bölüm 29
Medyadaki hoş şarkıyı bir okuyucum önerdi, bunu dinleyerek yazmamı istedi. Son kısımlar bu şarkının suçu :(
Ve böyle öneriler yapmak isterseniz DM kutum hepinize açık bebekler.
Pekala, iyi okumalar :3
Hayat hakkında herkes planlar yapar ve hayaller kurardı. Küçük ya da büyük savaşlara sahipti insanların tümü. Kimileri ağır yenilgiler altında ezilir ve bileğe atılan bir kesikle kapılar aralardı kendine. Gerçi, karanlığa ve büyük bilinmezliğe açılan kapılara da güvenilmezdi ve her acıya rağmen yaşamanın verdiği bir haz vardı insanlara.
Ve bazıları da sadece tek bir şey için yaşardı.
Park Jimin çok bir şey istemiyordu hayattan. Bütün geri kalan insanların da istediği gibi mutlu olmak istiyordu ve onun mutlu olması için sevilmesi yeterdi. Öyle çok kişi sevsin derdinde de değildi. Ailesinin boşluğunu kapatmaları yeterliydi.
Planları ve hayalleri vardı onun da. Ama o ne planlarsa planlasın, hayat onun düşüncelerine sadece gülmüştü. Hayalleri ise batıktı hep.
Sonra, bir gün bir şeyler olmuştu.
Bir şeyler olmuştu ve Jimin istediği şeye kavuşmuştu. Bunu planlamamıştı. Hayır, bu yola ilk çıktığında tek derdi babasının hakimiyetinden kurtulmaktı. Fakat olmuştu bir şeyler işte. Sarışın bunun için savaştığını inkar edemezdi ama kazandığı da bir gerçekti. Seviliyordu ve mutluydu.
Seviyordu ve mutluydu.
Park Jihyun ise bu olanları bırakın planlamayı, aklının ucundan bile geçiremezdi. O sadece aldatılmış, yanan canıyla kendini ülke değiştirirken bulmuştu. Abisine ulaşıp ondan kendisini sarmasını isteyecekti sadece. Ama onu gördüğü ilk andan itibaren planladığı her şey tersine dönmüştü.
En başta, onu enkaz halinde bulacağını düşünmüştü ama tam tersi Jimin hiçbir zaman şahit olmadığı kadar mutlu ve iyi görünüyordu. Bir de üstüne üstlük kendisine sevgili yapmıştı.
Jihyun kıskanç bir herifti. Özellikle abisine karşı oldukça kıskançtı. Korumacıydı çünkü biliyordu ki kendisi her şeyden uzakken abisi çok fazla zorlanıyordu.
Ama dürüst olmak gerekirse tahminleri gerçeğe sadece yaklaşabilirdi. Çünkü Jimin'in acılarını sadece kendisi çok iyi bilirdi.
Jungkook'tan ilk gördüğü anda hiç haz etmemişti ama adam Jimin'e kırılgan bir şey gibi davranıyor ve sevgisine muhtaç görünüyordu. Jihyun için bu şaşırtıcıydı ama Jimin'e iyi geldiğini görmek güzeldi.
Zaten çok fazla düşünecek kafası yoktu kendisinin de. Neyin içinde olduğunu bilmiyordu, bu adamlar kimdi bilmiyordu. Tek fark edebildiği şey abisi neredeyse onları kendisinden daha çok seviyordu!
Jihyun'un canı yanıyordu çünkü o egolu bir çocuktu. Daha önce asla aldatılmamıştı. Tamam aldatmıştı ve bununla gurur duymuyordu ama en azından bir erkekle aldatmamıştı kimseyi. Tek sorun bu da değildi. Kız arkadaşı uzun süredir onun hayatındaydı ve Jihyun ona alışmıştı. Yurtta yaptıkları kaçamaklara, onun kıskançlık kavgalarına ya da diğer bütün gürültülere. İyi bir ilişkileri yoktu, aslında bakarsanız çok önceden bitmeliydi ilişkileri ama devam ettirmişlerdi bir şekilde.
O gece Min Yoongi denen herifle içerken ona da söylemişti bunları. ''Bitmişti biliyorduk ama uzatmalara oynuyorduk.'' demişti. Sarı saçlı adamın yeşil tutamlarına bakıyordu. Kendisini ilgili gözlerle izlemesi dikkatini çekmişti Jihyun'un ve kedi gibi diye düşünmesine sebep olmuştu gözleri. Sarhoşluğundan olsa gerek ilk defa bir adam için güzel diye de düşünmüştü.
Yoongi ise lanet olsun ki gerçekten çok güzel bir herifti. Taehyung yorgunum bahanesiyle gidip yattığında gecenin ilerleyen saatleri için koltuğun diğer ucunda ağlayan çocukla birlikte içmeyi seçmişti çünkü kıyamamıştı ona. İlk başta onun şımarık veletten ötesi olmadığını düşünüyordu ama Jihyun iyice sarhoş olduğunda dökülmüştü köşelerde sakladığı benliğiyle. Sarhoşken kendisine olan güveni de yoktu. Kendini beğenmiş sırıtışı yok olmuş, dudakları sarkmıştı dışarı.
''Hyung,'' demişti. ''Ben kendim büyüdüm. Çok küçükken tek kaldım ben. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Geceleri diğer yalnız çocuklarla bir odada uyumanın ve üstünü örtmeye gelen lanet bir annenin olmamasının ne demek olduğunu biliyor musun? İlk kavganda annenin sana pansuman yapmasını beklersin, okul revirlerinde sürünmeyi değil.''
Kendisine dikkatle bakan adama doğru gülmüştü burukça. ''İlk başlarda abimi kıskanırdım. Ablamla bir derdim yoktu ama Jimin hyung onlarla yaşaması beni delirtirdi. Neden ben istenmedim? Neden onu sevdiler ama beni kendilerinden uzak tuttular? Gecelerce düşündüm bunu.''
Yoongi de gülmüştü bu dediklerine. ''Ne sevgi ama...'' diye mırıldanmıştı kendi kendine. Ne güzel sevmişler.
''Hyung benden sakladı uzun bir süre ona yapılanları. Gerçi hala saklıyordu ama gerçeği sonradan öğrendim işte. Öğrenene kadar alacağım kadar yara aldım ama.'' Jihyun duraksayıp kendisini çözmeye çalışan adama doğru çıkıştı. ''Ve tek başıma yaptım işte tamam mı? Tek başıma büyüdüm, tek başıma kavga ettim. Ben başardım her şeyi. Kendime güveniyorum, evet kendimi beğeniyorum çünkü ben sadece kendime sahiptim. Biliyorum Jimin hyung yaralar aldı, mahvoldu belki ama bu da benim savaşımdı. '' Gözlerini kapatıp beklerken seslice düşündü sonra. ''Eğer yanımda olsaydı ben de onun yanında olabilirdim, benim de onlara ihtiyacım vardı. Orospu çocuğu babamdan bahsetmiyorum, abimden bahsediyorum.''
Yoongi onun kendi başına büyümesinin düşündüğünden zor olduğunu fark etmişti. Oysa ki haksızlık diye düşünmüştü. Jimin acı çekerken o uzaktaydı ve rahattı. Ama Jihyun, ''Amerika berbat bir yer demişti. ''Onlar gibi çift göz kapağına sahip değilim diye farklıydım onlara göre. Orada gruplar halinde dolaşıp serserilik yapmayı seven çok fazla çocuk var. Kendilerini bir şeylerin sahibi zannediyorlar ve seni yalnız yakaladıklarında, onlar için vazgeçilmez bir av oluyorsun. Paranı alıyorlar elinden, kantinde yiyeceklerini döküyorlar ve dövüyorlar seni. Çünkü öç alacak kimsen yok senin. Ne yaparlarsa yanlarına kar kalıyor onların. Taciz edebiliyorlar seni. Sonra öğreniyorsun, güçlü olmayı, umursamaz ve şımarık olmayı. Kendini beğenmiş piçin teki oluyorsun çünkü kendini beğenmezsen boku yedin.''
Sonra içmişlerdi. Çok. Yoongi başının dönüşünü ve sersem bir şekilde çocuğa yaklaştığını hatırlıyordu. Öğretmen oluşu onu hassas kılıyordu bu durumlara. Jihyun, kollarını kendisine sarmasını istemeden önce, ''Ben de korunmak isterdim.'' demişti. ''Jimin hyung kendine sığınacak kollar bulmuş, ben yine yalnız kaldım.''
Yoongi onu sıkıca sardığını da hatırlıyordu. ''Ben sararım.'' demişti ona. Koyu saçlarını öpmüştü içinden gelerek. Jihyun bu zayıf adamın kollarının onu güçlü bir şekilde sarışıyla mest olmuştu. Başını çevirip kedi gözlerine bakmıştı. Daha önce erkekleri öpmüştü, daha fazlasını da yapmıştı ama ilk defa birini öpmeye çekinmişti. Sarhoştu. Çok. Öperken onu, buna sığınmıştı ve bir de ona sığınmıştı. Yoongi'ye.
Tabii, ikisi de sabahki duruma geleceklerini düşünmemişlerdi. Kimse bunu tahmin edemezdi. Genel olarak büyük tepkiler vermeyen Jungkook bile Jimin'in gözlerini kapatırken şoka girmişti. Hassiktir diyordu iç sesi. Gerçekten hassiktir.
Taehyung'un izlediği diziler de bu kadar ileri gitmemişti. ''Yani, yattınız mı?'' demişti, gözlerini Jihyun'un çıplak kasıklarına bakmaması için tutmaya çalışırken. ''Çok hızlı olmadı mı?''
Yoongi ne diyeceğini bilemiyordu ve sinirliydi. Oldukça da mahcup olmuştu. Özellikle de Jimin'e. Yani kardeşini becermek de neyin nesiydi?
Jihyun elleriyle önünü kapatırken durumdan kurtulmanın kısa yolunu her zaman yaptığı şekilde çözmeye karar vermişti. Umursamayarak. ''Ah, hadi ama!'' demişti. ''Daha önce hiç altta olmamıştım bu korkunç.'' Sonra gülmüştü ve Yoongi'nin kırmızı suratına bakıp ''Üstte olmana izin verdiğime inanamıyorum. Şu bacaklara bak, incecik.'' diye devam etmişti.
Yoongi'den bir küfür alırken abisinden bir tekme yemişti.
Şimdi ise kahvaltı masasında acıyan kıçına sövüyordu. Yoongi Jimin'e bakamıyordu ve geri kalan herkes hala şaşkın olduğundan konuşmuyordu. Taehyung ise bugün yaptığı Jungkook'u delirtme planının bozulmasından rahatsızdı. Yine de vazgeçmedi.
''Jungkookie,'' dedi elindeki zarfla masaya geldiğinde. Evet bunun için gidip zarf aldığı doğruydu.
''Ne?'' Jungkook, Jimin'i yemesi için zorluyordu çünkü sarışın kardeşine olan öfkesinden tek bir şey atmıyordu ağzına.
''Sana zarf gelmişti sabah. Al bak istersen.'' Sarı zarfı diğerinin eline bıraktığında az sonra olacaklar için heyecanlıydı. Bugün için fazlaca adrenalin salgılamışlardı ama Taehyung kendinden kaynaklı bir şeyler olsun istiyordu.
Jungkook sarı zarfı eline alıp önünü ve arkasını incelerken ''İsmim yazmıyor. Bana geldiğini nereden anladın?'' diye sordu.
Taehyung bunu düşünmediği için kendine kızarken ''Kargoyu getiren adam senin adını söyledi.'' diye mırıldandı.
''Kargolanmış mı?'' Jimin dikkatini çeken bu durumla ilgili gözlerini kısıp sevgilisine bakarken diğerinin hiçbir tahmini yoktu. Omuz silkip zarfın üstünü yırtarken meraklandığı bir gerçekti. Zarfın içindeki gazete küpürlerini eline alıp kaşlarını çattı Jungkook. ''Ters tutuyorsun galiba.'' diyen sarışına göz atıp tekrar ellerine çevirdi bakışlarını. Küpürleri ters çevirdiği an, gazeteye basılmış resimle göz göze geldi.
Sevgilisinin resmiyle.
Sevgilisinin biriyle öpüşürken ki resmiyle.
Sevgilisinin Jinyoung ile öpüşürken ki resmiyle.
Sırasıyla diğer gazete fotoğraflarına da baktıktan sonra gözleri, ölümcül bir karanlıkla sarışına çevrildi. ''Bunlar ne?'' dedi sadece. Ses tonu buz kırıntıları taşıyordu.
''Sana söylemiştim ya babamdan kaçtığımı.'' Jimin masumca ona bakarken bu aptal resimleri tamamen unuttuğunu yeni fark ediyordu.
Jungkook kaşlarını kaldırdı. ''Tam olarak bunu söylemedin.''
Görüntülü konuştukları gün Jaebum'un, Jimin'e karşı söylendiği anı hatırladı tam o an. Öpüşmeye dair bir şeyler söylemişlerdi ama... lanet olsun o zamanlar hislerinden kaçak olduğu için umursadığı söylenemezdi.
''Ondan öç almak içindi, aramızda bir şey olduğundan değil.''' diye gereksiz bir açıklama yaptı Jimin. Gözleri sevgilisinin kasılan suratındaydı.
''Biliyoruz onu.'' dedi Jungkook. Resimleri elinde buruşturmuştu. Sonra açıp tekrar baktı onlara. Jimin de ilk defa bakıyordu aslında. Buraya geldiğinden beri hiçbir şekilde gazete okumamıştı. Jungkook kendisine gelmeden önce nasıl olduğunun merakıyla fotoğraftaki Jimin'e çevirdi gözlerini. Gözlerindeki korkuyu görebiliyordu. Merdivenlerde duran diğer adamın yüzündeki karanlığı da. Babasını daha önce hiç görmemişti Jungkook ama o olduğunu tahmin etmek zor değildi.
Gazeteleri tekrar buruşturup gülümsedi yavaşça. Burada olmasını sağlayan şey buydu. Jinyoung'tı. Kıskanacak bir şeyi yoktu.
Ama kıskanmıştı.
''Kim göndermiş olabilir ki onları?'' dedi Jimin aynı gerginlikle. Babasının gönderme ihtimali olasıysa, her şey berbat olabilirdi.
''Taehyung'un boş vakti çok işte.'' dedi Jungkook. Onun yaptığı belliydi. Yüzündeki sırıtış her şeyi ortaya koyuyordu.
Taehyung ise Jimin'i endişelendirmemek için güldü. ''Sadece onu çıldırtmak istedim. Yine olmadı.''
Jungkook sandalyesini masaya yaklaştırırken ''Senin benimle derdin ne?'' diye sordu. ''Manyak mısın?''
''Ne var ya? Buz adamım ben, kimseyi sevmem diye dolanıp dururken Jimin'e tutulmuş olmanla dalga geçmemeyim mi? Bunu elimden alamazsın. Ben bununla dalga geçeceğim.'' Üzerinde beyaz bir gömlek vardı Taehyung'un. Göğsündeki büyük cep açık maviydi. Kahverengi saçları uzamıştı.
''Hala bunun şaşkınlığını yaşıyorum ben zaten, merak etme.'' Omuz silkerek söylendiğinde Jimin şaşkınca kendisine bakmış ama kardeşi ondan önce atlamıştı.
''O ne demek? Neyin şaşkınlığını yaşayacakmışsın pardon? Jimin hyung'a etrafındaki birinin tutulmaması garip asıl. Lisede de, oturduğumuz yerde de platoniği çoktu.''
Jungkook Jihyun'a sert bir bakış attı. ''Şaşkınlığım kendimle alakalı velet. Abinin güzelliğini biliyorum ama sen söylesene bakayım, kimmiş bu platonikler?''
Jimin anında geri yumuşarken elini Jungkook'un bacağına atmıştı. Kardeşine ise uyarıcı bir bakış fırlattı.
''Ah,'' dedi Jihyun. Kıskançlık kokusu hoşuna gitmişti. Taehyung'a keyifli bir gülüş sundu. Onun yapamadığı çıldırtma işini hemen halledecekti. ''Bir kere babamın bu zengin aile dostlarının kızları istisnasız düşerdi kendisine. Çıplak fotoğraflarını yollayanları mı dersin, lavabo köşelerinde sıkıştıranlar mı dersin... Erkekler de fenaydı ama. Neydi adı hyung?''
Gözleri abisine dönmüş ondan ses çıkmayınca devam etmişti. ''Hoseok'un arkadaşı vardı bir tane. Taemin miydi? Jimin hyunga deli oluyordu adam. Her aradığımda sana çiçek gönderdiğinden bahsediyordun bir aralar değil mi? Ama durun buraya kadar yine bir şey yok, asıl şok edici kısıma geleyim,'' Duraksayıp tepkileri ölçerken Jungkook oturduğu yerde dikleşmiş, Taehyung adeta mest olmuş, Yoongi ise gözlerini kendisine masaya oturdukları ilk andan itibaren bir daha çevirmemişti.
Jimin ''Jihyun sus.'' diye uyarı attı ama Jungkook, ''Yok canım susmasın.'' diyerek Jihyun'u arkalayınca devam etti genç olan.
''Hoseok ve ben bir kere onlara gitmiştik. Odasına girdiğimde abimin resimleriyle karşılaştığımda şok olmuştum.''
''Bir tane vardı sadece.'' dedi Jimin kendisini korumak için atılırken. Jihyun aldığı gazla durmadı. ''Abimin gazetelerden falan fotoğraflarını toplamış, albüm yapmış kendisine adam.''
''Yok artık.''
Jungkook sinirle tıslarken, Jimin, ''Yalan söyleme!'' diye susturdu onu.
Kısmen yalan olan yerleri vardı ama kim kanıtlayabilirdi ki?
Taehyung kıkır kıkır gülmeye başladığında Yoongi dikkatle Jungkook'a bakıyordu. ''Sevgili miydiniz? Buraya gelmeden önce de görüşüyor muydunuz?'' Jungkook içindeki bir anda coşan denizi durdurmaya çalışıyordu ama kıskançlık bir anda vücuduna yayılıveriyordu işte.
''Hayır!'' dedi Jimin hararetli bir şekilde. Jihyun'u parçalamak istiyordu.''Arkadaştan öte görmedim ben hiç. Zaten eşcinsel olduğu bilindiği için babam ailesiyle görüşmüyordu ki.''
''Görüşmek istiyor muydun?'' Sadece soruyordu. Sadece basit bir soruydu, evet.
''Evet...yani hayır. Öyle değil Jungkook. Babam onu eşcinsel olduğu için uzak tutuyordu bu yüzden sinir oluyordum bu duruma." Duraksadı. "Tanrım, yıllar öncesindeki şeyleri kıskanacak tarzda bir adam olduğunu söyleme bana."
"Kıskanmadım." Jungkook başını iki yana salladı. Tamam birazcık kıskanmıştı ama bu o tarz bir şey değildi. Sadece Jimin'in o yaşlarında da yanındaki kişi kendisi olmak isterdi, kıskandığı şey buydu. Yıllarını Jimin'siz harcamıştı.
Keyifli çocuk, Taehyung'a göz kırptığı saniyenin hemen ardından, ''Aklı başkasındaydı o aralar merak etme Jungkook.'' diye araya girdi. ''Başkasıyla ilgileniyordu Jimin hyung.''
Jimin delirmek üzereyken masanın altından kardeşine tekme geçirdi. ''Kapa çeneni artık.''
Jihyun, üzerinde Yoongi'nin siyah gömleği vardı, omuz silkti. Jungkook'un çatılı kaşlarına bakıp ''Emir büyük yerden.'' derken dudaklarındaki görünmez fermuarı çekmişti.
''Yoo susturmasana çocuğu.'' dedi Jungkook da. ''Sohbet ediyoruz ne güzel.'' Gözleri anlık masum masum kendisini izleyen Jimin'e döndü. ''Kimdi o?''
Jihyun soruyu üstüne alındı. ''Bizim evin yanında tek başına oturan bir adam vardı. Jimin hyungtan neredeyse 8-9 yaş büyüktü. Askerdi. Hyung ona deli olurdu.'' Gülmeye başladığında Jungkook ''Asker mi?'' diye mırıldandı. ''Evet, evet. Sana söylemedi mi? Onun üniformalara büyük bir zaafı vardır.''
''Ne yani kendinden o kadar büyük biriyle mi takılıyordun?'' Jungkook şaşkınlık ve daha çok yine kıskançlıkla Jimin'e geri döndü. ''Yan komşun bir de ve baban bunu öğrenmedi?''
''Takılmıyordum...'' diye mırıldandı Jimin de. Utançtan yüzü kıpkırmızıydı. Taehyung da kızarmıştı ama gülmekten.
''Yok hyung platonikti ya.'' dedi Jihyun rahat tavrıyla. ''Pencerelerden falan gözetlerdi adamı. Yani ben tatillerde evdeyken onu hep öyle yakalardım. Hele bir gün-''
''Kes artık Jihyun.'' Yoongi gözlerini yanındaki çocuğa çevirmiş ve çatık kaşlarının ardından ona bakmıştı. ''Abartma.''
Jihyun kedi gözlerin kendisine kısıldığının da farkına varınca dudaklarını birbirine bastırmış ve susmuştu. Yoongi onun üzerindeki kendi gömleğine göz gezdirdikten sonra bakışlarını tekrar kaçırmıştı ama Jihyun o saatten sonra bir daha dudaklarını konuşmak için aralamamıştı.
Jungkook ve Jimin kendi derdindeydi. Bu yüzden dakikalardır abisinin uyarmasını değilde Yoongi'nin uyarmasını dikkate aldığını fark etmemişlerdi.
Taehyung tabii ki farkındaydı. Ama çok da üstünde durmamıştı. Çünkü şeytan düşünceleri ''Jungkook'u nasıl asker forması içine sokarım?'' diye fısıldıyordu ona.
Jungkook ise üniformalara zaafı mı varmış, diyordu içten içe. Nasıl yani?
***
Arabaya bindiklerinde Jungkook sessizdi ve Jimin bundan hiç hoşlanmamıştı. Bütün öfkesini Jihyun'a yöneltti.
''Sana inanamıyorum ya! O kadar sorumsuz ve şımarıksın ki ne yapamaz desem onu yapıyorsun. Yoongi'yi kullandığına inanamıyorum!''
''Kimseyi kullandığım yok benim.'' Jihyun camdan dışarı bakarken içten içe tartışıyordu kendisiyle. Kullanmak aklının ucundan geçmemişti, geçseydi aktif olan kendisi, kıçı acıyan o kedi gözlü olurdu biliyordu.
Geceyi baştan sona hatırlıyordu Jihyun. Ne yazık ki.
Ona döküldüğünü ve onun da avuç içlerini Jihyun oraya dökülsün diye açtığını biliyordu. Onu sardığını da biliyordu ama şaşırdığı şey, bu kadar sarılmaya ihtiyacının olduğunu daha önce nasıl fark etmediğiydi. İlgili, neredeyse baba gibi olan tavrı çok hoştu ve kedi gözlere dayanamamıştı. Jihyun her şeyi hatırlıyordu. Üzerindeyken, nasıl naif davrandığını da hatırlıyordu ve bu her an aklını kaçırmasına sebep olabilirdi.
Jihyun bir an, onunla olma fikrini aklından çıkaramaz oldu. Onun olma fikri. Onun tarafından korunma fikri.
Ve onun tarafından sarınma fikri.
Hem ona, ben seni sararım da demişti.
''Şımarık olmandan bıktım senin. Anlamıyorsun. İşler düşündüğünden daha karışık Jihyun! Daha ciddi! Beni öldürebilir baban olacak herif, anlıyor musun? Kaçıp saklandım çünkü lanet silahını bu sefer alnıma ateşleyebilir.''
Jimin gittikçe alevlenirken Jungkook, ''Şöyle şeyler demeyi kes.'' dedi. ''Sana hiçbir bok yapamaz.''
Jimin duraksayıp Jungkook'un direksiyonu sıkan ellerinin beyazlayışına baktı. Elini uzatıp onun eline koyarken iç çekmişti. ''Korkuyorum.'' dedi sessizce. ''Seni bulduktan sonra daha çok korkar oldum.''
Jungkook elini direksiyondan çekip parmaklarını parmaklarının arasından geçirdi. Dudaklarına götürmeden önce, ''Korkmana gerek yok.'' dedi. ''Senin tek bir saç teline dokunmasına izin vermem.''
Küçük olan Jimin'in ağzından kaçırdığı silah detayını fark etmedi bile. Yine kendisiyle ilgili düşüncelere dalıp gitmişti.
Jihyun birbirine geçmiş ellere baktı. Aklı dün gece kendi elini kavrayan beyaz ve kemikli ele gitti. Elini yatağa bastırmadan önce parmaklarını Jihyun'un parmaklarına sarmıştı Yoongi. Jihyun o an ellerinin boş olmasından nefret etti.
***
Taehyung ve Jihyun yan yana geldiklerinde inanılmaz derecede ikna edici olabiliyorlardı. Arabaları park edip aşağı indiklerine bakıldığında gerçekten de öyleydiler.
Jimin yorgundu çünkü yine tüm gün dans etmişti. Çocukların enerjisiyle yarışamıyordu. Neyse ki Taehyung'un birden ortaya attığı tiyatro fikri, tüm yükün dans gösterilerinde olmasını azaltmıştı.
Yoongi ise uyuma planları yapmıştı bütün dersler boyunca. Aklı darmadağınıktı. Jihyun'dan uzak durmak istiyordu.
Ama merkezde kurulan panayıra geldiklerine göre kazananların kim olduğu belliydi.
Arabadan indikleri gibi Jungkook Jimin'in elini tutmuş, Taehyung ise Yoongi'nin kolunun altına girmişti. Panayırın girişinden birlikte girdikleri sırada Jihyun arkada kalmış ve neden yine dışlandığını düşünmeden edemez olmuştu.
Yine de akşamı mahvetme derdinde değildi. Bir köşede keman çalan iki genç kızın olduğu yere kadar yürüdüler bir süre. Gülüştüler ve konuştular. Sorunlar kapıların ardında kalmıştı.
Güzel bir akşamdı. Ilık bir rüzgar esiyordu hafifçe. Ay gökyüzünde gece lambasıydı ve yıldızlar etrafında dönüyordu.
Jungkook, ''Bir şeyler çalmak ister misin?'' diye sordu Jimin'e dönüp. ''Birlikte?''
''Olur mu ki?'' dedi Jimin. Üzerinde gri kapüşonlu hırka ve gri bir ceket vardı ve beyaz bir kasketli şapkaya sahipti.
Jungkook ise tam tersi beyaz bir şapka takıyordu ve gri bir hoddie giymişti. ''Neden olmasın?''
Kızların bitirmesini beklediler birlikte. Taehyung kollarını sardığı Yoongi'yi kendisiyle birlikte sallıyordu olduğu yerde. Jihyun kaçamak bakışlarını onlara gönderiyordu ara sıra.
Kızlar kemanları ikiliye ödünç verdiğinde sessizleşti kalabalık. Herkes iki genç adamı beklediği sırada, o ikisi ne çalmaları gerektiğine karar verdi. Ortak bir şeyler bulunca konumlarını birbirlerine karşı aldılar. Jimin kemanı omzunun üstüne bırakırken gözlerini sadece Jungkook'ta tutuyordu. Çocukları saymazsak uzun süredir bir kalabalığın önüne çıkmamış olması, heyecanını körüklemişti. Jungkook'un gözlerinin sarışında olmasının sebebiyse, onun ne hissettiğini kaçırmamaktı. İnsanların önünde çalmaktan utansa bile, bunu özlediğini tahmin edebiliyordu. Ayrıca bakmaya değer gördüğü tek şey de oydu.
[Burada bir GIF veya video olmalı. Görmek için uygulamayı şimdi güncelle.]
Jungkook gözlerini Jimin'in üzerinden çekmedi, bu yüzden yayı telin üzerinde kaydırırken sarışının diğer insanlara baktığında nasıl mutlu olduğuna şahit oldu. Gözlerinin onunla buluştuğu anda diğer her şeyin susuşunu seviyordu Jungkook. Kaybolmayı ve batmayı seviyordu onun çukurlarında. Ve onun kendisine aşık bakmasını daha çok seviyordu.
Bütün keman çalışı boyunca onu izledi genç olan. Çenesini kemanın üzerine bırakmasını ve yüzündeki huzurlu gülümseyişi izledi. İnsanlar onları alkışlarken, Jimin'in keyif içerisinde selam verişini izledi. Elini tutup arkadaşlarının yanına ilerlediği süre boyunca da gözleri onun üstündeydi. ''Teşekkür ederim.'' dedi Jimin. Gülümsemesini durduramıyordu. İnsanların hayran bir şekilde onu izlemesi muhteşemdi. ''Bu çok hoşuma gitti. Tüm bu alkış olaylarından falan hoşlanıyorum sanırım.''
Jungkook kolunu omzuna atarken omuz silkti sadece. O mutlu olduğu sürece her şeyi yapabilirdi. ''Teşekküre gerek yok, ayrıca çok yetenekli ve yakışıklısın. Alkışlarlar elbette.''
Jimin iki kolunu da onun beline sardı. Tam kalbinin üstüne bir öpücük bırakırken ''Seni seviyorum.'' deyiverdi.
Diğeri kıkırdamaya başlarken Taehyung,''Bunlar da çok yapış yapış oldu ya!'' diye söyleniyordu.
Jihyun ise kıskançlığın kanında dolaştığının farkındaydı. Abisinin ona karşı ilgisi geldiği günden beri oldukça azdı ve bu onu gıcık ediyordu. Genç adam onun her zaman kendisiyle ilgilenmesini isterdi. Eve gittiğinde annesi onunla diğerler çocuklarına göre daha fazla ilgilenirdi ama Jihyun'un tek derdi Jimin olurdu. O gerçekten abisine inanılmaz düşkündü.
Hep yalnız hissettiği doğruydu ama bu akşam bu daha sert vurulmuştu yüzüne.
Ne yani diyordu içten içe. Şimdi sessizce gitsem onlar için hiçbir şey değişmez mi?
Jimin'in kolları kendine sarılıyken burnunun ucunu ısırdı yaptığı şirinliklere dayanamayıp. ''Rahat dursana.'' dedi ama gülüyordu. Jimin de gülüşüne güldü.
Tekrar yürümeye başladıklarında koluna girmişti sevgilisinin. ''Jungkook?'' dedi kolları uzun gelen hırkadan parmaklarını çıkartırken. ''Sen neden hala bunun şaşkınlığını yaşıyorsun?''
Kahvaltıda dediği şeyden bahsettiğini biliyordu Jungkook. ''Sen şaşırmıyor musun?'' dedi. ''Ben bile kendimden böyle bir performans beklemiyordum.'
''Biz şaşırıyoruz gerçekten.'' Taehyung onların muhabbetine dahil olmak için durmuş ve arkasından gelen çifte dönmüştü. ''Hepimiz senin bu adamı üzeceğinden emindik.''
Jungkook göz devirirken Yoongi kolunu Taehyung'un üstünden çekti. Çünkü Jihyun'un kendilerine dönük ve onlardan gittikçe uzaklaşan sırtını kalabalığın içinde fark etmişti.
''Yani, kahretsin ki böyle düşünmekte haklısın.'' dedi Jungkook. ''Diyebileceğim bir şey yok.''
''Ama iyi gidiyorsun.'' dedi Taehyung gülümserken. ''Aferim oğluşuma. Yine de şöyle bir sorun var ki, asker değilsin.'' Gülüşü kalabalığı delip geçerken Jungkook sertçe koluna vurduğunda geri çekildi.
Sert bakışlar Jimin'i bulduğunda, sarışın ''Ergendim, tamam mı? Neden bana kızıyorsun?'' diye söylendi.
Yoongi, ''Hey baksanıza,'' diye girdi araya. ''Dondurma almaya gideceğim. İsteyen var mı?''
Hepsinden onay aldığında beklemden hızlı ve sert adımları yola vurdu. Jihyun'u panayırınn girişinde, elinde bir sigarayla buldu. ''Yakalandın.'' dedi onun yanına vardığında. Jihyun sadece güldü.
Babası ve annesi de yakalamıştı zamanında. Bir şey dememişlerdi. Zaten, onlar neyi umursuyorlardı ki? Sadece medyaya ve çevreye iyi göründükleri sürece bir sıkı yoktu. Sigara da insanlar için o kadar dikkat çeken bir şey değildi.
Yoongi onun gülüşüne kaşlarını kaldırırken ''Korkup saklaman gerekmez miydi?'' diye sordu. ''Bu rahatlık neden?''
''En fazla ne yapabilirsin ki?''
''Jimin biliyor mu?''
Jihyun başını çevirip kedi gözlere baktı. Neden ilgileniyordu ki? Neden önemsiyormuş gibi davranıyordu?
''Biliyor.'' dedi. ''Artık bir şey demiyor. Zaten çok fazla içmiyorum. Bağımlı değilim.''
Yoongi onun üzerindeki kot cekete dikti gözlerini. İçinde baskılı beyaz bir tişört vardı. Jimin'e benziyordu ama benzemiyordu da. Tuhaftı. Uzanıp dudaklarının arasına koyduğu sigara dalını işaret ve baş parmağının arasına aldı. Diğerinin şaşkın bakışlarına aldırış etmeden ayağının ucuyla ezdi onu. ''O zaman içmene gerek yok.'' dedi. ''Sana yararı olmayacak.''
''Hyung!'' diye çıkıştı Jihyun. ''Ne yapıyorsun?''
''Gereksiz hareketler yapmanı engelliyorum. Ayrıca berbat kokuyor, nesinden hoşlanıyorsun şunun?'' Diğerinin dirseğini yakalayıp kalabalığın içine girmesini sağlarken cevap vermesini beklemeden, ''Dondurma alacağım.'' dedi. ''Sana da alalım.''
Jihyun şaşkınca onun dirseğini tutan eline bakarken ''Abim mi fark etti?'' diye sordu. ''Jimin hyung mu gönderdi seni?''
Yoongi dondurma standının önüne geldiklerinde ''Hayır,'' dedi. ''Ben gördüm. Dondurma alacaktım zaten, o yüzden gelip ne yapıyorsun bir bakayım dedim.''
Jihyun abisine karşı tekrar bir hayal kırıklığı yaşarken, suratsız diye düşündüğü adamın yokluğunu fark etmesine de şaşırmıştı.
Yoongi dondurmaların siparişini vermeden önce dönüp Jihyun'a baktı. ''Ne'li istersin?''
Jihyun ''Sade.'' dedi sessizce. Sesinin neden kısıldığını da bilmiyordu.
Dönüş yolunda Jihyun iki, Yoongi üç dondurma külahı tutuyordu elinde. İkisi de sessizdi. Ta ki küçük olan ''Dün gece için...'' diye başlayana kadar. ''Üzgünüm, seni kullandığımı falan düşünmeni istemem. Öyle bir derdim yoktu hyung.''
''Öyle düşünmedim.'' dedi Yoongi. Kasılmıştı. ''Pek bir şey hatırladığım da yok zaten.''
''Beni dinlediğini hatırlıyorum. Oldukça ilgiliydin. Teşekkür ederim.''
Yoongi duraksadı. Elindeki dondurmaları kontrol etti eriyip erimediklerini anlamak için. Ardından gözlerini Jihyun'a çevirdi. ''Dinle bak, '' dedi. ''Jimin'in aklını sana verememesinin sebebi, oranın çok dolu olması tamam mı? Baban olacak piç her an bir şeyler yapabilir, ayrıca yurtta bir sürü iş var bugün de fark ettiğin gibi. Jungkook'la olan ilişkileri de en başta oldukça zordu ve zaten daha çok yeniler. Hem, onun onarılmaya ihtiyacı düşündüğünden daha fazla. Sadece birbirlerini iyileştirmeye çalışıyorlar.''
Jihyun aklındakileri nasıl anlamış olabileceğini düşünürken gözlerini Yoongi'nin elindeki dondurmalara dikmişti. ''Ben bir şey demedim ki zaten.''
''Demene gerek yok, gözlerinden okuyorum.''
Jihyun'un gözleri onun ufak gözlerini buldu anında. ''Eriyecekler hyung.'' dedi. ''Dondurmalar. Gidelim.''
***
Gökyüzüne atılan havai fişeklerin sesi etrafta birkaç çocuğu ağlatırken bizimkilerin yüzlerinde gülümsemeye neden olmuştu. Jimin, Jungkook'a arkadan sarılmıştı ve başı yukarıya dönük, renkli sıçramaları izliyordu. Taehyung telefonla konuştuğu için ve havai fişek atılmasına -kuşlar açısından- karşı olduğu için gösteriyi önemsemiyordu. Yoongi sadece izliyordu, üstüne çok düşünmemişti bu sesli ve renkli şeyin. Jihyun'un ise hoşuna gitmişti. Burası güzel aslında diye düşünmüştü bir an. Jimin hyungun neden gitmek istemediğini anlayabiliyorum.
Çalan telefonu düşüncelerini dağıtırken Hoseok'un arayışıyla keyiflenmişti. ''Bebeğim?'' diye açtı telefonu. ''Telefon seksi için uygun bir zaman değil.''
Yoongi'nin gözleri anında üstüne düştü. Yüzü buruşurken şımarık velet diye düşündü. İğrenç.
''Siktir oradan.'' dedi Hoseok da karşıdan. ''Senin ufak aletin arzulayacağım en son şey.''
Jihyun diğerlerinin yanından uzaklaşırken gülüyordu. ''Düşük espri seviyen beni bazen üzüyor.''
''Kes sesini.'' dedi Hoseok. ''Nasıl gidiyor diye soracaktım ama gayet iyisin anlaşılan.''
''Ne demezsin.'' dedi Jihyun da devirdiği gözlerle. ''Bomba gibiyim.''
''Ama sesin fena gelmiyor. Ne gibi bir sorunun var?''
''Aldatılmam dışında mı?'' Jihyun olduğu yerde diğerlerini izlerken telefona doğru bıkkın bir tavırla konuştu. Yoongi'nin gözleri üstüne gölge düşürmüştü. Taehyung telefonu kapatmış ve gökyüzündeki renklere çatık kaşlarla bakarken abisi sevgilisinin elini tutuyordu.
''Dostum hadi ama!'' diye çıkıştı Hoseok. ''O ilişki çok önceden bitmişti. Sen de bıkmıştın. Bunu dramatikleştirme. Sadece alışkanlıkların vardı, onu da hallederiz.''
Jihyun Hoseok'un göremeyeceğini bilse de telefona doğru göz devirdi. En yakın arkadaşı her zaman ''Hallederiz.'' derdi. Rahattı. Kasmazdı ve lanet derecede seksiydi. Birbirlerine benziyorlardı ama Hoseok istediğini kesinlikle alan kişiydi. ''Hallederiz tabii.'' dedi Jihyun basitçe. Yoongi'ye bakıyordu. Sarışın şimdi ona arkasını dönmüştü.
''Sadece git ve birileriyle birlikte ol, kafanı dağıtırsın.'' Hoseok arkadaşına kendince çözümler bulurken Jihyun ''Kafa falan dağıtmadım.'' dedi birden. ''Her şeyi daha çok karıştırdım.''
''Ne?'' dedi Hoseok. ''Kimle yattın lan?''
''Ne? Kimseyle falan yatmadım. Ne diyorsun?'' Jihyun ağzına vururken yüzünü buruşturmuştu.
''Yüce İsa! Ne kadar hızlı çıktın Jihyun oppa. Ben bile bu kadar hızlı değilim. Kim bu şanslı kadın?''
Jihyun kendisine dönük kalçalara bakarken ''Kadın değil.'' dedi dürüstçe. 'Ve oppa diyen ben oluyorum ne yazık ki.''
Ve Hoseok öksürüğünde boğulurken ''Ne? Siktir ne? Altta mıydın?'' diye bağırıyordu.
Dalga geçtiği bir süre boyunca Jihyun'un gözleri Yoongi'nin üzerinde kalırken sarışın da başını çevirip ona bakmıştı. Buluşan gözlerle aynı zamanda Jihyun telefonu arkadaşının suratına kapattı. Diğerlerinin yanına geri döndüğünde abisi sevgilisin sırtındaydı. Jungkook yüksek sesli kahkalar atarken Taehyung da büyük bir zevkle onların fotoğrafını çekiyordu. Tatlı görünüyorlardı.
Ve mutlu.
Gözleri yanında mimiksiz duran adama döndü. Önce üzerindeki kareli kırmızı gömleği süzdü. Sonra siyah kotunun yırtık kısımlarından görülen beyaz tenini. Saçları yumuşacık görünüyordu, alnında konaklıyorlardı. İnce dudakları vardı ama pespembe oluşunun öpülesi gözükmesini sağladığı su götürmez bir gerçekti.
Yakışıklıydı. Bunu kabul ediyordu Jihyun ama ona dair en hoş olan şeyin, kedi gözleri olduğunu düşünüyordu. Kedi gözlerindeki ilgi.
Yoongi ise onun hangi ara sevgilisiyle geri barıştığını merak ediyordu. Telefon seksine kadar ne ara ilerleyebilmişlerdi?
''Senin adına sevindim.'' dedi Jihyun'a. ''Sorunlarınızı çözmeniz iyi olmuş. Ama bir daha ki sefer araya başka bedenler sıkıştırmasan senin için daha sağlıklı olur sanırım.''
Jihyun onun neden bahsettiğini düşünürken Yoongi cevap beklememiş önden ilerleyen üçlünün yanına çoktan ulaşmıştı.
***
(Şarkıyı açabilirsiniz, açmaya da bilirsiniz. Arka arkaya dinlemenizi öneririm çünkü çok hoş.)
Yaklaşık bir saat sonra Seokjin ve Namjoon'un da aralarına katılmasıyla grup kendini bir parkın yeşilliklerine atmıştı. Jungkook'un sırtı bir ağaca dayanmış, Jimin'i göğsüne çekmişti. Bacaklarının arasında uzanıyordu sarışın. Namjoon ve Yoongi yan yana bağdaş kurmuşlardı. Esmer olan, teni karanlıkta ışıldayan adama yeni flörtünden bahsediyordu. Yoongi'nin ilgisi çoktan kaymıştı ama Namjoon susmak bilmiyordu. ''Kahve içmek için evine davet etti.'' diyordu. ''Yarın görüşeceğiz.''
Güldü büyük olan. ''Dikkat et.'' dedi. Elini diğerinin omzuna çıkartmıştı. ''Bu sefer hızlı gitme.''
Taehyung ise, Seokjin'in bacaklarına bırakmıştı başını. Abisi saçlarıyla oynarken yıldızları izlemenin keyfini çıkartıyordu. Bu an, onun için dizilerdeki gençlerin huzurlu vakit geçirdiği anlara denk geliyordu. Buraya kadar sıkıntı yoktu çünkü huzurlu hissediyordu. Sorun bundan sonra geliyordu. Bu fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Taehyung her an darbe yiyeceklermiş gibi hissetmekten kendini alıkoyamıyordu.
Abisi de onun dağılan aklını fark etmişti.''Ne düşünüyorsun?'' diye sordu bu yüzden. Taehyung alttan alttan ona bakarken gülümsemekle yetindi. Sadece bir şeylerin tadını çıkarmaya devam etmek istiyordu. Önünde odaklanması gereken bir yurt etkinliği vardı. Şimdilik sadece buydu.
Üzerinde pembe bol bir hoddie vardı. Kot ceketini altına sermişti. Açık renk kotunun dizleri yırtıktı ve Seokjin onun çok yakışıklı olduğunu düşünmüştü o an. Tıpkı kendisi gibi.
İlk bakışta fark edilmese bile dikkat edildiğinden onlardan biraz daha uzakta oturuyordu Jihyun. Buraya ait olmadığını düşünmekten başka bir şey yapamıyordu. Neden bu kadar hassas olduğunu da anlayamıyordu ve bu sinir bozucuydu. Yani hadi ama, o umursamazdı.
Park Jihyun böyle şeylerin üstünde durmazdı.
Yine de abisinin Jeon Jungkook'la gülüşmesini kıskanıyordu. Neden yokmuş gibi davranıp duruyordu?
Bencildi. Biliyordu. Onun kendisiyle ilgilenmesini istiyordu.
Ama bir şeyleri bozmak da istemiyordu. İçindeki çatışma büyüktü.
Jimin'in aklı ise dağınıktı. Sert bir fırtına sonrası, duvarları olmayan bir samanlık gibiydi. İyi hissediyordu. Her şey güzeldi. Her şey çok güzeldi ama bu onun ödünü kopartıyordu.
Yorgundu fakat tatlı bir yorgunluktu ve sadece fizikseldi. Aklının bir köşesi tamamen yurttaki çocuklara ve dans koreografilerine odaklıydı.
Aklının arkalarında bir yerde babasının yapabileceği ataklar vardı.
Ve tamamı Jungkook'a bulanmıştı. Göğsüne yaslanmışken ve ılık rüzgar yüzünü okşayıp Jungkook'un kokusunu ona getirirken aksi de mümkün değildi zaten. Güçlü kollar belini sarmıştı, çenesi de omzundaydı. Arada bir kulağına üflüyordu ve Jimin huylanınca gülüyordu Jungkook.
Jimin dün gece Jungkook gördüğü kabusun aklına gelmesine engel olamıyordu. Onun dağılmış hali, ıslak yanakları ve çaresiz sesi aklına kazınmıştı yine. Ona yetmeyeceğinin en başından beri farkındaydı. Ama bunu deneyimlemek farklıydı.
Jungkook'un yaslandığı ağacın yaprakları kıpırdıyordu. Kuşlar vardı. Panayırdaki insanların sesleri geliyordu. Keman sesi çok cılızdı.
O an merak etti Jimin. Ya Jungkook'un içindeki alevler hala aynı canlılıkta yanıyorsa diye düşündü. Ya sadece saklıyorsa?
Ne yapacağını bilmiyordu. Elinden sadece onu çok sevmek gelirdi, ötesi değil. Yerinde doğrulup ona dönerken bundan daha fazlasını yapmak istediğini düşünüyordu ama sadece sevmek istedi o an. Etraftakileri düşünmedi.
Jungkook onun neden doğrulduğunu gözlerine bakarak sorgularken Jimin elini yanağına ulaştırdı küçüğünün. Yanağını okşarken gözlerini diğerine kitlemişti. Gerçeklere ulaşmak ister gibiydi. Sanki dikkatli bakarsa ona nasıl yardım edeceğini ona söylerlermiş gibi.
Jungkook şaşırdı çünkü Jimin'in ifadesi yanlış bir şeyler olduğunun habercisiydi.
Etraftakileri unuttular, diğerleri suspus olmuş onları izlerken. Taehyung da yerinde doğrulmuştu ve Seokjin bir şeyler söylemesin diye uyarmak istercesine kardeşinin kolunu tutmuştu.
Jimin küçüğünün yanağını, gözlerinde salınırken okşamaya devam etti bir süre. Sonra eli Jungkook'un şapkasına gitti. Çıkarttı onu. Ellerini saçlarına daldırırken Jungkook ''Jimin?'' diye fısıldadı. Nefesi Jimin'in yüzüne çarpmıştı. ''Ne oldu?''
Jimin omuz silkti, gülümsemesi yüzünde asılıyken. Ne derse desin, Jungkook itiraz edecekti biliyordu. Bu yüzden sevmek istiyordu sadece. O kadar.
Yanaklarına ulaştı tekrar. İki eli de tutuyordu Jungkook'un yüzünü. İyice yanaştı ona. Burnunu öptü ve ''Seni seviyorum.'' dedi. ''Çok fazla seviyorum.''
Jungkook tam o an Jimin'in içindeki hüznün sebebini kavradı. Bir şeyler yaralamıştı onu ve yaralayan kişi kendisiydi. ''Jimin.'' diye fısıldadı. Şimdi o da sarışının yüzünü kavramıştı. Duraksamadan dudaklarına ulaştı. Sanki ne kadar hızlı ve sert öperse o kadar fazla itiraz edebilirdi ona. Üst dudağını emdi, dişleriye alt dudağını kavradı. Dili sıcak ağzın içinde dolaştı şuursuzca. Belini yakaladı kolları.
Jimin onun anladığını fark etti. Zaten pek bir şey saklayabilen biri de değildi. Geri çekildi zorlukla. Gözleri etrafı taradı hızlıca. Parkta kimsenin olmayışıyla rahatlarken diğerlerinin gittiğini yeni fark ediyordu.
''Jungkook ben ne yapacağımı bilmiyorum.'' dedi dürüstlükle. Tekrar ona dönmüştü.''Beni geçiştirme. Ben sadece sana iyi gelmek istiyorum. Senin bana geldiğin gibi.''
''Yapma.'' dedi Jungkook. ''Yapma Jimin. Bana bir baksana.'' Kollarını belinden çekip iki yana açtı. Gözleri doğrudan diğerinin gözlerine odaklıydı. ''Yaşıyorum ben. Yaşıyorum Jimin. Sen bana zaten bir hayat vaat ettin. Daha ne yapabilirsin?''
''Ama,'' diye sözünü kesti sarışın. Dolan gözlerinin nedenini sorgulamadı. Hüngür hüngür ağlamak ve yine onun olmak istiyordu. Tam burada hem de. ''Ama kabus görüyorsun yine. Yanıyorsun sen ama benden saklıyorsun değil mi?''
Jungkook onun küçük bir bebek gibi olan ifadesine deli oldu. O kadar masum ve inceydi ki sesi, gerçek olup olmadığını sorguladı.
''Jimin dinle,'' diye başladı söze. Ne söylemesi gerektiğini düşünürken sarışının ellerini kavrayıp kendine çekti. ''Hani sen diyordun ya bana, için cayır cayır yanarken dışın buz tutmuş senin, diye. Baksana.'' Jungkook bu konunun burada konuşulup bitmesi gerektiğini biliyordu. Geçiştirmedi. Gerekiyorsa uzun uzun konuşmalılardı. Onun kendini suçlamasını ya da eksik görmesini istemiyordu. ''Buz falan kalmış mı? Dışarıdayım, kalabalık yerlerde dolaşıyorum, parktayım ve ne bileyim, önceden yapamadığım şeyleri yapıyorum işte. Birini sevdiğimi göstermekten korkmuyorum artık. Aksine sevmek istiyorum, seni severek delirtmek istiyorum. Sadece seni değil, şu bankların arkasında bizi izleyen aptalları da sevmek istiyorum.''
Jimin gözlerini Jungkook'un işaret ettiği yere çevirirken kıkırdamadan edemedi. Dolu gözlerine tezat kalmıştı gülüşü ama güzeldi. Küçüğünün dediği gibi bankların arkasında fark edilmediklerini sanarak onları izliyordu hepsi. Tabii Jimin'in kendilerine baktığını fark ettiklerinde gereksiz bir şekilde başlarını gökyüzüne ve ağaçlara falan çevirmişlerdi fakat her şey ortadaydı.
''Yansam,'' diye devam etti Jungkook. ''Böyle gülebilir miyim? Gözlerimi açtığımda seni görebilmek için erkenden uyanmak ister miyim? Sen sana iyi geldiğimi söylediğinden, o gece benim olduğundan beri ben kendimi affetmeye başladım Jimin.'' Duraksadı Junkook. Jimin'in her söylediğini kabullenmesini istiyordu. Çenesini öptü devam etmeden önce. '' Senin iyi olman, bana iyi geliyor. Sana iyi gelmek, seni gülümsetmek ve seni sevmek annemin gidişini anlamlandırıyor. Ben artık anneme kızgın da değilim. Minnettarım. Çünkü bir hiç uğruna gittiğini düşünmüyorum artık. ''
Jimin Jungkook'un söylediklerinin önemini biliyordu. Çok özeldi ve şaşırtıcıydı çünkü onu tanıdığından beri bu adam, annesinin bir hiç uğruna gitmiş olmasıyla baş etmeye çalışıyordu. Kendinden nefret ediyordu. Yaşayamıyordu ve ölemiyordu da.
Dolu gözler irice açılmıştı Jungkook'a doğru. Şaşkındı ve çok masumdu. Çok güzeldi. Jungkook gerçekten seviyordu. Onun her ifadesini seviyordu.
Bir kuş ötüyordu. Bir de ağacın çaprazında sarı bir kedi onları izliyordu.
''Eğer o gitmemiş olsaydı, sen bana gelemezdin. Bu yüzden ben dün gece sen uyuduktan sonra anneme defalarca teşekkür ettim.'' Jungkook son kez konuştuğunda Jimin'in ağlamamak için sebebi kalmamıştı.
Çok ağladığını, çok ağlak biri olduğunu biliyordu.
Erkek dediğin ağlamazdı ama Jimin-
Siktir etsenize, buna kim karar vermişti?
Özellikle de şimdi, sevmekten, sevgiyle delirmekten ağlanıyorsa bundan neden çekinsindi.
Göğsüne sığındı sevgilisinin Jimin. Elleri onun üstündeki kumaş parçasını kavramıştı. Başını göğüs kafesinin ortasına yaslamıştı ve kalçası onun bacaklarının üstündeydi. Hıçkırıyordu. ''Ben çok mutluyum.'' diyordu. ''Çok mutluyum, çok seviyorum. Çok korkuyorum. Gerçekten çok korkuyorum. Yaşamayı öğrendikten sonra ölmekten çok korkuyorum.''
Jungkook'un kolları hiç olmadığı kadar sıkı sardı kucağındaki bebeğini. ''Sana asla zarar gelmeyecek.'' dedi. ''Bebeğim, ben seni her şeyden koruyacağım. Yemin ederim. Düşmene izin vermeyeceğim.''
''Düşmekten korkmuyorum.'' diye sızlandı Jimin. ''Beni her zaman kaldıracağına söz ver yeter.''
''Gitmeyeceğine söz verirsen senin için ölebilirim.''
Jimin bir hıçkırığın dudakları arasından kopmasına izin verirken minik yumruğunu göğsüne çarptı küçüğün. ''Bana bak seni döverim.'' dedi. ''Ölmek falan deme. Hani birbirimiz için yaşayacaktık?''
''Benim için yaşamaya söz ver.'' dedi Jungkook sarışını göğsünden çekmeden önce. Parmakları yumuşak teni kurularken dudaklarının üstüne ufak bir öpücük bıraktı.
''Söz.'' dedi Jimin de. ''Sen de benim için ne olursa olsun yaşayacağına söz ver.''
''Söz.'' dedi Jungkook onu tekrar öpmeden önce.
Ilık bir yaz gecesiydi. Sedir ağacının yaprakları üstlerinde şemsiyeydi. Ay vardı, hilaldi. Bulutsuzdu gök ve milyonlarca yıldız da bu söze eşlik etmişti.
Rüzgar bu sözleri taşımıştı üstünde.
Kedi şahit olmuştu.
Kuş tam o sırada üstlerinden uçuyordu.
Ama hiçbiri bilmiyordu. Hiçbiri ikisinden birisinin, sözünü tutmakta zorlanacağını bilmiyordu.
Ama Tanrı biliyordu.
Ve bunun için o bile üzgündü.
SİZ ÇILDIRMADAN HATIRLATAYIM DUENDE ANGST DEĞİL
NO ANGST
YES HAPPY END
Bol bol yorum yapın olur mu?
@loveiskookmin twitter hesabımı takip edebilirsiniz.
Bir sonraki bölüm azıcık söprüzlü bu arada. FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİKLER BİTİYOR BİR SONRAKİ BÖLÜM SON :)
Son olarak,
ÇOK SEVİYORUM HEPİNİZİ
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro