bölüm 25
Medyadaki şarkıyı baştan sona okurken dinleyebilirsiniz ama ben özel olarak belirttiğim yerden itibaren sona kadar dinlemenizi rica edeceğim.
Gözlerime vuran ışık sayesinde açtım gözlerimi. Taehyung'ların odasında, ter içinde kalmış bir şekilde uyandım. Gördüğüm rüya aklıma dolarken beyaz tavana bakıyordum. Rüyaydı her şey. Jungkook'u öpüşümden itibaren her şey rüyaydı. Anahtar bile rüyaydı ve ben-
Şaka şaka. Valla şaka, sakin olun. Buralar bölüm değil. Sadece şaka. ŞAKA. dşsfşvbigdmbignmldhmlşhşllmthnmlş iyi okumalar!
Sıcaktı. Ter içinde kalmıştım ama uyanmamı sağlayan asıl şey, ensemde ritmik aralıklarla hissettiğim ufak dokunuşlar ve sıcak nefesti. Sonra belime sarılmış kolu ve sırtıma dayalı sıcak teni fark ettim. Gecenin hissi bir anda geri geldi bütün hücrelerime, yarı açık gözlerim tamamen aralandı. Jungkook'un kokusu tenimden geliyordu. Çıplaktım, arkamdaki çıplaklığını da hissedebiliyordum.
Dün gece olan her şey gerçekti. Rüya değildi. Rüyası bile beni delirtebilirdi gerçi fakat, her şeyin gerçekten yaşanıldığına dair kanıtlarım vardı. En büyük kanıt ensemdeki dokunuşun Jungkook'un dudakları oluşuydu. Sıcak ve yumuşak, tüy gibiydi. Art arda, usul usul öpüyordu ensemi. Açık gözlerimle karşıdaki koltuğa bakarken bana iyice yanaşıp saç diplerimi kokladığını hissettiğimde bütün tüylerim diken diken oldu. Jungkook resmen kollarının arasına almış, bütün eksikliğimi gidermek istercesine seviyordu beni.
Beyaz yorgan vardı üstümüzde, dün fark etmemiştim ama bir gün önceki mor olanı değiştirmişti. Yorganın içinde sıcaklığı tenime vuruyordu. Tutuşu da güçlüydü, güven hissi sarmıştı bedenimi. İç çektim istemsizce. Her şey gerçek olamayacak kadar güzeldi.
Hayır ama her şey gerçekti, değil mi? Nasıl gerçek olabilirdi? Nasıl Jungkook beni kollarının arasına almış olabilirdi?
İç çektiğimi duydu. ''Uyandın mı?'' diye mırıldandı enseme doğru. Bir süre daha bekledim, bütün hafızama şu anı kaydedebilmek için. Ardından ''Uyandım.'' diye fısıldadım tembel bir kedi gibi kolunu kendime daha fazla çekip ona doğru ittirirken bedenimi. Güldüğünü ensemdeki dudaklarının gerilişinden anladım.
Gülüşü bir anda, tam arkamda bana sarılmış olmasına rağmen onu özlememe sebep oldu. Yatakta ona döndüm hızlıca. ''Ben sana bakarken de gül.'' dedim elimi yanağına koyup. ''Arkam dönükken gülüyorsun, kaçırıyorum.''
Koyu gözleri, gözlerimden kaçtı. Gülmedi. Daha önce bu kadar tatlısını görmediğim bir pembelik elmacıklarının üstünü boyamıştı.
Utanışından öptüğüm adam, her zerrem, her zerrene ayrı tutuk. Aklım da yok artık, tamamen sana bulanık.
Yanağını okşadığım sürece bana geri bakmadı. Güldüm burnunun ucunu öptükten hemen sonra. ''Utanıyorsan sıkıntı yok.'' dedim. ''Ama pişman olduysan söyle. Kendi kendime sana sırnaşmak istemiyorum.''
Ne hissettiğini tahmin etmeye çalışıyordum yüzündeki ifadeden. Kızarık teni utandığının kanıtıydı ve Jungkook'un utanıyor oluşu bile benim için oldukça ilginçti. Ama yine de korkularım vardı, ister istemez, Jungkook attığım her adımı iki kere düşünme refleksi geliştirmemi sağlamıştı.
Gözlerini kapattı gülümserken. Belimdeki kolunun ucunda bulunan parmakları, tenimi geziyordu narince. ''Sen uyurken,'' dedi. ''Bütün geceyi baştan sona en az yirmi kez tekrar tekrar hayal ettim Jimin. Hayatımdaki bütün anılardan daha güzeldi. Sadece daha önce hiçbir erkekle...''
Kapalı gözlerine bakarken bir şaşkınlık dalgası bedenime yayıldı ama daha çok memnuniyet vardı.
Sonra Jungkook'un gerçekten de erkeklerden hoşlanmadığını söylediği anlar geldi aklıma. Eşcinsel olmadığını tam olarak belirtmiş miydi? Ama sonuç olarak, şimdi çıplak bir şekilde aynı yataktaydık işte.
İnanamıyor olmam Jungkook'un Yujin'den bahsetmesini istememe sebep değildi elbette. Sözünü kestim bu yüzden.
''Tamam, tamam.'' dedim kıkır kıkır ona daha da yanaşırken. Gidecek yerim yoktu ama hiçbir yakınlık yetmiyordu bana işte. Göğüs kafesinin içine bir girebilsem, rahatlayacaktım sanki. ''Geçmişindeki insanları düşünmek istemiyorum. Özellikle Yujin'i.''
Gözleri gözlerimi buldu. Parmakları gezmeyi bırakınca kolu belime tekrar dolandı. Güldü narince. ''Yujin'den rahatsız olma.'' dedi. ''Hiçbir zaman ciddi değildik ikimiz de. Ama kıskanıyorsan bir şey diyemem çünkü bu kıskançlık gerçekten hastalık gibi bir şey.''
''Beni kıskanıyor musun?'' Kirpiklerimin altından bakarken, gülüşümü saklamam mümkün değildi.
''Hem de çok fena kıskanıyorum.'' dedi yaramazlığını anlatan bir çocuk edasıyla. ''Eğer ilişkimizde bir kural olacaksa ilki senin etrafında başka adamlar görmek istememle alakalı olmalı.''
''İlişkimiz derken?'' dedim büzdüğüm dudaklarımın arasından.
Şimdi Jungkook, benim sevgilim miydi?
Bir dakika. JUNGKOOK BENİM SEVGİLiM Mi OLACAKTI?
Duraksadı. Dudaklarıma kitlenirken gözlerini kıstı hafifçe. Duraksayışı, içinde bir çeşit tartışma olduğunun kanıtıydı. O benden daha şaşkındı olan her şeye. ''Ne? Beni kullanıp sonra bırakmayı mı planlıyorsun?''
''Bilmem, senin inişli çıkışlı ruh halinden dolayı pek emin olamıyorum. Benim suçum değil yani.'' Abartıyla göz devirdim yüzüne doğru. Çok feci şımarasım, sırnaşasım vardı ona. Çok mutluydum. Çok fazla mutluydum.
Ayrıca Yujin'e karşı atmam gereken bir çeşit hava vardı.
Tam karşısında elini tutacaktım Jungkook'un. Tanrım, masum tarafımı hissetmiyordum, kötü karakter gülüşü kafamın içindeydi.
''Jimin, ben sana gerçekten, biliyorsun işte.'' İç çekti. Uykudan kalkalı çok olmadığından olsa gerek gözleri hala şişti. Gözünün kenarında ufacık bir çapak vardı bir de. ''Tekrar söyleyeyim mi?'' dedi en sonunda, benim onu gülümseyerek izlemeye devam ettiğimi fark ettiğinde.
''Neyi?'' dedim gözünün kenarındaki çapağı alırken. ''Neden bahsettiğini anlamadım.'' Güldü, gülüşü de ne güzeldi. Her gördüğümde ilk görüşüm gibi hissediyordum.
''Yüzümü yıkamamıştım.'' dedi utangaçlığı hala üstündeyken. ''Üzgünüm.''
Elimi çıplak göğsüne koydum. Dağınık saçları, şişmiş gözleri ve pembe yanaklarıyla öyle güzeldi ki, sürekli gerçek olup olmadığını teyit edesim geliyordu. ''Çok güzelsin.'' dedim elimi göğsünden omzuna doğru yavaşça ilerletirken. ''Hala beni sevdiğine inanamıyorum. Senin olduğuma, benim olduğuna... Çok garip ve sen gerçekten çok güzelsin Jungkook.''
Dudakları hafifçe sola kaydı yandan gülüşü yüzünden. ''Hiç mi aynalara bakmazsın Park Jimin?'' dedi. ''Nasıl kendinden başkasının güzel olduğunu iddia edebilirsin?'' Elleri sırtımı okşadı ben gülerken. Omzundaki elimi saçlarına çıkartıp alnına düşen tellerini gözünün önünden çektim ben de. Biraz sustu, yüzümü taradı. Dudaklarımda oyalandığında beni öpeceğini düşündüm ama öpmedi. En sonunda gözler, tekrar gözlerimi buldu. ''Gece sen uyuduktan sonra o keman sesinin senin bestene ait olmasını düşünüp durdum. Çok şaşkınım Jimin. Yani şaşırmak bile yetersiz. Tesadüf olamaz ki bu. Mucize resmen. Tüm gece bunların gerçek olup olmadığını teyit ettim kafamda. Ben gerçekten bütün bu olanlara inanamıyorum.''
''Biliyorum.'' dedim. ''İnanması gerçekten çok güç.''
''O zaman o sese tutunmuştum yaşamak için, şimdi kollarımın arasındasın ve ben merak ediyorum, '' Gözlerinde anlamlandıramadığım bir ifade vardı. Belki biraz korku, merak ya da telaş, bilemiyordum. ''Yine sana tutunabilir miyim?''
''Jungkook, o gece bahçede de, dün de söyledim sana. Senin için her şeyi yaparım ben. Ama,'' Elim tekrar göğsünü buldu. ''Burada beni saklayacağına söz verdiğini unutma.''
''Seni seviyorum.'' dedi. ''Seni seviyorum, sana aşığım.'' Kısıktı sesi ama dert değildi. Tekrar tekrar söyleyip durdu bir süre. O konuşurken sadece izledim ellerim onun tenini okşarken. Bunu duyabilmeyi hayal bile edememiştim korkumdan. Oysa ki şimdi ezberlememi istercesine söylüyordu art arda. Kabullenmek için her söyleyişinde kafamın içinde kaydettim sesini. ''Ben daha çok seviyorum.'' dedim o sustuğunda. ''Anlatamam da nasıl sevdiğimi şimdi sana. Ama öyle böyle değil, çok seviyorum Jungkook. Sana yemin ederim, seni çok seviyorum.''
Belimdeki eli göğsümün göğsüne, karnımın da karnına iyice yapışmasına sebep oldu. ''Bu kabul edilemez.'' dedi. Dudağını dudağıma sürttü. ''Tam belli edemiyorum diye benden daha çok sevemezsin.''
Öpeceğini anladım, bakışları derinleşmiş, nefesi sıklaşmıştı. Kaçmak için yüzümü göğsüne doğru, daha çok boynuna yakın kısma saklayıp mutlu birkaç homurtu çıkardım. "Seninle sevgimi yarıştırmayacağım."
"Kaybedersin çünkü."
"Önce ben sevdim." Boynuna uzandım, minik bir öpücük eşliğinde tekrar mırıldandım inatla. Bu tartışılamazdı. Elbette ben daha çok seviyordum! "En çok ben uğraştım. En çok ben kırıldım."
Suçlamak ya da üzmek değildi derdim ama daha çok sevdiğimden emindim ben. Kovdukça geri gelmiştim, git dedikçe yanına çökmüştüm. Onun da bende açtığı yaralar vardı, bunu nasıl es geçerdim?
"Biliyorum." Saçlarımın arasında sıcak nefesi dolaşırken belimdeki eli de boynuma ulaşmış, tenimi okşuyordu. Mayışık bir halde, kısılı gözlerimi gözlerine çıkardım ne diyeceğini merak ederek. Saçı tekrar önüne düşmüştü. "Biliyorum ve kendimi affettirmek için her şeyi yapacağım. Bütün eksikliklerimi tamamlayacağım, senin için."
"Jungkook-" Konuşmama izin vermedi. Bu konuda kararlı olduğu net sesinden anlaşılıyordu, Zorlamadım. Onun beni sarmasını her şeyden çok istiyordum.
"Ağrın var mı?" dedi sonra. Yüzümü öyle güzel ve dikkatli inceliyordu ki, endişelenmesini istemedim. ''Hayır, iyiyim.'' diye geçiştirdim onu.
İlk zamanlar, neden kaçtığımı bile merak etmeyen adamdı karşımdaki. Acılarımı hiç merak etmeyen adam, üzerime titriyordu şimdi.
Bu duruma hemencik alışasım vardı ama her şey bir anda gelişmiş gibi yeniydi içimde.
Gözleri üstümde kaldığında gülümsedim. Dudakları dudaklarıma yanaştı, burnunu burnuma sürttü oyuncu bir tavırla. ''Öpmek için izin almama ya da seni sarhoş etmeme gerek kalmadı değil mi?'' diye mırıldandı.
Güldüm önce ama söylediğini fark edince duraksadım. ''O ne demek?''
Saçlarımı arkaya tararken keyifle konuşmaya başladı. ''Odamda uyandığın ve hiçbir şeyi hatırlamadığın sabah odamda uyanmanın sebebi... o gece birazcık oynaşmamız olabilir.'' Kıkırtısı tam boğazdan geliyordu. O da benim kadar keyifliydi bugün.
Dün geceden hiç piman olmadığından emin oldum o an.
''Ciddi olmadığını söyle.'' dedim şaşkınlığımdan açılan gözlerimle. Omzuna vurdum sertçe. ''Şaka değil mi?
''Yoo, gayet ateşli bir şekilde oynaşmıştık Jimin-sshi.'' Parmağıyla burnuma vurdu. Sonra eli göbeğime indi ve göbek deliğime baskı uyguladı gülüşünü hiç bozmadan.'' Göbeğimle oynamak istediğini söyleyip duruyordun tüm gece zaten, ayrıca resmen bana kur yaptın. Herkes gidince odama geldin, özgür bir kuş olmak istediğini söylemeye başladın ve...'' Gülüşü yüzünden sustuğunda tekrar omzuna vurdum. O kadar hoşuna gitmişti ki aklına gelenler, büyük kahkahalarla gülüyordu. ''Ve ne? Anlatsana ya!''
''Büzdüğün dudaklarınla dibimde ötmeye başladın. Cik cik cik.''
''Aman Tanrım!'' Yaptığı taklitle utancımdan omzuna saklandığımda yüzüm resmen yanmaya başlamıştı ve o daha fazla utandırmak istercesine ''Ardından beni öptün.'' deyiverdi.
''Ben mi? Ben mi öptüm? Yalan söylüyorsun bence sen.'' Kafamı kaldırıp ona baktım, sonra gülüşüne ithafen, ''Yalan işte, kesin sen öptün!'' dedim hırçın bir şekilde. Tamam, benim öpmüş olma ihtimalim daha yüksekti ama, inkar etmek en iyisiydi. ''Çıkarcı seni, sarhoşluğumu kullanmışsın.''
''Tamam ben öpmüş olabilirim, bilmiyorum. Birden oluverdi zaten.'' Gülüşü durduğunda elleri tekrar yanaklarımı buldu. Aklına gelen şey, her neyse ciddi bir hale bürünmüştü hemen. ''Senin önemsiz dediğin şeyin, bu olduğunu sanmıştım. Kendime yedirememiştim çünkü tüm gün aklımda senin dudakların vardı. Eve geldiğimde ve sen özür dilediğinde, hata olarak gördüğünü düşünmek beni... her neyse, üzgünüm, sana öyle şeyler dememeliydim.''
''Ben odanda uyuyakalmama kızgınsın sanmıştım.''
''İlk zamanlarda olsa kızardım değil mi? Sana karşı öyle olduğum zamanlar o kadar uzak geliyor ki, ne ara değiştiğimi inan ben bile kestiremiyorum.''
Çenesine indirdim bakışlarımı. Dalgın bir halde, sessizce mırıldandım. Usul usul saçlarımı okşamaya devam etti o da. ''Beni sürekli kovup duruyordun, ne yapsam kızıyordun. O kadar zordun ki, aslında bakarsan son zamanlarda pes etmiştim.'' Beni yormuştu. Ama kendisini de en çok kendisi yormuştu, buna da en iyi şahit olan bendim.
Konuşmadan önce derin bir nefes verdi yorgunluğunu atmak istercesine. ''Berbat herifin tekiyim. Kendi canımın yandığından başka bir şey düşünemiyordum, bencilce tek canı yanan benim sanıyordum. Tek düşen benim sanıyordum.'' Eli yine yanağıma buldu. O da, ben de, birbirimize dokunmaya o kadar hevesliydik ki, sürekli temas içindeydik ve ben bundan azıcık bile rahatsızlık duymuyordum.
''Ben gerçekten çok düştüm,'' dedim koyu kürelerinde kendi yansımama bakarken.''Ama biliyor musun Jungkook, ben en güzel sana düştüm.''
Bir kolunu belimin altından geçirip diğer kolunu da belime dolayarak sarıldı bana. O kadar emin bir ses tonuyla konuştu ki, bende var olan bütün güven duygusu onun için alev aldı. ''Bir daha asla düşmene izin vermeyeceğim. Bir daha asla seni incitmeyeceğim.''
''Sen berbat bir herif değilsin,'' dedim kendisine öyle deyişinden dolayı hissettiğim rahatsızlık hala diri olduğu için. ''Sen güzel bir adamsın.''
''Değilim.'' Burnumun ucuna uzun bir öpücük bıraktı. Geri çekildiğinde ''Bizler sadece acı çekmiş ruhlarız.'' dedi. ''Daha fazlası değil.''
''Daha fazlasıyız, Jungkook.'' Başımı iki yana salladım yastığımın üstünde. Kollarının arasındaydım, belime sarılı iki güçlü kol varken, kendimi asla basit hissetmiyordum. Jungkook beni sevdiği için, ben artık kendimi seviyordum.
''Biz acıdan kavrulup pişen ruhlarız ve şimdi birbirimizi bulduk. Ben sana geldim, yaralı dizlerimle, kanayan ellerimle sürünerek geldim. Ruhum oluk oluk kan sızdırıyordu sana geldiğimde, sense cayır cayır yanıyordun içinde. Sonra elimi tuttun.'' Yanağındaki elimin üstüne koydu elini, gözlerini kapatırken. Devam ettim. ''Zor oldu ama tuttun. Pıhtılaşıverdi kanım; öptün, bak kapandı yaralarım. Yanan canını söndürdüm mü bilemem ama sen beni sadece acı çeken bir ruhtan daha fazlası yaptın.''
''Sen iyi ki bana geldin Jimin.'' Göz kapaklarının sakladığı gözler ıslaktı, yaşlar kenarlarından sızmaya başlamıştı bile. ''Kanayan ellerinle yüzümü avuçladın.'' Yanağında hala dinlenen avucumu öptü. ''Güneş gibi kokan teninle ışık oldun benim soğuk karanlığıma.''
''Artık üşüyor musun?'' dedim vereceği cevabın önemiyle ufak bir endişe hissederken.
Elimi daha sıkı tuttu. ''Sen yanımdayken mümkün değil.''
''Yanıyor musun peki?''
Evet anlamında başını salladığında çok hızlı bir hüzün kapladı bedenimi. Ona yetememe düşüncesi hızlıca yükselen alevler gibiydi. Ama hemen ardından ''Çok sevmekten.'' dedi. ''Çok sevmekten yanıyorum.''
Gülüşüm ikimizin arasına kendiliğinden salındı ama gözleri dolmuştu bir kere, saklayamadım. ''Rüya değilsin değil mi?'' dedim yüzünün her yerini avuçlarken. Minik ıslaklıkları sildim. ''Bunun gerçek olduğuna inanamıyorum.''
''Aynısını ben sana soruyorum asıl, güneşi kollarımın arasında tutuyorum. Eğer rüya değilsen yok olmaz mıyım?''
Bana güneş deyip duruyordu. Bunun farkındalığıyla, güneşe takık oluşu geldi aklıma. Her güneşten bahsettiğinde benden mi bahsetmişti?
Sence güneş bir kokuya sahip midir ?
Koklamaya çalışırsak yanarız.
Güneşin üstüne güneş çizersen, sönük kalır, dikkat çekmez.
Güneş illa gökyüzünde olacak diye bir kural yok.
''Neden güneş diyorsun ki bana?'' dedim en sonunda.
Güneş güçlüydü. Ben güçlü olduğumu düşünmüyordum bile.
Dudakları dudaklarıma yaklaştı, fısıldayışı onların üstüneydi. ''Kendi karanlığına doğmuşsun çünkü, yetmemiş benim depremimde, benim için doğmuşsun. Şimdi de gecemdesin, ben ay'sam, güneşim sen oluyorsun.''
O an gözlerime bakarak, o kadar yakınken bana karşı sarf ettiği kelimeler içimde çığlık çığlığa kalmama sebep olmuştu. Jungkook beni seviyordu. Jungkook gerçekten, benim yaralarıma kendi elini bastırıyor, kan kaybetmemi engelliyordu artık.
Öpmek için dokundu dudakları dudaklarıma. Ama o an, benim düşündüğüm tek şey-olmaması gereken tek şeydi- ya ağzım kokuyorsa olmuştu. Geri kaçtım bunun gerginliğiyle.
''Ne?'' dedi şaşırdığı belli olurken. ''Öpeceğim kaçmasana.''
''Jungkook, tuvalete gitmeliyim ben.'' Yatakta kollarının arasından çıktım zorlukla, geri kaydım ve bacaklarımı aşağı saldım. ''Gerçekten acil gitmeliyim.''
Tuvalet mi? Cidden mi Jimin?
''Jimin, iki dakika tutamadın mı?'' Sesi, gülmemek için kendini tuttuğunu belli edercesine kalınlaşmıştı. ''Odun olan bendim güya, yaptığına bak, bütün hissiyat gitti sayende.''
''Ne ya?'' dedim utancımı saklamak için. Rezilin vücut bulmuş hali bendim o an. ''Çişimi yapıyorum diye sevmeyecek misin beni?'' O gülmeye başladığında ben hızlıca yatakta doğruldum, kalkmak için yeltendim ama hissettiğim keskin acı donup kalmamı sağladı yatağın başında. ''Ah,'' diye bir ses çıktı ben dudaklarımı sımsıkı kapatamadan.
''Jimin sen ger-'' Jungkook duraksadı buruşturduğum yüzüme bakarken. ''Ne? Ne oldu? Canın mı yanıyor?''Sesi yüksekti. Dizlerinin üstünde sürünerek yanıma gelip bir elini belime koyarken diğer eliyle çenemi tutup ona bakmamı sağladı. Ellerinin titrediğini o an fark ettim. ''Canın yanıyor değil mi?'' diye tekrarladı, elleri gibi sesi de titriyordu. Art arda sıraladı sonra. ''Niye sorunca söylemedin ki? Benim yüzümden değil mi? Dikkatli davrandığımı sanmıştım, benim hatam, benim yüzümden oldu. Bebeğim, çok mu kötü?''
Bebeğim mi dedi o?
''Jungkook-''
''Ağrı kesici almıştım ya da dur, olmaz, hastaneye gidelim biz. O da olmaz, doktoru buraya çağırayım ben. Evet evet, doktor buraya gelsin, ''
''Jungkook.'' Çenemdeki elini tutup çektim dikkatini çekmek için. ''Çenen de mi acıyor?'' dedi o da. Aptal.
''Jungkook saçmalama ya. Bir dur, sakin ol.'' Belimde elini tutarak doğruldum yavaşça. Keskin acı anlıktı ama sızladığını göz ardı edemezdim elbette. ''O kadar kötü değilim.'' dedim. ''Sızlıyor işte.''
''Tamam işte, doktorun gelmesi gerek.'' Kocaman açılmış gözleri ve yüzündeki endişeli ifadeye dayanamadım. Yanağından öptüm. ''Çok tatlısın, aklımı kaybedeceğim.'' dedim gülümserken. O ise daha tuhaf bakıyordu. ''Doktor yok mu?'' dedi. Küçücük bir çocuğun çikolata yok mu deyişi gibiydi.
''Yok Jungkook. Hem anormal bir durum değil yani sonuçta, biliyorsun işte. '' Yatağa geri ittirdim onu, yanına geri girmeden önce. ''Ben daha önce hiç bu kadar ilerlememiştim ondan oldu.''
''Yani sen... hiç?''
''Hayır işte. Sus. Sorma daha.'' Yorganı üstümüze geri örterken keyifli sırıtışını gözümün kenarından görüyordum, ses etmedim.
''Ne oldu?'' dedi birkaç saniye sonra. Saçları yatağın üstünde, dağınıktı. Gözlerinin şişliği yavaştan kaybolmaya başlamıştı. Yanaklarındaki pembelik de gitmişti. O pembelik şimdi bendeydi gerçi. ''Yürüyemediğin için mi? Ben götüreyim mi tuvalete?''
''Çişim yoktu ki,'' dedim çenesiyle tekrar göz teması kurarken. ''Dişlerimi fırçalayacaktım.''
Bir süre yüzüme baktı öylece. Anladığında, ''Jimin-sshi? Ahh, Jimin-sshi!'' dedi devirdiği gözlerinin eşliğinde beni kendine geri çekerken. ''O yüzden mi öpüşümden kaçıp duruyordun?''
(Meşhur, ah Jimin-sshi deyişi... Bu 15sn'lik videoyu koymasaydım ölürdüm.)
[Burada bir GIF veya video olmalı. Görmek için uygulamayı şimdi güncelle.]
''Yeni uyandım.'' diye mırıldandım. Sesim bir yerlerime kaçmıştı, göz teması kesinlikle yasaktı. ''Ağzım kokuyordur.''
Jungkook güldü önce, sonra durdu. Dönüp bakamadım ama bana yaklaşan çenesini görebiliyordum. Dudakları dudaklarımı buldu. Islak ve sıcak dili dudağımın üstünde bir tur ileri geri gitti. Sonra dudaklarımı kendi dudakları arasına hapsetti bir eli boynuma dolanırken. Öpüşü yavaştı, dili ağır çekimde ağzımın içine ulaşmıştı.
Sızlandım istemsizce. Gözlerimi yumarken, dilinden bana ulaşan sıcaklık alt bölgeme doğru yol almıştı bile.
Birkaç dakika sonra geri çekilip alnıma ulaştırdı dudaklarını. ''Senin hiçbir şeyin,'' dedi. ''Hiçbir şeyin beni rahatsız etmez. Bana dürüst ol, canın yanıyorsa, canım yanıyor de. Uykun varsa, uyumak istediğini söyle. Her ne istiyorsan, düşünüyorsan bana onları o an söyle.''
Çenemi tutup ona bakmamı sağladı. ''Tuhaf bir durumda olduğumuzu biliyorum. Yani sen, nasıl davransam, ne yapsam ya da ne desem diye düşünmeme sebep oluyorsun. Çok acemi olduğum bir şeyin içindeyim. Sadece öğret bana. Yavaş olmam gerekiyorsa bunu da bana söyle. Ne bileyim, benden çekinme. Özellikle ağzım kokuyordur saçmalığını bir daha istemiyorum. Benden utanmanı istemiyorum. ''
Başımı salladım. İyice kızardığımı biliyordum ama o bana o kadar tatlı davranıyordu ki, daha önce bir kere bile kendimi bu kadar değerli hissettiğim olmamıştı. ''Teşekkür ederim.'' dedim sonra. ''Daha önce beni bu kadar değerli hissettiren biri olmamıştı.''
''Deniyorum.'' dedi o da. ''Sana söyledim, sevmeyi sen öğreteceksin.''
Uzanıp omzunu öptüm. Orada oyalandığım sürenin sonunda, ''Kahvaltı hazırlayacağım sana.'' dedi beni geri yatırıp. Bütün bedenim, onun beni seviyor oluşunu kabullenmeye, özümsemeye çalışıyordu. Bütün hücrelerim bir kriz eşiğinde gibi bu anları kaydediyordu.
Bugünün ardından ölsem, ölmeden önce gözlerimin önünden geçecek sahnelerin hepsinde Jungkook olurdu ve öldüğüm anların hepsinde gülümsüyor olurdum adım gibi biliyordum bunu.
Çünkü kitapların sonunda ölüyor işte herkes. Önemli olan ölmemek değil zaten, ölmeden önce yaşamak.
Yaşayan da ölürken gülümsüyor işte.
Ve ben, artık yaşadığımı hissediyordum.
''İşe gitmeyecek misin?''
''Hayır, bugün seni tek bırakmak istemiyorum. Hem ağrın da var.''
''Halledebilirim.'' dedim ama cevap vermedi. Kollarını üzerimden çekip yatağın ucuna geçti. Söylediğim şeyi es geçmişti. ''Şimdi küveti hazırlayayım, sıcak su biraz gevşetir seni. Kahvaltıyı hazırlarım o arada, sonra karnını doyurduktan sonra ağrı kesici veririm. Bir de şey,''
Yataktan kalkıp çıplak poposunu bana sunarak dolabının önüne ilerlediğinde, söylediği şeyleri pek de dinlememiştim dürüst olmak gerekirse. Ama duraksayıp utangaçça bana döndüğünde, dikkatimi çekmeyi başarabilmişti. ''Ne?''
''Krem almıştım eczaneden. Onu sürebilirim istersen.''
''Ha, sen gerçekten,'' Yatağın içinde artık ona ne kadar garip bir şekilde baktıysam, Jungkook iyice kızarıp dolabına geri döndü bakışlarını kaçırmak için. Gözlerim tekrar poposuna düştü. ''Yani sen, gerçekten bunun üzerine bir araştırma yaptın, öyle mi?''
Geniş omuzları havaya kalkıp geri indi hızlıca. Dolabından gri bir eşofman aldı ve bana dönmeden hızlıca altına geçirdi. Yüzünün kıpkırmızı olduğuna dair büyük bir iddiaya girebilirdim ama bana bakmadan hızlıca odadan çıktığı ve odada benden başkası kalmadığı için bunu yapamadım. Sırt üstü döndüm bütün keyfimle. Tavanla bakıştığım süre boyunca kendi kendime sırıttım. Mutluluk böyle bir şeymiş, diye düşünüyordum. İnsanların neden sürekli mutlu olmaya çalıştığını daha iyi anlamıştım tam o an. Bu his çok güzeldi. Bu his için yaşanırdı.
Yaklaşık beş dakika sonra Jungkook odaya geri geldi. üstünde gri, paçaları dar eşofmanından başka bir şey olmadığı için geniş omuzlarının atlındaki kasları, ki sekiz dilim sayıyordum olduğum yerden, rahatlıkla görebiliyordum. Arsız süzüşüm onun yüzüne asi bir sırıtış olarak yerleşmişti yatağın kenarında dururken. ''Hadi koca bebek,'' dedi. ''Duş zamanı.''
''Kendim giderim Jungkook, bebek falan değilim dediğinin aksine.'' Kasları yakından daha bir ilgi çekiciydi bu adamın. Gözlerine bakasım gelmiyordu oradan bakışlarımı çekmemek için.
''Hmmm, elbette.'' diye söylendi. Bakmıyor olmama rağmen göz devirdiğini hissedebiliyordum. Yorganı kaldırıp kolunun birini bacaklarımın altına attı. Ben daha karşı çıkamadan diğer kolu sırtımı kavramış, beni kucağına çekmişti bile. Eh, bana da kollarımı boynuna dolamak kalmıştı.
Yatağın içinden çıplak bir şekilde çıktığımdan dolayı, kucağında banyoya gittiğim süreçte hava tenime çarpmış ve sıcak olmasına rağmen ürpermeme sebep olmuştu. Jungkook banyonun kapısını ayağıyla ittirerek açtı. Küvetin yanına adımladı ve bedenimi sıcak suyun içine bırakmadan hemen önce alnıma uzun bir öpücük bıraktı. ''Yanına gelmemi ister misin? Yardım edeyim mi?
''Ben hallederim.''
Sıcak su tenime değdiği an, bütün bedenim ve derim bunu bekliyormuş gibi kendini gevşettiğinde, yüzüme emin misin bakışı atan adama karşı mutlu birkaç mırıltı çıkartırken geriye yaslandım. Gözlerimi kapattığımda ''Sabun veya köpük koymadım.'' dedi. ''Şey için, arkan...''
''Jungkook, git bana kahvaltı hazırla.'' dedim sadece. Daha fazla endişelenmesine ya da kasılmasına gerek yoktu. Zira sıcak su daha önce hiç bu kadar iyi hissettirmemişti. O da beni ikiletmedi, banyodan çıktığını kapanan kapıdan anladım. Kendimi suyun içine daha fazla sokarken, gözlerim kapalıydı. İç çektim.
Şuan her şey çok fazla iyiydi.
***
Suyun soğuduğunu hisseden Jimin küvetin içinde doğrulup etrafına baktı. Soğuk su tüylerinin dikelmesine neden olmuştu. Tam olarak tahmin edemese de yarım saati geçtiğinden emindi küvetten çıkarken. Dolabın içindeki beyaz bornozlardan birini üstüne geçirip banyodan da çıktı vakit kaybetmeden.
Sesler Jungkook'un hala aşağıda olduğunu gösteriyordu. Merdivenlere yöneldiğinde yürürken yüzünü buruşturmasına engel olamadı. Sıcak su iyi gelmişti ama ağrı kesiciye gerçekten ihtiyacı vardı.
Jungkook mutfakta bir savaş içerisinde söylenip duruyordu Jimin'in kapının yanında durup onu izlediğini fark etmeden. Tavadaki yumurtaya ithafen konuşuyordu bütün nefretini yöneltmiş bir şekilde. ''Bu sefer de yanarsan seni yapmaktan vazgeçeceğim. Alt tarafı yumurtasın ya, benden güçlü değilsin.''
Jimin yavaşça arkasına geçti onun. Sırtını izlerken, bir daha asla bu adamı giydirmemeye karar vermişti. Çıplaklık bu kadar yakışabilirdi birinine. Bir ten, bir vücut bu kadar gözüne hediye gibi gelebilirdi. Kendi kendine başını iki yana salladı arkadan ona sakince yaklaşırken. Jungkook elindeki ıspatulayla yumurtanın altının pişip pişmediğini kontrol ediyordu o arada.
''Hadi ama dostum, artık pişsen nasıl olur? Sevgilim aç bir şekilde yukarıda beni bekliyor, zamanım yok.''
Jimin ona gizlice arkadan sarılmak için gelmiş olsa da daha fazla dayanamayıp olduğu yerde kıkırtısını salıverdi. Aman Tanrım, resmen sevgilim dedi be!
Jungkook sesini duyunca dönüp ona baktı ellerini beline bırakırken. ''Gülme.'' dedi ama sinirden kendisi gülüyordu. ''Gülmesene! Hem sen niye indin ki? Ben yukarı getirecektim hazırladıklarımı.''
Jimin gülmesini durdurmadı ona adım atarken. Zor yürüyor oluşu Jungkook'un gözünden kaçmadı. Kollarını kendisine saran sarışını tuttu belinden. ''Yürüyemiyorsun.'' Bu durumdan rahatsız olduğu her halinden belliydi.
''İyiyim ben Jungkook.'' Jimin başını onun boynuna uzatıp oraya doğru konuşmaya devam etti. ''Ama çok açım.'' Boynunu yermiş gibi yaparken ''Ham ham.'' diye sesler çıkartınca Jungkook kıkırdadı.
(Bon Voyage 3 mood^^)
''Ben getireceğim yukarı, yatağın içine girip bekle. Hadi.'' Yanağından ufak bir öpücük çalıp ona arkasını döndüğünde Jimin onun seksi sırtını bir kez daha süzdü ve dayanamayıp iki kürek kemiğinin ortasına dudaklarını bastırıverdi.
''Sen beni dinlemiyor musun?''
''Gidiyorum, gidiyorum tamam.''
Pnu ikiletmeden bornozunu çıkarmadan yatağına geri girdi Jimin. Ufak bir çocuk gibi yorganı çenesine kadar çekmiş, hafifçe doğrulmuş, sırtını arkaya yaslamıştı. Gözleri kapıdaydı, gülüşü de dudaklarında.
Jungkook çok geçmeden geri geldi. Tepsi elindeydi, yatağa adımlayıp Jimin'in bacaklarının üstüne bıraktı. Jimin Jungkook'un hazırladığı pirinçlerin diri kaldığı belli olan lapasına, bibimbapın* üstündeki aşırı pişmiş yumurtasına baktı.
''Harika görünüyorlar.'' dedi çubukları eline alırken. İyice doğrulmuştu. Jungkook da dizlerinin üstünde yatağa çıkıp onun karşısında oturdu.
''Üzgünüm, bu işte pek iyi değilim. Sadece kahve yapmayı beceriyorum.''
''Hayır, gayet iyi görünüyorlar.''
O kadar da kötü değildi. Sadece yediği en iyi yemekler olamazdı ama zaten, sadece uğraşmış olması Jimin için yeterliydi. Ayrıca gerçekten oldukça açtı, dün yemeğe gitmek yerine seviştikleri için akşam yemeğini de yiyememişti.
Pek konuşmadılar kahvaltı yaptıkları sürede. Bir ara Jimin çiftliğe gelmeyeceğini haber verip vermediğini sordu. Jungkook halletmişti.
Jimin doyduğunda kanındaki şeker miktarının artmış olmasınından memnun bir şekilde yatağa geri yaslandı.
Onun daha fazla yemeyeceğini anlayan Jungkook tepsinin kenarındaki hapı uzattı. Su bardağını da eline verdiğinde Jimin ne olduğunu sormaya gerek duymadan içti ve küçük olan tepsiyi kenara bırakıp yorganın içine girmeden başı Jimin'in bacaklarının üstüne gelecek şekilde yatağa uzandı.
Bütün bedeni yaptıklarını yadırgıyordu aslında. Jungkook'a göre bu kadar gülmek bile çok yeniydi. Bir ütrlü ondan uzak kalamıyordu. Mıknatısı gibiydi sanki, ona dokunmam gerek diye sürekli kendisine bağıran bir şeyler vardı içinde.
Ama ağzına kadar şaşkınlıkla doluydu. Tüm gece bu şaşkınlığı atlatmaya çalışmıştı, uyuyamamıştı. Ama yorgun hissetmiyordu, kollarının arasında uyuyan adamı izlediği süre boyunca yeni doğmuş bir bebek gibi arınmıştı adeta.
Yaptığı her şey, hisler ve düşünceler yeniydi. Çok genç hissediyordu Jungkook. Sanki on yedisine yeni girmişti.
Nasıl seveceğini gerçekten bilemiyordu ama bir şekilde içindeki bir tarafı dinlediğinde, zaten kendisini onu severken buluyordu ve bundan çok feci memnundu.
''Ne yapalım bugün?'' diye sordu gözlerini kapatırken. Kollarını yorganın üzerinden sarışının bacaklarına sarmıştı.
''Bilmem ki.'' Jimin de elinin birini onun saçlarına bıraktı. Parmaklarıyla yavaşça onun saçlarının arasında yürüyordu.
Jungkook birkaç dakika orada öylece dinlendi. Parmakların derisinin üstünde yavaşça geziniyor olması müthiş bir rahatlama sağlamıştı ona. Onunlayken, kafasının içinde sürekli kendini kötüleyen ses hiç konuşmuyordu ve bu sessizlik paha biçilemezdi. Ardından, ''Seni dışarı çıkartmak istiyorum.'' dedi. ''Geldiğinden beri neredeyse hep evdeydin. Ama yürüyemiyorsun, muhtemelen oturursan da sıkıntı olacak.''
''O kadar da kötü değil. Akşam yemeğini dışarıda yiyebiliriz istersen.''
''Eğer iyi olursan, seni güzel bir yere götürebilirim.'' Başını kaldırıp ona baktı Jungkook. ''Kremi süreyim mi?''
Bu adam böyle olmaya devam edecekse, ben dayanamam ki.
Jimin gözlerini kaçırdı ama gülümsüyordu. ''Sen kremi bana ver, ben süreyim. Ama odadan çıkman lazım.''
Jimin'in cevabı üzerine yataktan kalktı genç adam. Yan taraftaki çekmecelerden birini açıp eczaneden aldığı kremi eline aldı. ''Tamam.'' dedi sanki Jimin az önce ben yaparım dememiş gibi. ''Yorganı kaldır.''
''Jungkook ben yaparım gerçekten.''
Jungkook yine onu duymamış gibi ''Pekala, onu da ben yaparım.'' diye söylendi ve yorganı kendisi kaldırdı. Jimin'in bornozu bir bacağının üstünde ikiye ayrılmıştı ve bacaklarını hafifçe kendine çekmişti. Jungkook yatağın kenarına oturup Jimin'in yüzüne baktı. İkisinin de yüzü, sanki dün gece delicesine sevişmemişler gibi kızarmıştı. ''Eczanedeki kadın bunun çok iyi geldiğini söylemişti. İşe yarıyormuş.''
''Öyle diyorsa...'' dedi Jimin de.
Sessizlik oldu. Ardından Jungkook kremin üstündeki yazıları okudu bir süre. Jimin'se sadece onu izliyordu. ''Pekala, süreyim o zaman.'' İyice yaklaştı ona, bacağının birini tuttu. Sonra dayanamayıp dizinin üstüne bir öpücük bıraktı. Jimin iç çekti.
Dur artık diye bağırmak istiyordu. Dur yahu, alışık değilim kalbimi çok hızlı attırıyorsun!
Üzerine bu kadar titriyor olması muazzamdı. Jimin dünyaya hükmedebilir gibi hissediyordu ama... ama buna nasıl alışacaktı? Jungkook çok fena olmuştu, Jimin artık ona her saniye deli oluyordu.
***
(Medyadaki parçayı açar mısınız?)
Bahçedelerdi. Jungkook'un acı içinde, kabuslarında ya da geçmişinde takılıp kaldığı gecelerde geldiği alanındalardı. Bahçesindeki sallanan koltuğun üstüne uzanmıştı, Jimin de bacaklarının arasındaydı, yüz üstü göğsüne uzanmıştı.
Jungkook yarım kalmışlığıyla gelip küçülürdü geçmişte burada. Ama şimdi tamdı. Hem de tastamamdı!
Huzurlu hissediyordu, güzel bir yaz günüydü. Jimin'i, kendi bedeninin üstünde ışıldıyordu. Birkaç kuş vardı gökyüzünde, beyaz kocaman bulutlar eşlik ediyordu masmavi göğe. Yapraklar arada hafifçe hışırdıyordu. Bir kuş ötüyordu aralıksız, uzak bir yerlerde.
Jungkook'un sesi vardı bir de. Kucağında uzanmış, kollarını göğsünün üstüne ve çenesini de onların üstüne bırakarak kendisini izleyen adama kitap okuyordu usul usul.
Jimin'se onun dudaklarını oynatışına, ses tonuna, alttan baktığı için net gördüğü kirpiklerine dalmış, bir masalın içinde gibi sihirli hissediyordu. Jungkook ona şeker portakalından alıntılar yapıyordu. Ona burada kalmıyorken okuduğunu söylediğinde, Jimin yine şaşırmıştı ama bu çok hoştu. Jungkook kendisini dünden beri önemsemiyordu gerçekten. Daha fazlası vardı.
Jimin, Jungkook'u çok güzel yenmişti.
"Portuga!''
''Hımm...''
''Hep senin yanında olmak isterdim, biliyor musun?''
''Neden?''
''Çünkü dünyanın en iyi insanısın. Senin yanındayken beni kimse azarlamıyor ve gün ışığının yüreğimi mutlulukla doldurduğunu hissediyorum.''
Jungkook iki eliyle tuttuğu kitabı tek eline alıp bir elini Jimin'in alnına düşen saçı geri çekmek için kullandı.''Portuga?'' dedi. ''O sensin değil mi?''
Jimin onun elini tuttu. ''Jungkook...'' dedi kalbi bir anda patlamaya başlamış gibi olurken. ''Ağlamak istemem normal mi?''
''Değil.''
''Ama ağlamak istiyorum. Beni seviyorsun diye ağlamak istiyorum. Sevmesen de ağlardım. Sevgin için her şekilde, her halükarda ağlamak istiyorum ben.''
Jungkook aklına gelen bir kısım için, katladığı sayfalardan birini açtı tek eliyle. Bakışlarını Jimin'den kaçırıp kitaba çevirdi.
"Tanrım! Hiç bu kadar sevgiye susamış bir küçük yürek görmedim... Ama biliyor musun, bana bu kadar bağlanman doğru değil."
Jimin güldü. ''Bizim için ne kadar da anlamlı bir kitap oldu değil mi?'' dedi başını onun göğsüne bırakırken. Jungkook'un göğüs kafesinin ardından gelen hafif patırtılar, dünyanın en eşsiz müziği gibiydi. Uzaklardaki kuş yakınlara gelmişti, ya da buralardan bir kuş ötmeye başlamıştı. Bilemezdi ama Jungkook'un kalp atışlarının ritmini yakaladığı kesindi.
Jungkook başka bir sayfayı açtı. Okurken sona doğru sesi iyice kısılmıştı.
"Babam beni dövdüğü için herkes beni dövüyor ama sorun değil.''
Uzun uzun burnumu çektim. "Önemi yok, onu öldüreceğim!"
"Ne diyorsun sen küçük; babanı mı öldüreceksin?"
"Evet yapacağım bunu. Başladım bile. Öldürmek, Buck Jones'un tabancasını alıp güm diye patlatmak değil! Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek... Ve bir gün büsbütün ölecek."
"Bu küçücük kafada ne büyük bir hayal gücü!"
Jimin, Jungkook okumayı bıraktığında hemencik göz yaşları içinde kalmıştı yine. ''Lanet adam!'' diye söylendi. Jungkook kitabı yere bırakıp kollarını ona sardı. ''Ben de onu öldüreceğim.''
Jimin babasından nefret ediyordu. O, ona babalık bile yapmamıştı ki. Ama neden içindeki bir aptal, o adam onu sevemediği için kanamayı bırakamıyordu ki?
''Sen gördüğüm en güzel adamsın.'' dedi Jungkook. ''Canını yaktığı her an için onu pişman edeceğim.''
''Sana gelmeme neden olduğu için onu affettim ben. Ama hiç tanımamış olmak istiyorum onu. Bana vurduğu hiçbir anı hatırlamak istemiyorum. Jungkook gülüşlerimi çaldı o benden. Nefretle büyüttü beni. Güzel olan her şeye engel oldu. Şu anı bile bozdu bak, ağlayıp mahvettim.''
''Ağlayacaksan benim kollarımda ağlayacaksın.'' dedi Jungkook da yanaklarını silerken onun. ''Çünkü bundan sonra, kendimle baş edemediğim her an ben sana sığınacağım, hyung.''
Jimin son dediği şeye hıçkırmaya başladığında ''Ya Jungkook,'' dedi zorlukla. ''Ya Jungkook... Hani velettim ben?''
''Bu kadar büyük kalbe haksızlık etmiş oldum.'' dedi Jungkook da naif bir ses tonuyla. Gözleri ıslanmış, sevgilisinin kollarının arasında ağlaması midesinin büzülmesine, içinin ezilmesine sebep olmuştu.
Yoongi bahçelerinin kapısında, Taehyung'a el kol hareketi yapıp onları izlemeyi kesmesini birkaç defa izah etmişti ama ondan geri bildirim olarak terbiyesiz birkaç hareket alabilmişti. Şeytani bir güümsemeyle, elinde telefon onları çekip duruyor ve utanmazca onları dinliyordu. Arada bir yerinde zıplıyor, Yoongi'ye buraya gel diye el hareketi yapıyordu.
Büyük olan ona sen uslanmazsın bakışı atıyordu ama son kontrol etmeye çıktığında Taehyung'un çitlerin dibinde ağladığını görünce şaşkınlıkla yanına adımlamak zorunda kalmıştı. ''Ne oldu?'' diye fısıldadı endişe içinde.
''Yoongi, resmen gözümün önünde iki yarım adamın birbirini nasıl tamamladığını görüyorum.'' dedi Taehyung birkaç iç çekiş eşliğinde. ''Yoongi çok canları yanmış onların. Sadece tahmin edebiliyordum, ama daha fazla canları yanmış. Çok yanmış.''
Yoongi birkaç yaprağı gözünün önünden çekip yan bahçedeki, koltuğun üstündeki ikiliye baktı. Jimin, Jungkook'un bacaklarının arasına uzanmış göz yaşları içindeydi; Jungkook'sa sarışını kollarının arasına almış, onun gibi ağlıyordu. Sesleri çok kısık da olsa ulaşıyordu oldukları yere.
''Jimin, ben seni çok seveceğim.'' diyordu Jungkook. ''Onun yerine de seveceğim. Annenin yerine de seveceğim. Ama en çok kendim için seveceğim tamam mı? Sevme diyeceksin, bıkacaksın. Ama ben daha çok seveceğim.''
Jimin kollarını beline doladı onun. Yüzünü iyice göğsüne bastırırken, ''Ben sana nasıl yeteceğim?'' diye sordu. ''Sen bana yetersin, sen benim bütün eksikliğimi tamamlarsın. Ben annenin boşluğunu ne yapacağım?''
Jungkook ıslak gözlerini gökyüzüne çevirdi. ''Yanımda kal.'' dedi. ''Benimle yaşa. Buradan gitme.''
''Eğer istersen...'' dedi Jimin burnunu çekip ona dönerken. ''Eğer istersen, sen git diyene kadar dibinden ayrılmam.''
''İstiyorum.'' dedi Jungkook da. ''Tek istediğim sensin.''
Yoongi ürperdi gördüğü manzara karşısında. Taehyung yanında ellerini yüzüne kapatmış, bildiğin ağlıyorken o olduğu yerde buz kesmiş, içi yanmıştı.
Taehyung'u tutup içeri sürüklerken derin bir hava çekti ciğerlerine zar zor. Başını göğe kaldırdı. ''Eğer oradaysan,'' diye fısıldadı. ''Onların daha fazla acı çekmesine sebep olma. Daha fazla çekmeleri gereken acıları varsa, bana ver. Ben onların yerine kavrulurum.''
Taehyung, Yoongi'nin söyledikleri üzerine ona sarıldı. ''Olmaz,'' dedi. ''Bana versin. Ben senin üzülmene dayanamam.''
Herkesin acısı vardı. Ufak ya da büyük herkes yanıyordu. Herkesin ateşi kendisi içindi, herkesin alevleri kendi bedenine tırmanıyordu. Ama birileri var oldukça, birileri ellerden tuttukça, birileri sarıldıkça sönüyorduk işte. Yanıyor, sönüyor belki bir daha yanıyorduk. Belki de söndürenler yakıyordu bizi.
Hepimiz sevilmek isterken, kendimizi sevemiyorduk ya işte, biz en çok bundan yanıyorduk. Sevmediler diye sevemiyoruz kendimizi, sevemiyorsunuz kendinizi.
Birisi severse tamam ama giderse öncekinden daha eksik kalıyoruz hepimiz.
Ama bir şekilde hep kendimize kalıyoruz işte. Çünkü her şeyden önce sevmemiz için yalvaran, dizlerinin üstüne çökmüş bekleyen tek şey kendimiziz.
Bize en çok ihtiyacı olan varlık, aynadaki yüz çünkü.
Umarım hepiniz, elinden tutup kaldırabilirsiniz yerdeki o kişiyi. Eğer kaldırırsanız sarılmayı da becerin. Ona sarılırsanız söneceksiniz hepiniz. En büyük alevler bile, bir daha düşüremeyecek sizi.
Umarım bu karakterler ateşlerinize, korlarınıza ufacık da olsa su serpebiliyordur. Umarım azıcık da olsa size kendi sesinizi duyurabiliyorumdur.
Çünkü siz benim alevlerimi kısabiliyorsunuz.
Çünkü siz bazen aynada kendime gülümsememe neden olabiliyorsunuz.
Yorumlarınız için teşekkür ederim.
-ame
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro