'un tadını seviyordu.
Onu her öptüğünde aldığı çiçek kokusu yine oralardaydı, nefeslerine karışıktı. Kirpiklerinde sıralıydı tomurcuklar.
Göğsünde taşıyordu ay ve güneşi Jungkook. Fakat hala farkında da değildi, Jimin'in tüm evreninin kendisi olduğunun.
Jimin, Jungkook'un göğsündeki dövmelerin üzerinde parmaklarını gezdirdiği sırada dudaklarını geri çekti ve ıslak bir sesin odada yankılanmasına sebep oldu. ''Ben de dövme yaptırmak istiyorum.'' dedi. ''Sana dair izler olsun istiyorum üstümde.''
''Jimin...'' Jungkook onun alnının üstünde dudaklarını gezdirirken mırıldandı. ''Eğer istiyorsan yaptırabiliriz ama ben yaptırdığım için istiyorsan buna gerek yok.''
''Hayır, gerçekten istiyorum.''
Yara izlerimi seninle kapatmak istiyorum.
Küçük olan biraz geriye çekilip onun yüzünü inceledi ve gülümsedi hafifçe. Pembe saçlarını alnından geriye doğru çekerken, nasıl her çiçekten daha güzel göründüğünü merak etti.
Tanrının ona bu kadar bonkör davranması haksızlıktı.
''Burada olduklarına emin misin?''
''Bilmiyorum. Seokjin hyung, Jimin hyungun odasının anahtarını aldığını söyledi.''
''Pekala, bakalım buradalar mı?''
Yoongi ve Jihyun'un konuşmalarını duyan Jimin, kocaman açtığı gözlerle Jungkook'a bakakalırken küçüğü şoku atlatamadan sadece bir küfür savurabildi. Giyinmeye vakitleri olmadığını bildiğinden Jimin'in üstüne daha fazla kapaklandı ve ''Kapı!'' dedi. ''Kilitledin mi?''
Ki o daha cevabını alamadan Yoongi ve Jihyun da kilitlemeyi unuttukları kapıyı açıp içeri girerek ona cevabını vermiş oldu. ''Hey, çocuklar burada mısınız? Sahneye çıkmanıza-''
Birkaç saniye gözlerinin gördüklerini kabul etmeye giderken Jimin, Jungkook'un altında utançla sızlandı. Jungkook ise hareketsizce Jimin'e bakıyordu ve tek derdi onun çıplaklığını kendisiyle saklamaktı..
İlk konuşan Jihyun oldu. ''E yuh!'' diye bir şaşkınlık nidası çıkarttı ağzından. Eh, ne deseydi zaten? Abisini yatakta basmıştı. Hem de böyle bir günde, burada!
Yoongi küçük olan konuşunca onu -zaten kendisine yakın durduğu için zorlanmadan- ensesinden yakalayıp kendisine çekti ve yüzünü göğsüne bastırdı. ''Bakma.'' dedi. ''Böyle şeyler için yaşın daha küçük.''
''İyi de...'' Göğsüne bastırılan yüzü sebebiyle bocaladı Jihyun. Yoongi'nin vanilya kokan teni burnunu sızlatırken sesi boğuk çıksa da konuştu. ''Böyle şeyleri zaten birlikte yaptık ya.''
Yoongi onu geri çekip odadan çıkarken ''Kes sesini.'' diye söylendi. ''O zaman sarhoştuk. Her insan hata yapar.'' Konuşurken tutuşunu gevşetse de ensesini bırakmadığı için hala küçüğünün kendisine sarılır bir vaziyette kalmasına neden olmuştu lakin kendi de yaptıklarıyla söylediklerinin tezatlığının farkında değildi. ''Ayrıca bana sen yaklaşmıştın.''
''Öyle mi?'' Jihyun ona doğru dikleşirken dalga geçercesine konuştu. ''Beni saracağını söyleyen de sen değil miydin?''
''Sarhoştum.'' Yoongi kendini savunurcasına söylediğinde Jihyun güldü. Öyle acı gülmüştü ki, içi ezilmişti kendisine. ''Ben de öyle tahmin etmiştim.'' diye mırıldanırken geriye kaçmıştı. ''Geçen gün seni kullandığıma dair bir şeyler söylemiştin ya hani, gizli kaçamaklar yapabilecek biri değilim ben demiştin. Bu durumda kullanılan ben oluyorum o halde.'' Etrafına bakarken yüzündeki gülümseme yanan canını kandırmak içindi. Kendi kendisini kandırıyordu. ''Canımın yanışını kullanan ve beni altına alan sensin çünkü. Fakat sorun değil biliyor musun? Zaten mahvolmuş durumdayım. Kaybolmuşum. İzlerim kimde, kırıklarım nerelere dökülmüş bilmiyorum ve toplamaya da çalışmayacağım. Bulunmak istemiyorum. Fakat dürüst olayım mı?''
Yoongi kendisine sadece bakmakla yetinirken omuz silkti Jihyun. Dediği gibi artık karşılık bekleme gibi bir derdi de yoktu. ''İlk defa gerçekten biri beni bulmuş gibi hissetmiştim o gece. Bana, beni saracağını söylediğinde biri beni gördü, beni önemsedi diye düşünmüştüm. Yalan yok, kaybedecek bir şeyim de yok. Senden etkilenmemek mümkün değildi. Güzel adamsın ama anlaşılan bana değil. Dedim ya, bu da sorun değil.''
Ardında bütün hislerinin fırtınasına karışan bir adam bıraktı Jihyun çekip gittiğinde. Yoongi aptal diye fısıldadı. Asıl beni bulan sendin. Şimdi de benim mi seni bulmamı istiyorsun?
Yoongi bulmasına bulurdu onu. Sarardı da. Öperdi, koklardı ve göğsünde uyuturdu. Zor olan bunlar değildi. Zor olan, hevesi geçtiğinde ve gitmek istediğinde olacak olanlardı.
Büyük olan, Jungkook'un Jimin'den o kadar uzun süre kaçmış olmasını anlıyordu. Fakat anladığı kısım benim karanlığım onu yutar kısmı değildi. Gideceğini bildiği bir adamın kendisini mahvetmesine izin vermemekti.
Jihyun daha küçüktü. Hevesli ve heyecanlıydı. Bencildi, eğlencesine düşkündü ve egolu herifin tekiydi. Yoongi ise uykuya düşkün, kahve içen ve boş konuşmaktan hoşlanmayan, zorunda kalmadıkça dışarı çıkmayan biriydi. Jihyun'a göre yaşlı ve huysuzdu.
Jihyun ondan sıkılacaktı.
Bunu şimdiden görebiliyordu. Ve kendisini korumak zorundaydı, geçici bir heves olmayacaktı.
Açık olmak gerekirse, Jihyun'dan daha fazla zorlanıyordu bu durumla baş etmeye çalışırken. Onun heyecanlı halleri, güzel gülüşü ve tatlı sesi kendisini ona bakarken, onunla konuşurken ya da ona yaklaşırken bulmasına neden oluyordu. Aklını karman çormandı ve ne istediğini bilmez bir haldeydi. Her şey birbirine girmişti.
Ve korkuyordu.
Daha önce kontrolün ellerinden kayıp gittiğini böylesine hissetmemişti Yoongi. Onu kırmak ya da üzmek istemiyordu.
Evet onu sarmak istiyordu fakat boşa yanacaksa, kendi kendisini bulmasına izin vermesi gerekmiyor muydu?
Hiçbir şey bildiği yoktu.
***
Jimin ve Jungkook apar topar soyunma odasına koştururken Jihyun onları izlemek için Seokjin'in yanına yerleşmişti. Gerçi, çok fazla önemsediği de söylenemezdi zira boş gözlerle sahneye bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. Fakat bir şeylere odaklanması da gerekliydi, çünkü dağılmıştı.
Ve dağıtmak istiyordu.
Kendisiyle hesaplaşmaktan kaçması gerekiyordu -kesinlikle yeri ve zamanı değildi. Hangi ara bu adama çakılıp kalmıştı, bir bataklık gibi içine çekilmeye başlamıştı aklı almıyordu. Hangi ara bu kadar savunmasız olmuştu?
Hangi ara aldatılmanın acısını unutmuştu da, derdi bu adamın gözlerinde kendi yansımasını görmek olmuştu?
Hiçbir şey bildiği yoktu artık. Sarmaşık gibi dolaşmıştı bütün hisleri, düşünceleri ve hareketleri. Boş gözlerinin ardında onun yüz ifadesi vardı. Onun sesi fısıldıyordu kulaklarına. Hataydı.
Jihyun hataydı.
Ve buna gülmek istiyordu. Çünkü yaratılışının yanlış olduğundan emindi artık. Park ailesi yanlışlarla doluydu. Hatanın tam olarak neyden kaynaklandığını da bilemiyordu ki. Babaları mıydı en büyük yanılgı? Her suçu ona atarak kaçabilir miydi her şeyden, yoksa zaten tek suçlu o muydu?
Ve Jihyun merak ediyordu bir insan yere düşe düşe yiter miydi yoksa kalabilir miydi geriye?
İlla birinin mi tutması gerekirdi kalkabilmek için? Kendi başına kalkamaz mıydı dizlerinin üstüne?
Kalkardı, kalkmıştı da. Bugüne kadar bütün yolları tek başına yürümemiş miydi zaten? Kendi savaşmıştı, kendi düşlemişti ama düşleri de yetmezdi ki şimdi.
Zayıf noktası yalnızlığıydı işte Jihyun'un da. Eh, o yüzden devam etmemiş miydi ilişkisi bu zamana kadar? Aldatılmak falan değildi zoruna giden. Yine terk edilen, yine bırakılan, yine yalnız kalan olmaktı.
Sadece yanında kalsa olmaz mıydı? Oysa ki ben seni sararım derken çok da gerçekçi söylemişti. Öyle savunmasızdı ki o an küçük olan, sığınmıştı işte ona.
Çiçekler, böcekler ya da kalpler istemiyordu ki Jihyun. Sadece gece sarılsa ve onu her şeyden koruyacağına inandırsa yeterdi. Gerekirse tüm hayatını uyuyarak da geçirebilirdi.
Yalnızca, bütün gururunu yok sayıp, ona yalvarmak istiyordu şimdi. Yanımda kal, demek istiyordu. Lütfen yanımda kal.
Ama abisi ve sevgilisi sahneye çıktığında bunu yapacak cesareti de uçuvermişti.
Derin bir nefes aldı Jihyun ve geldiğinden beri ağlayacakmış gibi durduğu için onu izleyen Seokjin'le göz göze geldi.
Seokjin, bu küçüklerle ne yapacağını bilemez olmuştu artık. Her şeyi bu kadar zorlaştırmak zorunda değillerdi fakat tek yaptıkları buydu.
Omuzundan yakalayıp kendine göğsüne doğru çekti Jihyun'u ve şakacı bir tavırla kulağına üfledi. Küçük olan huylanınca kıkırdadı ve ''İzle onları,'' dedi. ''Bu ikisinin arasındaki şey, çok gerçek.''
Ufacık bir sır vermek gerekirse, ikisinin arasındaki şey, dünyanın ve insanoğlunun barındıramayacağı kadar gerçekti. Yüceydi.
Ve özeldi.
Sahneye çıktıklarında, Jimin birçok gözle karşılaştı. İnsanlardan kendisini saklamadan, kendi varlığıyla oradaydı ve saçları, kendisini yanlışmış gibi hissettirmesi gerektiği söylenen fakat tek doğruymuş gibi hissettiği renkti.
Olduğu şeyden gurur duyuyordu. Hissettiklerinden ve Jungkook'tan o kadar emindi ki, bu zamana kadar kendine duyduğu bütün şüphelerden utandı.
Karşı karşıya geldiklerinde, kendisine gülümseyen adama baktı.
Ona çok aşıktı. Onun için kendisinden tekrar vazgeçebilirdi.
Az önce deli gibi sevişmiş olmalarının verdiği bir dağınıklık vardı üzerlerinde. Odaklanmak biraz zordu. Fakat, herkes onlara bakarken yapmaları gereken buydu.
Jungkook gülüşünü bir an olsun bozmadan omzuna koydu kemanı ve çenesini yasladı üstüne. Yayı da hazırladı ve Jimin onu takip etti.
Herkes susmuş muydu yoksa onlar mı duymaz olmuştu bilinmez, birkaç saniye için birbirlerinin gözlerinde tekrar kavuştuklarında, rüzgarlar nefesini tutmuştu.
Yaylar teller üzerinde kaymaya başladığında belki de, o salondaki herkes onların gerçeğini anlamıştı. Kirli zihinler, lekeli ruhlar da vardı o salonda. Fakat onlar bile almıştı çiçek kokularını. Zaten, bir dursalar, bir düşünseler ve bir kez olsun gerçekten sevseler anlarlardı ki, anlamaz olurlar mıydı hiç?
Sanar mısınız sevgi gibi yüce bir şey sadece bir kadın ve bir erkek arasında olur? Sevemez mi gökyüzü denizi? Sevemez mi bir çiçek, bir bulutu?
Aşık olamaz mı karınca ağustos böceğine?
Koşamaz mı gece, gündüzün ardından?
En ulaşmaz sandığınız geceler bile, ulaşmaz mı gündüze?
İmkansız mı ayın ve güneşin aynı anda, aynı gökte doğması?
O salonda imkansız değildi bunlar işte. O salonda, o sahnede, o iki ruh; ayı ve güneşi temsil ederken doğmuştu gökte ikisi de. Öyle ki gece gündüzün içinde var olmuştu.
Zira görenler, Ay'ın Güneş'e kavuştuğunu söylerlerdi.
***
Ağlayan Jungkook olur sanıyordu Jimin, sahnede göz yaşları içinde kalırken. Bu notalardan en başından beri emin değildi fakat Jungkook'un yüzündeki gülümseme ve aşk dolu gözler, her şeyi atlatmış gibi gösteriyordu.
Yaklaşan Jungkook oldu. Onun göz yaşlarını silmek için müthiş bir istek duymuştu fakat bunu yaparsa çalmayı bırakması gerekecekti. Yine de yanaştı ona.
Karşı karşıyaydılar yine fakat çok yakınlardı. Jimin'in yanakları kızarık ve ıslaktı. İkisi de sol omuzlarında ağırlıyorlardı kemanı ancak karşı karşıya oldukları için, Jimin seyirci tarafına doğru çevirmişti başını. Jungkook ise olabilecek en az seviyeye indirmişti mesafelerini. Öyle ki kemanın tuşe kısmını tutan eli artık Jimin'in boştaki omzundaydı. Jimin onun yapmak istediğini anladığında, aynı şekilde bıraktı omzuna doğru elini. Sol ayağını öne doğru attığında, Jungkook da sağ ayağını birazcık geri attı ve işte, sahnede bir bütün olmayı başardılar.
İki keman, tek bütün.
Tutulma.
***
Alkışlar yankılanmaya başladığında Jimin sanki nerede olduğunu yeni hatırlamış gibi şaşkınca bakındı etrafına. Birkaç adım geri çekilip sahneye döndü ve herkesin onu alkışlıyor oluşuna dolu gözlerle baktı. Hiçbir şey saklamıyordu şimdi. Babasının elinden almaya çalıştığı her şeyle, insanlar alkışlıyordu onu.
Jimin, Jihyun'la göz göze geldi. Seokjin'in göğsüne yaslanmıştı ve ıslaktı yanakları. Kendisine gülümsüyordu. Gülümseyerek karşılık verdi Jimin de.
Sonra gözleri Yoongi ve Taehyung'u aradı. Yoongi dalgın gözlerle kendilere bakıyordu ve Taehyung neredeyse yerinde zıplayarak alkışlıyordu onları. O an Jimin, kardeşinin gözyaşlarının sadece mutluluktan olmasını diledi.
Lakin değildi.
Selam vermek için eğilecekleri sırada Jungkoook elini tuttu. Eğildiklerinde başları birbirlerine döndü ve buluştu gözleri. Jungkook sırıttı ve o sırıtış sahneden inene kadar yüzünden silinmedi.
Arka tarafa gittiklerinde elleri hala bileşikti ve öyle bir atmosfer vardı ki, her şey rüyaymış gibi hissediyordu Jimin.
Ve asla bu rüyadan uyanmak istemiyordu. Soyunma odasına girdiklerinde bu yüzden önüne geçti küçüğünün ve sımsıkı sarıldı boynuna. Jungkook'un da yapmak istediği buydu fakat pembe saçlı sevgili ondan önce yaptığı için şaşırdı biraz. Jimin hızlıca atladığı için dengesi bozulsa da geri kazanması zor olmadı. İnce belini, güçlü kollarıyla sardı. Jimin'in yüzün boyun girintisine ulaşmıştı. Mırıltılar çıkardığını fark etti Jungkook ve saçlarının arasına kıkırdadı. Jimin saç diplerinde hissettiği nefesle daha fazla mırıltı çıkarttı. ''Yoruldun mu kedicik?''
''Hmmm...'' Jimin kapalı gözlerinin ardından onun boynuna daha fazla asıldı. Jungkook kalçalarını yakalayıp onu kucağına çekti ve içerideki kırmızı koltuklardan birine doğru yürüdü. ''Seni o kadar da yormadım.'' diye söylenirken Jimin hala kapalı gözlerle bekliyordu kucağında. Jungkook koltuğa oturduğunda onu da kucağına yatırdı.
''Yoğun bir gündü.'' diye fısıldadı Jimin. ''Ve çok yoğun hissediyorum.''
''Daha bitmedi bile.'' Jungkook oyuncu bir tavırla kucağına uzanan sevgilisinin burnuna dokunduğunda tatlı bir gülümseme yayıldı Jimin'in yüzüne.
''Maslow'un piramidindeki son tabakayı gerçekleştirmiş gibi hissediyorum.''
''Pekala, Maslow'u tanımam mı gerekiyor?''
Jimin tek gözünü açıp alttan alttan Jungkook'a bakarken kıkırdadı tıpkı sevimli bir kedi gibi. ''Adam ünlü bir psikoloji profesörü Jungkook.''
''Hmm, nereden bilebilirim? En son psikoloğa annemi yeni kaybettiğim zamanlar gitmiştim, tek hatırladığım sürekli benimle konuşmaya çalıştığıydı.''
''Ve sen de konuşmadın?'' Jimin iki gözünü de açtı bu sefer.
''Hayır. Konuşmak bir şeyi halletmeyecekti. Annemi geri getiremezdi ya.''
''Ama bununla baş etmen konusunda yardımcı olabilirdi. Konuşmak bir şeyleri geri getirmese de içinde sıkışıp kalmanı da engelliyor bence.''
''Her neyse, artık ihtiyacım yok. Seninle konuşabilirim değil mi?'' Yaklaşıp onun burnuna öpücük kondurduğunda sesi küçücük bir çocuk gibi kıpır kıpırdı Jungkook'un. Dibine kadar mutlu hissediyordu.
''Evet.'' dedi Jimin de. ''Lütfen benimle her şeyi konuş.''
''Aynısını senin de yapmanı istiyorum.'' Karnında oyalanan parmaklar gıdıklamaya başlayınca Jimin büküldü. ''Tamam, tamam.'' dedi sesli kahkaha atmamak için kendisini tutarken. ''Her şeyi sana söyleyeceğim.''
''Söz mü?''
''Söz. Tamam, dur.'' Küçük olan gıdıklamayı durdurduğunda Jimin hala gülüyordu. Açık ağzına rağmen Jungkook dudaklarından öpücük kaçırmayı ertelemedi. ''Ee, neymiş bu piramidin son tabakası?''
''İlk tabaka fizyolojik ihtiyaçlarla başlıyor ve katman katman gidiyor işte. Güvenlik ihtiyacı, ki bu kesinlikle artık atladığım bir sıra, sonra ait olma ve sevme ihtiyacı...'' Jungkook'un büzülen dudaklarını öptü Jimin. ''Bunu da olabilecek en kaliteli şekilde gerçekleştirmeye başladığımı düşünüyorum. Sonra değer ihtiyacı ve en son da kendini gerçekleştirme var.''
''Kendini gerçekleştirdin yani?'' Jungkook onun saçlarıyla oynuyordu. Jimin de Jungkook'un çene hattını parmaklarıyla dolaşıyordu.
''Gerçekleştirmeye başladığımı düşünüyorum.''
''Birlikte?''
''Birlikte.'' Küçüğünün kucağında doğruldu ve saçlarını geriye tarayıp alnına ufak bir öpücük bıraktı. ''Hadi, kalkalım.'' dedi ardından. ''Daha resim çizme yarışması yapılacak.''
''Katılacak mısın?'' Jungkook onun ardından kalkarken sordu ve Jimin gülmeye başlayınca o da gevşeyen yanaklara sahipti.
''Çizimde berbatım ama herkesin katılması gerekmiyor mu?''
''Evet, satılan biletlerde öyle yazıyordu ancak sen biletle gelmediğin için zorunda olduğunu sanmıyorum. Yine de, bir şeyler karalamanı tercih ederim. Çocuklar çok heyecanlı olacak.''
''Aralarından birinciyi nasıl seçeceksin? Diğerleri üzülür.'' Odadan çıkarlarken Jungkook kolunu Jimin'in omzuna attı ve küçük bedeni kendisine doğru çekiştirdi.
''O sadece çocukları hırslandırmak için. Bittiğinde hepsini birinci olarak açıklayacağım. Her zaman tek bir kazanan olmayacağını öğrenmeliler.''
''Eğer yaptıkları resimler satılmazsa ne olacak peki?''
''Hepsini ben satın alırım o zaman.''
Jimin duraksadığında diğeri ne olduğunu anlamak için ona baktı. Jimin'in gözleri gülümseyişi yüzünden kaybolmuştu. ''Dünyadaki en güzel yüreği bulduğuma inanamıyorum!''
Jungkook gözlerini kaçırıp kıkırdarken büyük olan uzanıp kızaran yanağını öptü. ''Harika birisisin sen. Gerçekten, çok güzelsin, deli olmak üzereyim sana.''
''Daha olmadın yani?'' Jungkook konuyu üzerinden atmak için şakaya vurduğunda Jimin onun kolunun altına daha fazla girdi ve göğsüne bir öpücük kondurdu yürümeye başladıklarında. ''Haklısın. Çoktan oldum.''
***
Resim yapabilmek için bütün gelenlerle birlikte neredeyse herkes bahçedeydi. Çocuklar resim yapacakları yerlere çoktan oturmuş harıl harıl önlerindeki şovaledeki işlerine odaklanmışlardı. Gelen konukların sadece eğlenmesi amaçlanıyordu ve çocukların daha da hırslanması için onlarda yarışmaya katılmışlardı. Elbete çizmek istemediğini söyleyenler de olmuştu fakat Taehyung onları tatlı (?) bir dille ikna etmişti.
Sonuçta her şey çocuklar içindi. İki çizgi atarlarsa kimse ölmeyecekti.
Şimdi ise herkes gerçekten eğleniyor görünüyordu. İşini ciddiye alan konuklar kıstığı gözlerle önündeki kağıtlara bakarken kimileri birbirlerine gülüyor hatta, sırf eğlencesine birbirlerini çiziyorlardı.
Jimin, Jihyun'un yanında oturuyordu. Diğer tarafında Yoongi vardı ve aralarındaki gerginlik, Jimin'in de gerilmesine sebep olmaya başlamıştı çoktan. Yoongi boş gözlerle şovaleye bakarken, Jihyun şekilden şekle girerek bir şeyler çiziyordu ve ağır bir şekilde ortaya bir şeyler çıkartıyordu. Yoongi'nin diğer tarafında Taehyung da işini ciddiye almış görünüyordu. Namjoon ortalarda dolanıp insanların bir şeye ihtiyacı olup olmadığını kontrol ediyordu Seokjin ile birlikte.
Yugyeom çizdiği oklu kırmızı kalbin bir tarafına Yujin, bir tarafına Yugyeom yazmıştı ve çok romantikmiş gibi göstermek için sevgilisinin resmini bitirmesini bekliyordu.
Aslında konu oldukça genişti. Jungkook herkesin ortasına durmuş ve ''Çizmeye değer gördüğünüz tek şey dediğimde aklınıza gelen ilk şeyi çizin demişti.''
Jungkook çocukların olduğu yerdeydi ve Jimin'in de karşısındaydı. Eğer çizmeye azıcık bile yeteneği olsaydı Jimin'in çizeceği şeydi kendisi. Aklına ondan başka bir şey gelmemişti.
Jungkook gözlerini Jimin'e çeviridğinde onun da kendisine baktığını fark edip gülümsedi tatlı bir şekilde. Jimin, yanına gelip gelmeyeceğini işaret ettiğinde başını iki yana salladı hızlıca. Kaşları da havaya kalkmıştı.
Jimin mızmız bir şekilde burnunu kırıştırırken dudaklarını da büzmüştü. Jungkook'dan bir öpücük aldı uzaktan. Kıkırdayıp tekrar önüne döndüğünde iyi bir şeyler çizemeyeceğini kabul etti.
Bu yüzden bir ay çizdi. Ay olduğu anlaşılsın diye ok çıkartıp ucuna ay yazdı. Gülümsemeye başlamıştı çizerken. Ardından ufak bir güneş çizdi ayın önüne ve bunun güneş olduğunu belirtmek için yine bir ok çıkardı. Sonra aya kollar çizdi.
Ayın kolları, güneşe sarmalıyordu.
Güneşe birkaç yara bandı çizmişti Jimin. Ayın -canavarımsı- elleri bir yaranın üstüne kapanmıştı.
Jimin, diğerlerinin bunun anlamını anlayabileceğinden emin değildi çünkü korkunç görünüyordu.
Pekala, üç yaşındaki bir çocuk bile daha iyisini çizebilirdi fakat dert değildi.
İçlerini boyarken oldukça eğlenmeye başlamıştı çünkü resim komikti. Yine de anlamı Jimin için iyiydi. Jungkook bu benzetmeyi sürekli kullanıyordu. Jimin'in güneş olduğuna vurgu yapıyor ve ışığı kendisinden aldığını söylüyordu. Fakat Jimin güneşin, ay olmadığı sürece hiç olduğunu biliyordu.
Boyaması bittiğinde, Jimin resmin alt köşesine bir şeyler yazmak için siyah kalemi eline aldı ve yazdı:
Günün geceye ulaşmadığı bir günde ayına kavuşamayan güneş doğmaz, şayet ben bir güneşsem, parlamamın sebebi beni saran ayın kolları.
En sonunda da şunu ekledi:
Çizmeye değer gördüğüm tek şey sensin, Jungkook.
Bittiğinde gözleri tekrar Jungkook'a döndü. Neye bu kadar odaklanarak çizdiğini merak etti fakat bakmamasını istiyorsa bakmayacaktı. Gözleri yanındaki Jihyun'un çizimine gitti.
Pekala kendisinden iyi çizdiği ortadaydı ancak bu... Öksürmesine sebep oldu. ''Jihyun,'' dedi gözünün ucuyla ona bakarken. ''Bu ne diye sormalı mıyım? Ya da bir çocuk etkinliğinde neden böyle bir şeyi- pardon şeyleri çizdiğini?''
Jimin böyle deyince Yoongi'nin gözleri de onun yapığı resme döndü. Oysa ki oraya oturduğu andan beri bakmamak için büyük bir çaba sarf etmişti.
Jihyun omuz silkti. ''Bilmem, Jungkook söylediği anda aklıma gelen illk şey bu görüntüydü.'' diye mırıldandı ve abisine dönüp dudak büktü. Tam sırada kendisini izleyen Yoongi'yi yakaladı.
Büyük olan hızlıca gözlerini kaçırıp kendi çizdiği şeyin farkında vardığında küfür etti sessizce fakat Jihyun'un gözleri o küfür etmeden önce takip etmişti onun gözlerini.
Yine de küfürü Jimin de duydu. ''Yoongi, niye küfür ediyorsun çocuk-''
''Manyak mısınız?'' dedi ardından, hayret içerisinde. ''İkinizin de aklına gelen şey...'' Sesini iyice kıstı başkası duymasın diye. ''Seks anında tutulan eller mi yan-'' Ardından durumu sonunda fark etti.
''Siktir...'' dedi düşünemeden. İkisi de kendi yaptıkları resimlere bakarken elleriyle oynamaya başlamışlardı.
Jimin yüzünü ovarken minik elleriyle, iç çekti. ''Neler döndüğünü bilmiyorum,'' diye mırıldandı. ''İkinizin arasında yani. Fakat bir şeyler döndüğünün farkındayım. Kendiniz halletmelisiniz diye ses çıkartmadım ancak, ikinizden biri diğerini üzerse bu iyi olmaz.''
''Resim çizmekte berbat olan pembe çiçeğe katılıyorum.'' Taehyung kendi çizdiği resimden gözlerini çekmeden konuştu. Bu onları en başından beri dinlediğinin ve çizilen resimlerin de farkında olduğunun kanıtıydı. ''Ben bile, bakın altını çiziyorum ben bile karışmıyorum bu sefer. Yoongi'nin üzülmesine izin vermem ancak Yoongi, senin de sebepsiz yere üzmene izin vermem. Hiçbir bağınız olmasa bile en basitinden o Jimin'in kardeşi.''
Jimin başını sallarken Yoongi gözlerini ellerine indirdi sadece. ''Şimdi resimlerinizi şovalenizden alın ve rulo haline getirin ki kırışmasın. Ama atmayın sakın, ilişkiniz başlayınca odanıza asarsınız.''
Jihyun bir ''Hah!'' sesi çıkartırken resmini şovaleden, deyimi yerindeyse, sökerek aldı ve rulo haline getirmeye oradan hızlıca uzaklaşırken başladı.
Yoongi de ağır ağır resmini rulo haline getirirken Taehyung ortamı yumuşatmak istercesine, ''En azından yatak ve kahve resmi çizmemişsin. Ben uyku ve kahveden başka bir şey düşünebilmene bile mutluyum Yoongi-ah!'' dedi.
Yoongi tepki vermeden ikisini terk ettiğinde Jimin ve Taehyung birbirlerine, ardından da birbirlerinin resimlerine baktılar.
Esmer olan, ''Jiminie, gerçekten berbatsın. Resimde açıklama olmaz!'' diye azarlarken Jimin de, ''Yuh Taehyung!'' dedi. ''Hemen indir şu resmi biri görürse şikayet eder sapık öğretmenleri var diye!''
Eh, kaslı ve çıplak bir erkek gövdesi ne zamandan beri bir sapıklık göstergesiydi ki?
***
Jimin kendi çizimi elinde Jungkook'a doğru yaklaştığında iki saati geride bırakmışlardı ve Jungkook gerçekten bütün odağını yaptığı resmin üstünde tutuyordu. Hızlıca hareket ediyordu sağ eli ve kaşlarının ortası hafifçe çatılmıştı. Arada bir geri çekilip yaptığı resme bakarak gülümsüyordu ve Jimin artık ne yaptığına bakamazsa çatlayacaktı.
Önüne geldiğinde, eğer Jungkook gitmesini söylerse yine de gitmeyeceğini ve bakacağını düşünüyordu, ''Hey,'' dedi. ''Sevgilim bitirmedin mi hala?''
Jungkook kendisine seslendiğinde hafifçe irkildi ve gözlerini şovalesinin ardında meraklı gözlerle kendisini izleyen sevgilisine çevirdi. Siyah saten bir gömlek vardı hala üstünde ve siyah kumaş pantolonu üst bacak kaslarını iyice sarmıştı.
Başını yana doğru eğerken gülümsedi ona Jungkook. Ne çizdiğine bakmaya geldiğini biliyordu. Jimin de onunla aynı tarafa eğdi başını ve yakalandığını fark edip gülümsedi. ''Artık bakamaz mıyım?''
''Bitti zaten.'' dedi Jungkook da. ''Sen ne çizdin?''
''Ben bitireli çok oldu. Zaten iyi bir şeyler çizemeyeceğimi bildiğimden çok fazla uğraşmadım. Eğer gerçek bir şeyler çizseydim bu felaket olurdu.''
''Bakayım.'' Jungkook onun rulo haline getirdiği beyaz kağıda uzattı elini.
''Ben de bakmak istiyorum.''
''Tamam, bu tarafa gel ama önce elindekini ver bana.''
Jimin ona doğru uzatırken kıkır kıkır konuştu. ''Al. Çok bir şey bekleme.''
Jungkook oturduğu yerden kalkmadan bacaklarını sola doğru çevirdi ve rulo kağıdı açtı yavaşça. Jimin de sağ tarafına geçmişti.
Resime ilk baktığında kahkahasını durduramadı. Çok basit bir ay ve güneş vardı ve hadi ama küçücük bir çocuk daha iyi çizerdi. Fakat sonra anlamını fark etti ve gülmesi durdu.
Ay kesinlikle daha büyüktü güneşten ve onu sarmıştı. Güneşin yaralarını elleriyle kapatıyordu. Sonra gözleri altındaki yazılara kaydı ve Jimin'in duyabileceği bir sesle okudu onları.
''Günün geceye ulaşmadığı bir günde ayına kavuşamayan güneş doğmaz, şayet ben bir güneşsem, parlamamın sebebi beni saran ayın kolları. Çizmeye değer gördüğüm tek şey, sensin Jungkook.''
Jimin gözlerini Jungkook'a çevirdi bunun üzerine ve onun kendisine dolu gözlerle baktığını fark etti. Elinde tuttuğu resim titriyordu.
''Hey,'' dedi. ''Ağlayayım deme, yemin ederim tam şuracıkta hıçkırıklara boğulurum ve çocuklar çok korkar.''
''Ağlamayacağım, sadece bu...''
''Biliyorum korkunç ama iyi olmadığımı sana söyledim.'' Jimin gülümserken Jungkook dolan gözlerini yumup başını iki yana salladı.
''Bu çok güzel.''
''Dalga geçme.'' Jimin göz devirip bakışlarını kendi yüzüne çevirdi. ''Dalga geçmiyorum, Jimin, bebeğim bu gerçekten çok anlamlı. Dinle, bunu odama asacağım.''
''Asla.'' Jimin başını iki yana sallarken eğilip Jungkook'un çizdiği resme yaklaştı ve devam etti. ''Çizerken bana neredeyse hiç bakmadığından eminim. Nasıl bu kadar iyi çiziyorsun? Tüm ayrıntılarıyla...''
''Zaten yüzünü ezbere biliyorum.'' Jungkook bu çok normal bir şeymiş, sanki herkes herkesin yüzünü ezbere bilirmiş gibi söylediğinde Jimin eğildiği için yakınında olan yüze yaklaşıp yanağına kısa bir öpücük bıraktı.
''Çok tatlısın, biliyorsun değil mi?''
''Bu bir iltifat mıydı?''
''Evet.'' Jimin kıkırdadı. ''Tatlı olmak hoşuna gitmiyor mu? Sen bana güzelim derken feminen bir anlamda mı söylüyorsun?''
''Hayır, sadece dişiler mi güzel olabiliyor sanki?'' Jungkook tavşan dişlerini ortaya çıkartarak hızlıca konuşurken Jimin de güldü. ''Eh, sen de tatlı ve güzelsin çünkü.''
***
Saat dokuzu geçiyordu bütün işler neredeyse bittiğinde. Neyse ki etrafı temizlemek onların işi değildi fakat çocukların tamamen güvenli ve mutlu bir şekilde yattıklarından emin olmaları gerekmişti.
Jungkook ve Jimin ufaklıkların yattığı bir odaya girmiş ve üstlerini falan örtmüşlerdi. Jimin Jungkook'un çocuklara ilgilenişini izlerken baba olması gerektiğini dair inanılmaz bir istek duymuştu. Ona inanılmaz derecede yakışıyordu.
Eh, fizyolojik olarak ona bir çocuk veremezdi. Acaba Jungkook bunu hiç düşünmüş müydü? Çocukları delicesine sevdiği belliydi. Belki ileride sırf çocuk için evlenmeyi bile düşünmüş olabilirdi. Sonuçta eş cinsel bir ilişki planlamadığı da açıktı.
O an, Jungkook çocuklardan birini yanağından öperken Jimin -pekala çok saçmaydı ama elinden bu şansı aldığını düşünmeden edemedi.
Aşağı inerlerken Jungkook, Jimin'in durgunlaştığını fark etti fakat bunu yorgunluğa yordu. ''Çok mu yorgunsun bebeğim?''
''Yo, değilim. İyiyim.'' Onun dalgın suratına bakarken garipsedi bu durumu küçük olan. Kolunu omuzlarına sarıp onu kendisine çekti ve şakağına bir öpücük bıraktı. ''Eve gidince sana masaj yapmamı ister misin? Son günler inanılmaz yoruldun ve bedenin hala nasıl iflas etmedi merak ediyorum.''
''Sen de yorulmuşsundur.'' Jimin mırıldandığında Jungkook omuz silkti ve saçları arasına doğru güldü. ''Ben iyiyim. Kolay yorulmam, bunu bitmeyen gecelerimizde anlaman gerekirdi.''
Jimin'in göğsüne vurmasını ya da dirsek atmasını falan beklemişti fakat Jimin sadece, ''Doğru.'' demekle yetindi.
''Hey,'' dedi durup onu omuzlarından tutarak kendisine çevirirken. ''İyi misin? Bir şey mi oldu?'' Omuzlarındaki elleri tuttu Jimin ve onun çatılan kaşlarına baktı. ''İyiyim dedim ya bebeğim.''
''Bir şey var.''
''İyiyim.'' Jimin yalandan gülümsediğinde bunu Jungkook elbette anladı fakat şimdi anlatmak istemiyorsa zorlamayacaktı. Her şeyi anlatacağına zaten söz vermişti.
Giriş katına ulaştıklarında hemen hemen herkesin orada olduğunu fark etti ikili. Birkaçı ikisinin keman performansını harika olduğuna dair bir şeyler söyledi ve birçok kişi Jimin'in çok iyi dans ettiğini tekrar edip durdu. Çalışanların ve öğretmenlerin de birçoğu gittiklerinde geriye sadece bizimkiler kalmıştı.
''Sizce de kutlanılması gereken bir gün değil mi?'' diye sordu Yujin. Yugyeom'un kollarının arasındaydı.
''Yujin o kadar haklısın ki bebeğim!'' Taehyung direkt olarak onu onayladığında Seokjin'in kolunun altındaydı ve Yoongi de yanlarındaydı. Jihyun Namjoon'la yan yana, bekleme koltuklarında, Yoongi'den en uzak noktada bekliyordu.
''Pekala, pekala.'' Seokjin kardeşinin omzundan tutup onu uzaklaştırırken güldü. ''Bu sefer gerçekten haklısınız. Çok iyi bir gündü ve bağış sayısı, biletlerden gelen para ve satılan onca şey yurdu bir yıldan fazla, kesintisiz ayakta tutmaya yeter. Çocukların yaptıkları bütün resimler de satıldı ve aldıkları alkışlar, hepsinin resminin birinci seçilmesi... çok mutlulardı farkındasınız değil mi? Bugünü asla unutmayacaklar.''
''Fikri ortaya Jimin atmıştı.'' Jungkook söylediğinde bütün gözler kendisini buldu. Utanıp sevgilisinin arkasına saklandı Jimin. Jungkook'a arkadan sarılırken, ''Fakat bugün çocukların mutluluğuna senin katkın daha büyük.'' diye üstünden dikkati almaya çalıştı fakat beyhudeydi.
''Jimin,'' dedi Yujin. ''Jungkook'a senden daha güzel bir adam gelemezdi biliyor musun? Geldiğin ilk günden beri her şeyi daha iyi yapacağın belliydi.''
''Benim minik kremalı kekim!'' Taehyung neşeleyle seslendi ona doğru koştururken. ''İyi ki varsın. Gel buraya öpeceğim!''Jungkook'un arkasından çekip çıkarttı onu ve ıslak ıslak öptü defalarca yanaklarını. Jimin kızarmış ve yüzünü buruşturmuştu.
''Çüş. Yavaş. Yeter.'' Jungkook gülerek söylenirken, Taehyung'u çekiştiriyordu.
''Dinleyin,'' dedi ardından Taehyung. ''Arka bahçemizde hiç kullanmadığımız, Yoongi'nin her seferinde dehşet para harcatarak büyüttürdüğüm ve aşırı lüksleştirdiğim için kızdığı havuzumuzu iki gün önce temizlettirdik. Hava inanılmaz güzel. Ellerimizde şampanyalarımızla havuzun içindeki ılık suyun kaslarımızı gevşettiğini hayal edebiliyor musunuz?''
''Kesinlikle ediyorum.'' Yugyeom yumruk yaptığın elini havaya savururken, ''İçecekler benden hem de!'' diye eklemişti.
''Ya da sadece gidip uyuyabiliriz.'' diye başka bir öneri sundu Yoongi. Sarhoş bir şekilde, sarhoş bir Jihyun'la -hem de çıplakken- yan yana olmak istemiyordu.
Fakat onu dikkate alan tek bir kişi bile olmadı.
Sonra herkes kalan görevliler dışında yurttan çıktı. Arabalara dağılmadan önce görevlendirilme işini hallettiler ve tabii ki bunu Taehyung yaptı.
Yujin, Yugyeom, Namjoon ve -bensiz asla gidemezsiniz diye kavga çıkartarak- Taehyung, yiyecek ve içecek almaya gideceklerdi.
Kalanlar eve gidecek ve bahçeyi falan hazırlayacaklardı. -Neden Yoongi ve Jihyun'un aynı görevi aldığını merak ettiyseniz bile etmemeniz gerek. Sonuçta Taehyung bu ilişkiye karışmayacağını(?) söyledi değil mi?-
Jihyun, Jimin'in dalgın halini fark eden ikinci kişiydi. Görevler konusunda tartışıldığı sırada -çünkü Taehyung evde iş yapmak ve uğraşmak istemiyordu fakat ev onundu!- Jimin'in yanındaydı, abisi onun beline sarılmış, öylece Jungkook'u izliyordu.
''Sorun ne hyung?''
''Ne sorunu?'' Jimin gözlerini kendisine çevirdiğinde başını yana eğip omzunu omzuna çarptı. ''Hyung beden saklama. Bir şey olduğu belli. Jungkook'la mı ilgili?''
''Sadece aklıma takılmaması gereken, gereksiz bir şey takıldı ve Jungkook'un en ufak suçu yok.''
''Konuş onunla hyung, içinde kendi kendini yeme.''
''Ama aptalca bir şey.'' Jimin iç çekip kendilerine doğru gelen sevgilisine baktı. ''Günü mahvetmemek en iyisi.''
''Tartışmadan sadece söyle gitsin. Böyle durgunlaştığının o da farkında ve inan bana, onunla paylaşmadığın sürece bu onun içine de dert olacak.''
Jungkook yanlarına vardığında Jihyun abisinin kolunu belinden çözdü ve gülümsedi. ''Ben Seokjin hyunglarla gideceğim, orada görüşürüz.''
''Neden? Bizimle gelsene.'' Jungkook kaldırdığı kaşlarıyla söylediğinde Jihyun omuz silkti. ''Seokjin hyungla bir şey konuşacaktım, o yüzden.''
Ardından ikisini bırakıp onlardan uzaklaştığında Jungkook'un gözleri hemen Jimin'e döndü. Jimin kendisine gülümsediğinde Jihyun'la ilgili bir sorun olmadığına emin oldu ve, ''Hadi, o zaman.'' dedi. '' Gidelim.''
Araba yolculukları sessizdi. Jimin camdan dışarıyı seyrediyor ve ara ara bir şey diyecekmiş gibi Jungkook'a dönüyordu. Jungkook onun konuşmasını bekleme taraftarıydı. Bir şey olduğu belliydi işte. Neden saklıyordu ki?
En sonunda Jimin, havadan sudan konuşuyormuş gibi bir ses tonuyla açtı konuyu. ''Bugün çocuklar çok mutluydular.'' dedi sanki bunu hep birlikte zaten konuşmamışlar gibi.
''Evet.'' dedi Jungkook ona bakmadan. ''Öyleydiler.''
''Sen de mutluydun. Çocukları çok seviyorsun.'' dedi Jimin ardından. Konuya nasıl gireceğini bilemiyordu. Jungkook tek eliyle sürüyordu arabayı. Gözleri yoldaydı ve ya profili inanılmaz yakışıklıydı. Günün sonunda saçları, ki daha çok iyi bir sevişme atlattığından, karman çormandı.
''Evet, öyleydim. Çocuklar mutluysa ben de mutluyum ve biz de iyiydik. Ve evet, çocukları çok seviyorum. Ama seni de çok seviyorum. Onları kıskandığını söyleme bana.'' Gözünün ucuyla dönüp elleriyle oynayan sevgilisine baktı. Ondan bir tepki beklemişti çünkü son söylediğine kızacağını düşünmüştü. Jimin başını iki yana sallayıp tekrar sessizliğe gömüldüğünde boştaki elini onun dizine attı Jungkook. ''Güzelim, o güzel aklında neler döndüğünü söyler misin artık?''
''Ben...'' Jimin iç çekti seslice. Sonra başını kaldırıp arabayı kenara çeken sevgilisine baktı hızlıca.
''Hadi konuş benimle. Böyle çok endişelendiğimi biliyorsun.''
''Hayır, hayır. Endişelenecek bir şey yok. İyiyim. İyiyiz. Sadece... düşündüğüm şey çok saçma olabilir ve bana kızabilirsin diye-''
''Jimin.'' Jungkook uzanıp onun elini elleri arasına aldı. ''Her şeyi söyleyeceğine daha bugün söz verdin.''
''Tamam!'' Jimin seslice isyan etti. ''Söyleyeceğim. Tamam. Bak, düşünüyorum ki, sen çocukları çok seviyorsun. Gerçekten, çocuklar da sana bayılıyor. Yani, baba olmayı o kadar hak ediyorsun ki ve bu sana o kadar çok yakışıyor ki elinden bu hakkı aldığım için kendime kızdım. Bunu istemsiz yaptım ama eş cinsel değildin ve ben olmasa-''
''Gerçekten mi Jimin?'' Jungkook ona gerçek bir şaşkınlık içerisinde bakıyordu. Elini bırakıp saçlarını geriye taradı birkaç defa. ''Gerçekten bunu düşünebildin mi?''
''Üzgünüm!'' Jimin bakışlarını kaçırıp kendisini yan taraftaki cama doğru çevirdi. ''Ama haklı olduğumu biliyorsun.''
''Haklı falan değilsin! Jimin yani, gerçekten!'' Jungkook da ona karşı isyan etti. Çok şaşkındı. Asla böyle bir şey düşünebileceğini aklından geçirmemişti. ''Şimdi de baba olabilirim. Olabiliriz. Hatta olmalıyız.''
Jimin dönüp ona baktığında. ''Bana öyle bakma,'' dedi. ''Ne sanıyorsun? Aile olabilmek için illa kan bağı mı gerekli? Senin de babanla kan bağın var.''
''Öyle değil.''
''Kan bağının önemli olmadığını en iyi sen biliyorsun! Yani, böyle bir şey düşünebildiğine inanamıyorum. Hayatıma girdiğin için özür dile bir de istersen.'' Gözlerini yola çevirip sakinleşmek için beklediğinde Jimin de ona bakmadan, kısık sesiyle konuştu.
''Özür dilerim. Sadece sen çocuklarla ilgilenirken ansızın kafamın içine yerleşiverdi bu düşünce. Çok özür dilerim seni kızdırmak istemedim.''
''Kızmadım.'' Jungkook sevgilisinin kısılan sesine gözlerini kapattı. Ardından, ''Tamam kızdım.'' diye itiraf etti. ''Bunu dediğim için sen de bana kızacaksın ama, aptalsın. Yani, sen gelene kadar yaşamakla ilgili dertlerim varken geleceğe dair planlar kurduğumu mu düşünüyorsun da bu hakkı elinden aldım falan diyebiliyorsun, bana verdiğin şeyleri hiçe sayarak.''
Jimin başını koltuğa yaslayıp gözlerini kapadı pişmanlıkla. ''Özür dilerim. Günü mahvettim değil mi? Söylememeliydim. Keşke zorlamasaydın.''
''Özür dilemen yetmeyecek.'' dedi Jungkook da uzanıp elini tekrar tutarken. Avucunu açıp oraya bir öpücük bırakmadan önce ekledi. ''Benimle evlenmen ve bir çocuk evlatlık alman gerekecek.''
Jimin gözlerini hızlıca açıp doğruldu ve onun hafifçe gülümseyen yüzüne baktı. Jungkook ekledi. ''Şaka yapmıyorum. Afilli bir evlilik teklifi için biraz beklemen gerekecek ama bu planımdan haberin olmalı. Sonuçta diğer damat da sen olacaksın.''
''Jungkook?'' Jimin hala şaka yaptığını düşünüyordu fakat Jungkook sonuna kadar ciddiydi. ''Cevap ver.'' dedi. ''Ben çok ciddiyim.''
''Deli misin?'' Jimin heyecanla yükseldi yerinde. ''Soru mu bu? Aman Tanrım! Jungkook galiba çığlık atacağım''
''Evet mi diyorsun?''
''Evet! Elbette evet.'' Ve göz yaşları çok geç kalmadan şıpır şıpır yanaklarında yol almaya başladığında tekrar etti Jimin. ''Evet. Seni asla bırakmayacağım. Seni çok seviyorum. Elbette evet.''
''Ömrünün sonuna kadar benimle olmak zorundasın.'' dedi Jungkook. Jimin'in ağlamya başlaması onun da birazdan ağlayacağını gösteriyordu. ''Düşünmeden söyleme bak. Beni hiçbir zaman bırakamazsın. Benden önce bile ölemezsin.''
''Jungkook!'' Jimin ağlayarak arabada onun üstüne tırmandı. ''Son nefesime kadar seninle olacağım. Söz veriyorum, sen yaşadığın sürece seni bırakmayacağım.''
Jungkook bir evlilik teklifi planlamıyordu. En azında şu anda, böyle. O kadar kendiliğinden gelişmişti ki o bile şoktaydı. Çok geçmeden göz yaşlarının ıslattığı dudaklarla yüzünün her yerini öpen sevgilisinin yanaklarını tutarken ağlamaya başladı o da.
''Seni seviyorum.'' dedi dudaklarını birleştirmeden önce. Jimin'in ''Seni seviyorum,'' demesini yuttu kendi ağzının içinde.
Yumuşak, yavaş ve duygu yüklü bir öpücüktü. Jimin'in belini okşarken, diğeri de onun saçlarının arasında dolaşıyordu.
Sonra Jimin onun dökülen yaşlarını topladı tek tek, dudaklarıyla. ''Seni seviyorum.'' dedi tekrar. ''Benimle evlenmeyi istediğin için teşekkür ederim.''
''Elbette isteyecektim.'' dedi Jungkook da. ''Kabul ettiğin için ben teşekkür etmeliyim. Dünyanın en yakışıklı yüzüne, en seksi vücuduna ve en güzel yüreğine sahip adamı kaptım.''
Yanaklarını okşayan minik ellere başını çevirip öpücük bıraktığında, ''Hayır,'' dedi Jimin. ''Onu ben kaptım.''
( Açıyoruz: Scenery by Taehyung.)
***
Ertesi gün, öğleye doğru.
Jungkook'un ağzından,
Uyandığımda yatakta sırt üstü uzanıyordum. Gözlerimi açıp açmama konusunda içimde savaşa girsem de en sonunda birkaç denemenin ardından araladım gözlerimi. Başımın ağrısı yüzümü buruşturmama sebep olurken öğlene kadar uyuduğumun habercisi güneşle bakıştım bir süre. Dün gece o kadar da çok içmemiştim ancak geceden kalma olacak kadar içmiş olmalıydım. Eh, tamamen çıplak olduğumu fark ettiğimde şaşırmadım bu yüzden.
Dün gece, ilerleyen saatlerde kendi evimize geçmiştik ve Jimin sevişmemiz konusunda inanılmaz istekli davranmıştı. Öyle ki, birkaç defa yapmıştık.
Gerçi benim için dert değildi. Jimin zaten her zaman hazır olmamı sağlıyordu ve onun bedenin her yerini tekrar tekrar keşfetmekten asla usanmazdım.
Gecenin anıları birer birer kafamın içinde dolaşırken içime yerleşiveren kötü hisse engel olamadım. Sarhoşken fark etmediğim birçok şey, zehirli bir yılan gibi sızdı kafamın içine. Yatakta onu hissetme ihtiyacıyla kolumu onun tarafına attım ve ona doğru döndüm aniden. Hızlıca hareket ettiğimden beynim kafatasımın içinde çalkalandı fakat umursadığım tek şey Jimin'in yatakta olmadığı oldu.
Onun gece boyunca ağladığını hatırladığımda içimdeki kötü his midemden gırtlağıma kadar tırmandığında kusacağımı düşündüm. İçkiden kaynaklı olduğunu düşünsem de, öyle olmadığını biliyordum.
Yataktan kalkıp yerde bulduğum, ki büyük ihtimalle Jimin'e aitti, iç çamaşırını üstüme geçirdim hızlıca ve neredeyse koşarak çıktım odadan.
Gözlerimin önüne gelen, dün geceki Jimin, ellerimin titremeye başlamasına sebep olduğunda ''Saçmalama.'' diye fısıldadım. ''Saçmalama. Duş alıyordur.''
Yine de bir sorun olduğunu biliyordum. Dün geceki hüzünlü seksin, bir sorun olduğunu anlamalıydım fakat anlamamıştım.
Jimin'in nasıl titrediği, gözlerindeki acıyı ve süzülmesi hiç kesilmeyen yaşlarını hatırlamaya devam ederken banyonun kapısın sormadan açtım fakat elbette, orada değildi.
Merdivenlerden inerken ellerimin titremesini durdurmak için yumruk yaptım onları. Onu mutfakta gördüğümde kendimle dalga geçecektim. Fakat dalga geçemedim.
Boş mutfakta etrafımda döndüm ve dalga dalga yükselen anlamsız hisle donakaldım. Öyle bir histi ki, nefesim kesilmişti.
Pencereden bahçeye bakarken Jimin'in dün gece gereksiz bir şekilde özür dileyip durmasını hatırlarken bırakın ellerimi, bütün uzuvlarım tir tir titremeye başlamıştı. ''Jimin?'' diye seslendim fakat kendim bile duymamıştım kendi sesimi.
Korku, boğazımı sıkıyordu elleriyle.
''Saçmalama aptal herif.'' dedim tekrar. ''Durup dururken niye evham yapıyorsun ki şimdi?''
Fakat durup dururken olmadığını biliyordum. Bahçeye çıktığımda orada olmadığını bilmeme rağmen ''Jimin?'' diye seslendim yüksek sesle.
Çocuk meselesi için üzgün olduğunu düşünmüştüm.
Aptal ve sarhoştum.
''Bebeğim? Jimin burada mısın?'' Evin her yerini dolanmış olmama ve onun evde olmadığını bilmeme rağmen seslendim boş salona doğru tekrar.
''Jungkook, seni çok seviyorum. Yemin ederim seni çok seviyorum. Lütfen bana kızma olur mu? Ben seni kendimden bile daha çok seviyorum.''
Kafamın içindeki sesi kabullenmek istemediğimden başımı iki yana salladım hızlıca. Çocuk meselesi için özür diliyordu. Öyle olmak zorundaydı. Neden özür dileyecekti yoksa?
Bırakıp gidecek hali yoktu ya. Beni bırakmış olamazdı.
Olduğum yerde durup boş salona baktığım sürede hatırladım sabaha doğru, giyinik üstüyle beni öptüğünü ve ona ''Sevgilim, nereye?'' diye uyku sersemi sorduğumu.
''Uyu.'' demişti. ''Jungkook, geri uyu sevgilim. Geleceğim.''
Odaya geri çıkarken, göğüs kafesimin içindeki kan pompalayan organın nasıl attığını keşke anlatabilsem size ancak, kelimelerle aram o kadar iyi değil ve konuşmayı da pek beceremem zaten.
Ya da keşke, uyandığımda fark etmediğim, komidinin üzerindeki beyaz kağıda doğru yaklaşırken ellerimin nasıl titrediğini, nasıl korktuğumu ya da nasıl nefesimin kesildiğini anlatabilseydim size.
Kağıdın üzerindeki Jungkook'a yazısına baktım uzun bir süre. Kağıt korkak bir kuşun kalbi gibi sallanıyordu elimde öylece. Kendi korkumdan açıp okuyamadım uzun bir süre.
Bunun aptal bir şaka olduğunu söyledim kendi kendime. İçinde şaka olduğunu yazmıştı ve şimdi Yoongi'lerde kahvaltı hazırlıyordu.
Öyleydi. Elbette. Beni bırakıp gitmeyeceğini söylemişti.
Annem gibi beni bırakıp gidecek değildi. O annem değildi. Böyle bir şeyi bana asla yapamazdı. kıyamazdı. Niye gitsindi ki? Evlenme teklifimi kabul edeli yirmi dört saat bile olmamıştı.
''Geri geleceğim, dedi.'' Kağıdı açmadan önce kendi kendime söylediğim şey buydu fakat kağıdın içindeki ilk cümlede tam tersi yazıyordu.
Geri gelmeyeceğim, sevgilim.
İlk cümleyi okuduğum anda acı dolu bir ses, bir inleme çıktı ağzımdan. Yatağına bırakırken kendimi ''Hayır.'' dedim. ''Jimin lütfen bunu yapmış olma.''
Geri geleceğimi söylediğimi biliyorum ve bu konuda sana yalan söylediğimi de. Fakat lütfen bana inan, tek yalan söylediğim konu seni bırakmayacak olmam. Bana çok kızacağını biliyorum. Jungkook, sevgilim, yemin ederim dün geceye kadar, ben bile yalan söylediğimi bilmiyordum.
Gitmek zorundaydım. Sana söz verdiğimi biliyorum ama biliyorsun sözüm sen yaşadığın sürece seni bırakmayacağımın üzerindeydi.
Seni kendimden bile çok sevdiğimi söylerken, yalan söylemiyordum Jungkook. Sen benim kendi hayatımdan daha değerlisin. Ve benim yaşıyor olmam, senin, sizin yaşıyor olmanızın yanında bir hiç.
Çok denedim Jungkook. Kaçtım, seni buldum ve sana saklandım. Çok geç buldum belki fakat buldum seni ve yemin ederim ki yaşadım.
En başından bu kitabın sonunda öleceğim belliydi zaten, fakat derler ya önemli olan ölmemek değil, ölmeden önce yaşamak diye. Yemin ederim yaşadım ben Jungkook. Nefes aldığımı hissettim, sevildiğimi ve değerli olduğumu hissettim. Seninle var oldum ben.
Yaşayan ölürken gülümser diyorlar ve ben şimdiden gülümsüyorum Jungkook. Bana paha biçilmez bir mutluluk ve yaşam verdin. Yaralarımı sardığın ve beni sevdiğin için teşekkür ederim.
Beni sevmeye değer bulman, her şeyden daha değerliydi.
Bana çok kızacağını biliyorum ama lütfen benden nefret etme. Peşimden de gelme, çünkü zaten bunu okuyorsan her şey bitmiş olacak.
Bu benim mutlu sonum fakat seni üzdüğüm ve senin güvenini tekrar sarstığım için özür dilerim. Annen gibi, seni, senin için terk ettiğim için özür dilerim. Fakat şunu bil ki sadece senin için değildi. Eğer gitmeseydim, hem ablam ve Jihyun, hem de hiçbir alakalı yokken yan evdekiler de bundan zarar göreceklerdi.
Beni bulmuş Jungkook.
Sizi de bulmasına izin veremezdim.
Birlikte atlatabilirdik diyeceğini biliyorum ama yapamazdık. İlla ki birileri benim yüzümden zarar görecekti. Kendimi affedemezdim. Sana zarar vermesine katlanamazdım.
Dinle sevgilim. Artık Ay'ın kendi Güneş'i olma vakti geldi. Bütün o çocuklara umut olmaya devam edecek kişi sensin. Hepsinin bir güneşe ihtiyacı var ve bu sensin.
Jungkook, lütfen Jihyun'a da göz kulak ol olur mu? Bunu yapmasını isteyecek başka birine sahip değilim.
Dürüst olmam gerekirse çok canım yanıyor Jungkook. Elbette yanıyor. Seni bulduktan sonra seni kaybetmek ölümün nasıl bir şey olduğunu çoktan anlamamı sağladı. Fakat bu acı,sana bir şey olduğunu görmekten daha kötü olmasa gerek.
Bunu sana yaşattığım için özür dilerim.
En çok da seni başkasının yakalamasına izin vermeden kendim yakaladığım için özür dilerim. Her zaman, kendi karanlığının beni yutacağından korktuğunu söyledin.
Fakat asıl benim karanlığım seni yuttu sevgilim.
Affet beni.
Seni seviyorum. Seni çok seviyorum.
Hoşçakal.
Jimin.
Elime aldığım kağıt zaten ıslandığı için, bazı yerlerinin mürekkepleri bozulmuştu fakat bir çok kelimenin ıslanmaya başladığını fark ettiğimde bunları yapanın ben olduğumu fark ettim
Acı çok keskindi. Böyle bir acıyı uzun süredir çekmemiştim. Kağıdı elimde buruştururken, cayır cayır yanmaya başladım ve bütün nefesim toparlanıp bir yumru halinde göğsüme çöktü. Dudaklarımı araladım fakat hiçbir ses çıkmadı oradan.
Kendimi yere attım nefes alma ihtiyacıyla. Yere kapaklanıp alnımı da yere yaslarken bağırmayı o kadar çok istemiştim ki, boğazım acımıştı. Fakat yine de, ses çıkaramadım.
Olduğum yere kusmaya başlamadan önce hıçkırıklarım boğazımda birikmiş ve midemin ağzıma gelmesine neden olmuştu.
Öğürme refleksi o kadar kuvvetliydi ki beynimin bir pelte olup ağzımdan dışarı çıktığını hissettim.
Duvarlar büyük bir gürültüyle üstüme düştü. Fakat bu sefer duvarları üstüme yıkan, deprem değildi. Duvarlarımın içine aldığım adamdı. O koku yine ulaştı ciğerlerime. Ceset kokusu. Ölümün kokusu.
Ve biliyordum ki o duvarların altında, hareketsizce kalmayacaktım yine. Bu sefer bu koku bana aitti. Ceset olan bendim.
Can havliyle kendimi geriye, yatağın yanına doğru attığımda, en sonunda, bağırmayı becerebildim.
Acı bir çığlıktı dudaklarımın arasından dışarı çıkan. Defalarca, durmaksızın bağırırken, bükülüp ellerimi yüzüme kapattım.
Acı o kadar yoğundu ki ve bağırışım o kadar acizdi ki; acıyan her yerim, aciz halime tekrar acıdı.
Bütün hücrelerim kavruldu.
Mahvoldum.
Kayboldum.
Kapandığını düşündüğüm, içimdeki boşluk sonuna kadar tekrar açılmıştı ve öyle hızlı yayılıyordu ki yok olmaya başladığımın farkındaydım. Oluk oluk kanarken, kan boğazımda ve avuçlarımın içindeydi.
Hıçkırıklarım öyle kuvvetliydi ki zangır zangır titriyordum ve güçsüz bir şekilde ''Hayır!'' diye bağırmaktan başka bir şey yapamıyordum.
Aklımı kaybetmiştim. Hayır, sadece aklımı değil, her şeyimi kaybetmiştim.
Size yemin ederim, ikinci kez yaşadığım bu acı, ilkinden güçlüydü.
Yerden zar zor kalktım. Görüşüm ıslaklıktan ibaretti. Ant içerim ki, adım atmaya bile gücüm yoktu fakat elimde sımsıkı tuttuğum kağıtla, düşe kalka çıktım odadan.
Merdivende karşılaştım onlarla. Hepsi oradaydı, durup bana baktılar. Birinin ağlamaya başladığını düşündüm ama kim olduğu umurumda değildi. Görüşüm sadece göz yaşlarına aitti.
Biri bana doğru yanaştı.
''Jungkook.'' dedi Yoongi. ''Sakın Jimin'in gittiğini söyleme.''
Ayaklarının dibine kapanıp ağlarken tekrar kusmama sebep olan cümleler buydu. Biri beni tutarken, ben sadece bağırarak ağlıyordum.
Bütün vücudumu canlı canlı parçalara bölseler, bu kadar acımazdım biliyorum. Bu kadar kanamazdım.
''Hyung,'' dedim hıçkırıklarımın arasından, zavallı bir sesle. Paçalarını tutmuştum sanki bir şey yapabilir, sanki canımın acısını durdurabilir gibi. ''Hyung ben ölüyorum. Hyung, yemin ederim ölüyorum ben. Bir şeyler yapın, yalvarırm.''
Fakat hiçbiri bir şey yapamazdı.
O an anladım, bu kitabın sonunda ikimizin de öldüğünü.
O an anladım, bu hayat için fazla güzel sevdiğimizi.
Jimin için hep bu dünyaya ait olamayacak kadar güzel diye düşünürken, o an anladım, aslında dürüst davrandığımı.
Yazık bütün çabalara.
Çünkü zaten, Tanrı onu kendisine saklamıştı çoktan. Tanrı bile onu kıskanmıştı benden.
Ölüyorum derken, mecaz kullanmamıştım.
Zira, Tanrıyla savaşmak için ölmem gerekiyorsa...
Ölecektim.
//
Scenery sözleri, yemin ederim bu bölüm için yazılmış.
Pekala ağlattıysam özür dileriiiiim fakat ben de ağlıyorum, yani eşitiz.
Şimdi ağlarken buraları okumak istemeyeceksiniz muhtemelen ama önemli bir şey söyleyeceğim. Bu hafta perşembe ya da cuma bir radyo programına (böyle mi demeliyim?) konuk olacağım ve dolayısıyla orada duende'den de bahsedeceğim.
Bana sormak istediğiniz, benle ilgili, kitaplarımla ilgili ya da genel olarak her şeyle ilgili (bknz: Bangtan'la ilgili her şey olabilir veya tamamen alakasız olarak başka bir şey de olabilir) sorular sorabilirsiniz. Bahsetmemi istediğiniz şeyleri buraya bırakır mısınız?
Ve dinlemek ister misiniz? Canlı olma ihtimali yüksek ve dinlerken de sorabilirsiniz. Ben dinlemenizi çoooooook isterim. Lütfen dinleyin :') Hem belki spoiler falan veririm hmmm?
Yayın olacağı zaman burada bir not paylaşırım. Twitterda da beni takip edebilirsiniz bunun için, yayın internetten olacak zaten. (twitter adresim: loveiskookmin)
Ve bu arada geçen gün yorumların azaldığını fark edip +1000 yorum olan duende bölümlerini kıskandım. Yaniiiiii, bölümün gelmesi için sınır koymuyorum tabii ki fakat beni tatmin etmeli. Malum, 7bin kelime yazdık ve okula uykusuz gideceğiz yani. Yıldıza da basıverirsiniz memnun olurum ^^
Bu gif bölüme aşırı uygun değil mi:'(((((
Hala buraya kadar okuyan varsa, seni seviyorum!
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro