bölüm 31
Düşseniz bile kalkma umudunuzun her zaman olduğu bir yıl olması diliyorum.
Kalkacak gücü olmayanlar için ben buradayım, elimden geldiğince el uzatacağım.
Söz. Parmak sözü.
bölüm şarkısı,
Promise, by Jimin
Jimin yorgun bedenini duvara yaslarken mutfağı toplamadan odasına kaçan kardeşini düşünerek derin bir nefes salmıştı dışarı. Her ne kadar ayakta durabilecek kadar bile gücü olmadığını düşünse bile bugün gidip onunla konuşması gerektiğini biliyordu. Bencil olmak istemişti ama bir insan bencil değilse, olamıyordu işte, ki şimdiye kadar yaptıkları için bile hissettiği suçluluk duygusu oldukça fazlaydı Jimin'in.
Jungkoook da o sıra mutfaktaydı ve bulaşıkları gri renkli makineye diziyordu. Saat oldukça geçti ancak eve gelmeleri ve yemek yiyebilmeleri bu saati bulmuştu. Son zamanlarda eve ancak uyumaya gelebiliyordu zaten.
Jungkook için normalde bu sıkıntı olabilirdi çünkü Jimin'i özlemişti. Yine de son üç gündür bu durumdan rahatsız olduğu söylenemezdi.
''Anlatsan ne olacak sanki? Ben niye hangi rolde oynadığını öğrenemiyorum?'' Jimin sinirli olduğunu belli edercesine söylendiğinde Jungkook bakışlarını ona çevirmedi. Sarışın onun belinin inceliğini ortaya çıkartan gömleğini süzüyordu arkadan. Kalçası da bugün ayrı bir hoştu ama Jimin gerçekten ölü gibiydi.
Ölü olmasa bile Junkook'un yer değiştirme konusundaki fikirlerini hiç bilmiyordu.
''Sürpriz olur işte, niye bu kadar taktın benim rolüme?''
''Sen niye saklıyorsun ki?''
Jungkook ellerini durulurken bakışlarını gecenin karanlığında sallanan dallara çevirip bir anlığına düşündü. Saklıyor muydu?
Elbette saklıyordu.
Asker rolünde olduğunu söylemek istemiyordu çünkü bu biraz utanç vericiydi. Üniformalara zaafı olduğunu öğrendikten hemen sonra asker formasıyla karşısına çıkacaktı ve Tanrıya ant olsun ki bu kesinlikle Taehyung'un işiydi. Eh, tamam kabul etmeme hakkı vardı, orası ayrıydı. Fakat kabul etmeyi istemişti çünkü Jimin'in kendisini o formaların içinde görmesini de istiyordu.
Buradan sonrası biraz edepsiz hayallere kayıyordu ve bu kısmı bilmenize gerek yoktu.
''Çünkü şaşıracaksın.'' dedi Jungkook. ''Sürpriz olsun. Zorlama.''
''Neyse ne.'' Jimin bedenini duvardan ayırıp yanına adımladı. Yanağına ufak bir öpücük bırakırken elini göğsüne dayamıştı. ''Ben gidip Jihyun'la konuşsam iyi olacak. Bu gece onunla uyumak istiyorum.''
''Tamam.'' dedi Jungkook gergince.
Jimin de onun gergin ifadesine bakıp kaşlarını çattı. ''Kardeşimden kıskanmıyorsun değil mi?''
Jungkook geri çekilince Jimin'in eli boşluğa düştü. ''Saçmalama güzelim, kıskandığım falan yok. Git hadi sen, ben de zaten duşa gireceğim.''
Jimin'in onun kıskançlıklarına artık alışmıştı. Tek sorun, gerginlik kıskançlıktan kaynaklı değildi. Fakat Jimin'in bundan haberi yoktu.
''Kaç gündür duş almıyordun inatla. Tam isabet olur.'' Jimin kıkırdadığında Jungkook da güldü. ''Koktuğumu mu iddia ediyorsun?''
''Bilmem.'' Jimin şımarıkça sırıttığında Jungkook'un büyük elleri tarafından tatlı poposuna tatlı olmayan bir şaplak yiyiverdi. ''Acıdı!'' diye haykırdı mutfaktan kaçarken. Jungkook da arkasından çıkmış ''Dua et, çok yorgunum. Yoksa acının sebebi sadece şaplak olmakla kalmazdı!'' diye seslenmişti.
Jimin, Jihyun'un odasına girene kadar sırıtıyordu ama kardeşini yatakta cenin pozisyonunda bulunca gülüşü kursağında kalmış, suçluluk zehir gibi bedenini sarmıştı.
''Miniğim?'' diye seslendi yatakta yanına tırmanırken. Jihyun önünü ona dönmedi. Jimin de çenesini onun omzuna dayadı. ''Bana kırgın mısın?'' diye sordu masumca.
''Umurunda mı?'' Jihyun'un sesi kısık ve pürüzlü çıkmıştı. Beyaz yorganı burnuna kadar çekmişti. ''Ağladın mı sen?'' diye sordu abisi yorganın üstünden kolunu beline sarıponu kendisine çekerken.
''Umurunda mı?'' diye tekrarladı Jihyun da.
Jimin sustu. Ne diyeceğini bilemedi bir müddet. Sonra boğazını temizleyip ''Özür dilerim.'' dedi. ''Çok özür dilerim Jihyun. Bana kızmakta haklı olduğunu da biliyorum. Ama bana küs kalmanı istemiyorum. Geç geldiğimi biliyorum ama seni sarmak istiyorum ben.''
Jihyun hareket etmeyince devam etti büyüğü. ''Bak,'' dedi. ''Yurttaki etkinlik yüzünden sıkışmış ve yorgundum. Vaktim yoktu adam akıllı Jihyun. Senin aldatılmayı bu kadar ciddi bir şekilde sorun ettiğini de düşünmemiştim ama bir aptal gibi çıkarımlarda bulunmak yerine seninle ilgilenmeliydim, farkındayım. Ve bencilce bir düşünce olduğunu da biliyorum ama birkaç gün daha hiçbir şeyi düşünmeden mutlu olmak istemiştim. Sen geldiğinde biz Jungkook'la çok yeniydik ve ben... '' Jimin odaya gelirken ağlayacağını düşünmemişti. Dürüst olursak ağlayamayacak kadar yorgun hissettiğini düşünüyordu ama görünen o ki ağlamaya yetecek kadar gücü hala vardı. ''Jihyun ben senin sandığında daha yaralıydım. Beni öldürmeye başlamıştı artık yaralarım. Ve biliyordum ki kaçmazsam o adam beni gerçekten öldürecekti. Ben çok yorgundum, gerçekten çok yorgundum. Bana öyle güzel kucak açtı ki buradakiler iyi hissettim ben. Jungkook beni çok güzel seviyordu ve ben sadece birazcık daha sorunlardan kaçmak istedim. Sadece sevmek ve sevilmek istedim. Seni yalnız bıraktığım için berbat hissediyorum.''
Jihyun yastığın ıslak yüzünden kaçıp başını geriye doğru attı. Jimin'in kızarmış yanaklarını ıslatan gözlerine baktı. ''Ağlama hyung...'' dedi. ''Ağlamanı istemiyorum.''
''Biliyorum,'' dedi Jimin de. ''Ben de senin ağlamanı istemiyorum.''
Ama o an ikisi de birbirinin istemediği şeyi yapmaktan vazgeçemedi.
''Bencil olan bendim.'' dedi Jihyun. ''Aç bir şekilde ilgi isteyen ve şımaran bendim. Hep bendim. Senin böyle bir hakkın olduğunu düşünmüyordum.''
Yatakta ters dönüp Jimin'in yorganın altına girebilmesi için yer açtığında abisi de onu bekletmedi. ''Ne yaptı sana?'' diye sordu. ''Bana her şeyi anlat. Detay atlama. Her şeyi bilmek istiyorum.''
Jimin onun yanaklarını kurularken gözlerinin içine baktı. Yüzünü okşadı kardeşinin. Bu zamana kadar Jihyun, ailesinden kendisi yüzünden nefret etmesin diye birçok şeyi saklamış ya da değiştirmişti Jimin. Dürüst olmamıştı ona karşı. Neden onun yanında hiç soyunmadığını, neden hiç havuza girmediğini ya da neden bu kadar sakar olduğunu anlatmaya karar verdi o an. İlk ve son kez.
***
Jihyun ağlayışını durduramadığı o süre de Jimin ona ağlamamasını söylüyor ama önce kendisi ağlamayı kesemiyordu. İkisi de birbirine dürüstçe dökülmüştü. Jimin gördüğü bütün fiziksel ve psikolojik şiddeti anlattıktan sonra Jihyun da kendi yaralarını anlatmıştı.
Derin nefeslerinin arasından ''Bizi mahvetmişler.'' diye fısıldadı. ''O ikisi, bizi mahvetmişler. ''
Jimin onun saçlarını geriye doğru tararken küçük olan abisinin boynuna doğru mırıldanıyordu. ''Bizi sevemedi değil mi bir türlü? Sevilmedikçe küçüldük, kendimizi sevemez olduk. Bir baba, evlatlarını niye böylesine ezer geçer ki? Belki benim senin kadar yakmadı canımı ama yanmasına sebep oldu. Hyung, ölmesini istiyorum onun. İntikam almak istiyorum.''
''Ondan hiçbir şey istemiyorum Jihyun.'' dedi Jimin de. ''Ablamı da oradan alsak yetecek bana. Onlardan uzak ve mutlu olmak istiyorum ben sadece. Burada kalmak ve Jungkook'a sığınmak istiyorum. Ait hissediyorum ben.''
''İlk geldiğimde, onları bu kadar çok seviyor oluşunu fark etmek çıldıracak gibi olmama sebep olmuştu fakat anlattıkların... Sevmekte haklısın hyung. Anladım ki, gerçekten sevmekte haklısın.''
''Yoongi iyidir.'' Jimin beklemeden konuştuğunda Jihyun'un kasılan bedenini kollarıyla sardı. ''Soğuk göründüğüne bakma onun. İçi sıcacık. Onu her gördüğümde çok güzel bir adam olduğunu düşünmeden edemiyorum.''
Jihyun rahatsızca öksürünce Jimin gülmüş ve kendi ıslak yanaklarını kurulamıştı.
''Sevgilin var senin. Hatırlatayım istersen.''
İkisi de gülüşürken vurulan kapı dikkatlerini dağıtmış ve Jihyun ''Girme!'' diye seslenmişti.
Jungkook kapıyı açıp içeri girdi. Elindeki yastık ve büzülen dudaklar ufak bir çocuğun korktuktan sonra anne ve babasının odasına gelmesini andırıyordu.
''Altını mı ıslattın?'' diye sordu Jihyun dalga geçerek.
Jungkook aldırmadan yatağa ilerlerken ''Evet.'' dedi rahat bir tavırla.
Jihyun ve Jimin yüzlerini buruştururken kendisi yatağa tırmanmıştı. ''Uyuyamıyorum.''
''Yer yok.'' dedi Jihyun da. ''Ayrıca sen bir salsana bizi. Abi -kardeş, ailecek uyuyacağız şurada.''
''Benim odamdasın velet.'' Jungkook inatla iki bedeni ittirip kendisine yer açarken söyleniyordu. ''İstersem seni hemencecik buradan kovarım. Uslu dur.''
Jimin ise o sırada ikisinin atışmalarını yüzündeki huzurlu gülümsemeyle izlemekten başka bir şey yapmak istemiyordu.
Jungkook elindeki yastığı da yerleştirdikten sonra tebessüm eden Pembe'ye döndü. Bakması anlamasına yetmişti. ''Ağladın mı sen? Ne oldu?''
Jihyun, Jungkook'un yüzündeki endişeli ifadenin kendisine dönmesiyle istemsizce gülümsedi. Bu adam gerçekten de abisini seviyordu. Bakışları, abisine kırılgan ve çok değerli bir şeymiş gibi süzüyordu. Jihyun bunu kıskandı ama kötü niyetli değildi. Sadece bir gün kendisine de böyle bakılmasını diledi.
''Bir şey yok bebeğim. Sadece biraz duygusallaştık.'' Jimin ikisinin ortasında kaldığı için, iki kolunu da yana doğru açıp onların omuzlarını sardı. Şimdi Jihyun ve Jungkook onun göğsünde ve birbirlerine dönük uzanıyorlardı.
''Aslında,'' dedi Jungkook dürüstçe. Gözleri Jihyun'a dikilmişti. ''Gelmeyecektim. Rahatsız etmek istemiyordum. Hani bilirsin, abi-kardeş uyumanızın daha iyi olacağını ben de düşündüm. Ama ne yazık ki, abinsiz uyuyamıyorum.''
Jimin onun saçlarını öperken Jihyun omuz silkti. ''Sorun değil. Sanırım ikimize yetecek kadar büyük bir kalbi var.''
O an üçü de gülerken ve Jimin ikisine de sımsıkı sarılırken, hakikat insanların isterse herkesi sevebilecek olmasıydı.
Kalp herkesi sevecek kadar büyük ve yüceydi. Ancak insanoğlu onu sadece kendisine saklayacak ya da sahte hislerle dolduracak kadar bencildi.
***
''Ben çıkıyorum.'' dedi Jimin Seokjin'e bakarak.
''Prova bitti değil mi?'' diye sordu Seokjin de.
''Oyun odasında da Jihyun var, idare edecektir.''
Seokjin sarı saçlarını düzeltirken homurdandı. ''Evet, idare edeceğinden eminim. Çocukların yanında sigara içmek gibi bir hatayı tekrarlamasın da.''
Jimin mahcupça gülümserken, ''Pekala, Taehyung arada kontrol etse iyi olabilir.'' demişti.
''Yoongi geldi az önce. Ben de onun yanına gönderdim.'' Seokjin açıklama yaparken bir yandan da Jimin'in kırışık sarı gömleğini süzüyordu. Harika, diye düşündü Jimin. Yoongi'den daha iyi bir seçenek olamazdı.
''Baksana Jimin.'' dedi Seokjin. ''Üstüne düzgün bir şeyler vermemi ister misin?''
Jimin üstünü kontrol ettikten sonra diğerinin bir köprüyü andıran geniş omuzlarına baktı. ''Üstümdekiler kötü mü?''
''Nereye gideceksiniz?'' diye sordu büyüğü.
''Söylemedi ki. Sadece öğlen arayıp, akşam yedide seni alacağım. Bugün işlerini erken bitir dedi.''
''Kesinlike üstündekiler olmaz o zaman.'' dedi sarışın. ''Gel benimle, sana göre bir şeyler bulabiliriz.''
Ve pekala, sarı ve buruşuk gömleğe göre daha iyi bir şeyler buldukları da kesindi.
Seokjin, siyah ince bir kazağını Jimin'e giydirmiş ve saçlarını da geriye doğru tarayıp Pembe pamuk şekerini, pembe bir afete çevirmişti ve şakayla karışık, ''Heteroluğumu tehlikeye atıyorsun genç adam.'' diye de takılmıştı.
Jimin hafifçe kızarırken Seokjin kardeşini aratmayacak şekilde telefonunu çıkartmış ve Jimin'in bir fotoğrafını çekmişti. ''Stilist olmam gerektiğini düşünmüyor değilim ama yeteneklerime göre karar verecek olsam, her şey olmam gerekir. '' Büyük bir egoyla konuştuğunda Jimin şaşkınca suratına bakmış ve Seokjin eklemişti. ''Her şeye yeteneğim var demek istiyorum, anlamadın mı?'' Ardından çok komik gibi şut bir kahkaha atmış ve mavi ceketini de Jimin'in eline tutuşturmuştu.
Jimin cebindeki telefonun titrediğini fark edince Seokjin'in odasındaki saate çevirdi gözlerini. Yirmi dakikalık geç kalış yüzünden söylenirken Seokjin ''Tatlım, bekletmezsen değerini anlamazlar.'' diye ek bir bilgi vermiş sonra da onu odasından kışkışlamıştı.
***
Jimin gölün kenarını sahiplenmişti ve biliyordu ki Jungkook da öyle hissediyordu. Buranın özel olduğundan o kadar emindi ki, hiçbir şey yapmadan burada otursalar bile kendini iyi hissediyordu.
Jungkook arabadan yere serecekleri örtüyü ve hazırladığı diğer şeyleri taşırken güneş birazdan batacağının haberini kızaran gökyüzüyle vermeye başlamıştı. ''Yardım istemediğinden emin misin?'' diye sordu Jimin. Yüzünde bastıramadığı bir gülümseme vardı.
Jungkook cevap vermek yerine sepeti de örtünün üstüne bıraktı ve sonra Jimin'e dönüp gülümsedi. ''Gel hadi.'' dedi. ''Yapacak başka şey kalmadı.''
''Bu saatte piknik yapmak nereden aklına geldi?'' diye sordu Jimin. ''Söyleseydin yemek yemezdim.''
Jungkook sepeti açtı. ''Piknik sayılmaz.'' dedi sepetin içinden iki kadeh ve bir şarap şişesi çıkartırken. ''Sadece bir şeyler içer ve oynaşırız diye düşünmüştüm.'' Edepsizce gülümserken söylediklerinin aksine tamamen romantik bir şeyler hedeflediğini göstererek sepetin içinden beyaz, üstünde çiçek motifleri olan bir kandil ve birkaç tane kokulu mum çıkartmıştı. Jimin'in şaşkın bakışları üstüne düştüğü an, ''Yuijn bunlardan hoşlanabileceğini söylemişti.'' dedi güvensizce.
Jimin gerçekten şaşkındı. Jungkook'un bu kadar ince düşünmesini beklememişti. Tüm bu romantik olma olaylarından hoşlanmayacağından neredeyse emindi. Jungkook içinden geldiği gibi davranıyordu, bunu biliyordu ama bu... Farklıydı işte. Üzerine düşünülmüştü ve özeldi. Sevgilisi onun gerçekten neyden mutlu olacağını biliyor gibiydi.
Jungkook ise diğerinin sessiz kaldığı sürede bundan hoşlanıp hoşlanmadığını tartıyordu.
"Yaksana." dedi Jimin sessizce. Jungkook ses etmeden cebinden çıkardığı kibritle mumları ve kandili yaktı. Ardından, ağır hareketlerle şarapın kadehlere koyu kırmızı bir renk vermesini sağladı.
"Bunu neye borçluyuz?" diye sordu Jimin. "Bütün bu romantikliği?"
"Çok yoruluyorsun. Sana iyi gelir diye düşündüm. Yanılmış mıyım?" Jungkook'un kendinden emin olamayan hali, Jimin'i gülümsetti tekrar. Bugün yanaklarının ağrıyacağından da emindi.
Her şey çok hoştu.
"Harika düşünmüşsün bebeğim."
Jungkook onun bebeğim deyişini seviyordu. "Bebeğim," diye tekrar etti onu. Jimin bedenini ona yaklaştırdı.
"Saçların çok fena." Kadehi yanındakine uzatırken sesinde huzurlu bir dinginlik vardı Jungkook'un.
"Seokjin hyungun eseri." dedi Jimin de kadehi eline alırken. Hala biraz şaşkındı mumlara bakarken. "Beğendin mi?"
"Seni her zaman beğenirim." Jungkook ona biraz daha yaklaşıp yanında bağdaş kurdu. "Ama ikimizin de birbirimizi dış görünüşümüz yüzünden sevmediğimizi biliyorum."
Jimin şarabından bir yudum alırken Jungkook devam etti. "Biliyor musun?" Gözlerini kızaran gökyüzüne çevirdi. "Bu kader olaylarına falan inanan biri değilim. Ama seni ilk gördüğüm andan itibaren o kişi olduğunu biliyordum."
Jimin bedenini ona yaslarken bütün dikkatini sevgilisinin söyleyeceği şeylere vermişti. Kalbi hızlanmış, ağaçların arasından öten ateş böceklerinin seslerine karışmıştı.
"Beni kurtaracak, beni saracak kişi olduğunu biliyordum. Belki de o yüzden bu kadar kaçtım, bu kadar yordum seni çünkü ödüm koptu. Hayatın elinden alınmasının ne demek olduğunu biliyordum ve beni yaşattıktan sonra öldürmenden o kadar korktum ki, öfkemle yaktım seni de."
Şarabı yudumladığı kısa bir süre için olanları düşündü. Bütün yaşanılanları, bütün kötü ve iyi şeyleri.
"Sen de öyle hissetmiyor musun?" diye sordu sonra. "Bütün yollar zaten sana çıkacakmış gibi. Hangi yolu seçsem yine sana gelecekmişim gibi. Yaşadığım her şeyi, senin için yaşamışım gibi."
Jimin dolmaya başlayan gözlerini kaçırdı ondan. Şimdi ağlayacak bir şeyde yoktu ama neden şimdi ağlayarak onunla sevişme isteği doğmuştu içine bilmiyordu. Akşamı mahvetmemek adına derin bir nefes aldı. "Ben... " Gülümsedi Jimin. Mutluluktan ağlama isteği o kadar güzeldi ki... "Neredeyse gidip babama teşekkür edecekmişim gibi hissediyorum."
Jungkook kahkaha attı. "O şerefsizle uğraşacağım. Ama şimdi ondan bahsetme."
Sonra yaklaşıp Jimin'in dudaklarına hızlı bir öpücük bıraktı. Geri çekildiğinde kadehini onun kadehine uzatıp "Sana." dedi.
"Sana." diye tekrarladı Jimin de. Dudakları gerilmiş, gözleri kısılmıştı.
Şarapları bitene kadar geçen sürede birbirlerini izlediler. Birbirlerini ve Jimin'in saçlarıyla uyum yakalayıp ardından da kararan göğü.
Yaz akşamı onlara eşlik ediyor, mavi renkli iki kelebek karşılıklı dans ediyorken Jungkook, Jimin'in elindeki kadehi alıp kenara bıraktı. Dudaklarını ölümcül bir yavaşlıkta birleştirirken diğerini hafifçe ittirip üstüne doğru eğildi. Jimin öpüşlerinin arasında sırıttığında Jungkook'un dili dişlerinin üstünde turladı. Jimin onun kiraz tadan dudaklarını yakaladı, dilleri biraz kapıştı. Jimin'in açılan kazağının içine girdi Jungkook'un eli. Diğerinin elleri ise Jungkook'un ensesinden boynuna doğru olan kısmı okşamış ardından da göğsüne inmişti. Şaşırtıcı bir şekilde Jungkook da durmuş ve geriye kaçmıştı.
"Jungkook..." dedi Jimin biraz dağılmış bir halde. Sesi sorgular bir haldeydi.
"Jimin benim sana bir şey göstermem gerek." Dizlerinin üstünde doğrulup aralarına mesafe açarken kalbinin ritmleri artmış ve titrek bir nefes salmıştı. Jimin de onunla birlikte kalkıp karşısında geçti. "Ne oldu?" diye sordu.
"Hadi göle girelim." dedi Jungkook sorusuna cevap vermeden.
"Jungkook-"
"Jimin lütfen. Göstereceğim ama önce dediğimi yap. Soyun ve göle gir."
"Sen gelmeyecek misin?" Jimin ne olduğunu anlamaya çalışırken Jungkook'u süzüp duruyordu. Dağılmış saçları, yanağının üzerindeki eskiden kalma yara izi ve biraz büyük burnu onu selamlarken öpüşmenin etkisindeki dudaklar kızarıktı.
"Gireceğim ama sen önden gitmelisin. Hadi."
Jimin ikiletmedi. Kazağını ve pantolonunu bir çırpıda çıkartırken Jungkook da onu izliyor ve üstüne atlamamak için kendini tutuyordu.
"Onu da çıkart." Jungkook ayağa kalkan sevgilisiyle kalkmıştı. İç çamaşırını işaret ederek konuştu. "Tamamen soyun ve git."
"Jungkook göl fantezin mi var?" dedi Jimin sırıtmasını saklamadan. Yine de dediğini yapıp tamamen soyundu.
"İyi fikir aslında." dedi Jungkook da. "Forma fantezisinden daha iyi."
Jimin'in gülüşü göle çarparken kendisi de koştura koştura gölün yanına gitti. Ayaklarını suya sokarken dönüp Jungkook'a baktı. Pantolonunu çıkartan sevgilisi "Ben diyene kadar bana bakma!" diye bağırmıştı.
Jimin sığ kısımdan göle girip arkası dönük bir şekilde bekledi. Heyecanlandığı ve su da soğuk olduğu için nefesleri düzensizleşmişti. Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında dolunayın da onları izlediğini gördü.
Jungkook Jimin'in beline kadar gelen yerde beklediğini fark edince ağır adımlarla göle girip onun yanına kadar ilerledi. Soğuk su bedenine tırmandı ve belinde durdu.
İkisinin de nefesi düzensizdi ve Jimin onun arkasında olduğunu bilmesine rağmen bir şey demesini beklediği için kıpırdamıyordu.
Jungkook ıslak eliyle onun omurgasını takip etti. Jimin usulca titrerken yaklaşıp ensesini öptü ve "Hatırlıyor musun?" diye mırıldandı. "Kaçsan da bekleyecek kişiler olacak demiştin bana. Sen kapılarını üst üste kapattıkça kapının önünde oturup sen kapıyı açana kadar ya da dışarıda ölene kadar bekleyecekler ya da bunların hiçbiri olmayacak, hiçkimse seni önemsemeyecek. Bilemezsin Jungkook ve hayatının sonuna kadar kaçamazsın. Çünkü ya yorulacaksın ya da seni yakalayacaklar, demiştin."
Jimin titriyordu. Başını salladı ve "Demiştim." dedi. "Evet demiştim."
Jungkook belinden tutarak kendisine çevirdi onu. "Ve sen beni yakaladın." dedi.
Jimin gördüğü şeyle dondu bir süre. Jungkook'un ayın altında parlayan teni, gözlerinin önündeydi. Göğsünün üstündeki siyah mürekkep izlerine baktı. Güneş ve ay iç içe karışmıştı ve hemen altında bir şey yazıyordu.
Yakalandım.
Jimin sadece titrek bir nefes salabildiğinde Jungkook "Beni yakaladın." dedi tekrar. "Teşekkür ederim Jimin. Kapının önünde beklediğin için, beni yakaladığın için teşekkür ederim."
Dövme tam kalbinin üstüne denk geliyordu. Jimin titreyen parmaklarıyla dövmeye dokunurken Jungkook onun konuşmasını beklemeden devam etti. "Senden önce en iyi bildiğim şey geceydi." dedi. "Gecenin karanlığında kaybolmuştum ben. Sense seni kokladığım ilk andan itibaren güneş kokuyordun. Işıl ışıldın ve sanki ben senin için ay'dım. Senin ışığından, senden beslenen, kendisini aydınlatamayan bir ay. Ve sen ne yaptın biliyor musun? Beni kendine karıştırdın. Geceyi gündüze kavuşturdun ve beni kurtardın."
Jimin parmağının uçlarını çizgilerin üstünde ve yakalandım yazısının üstüne narince dokunurken kendi bile fark etmeden ağlamaya başlamıştı. Sonra parmakları diğer göğsünün üzerindeki, köprücüğe yakın yerdeki nota izlerine dokundu.
Notalar Jimin'e aitti.
Jimin'in bestesine.
Keman bestesine.
O deprem enkazının altında Jungkook'un duyduğu bestelere.
Bunu fark ettiği an çözülüverdi Jimin. "Ben..." diye hıçkırdı. "Jungkook ben... Sen..." Hıçkırıkları konuşmasını engelleyince kollarını Jungkook'un boynuna doladı sertçe. Hızlıca çarpışan bedenler, suyun ortalarından sıçramasına neden olmuştu. Jungkook, Jimin'i sararken diğerinin bedeni sarsılıyordu. Boynuna doğru ağlarken "Teşekkür ederim." dedi zar zor. "Asıl ben teşekkür ederim. Beni evine kabul ettiğin için, iki haftalık süreyi uzattığın için."
Jungkook onu boynundan ayırıp gözlerine baktı. "Seni seviyorum." dedi. "Seni çok seviyorum."
Jimin cevap vermedi. Aç bir şekilde birleştirdi dudaklarını. Jungkook belini yaklayıp onu kucağına çekerken ağzının içine doğru saldıran dili yakalamış ve sertçe emmişti.
Gölün içinde biraz daha ilerledi. Jimin omuzlarını kavramıştı güç almak için, Jungkook'sa onun belini sarmıştı güçlü kollarıyla.
Hoyratça öpüşüyorlardı. Dişleri birbirine çarptı defalarca ve Jungkook, Jimin'in dudaklarını ısırırken diğeri derince inledi.
"Yavaş olmak istemiyorum." dedi Jimin.
"Yavaş olmayacağım zaten." Jungkook, Jimin'in kalçasını yakaladı suyun içinde. Haber vermeden içine tek hamlede girdiğinde ikisi de oldukça sesli bir şekilde inlemiş ve Jimin onun boynuna iyice asılırken kendi başını geriye doğru atmıştı.
Yaz gecesiydi. Su soğuktu ve bedenlerini sarmıştı. Ağaçlar vardı etrafta ve orada mumlar yanıyordu hala.
Su bedenlerin hareketleriyle birlikte yükseliyor ve ufak dalgalar oluşuyordu. Mavi kelebekler üstlerinde uçuşuyor ve geri kaçıyorlardı.
Jimin, Jungkook'un sırtına geçirdiği tırnaklarıyla sızlanırken bir yandan da diğeri boynunu rahatça öpsün diye ona yer açıyordu. Jungkook delirmiş gibi hissediyordu. Sanki ilk defa buluşuyordu tenleri. Sanki ilk defa kavuşuyordu ona.
"Jungkook..." diye inledi Jimin. İçine her girdiğinde aklını kaybedecekmiş gibi hissettiriyordu o doluluk hissi.
Jungkook daha fazla hızlanırken yumuşak olmadığı bir gerçekti. Diğerinin yüzünü öperken kesik kesik nefesleri arasından onunla birlikte inliyordu.
Su vücutlarına çarpıyordu ve birine yakalanmak o an umurlarında bile değildi. Jimin çığlık benzeri bir ses çıkardığında birkaç kuş yerinden kalkıp uçarken Jungkook doğru yere ulaşmış olmanın verdiği hisle kalçalarını kavramış ve daha derine gömülmüştü.
Eli suyun içinden diğerinin uzunluğuna uzandı. Kendisinin ritmleriyle eş olarak hareket ederken Jimin'in dudaklarına ulaştı tekrar. Yavaş değildi. Sertti ve lanet olsun, çok fazla ateşliydi.
Jimin'in başı mı dönüyordu yoksa yıldızlar üstlerine mi düşüyordu emin değildi. Ama gölün içinde Jungkook'a karışırken başı gökyüzüne dönüktü ve yıldızların şahitliğinde onun olmanın verdiği hissi muazzamdı.
Yukarı birlikte tırmandılar. Zirvede göz göze geldiler ve yokuş aşağı atlarken birbirlerine tutundular.
Jungkook hırıltılı bir şekilde inlerken, Jimin derinlemesine bir inleme bırakmıştı Jungkook'un dudaklarına doğru.
Bittiğinde onun göğsüne doğru yığıldı suyun içinde.
Jungkook'a tutunurken nefesleri sık, vücudu tamamen ıpıslaktı.
Mavi kelebekler geri geldi üstlerine.
Mumlar da söndü ama ay tam üstlerinde tastamamdı.
Güneşe karışmışken, ay elbette tastamamdı.
Asıl mesele bir daha hiç yarım kalmamasıydı.
Bu yıl benimle birlikte olduğunuz ve beni mutlu ettiğiniz için teşekkür ederim. Kendi adıma Bangtan'lı -özellike mutlu ve sağlıklı bir Bangtan- bir yıl diliyorum. Sizin için ise her ne istiyorsanız ona ulaşacağınız bir yıl olsun. Öpüyorum çok.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro