bölüm 22
Bölüme geçmeden önce yeni yayımladığım jikook-kookmin ficinden sizi haberdar etmek istiyorum. Hiraeth, gerçekten yazarken içimin acıdığı, hissetmekten patladığım bir fic. Lütfen gelip göz atın, olur mu? İyi okumalar.
Yazın en güzel günlerinden biriydi. Güneş gücünü kaybetmiş, birazdan batacağını söylerken tatlı bir meltem esiyordu. Kuşlar da keyifliydi. Neşeli minik kıkırtıların ve etrafta renkli uçurtmalarla koşturan ufaklıkların yanında Yoongi'yi at binelim diye zorlamaktan usandıran Taehyung, çiflikte gördüğü bir güzelin numarasını almak için planlar yapan Namjoon ve atların birisinin başını korka korka okşayan Seokjin de günü oldukça güzelleştirmişti. Ama Jungkook'un gününün güzelleşmesini sağlayan asıl şey yanındaki sarışındı.
Kaçınılmaz bir gerçek vardı ki Jungkook bugün gözlerini onun üstünden alamıyordu. Büyülenmişti, evet, bunu en iyi karşılayan kelime buydu.
Bunun normal olmadığını hatta hiç olmaması gerektiğini de biliyordu Jungkook. Şöyle ki, içindeki her şeyden kaçan ve kabullenmeyen o kısım artık yenilmişti.
Jungkook, Jimin'e karşı bir şeyler hissettiğini kabullenmişti.
Bir şeyler değil, güçlü bir şeylerdi hissettikleri.
Ona alışmış mıydı? Evet. Kesinlikle.
Ama bu kadar değildi. Daha fazlaydı. Daha büyüktü, avucunda çiçek tutuyormuş gibi hissettiriyordu.
Jimin atın başını okşadığı elini geri çekip ona gülümsediğinde Jungkook, çiçek değil diye düşündü. Çiçekler, binlerce.
"Beni Mi Cha ile tanıştıracak mısın?" diye sordu Jimin diğer atlara da göz gezdirirken. Taehyung ve Yoongi'yi bir ata binmiş halde görünce kıkırdadı. Yoongi'nin yüz ifadesi oldukça korkmuş görünürken Taehyung bu iş benden sorulur dercesine sırıtıyordu. "Onu görmek istiyorum."
Jungkook çizdiği resimlere bakarken Mi Cha'yı sorduğunu hatırladı Jimin'in. Hala unutmamış olması hoşuna gitti. "Gel benimle." dedi önden yürümeye başladığında.
Diğer atlardan ayrı bir tarafa doğru yürüdükleri sırada Jimin, Jungkook'un yanından geçtiği atların başlarına narin dokunuşlar bıraktığını görünce at mı olsam diye bir düşünce dolaştırdı kafasının içinde ve bunu düşündükten hemen sonra aptallığına kıkırdadı. Jungkook yerinde durup omzunun üstünden ona baktı. "Ne?"dedi. "Ne oldu?"
"Hiç." Jimin kıkırdadı, Jungkook kaldırdığı kaşlarını geri indirip yürümeye devam ederken kendi kendine sırıtarak onu takip etmeye devam etti.
Mi Cha'nın yanına geldiklerinde at, Jungkook'u tanımış gibi yanlarına doğru topallayarak geldi. "Merhaba kızım." dedi Jungkook onun başını okşarken. Jimin, Jungkook ata bakarken, gerçekten at olmayı diledi bu sefer. Çünkü gözleri o kadar güzel bakıyordu ki, onun bir başkasına böyle bakmadığına emindi o an.
Ata yaklaştığında Jungkook kendisine doğru, "Gözlerine direkt bakma." dedi. "Huysuz ve kıskançtır zaten. Onunla inatlaşmamalısın."
Jimin hemen attan bakışlarını kaçırıp çekingence Jungkook'a baktığında diğeri gülmeye başladı. "Gel," dedi onun elini tutup atın başına bırakırken.
"Bu Jimin. Başımın belası." Küçük olan ata açıklama yaptığında Jimin kıkırdadı. Mi Cha diğerinin de dediği gibi güzel bir attı, sakat olmasına rağmen asilliğinden bir parça kaybetmemişti. "Merhaba." dedi atın başını okşamaya devam ederken. "Bela falan değilim, onun öyle dediğine bakma."
Jungkook iyice keyiflenirken "Tabii ya," diye söylendi. Atın yelelerini taramaya başladı elleriyle. "Başıma gelen en güzel şey kendisi."
Jimin, Jungkook konuştuğunda aralanan ağzıyla duraksayıp ona döndü şaşkınca. Jungkook'un yüzündeki ifadeden dalga geçtiğini anladığında gözlerini devirdi. Minicik bir an ciddi olabileceğini düşünmemiş değildi. İçindeki umut dolu kısım en azından bunu içtenlikle dilemişti. Jungkook da, Jimin dönüp ona şaşkın şaşkın bakana kadar dalga geçtiğini sanıyordu. Gözleri buluştuğunda sanmakla kaldı. Çünkü hayır, Jimin gerçekten başına gelmiş en güzel şey olmalıydı.
Birkaç sivilcesiyle beyaz teni, yamuk dişi, dibi gelmiş sarı saçları ve kocaman dudaklarıyla ona gülümsediğinde bundan emin oluyordu artık Jungkook.
Belki kusurdu bunlar ama Jungkook'a göre kusursuzdu.
"At binmek ister misin?" diye sordu, Jimin Mi Cha'dan uzaklaştığında. İçindeki bir kısım sürekli Jimin'e, çocukluğuna dair yapabileceği bir şeyler yaptırmak istiyordu.
Jimin emin olamayan bir ifadeyle baktı yüzüne. "Bilmem ki," dedi. "Daha önce hiç binmedim. Becerebileceğimi sanmıyorum."
Duraksadığını gören Jungkook vakit kaybetmeden bileğini yakaladı onun. Arkasından sürüklerken "Önüme bineceksin zaten." diye açıkladığında Jimin'in kaşları çatılmış, ağzı da sonuna kadar aralanmıştı ve şaşkın sarışın, "Ha?" diye bir ses çıkarmıştı. Cevap alamamıştı.
Jungkook siyah bir atın yanına vardığında onu da kendi yanına çekti. Atın yelelerini tarayıp, onu severken Jimin'e döndü. "Buna bineceksin." dedi gözleriyle işaret ederek.
Jungkook'un keyifli hali Jimin'i tedirgin etmişti. Hak vermelisiniz ki bu pek sık olmazdı. "Jungkook, gerçekten binmesem daha iyi galiba."
Karşısındakinin Jimin'i dinlediği söylenemezdi o an. Çünkü Jungkook çoktan onun arkasına geçmiş "Önce seni bindirelim." derken sarışının belini kavramıştı bile. Jimin, "Jungkook, hayır." diye mırıldandı diğeri kemikli elleriyle belinden tutarak onu havalandırdığında.
"Hadi Jimin."
Jimin inatlaşmayıp uslu uslu ata tırmandı ve eyerin üstüne oturdu. Titremediğini söylesek yalan olurdu ama küçüğü zaten onu çok bekletmemiş hemencik arkasına yerleşmişti.
Jungkook gerek olmamasına rağmen boşluk kalmayana kadar yaklaştı Jimin'e. Göğsünü önündekinin sırtına yasladığında bir yapbozun parçasıymış ve yerine yerleşmiş gibi hissetti. Jimin'in titrek nefesine karşılık "Sorun yok," dedi. "Bu işte gerçekten iyiyim. İşim bu. Bana güvenebilirsin."
Jimin sanki bunu demesini bekliyormuş gibi boşluk olmamasına rağmen kendini Jungkook'a doğru bıraktı, "Düşersem, seni döverim." derken.
Jungkook gülüşünün arasından "Çenemdeki morluk hala kendini belli ediyor." diye laf attı. Jimin omzunun üstünden dönüp küçüğünün çenesine baktı. "Jungkook..." diye mırıldandı. "Çok özür dilerim."
"Şaka yapıyorum." Sarışının kollarının arasından kendi kollarını sokup atın yularını tuttu küçük olan. Böyle yapınca ona sarılmış gibi olmuştu ve bu hoşuna gitmiş olacak ki kendisine bakmak için dönen Jimin'e doğru tatlı tatlı gülümsemişti. "Hadi önüne dön, beni dövmek için bahanen olsun istemiyorum."
At hareket ettiğinde Jimin önüne dönüp Jungkook'un tuttuğu yulara sarıldı. Diğer atların olduğu yerden çıkarttı Jungkook onları. At hızlandıkça Jimin, sırtını Jungkook'a bastırdı.
Birkaç dakika sonra Jimin korkusunu salıvermişti. Yüzüne çarpan rüzgar gözlerini kısmasına neden olmuştu ama batmaya yüz tutmuş güneşin göğü boyadığı renkleri görmesine engel olamamıştı. Pembe, kızıl ve turuncu tonları etrafı loş yapmıştı, kuşlar hala tepelerinde dönüp dururken ıslık çalmaya devam ediyorlardı. Atın hızlı koştuğu patikanın yanlarında ağaçlar sıralanmış, ikiliyi selamlıyorlardı dallarında çiçekler ve meyvelerle.
Jimin hayran kaldı. Hızdan dolayı biraz adrenalin vardı kanında, sırtı aşık olduğu adama dayalıydı ve güven hissi burnundan aldığı Jungkook'un kokusuyla içine yerleşmişti. Huzur bir his değil, somut bir kavramdı şuanlık.
"Çok iyi hissediyorum." diye bağırdı Jimin. "Jungkook, özgürüm sanırım."
Jungkook atın daha da hızlanmasını sağlarken yuların üstündeki elini Jimin'e yaklaştırdı. "Öylesin." diye destek verdi onun kulağına doğru. "Özgür bir kuşsun Jimin-sshi."
Jimin'e tanıdık geldi söyledikleri. Yaşadıkları anıların hepsini hatırladığından emindi ama zaten hatırlamadıklarından bihaberdi. "Benimle birlikte uçar mısın?" diye sordu ona. Adrenalinden dolayı mıydı cesurluğu bilmiyordu ama zaten Jimin hep cesurdu. "Benimle özgür olur musun?"
Jungkook cevap vermedi. Rüzgardan uçuşan saçlara doğru daldırdı burnunu ve derin bir nefes çekti ciğerlerine. Sanki hayatının kalanında kullanacağı tek nefes buydu, yaşamasını sağlayacak kokuydu. Öyle derin aldı nefesini.
Jungkook'un karakteri Jimin'e karşı tamamen değişmişti. Çünkü Jungkook ondan uzak kalacak kadar güçlü değildi. En azından artık.
Atın üstünde iki adam vardı. Yarım kalmışlardı ama yanlış değillerdi. Yaralılardı. Birinde cesaret oldukça fazlaydı belki, diğerinde korkular.
Atın üstünde iki adam vardı ama hadi, dikkatli bakarsanız tek bir yürek vardı orada duran. İki yarım bir tam yapar ama o yürek, iki yürekten daha büyüktü.
Jimin kollarını iki yana açtı. Arkasındakine güveni tamdı nedensizce. Düşerse tutardı.
"Özgürüm!" diye bağırdı hissettiği güzel hisler yüzünden içi patlatacak gibiyken. "Ucube değilim! Hasta değilim! Yanlış değilim! ÖZGÜRÜM!"
Jungkook kahkaha attı, çiftliktekilerden yeterince uzaklaştıkları için yavaşlarken. Arkasından Jimin de gülmeye başladığında Jungkook bu sesin onu her seferinde bu kadar etkileyip etkilemeyeceğini merak etti. Ama aynısını o da Jimin'e yapıyordu. O her güldüğünde Jimin bu sesi duymak için dua eder oluyordu.
"Güneş battı." dedi Jungkook ağaçların arasından sadece arkasında bıraktığı kızıllık belli olan güneşe doğru. At durduğu için kollarını indiren Jimin bakışlarını takip etti. "Çok güzel. Yaşadığın yer çok güzel Jungkook, mutlu olmak için yeterli sebeplerin var."
Eğer geçmişte takılıp kalan ayağını kurtarabilseydi Jungkook da böyle düşünebilirdi. Ama takılıp kalan ayağı onu çamurun içine çekmeye devam ediyordu.
"Hadi dönelim." dedi Jungkook belirli bir süre sonunda. "Bizimkiler merak eder."
Jimin toparlanıp oturuşunu sabitlerken kendini tekrar arkaya doğru bıraktı. "Jungkook?" dedi tatlı tatlı. "Dönerken de hızlı gidelim mi?"
Jungkook yine kıkırdadı. Bu adam sayesinde, öncesindeki gülüşlerinin iki katı fazla gülmeye başlamıştı.
Bu iyi bir şeydi ama bunun için suçlu hisseden bir tarafı da vardı. Senin yüzünden ölen annen, böyle güldüğünü gördükçe kahroluyordur, gülmeyi haketmiyorsun diyordu ona.
Ve bir de Jimin böyle masum oldukça, Jungkook'un ona karşı hissettiği koruyup, sarmalama isteği durdurulamaz oluyordu.
Atı döndürüp hızlandırdığında Jimin tekrar kollarını açtı. Kapalı gözleriyle kendini gerçekten bir kuş gibi hissettiği bir anda, atın hızından dolayı dengesini kaybettiği için yana doğru kaydı ve yer çekimine karşı gelemeyen bedeni onu belinden sımsıkı kavrayan adam sayesinde atın üstünde kalmayı becerdi. Gözlerini kocaman açtığında çığlık bile atamayacak kadar hızlı gelişmişti her şey. Jungkook belindeki kolunu ona iyice sarmış ve mümkünmüş gibi onu kendisine iyice bastırmıştı.
"Tuttum." dedi. "Düşmeden tuttum."
Jimin, ağaçtan düştüğünde Jungkook'un ona "Bekleseydin, düşmeden seni tutacaktım." dediği anı hatırladı.
Başını sallarken göğün kızıllığına kaldırdı başını. Kısacık bir anda dizlerinin yerden hiç kalkamadığı düşmeleri geçti aklının bir ucundan. Arkasındaki göğüs, geçmiş yaralarının bile acısını almış gibiydi, sızlamadı Jimin. "Teşekkürler." diye mırıldandı.
Jungkook beline sardığı kolunu çekmedi çiftliğe geri varana kadar. Jimin güven duygusunu hiç hissetmediği kadar hissederken, Jungkook onu kimin tutacağını merak etti. Çünkü kollarının arasındaki sarışının kokusu burnundayken bütün kemiklerinin kırılacağından emindi, patır kütür ona düşerken.
***
Kararan hava ve servislere binip yurtlarına geri dönen çocuklardan sonra durgunlaşmıştı ortam. Seokjin, Namjoon kızın numarasını almak için kendini kullanmasından şikayetçiydi arabanın önündeyken. "Ergen misin anlamıyorum." diyordu. "At binmeyi öğrenmek istememle senin onun numarasını alman arasındaki bağlantı nedir tam olarak? Ben anlamadım da."
"Aklıma başka bir şey gelmedi. Sanki bir şey yaptın, birazcık yalan söyledin sadece." Namjoon söylendi.
"Yalan söylemekten hoşlanmıyorum, kötü örnek olmak bu." Seokjin kollarını önünde bağladı ona göz devirirken. Namjoon güldü. Yanına yanaştı usul usul. "Canım arkadaşım. Hayırlı bir iş içindi. Bir daha olmaz."
Taehyung, Yoongi'nin kolunun altına girmişti zorla. Huysuz olan, rahatsızmış gibi yapsa da bundan hoşnuttu. Taehyung'suz bir hayat düşünemiyordu. Hiç sahip olmadığı kardeşi gibiydi, hep kolunun atında istiyordu onu.
Taehyung'sa Jungkook'un arabasının önünde konuşan ikiliyi izliyordu. Yüzünde bir tebessüm vardı. Hani, çocuğunun mezun olduğunu gören bir anne gibiydi. "Yoongi, şu ikisine baksana. Çok güzel değiller mi?"
Yoongi'nin gözleri kavga eden ikiliden çekilip diğer çifte döndü. Jungkook, boyu diğerinden uzun olduğu için başını eğmişti. Elleri arka cebindeydi, arada bir parmak ucunda kalkıyordu ve yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı. Jimin arabaya yaslanmıştı, kollarını önünde bağlamış gülerek bir şeyler söylüyordu. Yoongi de gülümsedi. "Jimin iyi ki gelmiş." dedi. "Hayatı daha güzel yaptı değil mi? Herkes için."
Taehyung iç çekti. "Ona karşı hala bir şeyler hissediyor musun?"
Yoongi, Taehyung'un fark ettiğini düşünmemişti ama şaşırmamıştı da. O Taehyung'du. Şeytani bir zekası vardı.
"Hayır, öyle değil. Sanırım kolumun altında istediğim ikinci kişi oldu artık." Yoongi yanağını Taehyung'un başına yasladı. Esmer olan arabaya yaslandığı için boyu kısa kalmıştı yeşil saçlının yanında. "Birincisi kim?"
"Kolumun altında olan."
Güldü ikisi de. "İyi ki beni okuldaki o aptal homofobiklerden kurtardın da, hayatıma girdin dedecim." Taehyung onu dürterken ekledi. "Bugün güzel bir gün. Bitmesin, bir şeyler içelim."
İçme fikri Yoongi için hemen kabul edilebilirdi. Onay aldığında Taehyung ondan ayrılıp ellerini çırptı. "Millet!" diye seslendi. "Jungkook bizi evine bir şeyler içmek için davet ediyor!"
***
Mutfaktaki masayı bahçeye taşımışlardı. Gece olduğundan hava serindi ama kanlarındaki alkolden olsa gerek fazla umursamıyorlardı. Bahçenin ışığı yanıyordu, masanın üstü dağınıktı.
Seokjin, Taehyung ve Yoongi biraz hızlı gitmişlerdi ama çok değildi. Namjoon masanın altından numarasını aldığı kıza yazıyordu ve Jimin bilerek yavaş gidiyordu. Sarhoş olmak istemiyordu çünkü sonra hatırlamıyor, büyük ihtimalle de utanç verici şeyler yapıyordu.
Jungkook'sa muhabbete katılmaya çalışırken bir yandan da son içtiklerinde olanları kafasının içinde evirip çeviriyordu. Jimin, biraz içtikten sonra kızarmaya başlıyordu ve bu diğeri için dikkat çekici bir manzaraydı.
"Yurdun maddi sıkıntıları oldukça fazla. Daha fazla bağışçı bulmak gerekiyor ama insanlar, buna pek yaklaşmıyor." Seokjin birasını elinde sallarken konuşmaya devam etti. Bu konu oldukça canını sıkıyordu.
Jungkook'sa maddi sıkıntıların bu kadar ciddi olduğunu bilmiyordu. Yani, biraz önce öğrenmişti. Yurdun kapanma ihtimali, boğazını düğümlemişti bile.
Taehyung "Puff..." gibi bir ses çıkardı. "Başka bir şeyler düşünmeliyiz." Öğretmenlerden kesemeyiz, zaten Namjoon hyung iki derse giriyor, Jungkook gönüllü ve bizim de çok aldığımız söylenemez."
Jimin birasından bir yudum aldıktan sonra aklındakileri cümlelere dökmeye karar verdi. "Acaba," dedi. "Büyük miktarlarda bağışlar için beklerken bize para kazandıracak bir şeyler yapamaz mıyız?"
"Bu ne demek?" diye soran Yoongi'ydi. Gözlerini kısmıştı.
Jimin elindekini masaya bırakıp oturduğu yerde dikleşti. Gözleri masadakileri taradı. "Yardım etkinliği düzenlesek? Örneğin, çocuklar dans gösterisi hazırlasa ve bunun için bilet satsak. Fiyatlarını biraz pahalı yaparız ama yine de herkesin alabileceği bir fiyatı olur ve insanlarda yardım için bunu alırlar. Sonra bir de keman gösterisi için bilet satarız, belki Jungkook resimlerini satmak ister. Açık arttırmaya koyabileceğimiz şeyler bulabiliriz veya insanlar bizlere bunun için bir şeyler verebilir."
Seokjin "Yemek standları da açarız, gösteri izlemeye gelenler bunlardanda satın alabilir." dedi bu fikir hoşuna giderken.
"Ve," dedi Namjoon. "Bağış da isteriz. Herkes biraz bir şeyler verse, bizi bir süre idare edebilir. Hem çocukları da gördüklerinde insanlar bunun için gönüllü olurlar."
Jungkook sessizliğini, Jimin'in hevesle sallanan başına bakarken bozdu. "Çocukları tanıma fırsatı buldukları için bağışçılar artacaktır. Bunu olabildiğince çok kişiye duyurursak, muhteşem olur. Jimin bu çok iyiydi."
Jimin ellerini heyecanla çırparken işe yaradığı için mutluydu. Ortam gevşedi, bira şişeleri birbirine çarptı ve Jungkook'un gözleri, hevesle parlayan sarışının gözlerine değdi.
Bir süre sonra Yoongi ayağa kalktı dolaptan bira getirmek için. Birkaç adım attığında Jimin de peşinden kalktı. "Ben de geleyim, lavaboya gitsem iyi olacak."
Yoongi durup onun yanına adımlamasını beklerken Jimin yeri kontrol ediyordu. Yanına vardığında iki tane böceği aynı anda gördü. "Ayyyy!" dedi panikle Yoongi'ye atlarken. "Böcek ordusu!"
Yoongi alkolün etkisiyle kahkaha attı onu tutarken. "Gel buraya aptal." dedi. "Babana meydan okuyor ama iki böceğe teslim oluyorsun."
Jimin onun ayaklarının üstündeyken birkaç adım attı ama böyle gidebilecek gibi değillerdi. Durduğunda Jimin üstünden indi. Yoongi'nin eli belinde kaldı ikisi içeri girip gözden kaybolduklarında.
Gerçi tek izleyen Jungkook'tu. İçtiği bira midesinde değil, boğazındaydı. Masaya düştü bakışları dudaklarını dişlerinin arasına alırken.
Onu kıskanıyordu. Evet evet, oldukça kıskanıyordu.
Ah, şimdi gerçekten ondan hoşlanıyor muyum, diye düşündü. İyi de ben erkeklerden hoşlanmıyordum ki.
Ama bu cinsiyet meselesi değildi. Bu farklı bir şeylerdi. Ayrıca Jungkook kızlardan da adam akıllı hoşlanmamıştı zaten.
Bunu bu kadar kolay kabullenmesine şaşırdı o an. Jimin'den hoşlanıyordu ve bunu kendisine itiraf etmişti. Vay be.
Tabii, ona göre kolay geliyordu çünkü içindeki savaşı tam fark edememişti kendisi. Bilse, ne kadar zor olduğunu ve ne kadar zaman gerektirdiğini kendinden usanırdı.
Yine de oldukça şaşkındı. Daha önce kimseye böyle şeyler hissetmemişti ve Jimin'i gördüğü ilk günü düşününce, Jimin'e karşı hissetmesi de oldukça... garipti? Tahmin edilemezdi ama Jimin'e bakınca, olması gerekendi.
Jungkook daldığı masaya iyice odaklanırken iç çekti. Ona berbat davranmıştı, onu kırmıştı ve o böcekten korkup üstüne atladığında onu tutmamıştı. Yoongi'ye baktığında kimin onu hakettiği ortadaydı. Onun kimi seçeceği de.
Gerçi onu kazanma savaşına falan gireceğinden değildi. Mutlu olmaya ihtiyacı vardı sarışının. Jungkook da bu duygu yoktu ki, onu nasıl mutlu etsindi?
Eh, diye düşündü yine kendi kendine. Nasıl birinden hoşlanırsın ki? Bu iş sana göre değil.
Jimin ve Yoongi gülüşerek geri geldiklerinde, onun dudaklarını öptüğü anı düşündü Jungkook ve kendi kendine cevap verdi.
Nasıl hoşlanmam ki?
***
Karanlık odada yatağın üstünde otururken alkol almanın en kötü yanıyla karşı karşıyaydı yine Jimin. Sarhoş değildi, oldukça az içmişti ama tek başınayken bu karanlıkta, hayatının siyah noktaları da önüne çıkıveriyordu.
Joon Hyuk kara bir delikti ve oradaydı. Onunla ne yapacağını bilmiyordu. Arkadaşlarına verdiği zarar hala Jimin'i kanatıyordu aslında. Şimdi özgür gibi hissediyordu ama bu tekrar kafesinin içine girmeyeceğe dair bir kanıt değildi.
Ayrıca şu saatten sonra, gökte kanat çırpmanın tadını almışken o kafese girmek ölüm olurdu onun için.
Bunu yapması her şeyi daha iyi yapmıyordu ama karanlık oda, geçmişini getirmişti yine önüne. Alkolün de böyle bir etkisi vardı. Jimin dolu gözlerle karanlığa bakıp duruyordu.
Seokjin ve Taehyung aynı odada yatıyorlardı, Yoongi elbette odasına kimseyi kabul etmemişti ve Namjoon salondaydı.
Jungkook ne yapıyor bilmiyordu. Belki bahçesindeydi, belki uyuyordu belki de kabus görüyordu. Bilmiyordu.
Bugün atın üstündeyken kuş olduğu anı düşündü Jimin. Gerçekten, hayatındaki en umut dolu anıydı Jimin için ve Jungkook vardı. Tam arkasındaydı, ona yaslanmıştı ve Jimin nasıl da mutluydu.
Jimin kollarını bacaklarına dolarken onun da kendisini sevip sevmeyeceğini düşündü. Cevabı belliydi de, mini minicik bir yanı bunu umut etmeden duramıyordu.
Sevilecek bir yanın mı var diye düşündü. Bugüne kadar kaç kişi sevdi seni? Kendi ailen seni görmeye dayanamıyorken kim sevsin seni?
Neden diye düşünürdü hep. Hatası neydi ya da neden hep hatalıydı. Neden onu sevmek bu kadar zordu? Sevmek için illa bir sebep mi gerekiyordu?
Babasının bir kez bile onun yanında olmaması çok can sıkıcıydı. Bunu umursamıyormuş gibi yapsa bile nasıl umursamazdı ki? Babasıydı o adam onun. Şimdi, bununla başa çıkabilse de her zaman böyle değildi.
Ah, gerçekten... Jimin çok yara almıştı. Özellikle küçükken.
Babası onu sevsin isteyip dururdu, onun etrafında dolaşıp hep gözlerinin içine bakardı Jimin. Yasak olduğunu bilmesine rağmen arada ona baba derdi, belki babası olduğu hatırlar diye. Ama hayır, asla hatırlamazdı.
Başkalarının babalarını kıskanırdı. Sevilmeye muhtaç kalırdı sevilmedikçe. Destek beklediği de olmuştu ama babası kesinlikle hiçbir şey için ona destek olmamıştı. Keman yarışmasında birinci olduğu zaman, bunun babasını mutlu etmesini beklemişti. Hem o zaman bir erkeği öptüğünü bile söylememişti ona, 9 yaşındaydı ve oldukça heyecanlıydı. Babasından gülümseme beklemişti, belki tebrik etmesini dilemişti ama olan şey, kemanının parçalanması ve kurstan alınmasıydı.
Neden? Jimin'in aklına kazınan soru buydu. Neden?
Dolan gözleriyle kafasını salladı Jimin. Şimdi seviliyordu işte. Buradaki herkes ona çok iyiydi. Jungkook bile öyleydi.
Acıma. Acıyorlar çünkü.
Yanakları hafif hafif ıslanırken titrek bir nefes çekti Jimin. Sarhoşken kendini sevmeyen o kısım çok güçlü oluyordu. Bundan hoşlanmıyordu.
Yerinden kalktı gözlerini silerken. Nefesi almak zor olmaya başladığından, kendini bahçeye attı.
Jungkook da kendi bahçesindeydi. Bu sefer yerinde değildi, yerde oturuyordu. Bacaklarını hafifçe kendine çekmiş, kollarını dizlerinin üstüne bırakmıştı. Yanında birası vardı. Herkes gittikten sonra kendisiyle içmeye karar vermişti.
Onun manzarası da kendi karanlığıydı. Bir çeşit tartışma içindeydi kendisiyle. En büyük sorunu hep kendisiydi zaten.
Affedemediği kendisi yaralıyordu onu ve yine en çok ondan nefret ediyordu. Kendi karanlığına bakıp annesinin bu karanlık için gitmiş olmasına üzülüyordu. Gözleri ıslaktı.
Bunun uğruna mı gittin anne? Bana baksana, hayal kırıklığıyım.
Birasını yudumlarken gökyüzündeki yıldızlara baktı. Annesinin onu oradan izleyip izlemediğini düşündü o an. Böyle şeylere inanmazdı ama bunu istemiyor değildi.
Gerçi izliyorsa gerçekten onu hayal kırıklığına uğratmaktan başka bir şey yapmamış olurum.
Jungkook'un kavgası son bulmazdı o gece. Gözleri de kurumazdı. Tanrı'ya şükür Jimin vardı. Çünkü çitlerin arkasından onu izlerken, onun ağladığını görmüş ve diğer tarafa atlayıvermişti. Cesurdu, kanında alkol vardı. Ayrıca zaten ona kıyamazdı.
Yanına adımladı yavaş yavaş. Jungkook birasını yudumlarken onun karartısını fark etti ama tepki vermedi. Jimin arkasına geçip oturdu sakince.
Sırtını, çökmüş omuzların sahibinin sırtına dayadı. Diğeri de biraz dikleşti ve ikisinin sırtı birbirine iyice dayandı.
Jungkook burnunu çekti, Jimin göz pınarındaki gözyaşını yanağına doğru saldı.
"Alkol aldıktan sonra yalnız kalmak iyi bir fikir değil." dedi Jimin. Sesi titriyordu, aynı ruhu gibi, boğuluyormuş hissi vardı sesinde de.
"Öyle." dedi Jungkook. Normalde ağladığı için utanırdı ve kaçardı ama şimdi bunu yapamayacak kadar çökmüştü bedeni.
Biraz sessizlik oldu. Jimin sessizce ağladı. "Neden sevilmeye bu kadar muhtaç olduğumu bilmiyorum." dedi en sonunda. "Ve o adamın neden beni sevmediğini de."
Jungkook birayı ona doğru ittirdi.
"Eşcinsel olduğumu öğrenmeden önce de beni sevmedi. Beni hiç sevmedi Jungkook. Daha küçücüktüm, onun sevgisine o kadar muhtaçtım ki hep peşinde dolaşırdım. Tek bir kelime yahu, oğlum demek tek bir kelime."
Yutkundu. "Fiziksel çok acı çektim. Bütün kemiklerimi kırdı. Acımadan vururdu. Nefesim kesilirdi, ağlardım, ağladıkça sinirlenirdi. Jungkook, hiçbir şey yapmadım benden bu kadar nefret etmesini sağlayacak. En başından beri, varlığımdan nefret etti. Beni çok acıttı."
Biradan içtiği sırada Jungkook gözlerini kapatıp başını geriye doğru, Jimin'in omzuna dayadı. Onu yaralarından öpmek istiyordu. Onun gözyaşları, ona ağırlık yapıyordu.
Jimin ağladı ama ıslanan Jungkook'un yanaklarıydı.
"Jimin-sshi." dedi en sonunda Jungkook. Ağladığından dolayı sesi pürüzlüydü. Jimin de onun diğer tarafındaki omzuna başını attı cevap olarak. İkisin de gözleri gökteydi.
"Altı yaşımdaydım." dedi Jungkook yine belli bir sürenin sonunda. "Altı yaşında aptal bir çocuktum. Babam annemi bana hamileyken terk etmişti. İkimizdik, hep ikimizdik ve ben anneme aşık bir çocuktum." İç çekti Jungkook gözlerini kapatıp annesini düşünürken. Onun gülümseyişi hala aklındaydı, hala güzeldi.
"O gece, bir depreme açtım gözlerimi. Ufak ve salaktım, ne olduğunu bile anlamamıştım. Korkmuştum. Annemin ismimi bağırarak odaya girdiğini hatırlıyorum ama ben tam bir aptal olarak şoka girmiştim."
Jungkook sustu. Geçmiş nasıl bu kadar taptaze kalabilirdi. Bir yara, nasıl hiç durmadan bu kadar kanar ve can yakardı?
Jimin birayı ona uzattı. Jungkook boğazındaki yumrunun gitme ihtimali üzerine kafasına dikti ama bu daha kötü yaptı. Hıçkırdı en sonunda.
"Beni... kurtarmak için kendini feda etti. Dolap üstüne düştü Jimin. Gözlerimin önünde, üstüne yıkıldı. Güçsüzdüm ve dolabı üstünden çekememiştim."
Hıçkırdıkça, Jimin ağlamaya devam etti.
Baştan aşağı yaralı iki beden, birbirine yaslıydı. Biri olmasa diğeri yıkılırdı. Acılar hep tazeydi ve birinin kanını diğerinin gözyaşları yıkıyordu.
"Deprem enkazının altında üç gün kaldım. Annemin ceseti tam yanımdaydı, üstümdeki duvar başımı oynatmama izin vermedi. Üç gün boyunca annemin cansız gözlerini izledim Jimin. Kokmaya başladı, başının altında oluşan kan gölü vardı ve ben hep oradaydım. Onu izledim, onun ölü bedeninin kokusunu içime çektim. Olduğum yere kustum ama gözlerimi üstünden alamadım Jimin."
Jungkook'un bedeni sallanmaya başladığında Jimin, gözlerini sımsıkı yumdu. Ne diyeceğini bilemedi, canı cayır cayır yandı.
"Benim yüzümden oldu. Benim için. Ve şimdi bana bak, değer miydi? Her gözümü kapattığımda onu görüyorum, cansız gözleri bana bakıyor. Kahroluyorum Jimin, yaşayamıyorum. Buna bir son versem bir hiç uğruna gitmiş olacak ama böyle de yaşayamıyorum ki." Acı dolu sesi karanlıkta can çekişti. Yapraklar kıpırdadı ama rüzgar esmedi. "Bunu unutamıyorum. dedi. "Hatırlamak laneti aklımın."
Sessizlik oldu, hıçkırıkları duyuldu. Jungkook başını kollarına dayadı. Sallanan bedenine eşlik etti sesi. "Kendimi affedemiyorum, kendime katlanamıyorum bile. İğrenç bir herifim, kimseye iyi gelmiyorum. İnsanları kırıyorum ve benim annem bu adam uğruna canını verdi. Jimin..." İnledi Jungkook. "Jimin buna nasıl dayanacağımı bilmiyorum. Buna daha ne kadar devam edeceğimi bilmiyorum. Her yerim kanıyor, acı içindeyim."
Sustu. Bekledi ve en sonunda söyledi. "Jimin, bana yardım et."
Jimin olduğu yerde dizlerinin üstüne kalktı ve dönüp ona baktı. Dizlerinin üstüne doğru eğilmiş, başını kollarına bırakmıştı. Usulca titriyordu bedeni.
Yapmak istediği tek şey vardı o an. Göğsünü onun sırtına yasladı ve kollarını onun etrafına sardı. Başını da sırtına bıraktı. "Jungkook." dedi. "Ben senin için her şeyi yaparım."
Jimin, Jungkook için ölmeye hazırdı ve Jungkook o olduğu sürece yaşamaya devam edeceğine yemin etti.
O an o bahçede o kadar çok acı vardı ki, her şeye şahit olan gök gözyaşlarını üstlerine saldı.
Yağmur yağdı.
Ve Jungkook sırılsıklam aşık oldu.
Son kısımları yazarken, gözümde onları çok hayal ettim ve gözlerim dolu doluydu yazarken. Jimin de, Jungkook da her zaman çok acı çektiklerini söylüyorlar bana. Onların ruhlarındaki acı, benim gözlerime yaş olarak birikiyor işte.
Bu bölüm için çok fazla yorum istiyorum, doyumsuzum çünkü bu bölüm benim için çok özel.
Ayrıca, artık sevgili olsunlar diyenler için, az kaldı diyebilirim ama kafamdaki olay örgüsünü bozmayacağım. İlmek ilmek örüyorum aralarındaki bağı, bunu bozmak istemiyorum.
Ve lütfen hiraeth adlı jikook ficimi unutmayın olur mu?
Bir sürü şey diyecektim ama unuttum. Neyse sizi seviyoruuuuuum! Yorum bırakmayı unutmayın.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro