bölüm 17
Nasıl özlemişim burayı ben~~~
Son da uzun uzun konuşacağım okumazsanız küserim :( Bol bol yorum yapın olur mu?
İyi okumalar çiçekler :333
Jimin sabah gözlerini yüzüne vuran ışık yüzünden açmak zorunda kaldığında nedensizce olması gerektiğinden daha iyi hissediyordu. Hem de başının içinde kutu kutu pense oynayan fillere rağmen.
Fakat uyandığı yeri idrak edebildiğinde güzel olan hisler yerini bilinmezliğe bırakıvermişti. Jimin, Jungkook'un yatağında doğrulup etrafına, aralanan ağzıyla bakarken dün gece buraya nasıl geldiğini bırakın, Taehyung'un onu koltuktan aşağı fırlatışından sonraki kısımları bile hatırlamıyordu.
Zihnini zorladı ama her seferinde karanlık duvarlara çarpıp durdu.
Hal böyle olunca, kendince ihtimaller üzerine kafa yordu ve en güçlü ihtimal, her sarhoş olduğunda olduğu gibi yapmaması gereken her şeyi yapmış olup bir de yetmezmiş gibi Jungkook'un odasına gelip yatmış olmasıydı. Eh, Jungkook da bundan rahatsız olup salonda falan uyuklamış olmalıydı.
Jimin ağrıyan başını tutarak homurdandı. Bu kadar içmek mantıklı bir fikir değildi, hiç olmamıştı.
Yataktan zorla kalkıp sallana sallana odadan çıktı. Merdivenlerden inerken her an vazgeçip gidip tekrar yatması gerektiğini düşündü. Ama nedendir bilinmez, Jungkook'u gidip görmesi gerekiyormuş gibi hissediyordu.
Burnuna gelen çiçek kokusundandı belki, Jimin dün gece hafızasında kaybettiği anlardan birisinin çok önemli olduğunu hissediyordu.
Salonu kontrol edip mutfağı ve bahçeyi de gezdiktikten sonra Jungkook'un evde olmadığından emin oldu sarışın. Saate baktığında çoktan öğleni geçmiş olduğunu fark etti ve Jungkook'un evde olmamasının hissettiğinin aksine normal olduğunu düşündü.
Ve sonra, tekrar Jungkook'un odasına çıkıp güne orayı toplamakla başlamaya karar verdi.
***
Sarışın salondaki koltukta uzanmış tavana bakarken dünü hatırlamaya çalışıp duruyordu. Kendini o kadar çok zorlamıştı ki ağrısı geçmeye başlayan başı şimdi fillerin çiftleşmeye başlamasıyla çok daha kötü hale gelmişti.
Saat oldukça geç olmuştu ve Jimin çok sıkılmıştı.
Oysaki tüm gün sıkılmamak için bir sürü şey yapmıştı. Bahçeyle uğraşmıştı, çamaşırları yıkamıştı, Jinyoung ve Jaebum'u on beş kez falan aramıştı -ama asla açmamışlardı ki bu tüm huzurunu kaçırmıştı- ve güzel yemekler hazırlamıştı.
Jungkook gelmesi gereken saati çoktan geçirmişti, Jimin iki gün sonra nereye gideceğine dair bir fikri olmasa da buradan gitmeliydi bu yüzden onun geç gelmesine bozulmuştu ve evet, Jungkook'tan oldukça hoşlanıyordu. Doğal olarak gitmek istemeyişi de bundandı. Ayrıca burada seviliyormuş gibi hissediyordu, en azından önemseniyordu. Taehyung ve Yoongi minicik bir sürede çok değerli olmuşlardı onun için.
Jimin sıkıntıyla nefesini dışarı verip masanın üstündeki telefonunu tekrar eline aldı ve Jinyoung'ı bir kez daha aradı. Sonra bir kez daha. Pes ettiğinde telefonu koltuğa geri fırlattı ve tam o arada dış kapının açılma sesi geldi.
Yerinden fırlayıp hole çıktı ve Jungkook üzerindeki ceketi asarken kapıya yaslanıp gülümsedi.
"Hoşgeldin Jungkook. Bugün çok geç geldin, bir sorun yok değil mi?"
Jungkook gözlerini hızlıca buluşturup omuz silktiğinde Jimin duraksadı.
"İyi misin?" diye sordu Jungkook'daki durgunluğa şaşırırken.
Jungkook yanından geçip salona giderken soğuk bir tonla konuştu. "Bir şeyim yok Jimin."
Göldeki anlar aklına gelirken en son iyi olduklarından emin olduğunu düşündü Jimin. Çok fazla yol almışlardı oysaki, Jungkook'un bu tavrı bir şeyler olduğunun kanıtıydı.
Odasında uyuduğum için, diye düşündü Jimin. Çok kızmış.
Arkasından ilerlerken ne diyeceğini bilemedi. "Aç mısın? Ben yemeyip seni bekledim. Açsan masayı hazırlayayım."
Jungkook ise karmakarışıktı. Ne düşündüğünü, ne yaptığını bilmiyordu. Ne düşünmesi gerektiğini, nasıl davranması gerektiğini de bilmiyordu.
Düne ait bütün anılar kafasında capcanlıydı ve gün boyunca zihninde tekrar bölümü defalarca verilen dizi gibi oynayıp durmuştu.
Jimin'in ise hatırlayıp hatırlamadığına dair bir fikri de yoktu, bu yüzdendi huzursuzluğu.
"Ben dışarıda yedim." dedi Jungkook aklına Yu Jin gelirken. Kızı kullandığı için kendinden iğrenmesi gerekirdi belki ama onun da bunu çok umursadığı söylenemezdi. Karşılıklı çıkar söz mevzusuydu sonuçta. Ama şöyle bir sorun vardı, Jungkook olayın başında durmuş, yapamayacağını söyleyip kızın evinden koşar adım çıkmıştı.
Ah, pembe kuşak dizisi gibi, diye düşündü Jungkook. Klişe sahne ve ben gerçekten ne bok yediğimi bilmiyorum.
"Keşke haber verseydin Jungkook-sshi," Jimin istemsizce isim takısı eklediğinde şaşkınca Jungkook'a baktı, onun da gerilen yüz ifadesiyle kendisine baktığını görünce dudağını ısırdı.
"Sana niye haber vermek zorunda olayım Jimin? Sana beni bekle demiyorum zaten."
"Haklısın ama hep birlikte yiyorduk diye ben-"
"Tamam, her neyse." Jungkook omuz silkip yanından geçip gittiğinde Jimin susmuş ve arkasından bakakalmıştı.
Umarım, diye düşündü. Dün ilan-ı aşk falan etmemişimdir. Umarım sadece geğirmişimdir, o da benden iğrenmiştir.
Jungkook odasına girip kapıyı kapattığında terlemiş saçlarını geri attı ve birbirine bastırdığı dudaklarıyla bakışlarını yatağına çevirdi. Jimin çarşafı değiştirmişti.
Jungkook buna sinirlendi. Güneş kokusu gitmişti.
Dudaklarını serbest bıraktığında yatağa gidip oturdu ve başını ellerinin arasına alıp bekledi.
Düşündü.
Dün gece yine ve yine kabus görmemişti ve artık gerçekten Jimin'in yüzünü yumruklamak istiyordu.
Ne hala geldiğinden bir haberdi. Plansızdı ve sanki evsiz olan kendi gibi hissediyordu. İçinde çok büyük bir öfke vardı ama kime ya da neye yönelteceğimi bilemiyordu. Yerinden kalktı, odanın içinde dönüp durmaya başladı.
Dudaklarına dokundu, gözlerini kapattı ve dün gecenin etkisini üstünden atmaya çalıştı.
Ama mümkün değildi, güneş değmişti tenine bir kere, o yanık izleri öyle gitmezdi. Bunu bilmesine rağmen yine de koşarak banyoya gitti Jungkook.
Duşta canını acıtacak kadar sert yıkadı vücudunu, dudaklarını defalarca sildi. Ama duştan çıkıp aynanın karşısına dikildiğinde vücuduna yansıyan güneş hala orada gibiydi.
Jungkook bu düşünceyle odasına geri gitti, giyindi ve yatağına uzanıp küçücük oldu.
"Eşcinsel değilim ki," diye düşündü. "Ona karşı bir şey hissetmem imkansız. Alıştım galiba."
Yatakta diğer tarafa döndü. "Sarhoştum, sarhoştu. Ayrıca resmen o üstüme atladı."
Tavana baktı. "Gidecek zaten, kısa süreli bu his."
Ve Jungkook yalanlardan yorulana kadar kendisiyle böyle konuşup durdu.
Sonra çığlık atmak istedi. Bunaldı. Odadan koşar adım çıktı.
Aşağı indiğinde Jimin salonda oturmuş, dizlerini kendine çekmiş ve başını üstlerine yaslamış öylece televizyona bakıyordu.
Diğer koltuğa oturdu Jungkook. Gözleri durmadan onun üstüne kayıyor, hatırlıyor mu acaba diye düşünmesine neden oluyordu.
Bir süre sonra sessizliği bozan Jimin oldu.
"Jungkook?" dedi Jimin ona bakmadan. "Hiç Jinyoung ile konuştun mu bugünlerde?"
"Hayır." dedi Jungkook da televizyondan gözlerini ayırmadan.
"Telefonlarımı açmıyor, bir şey olmasından endişeleniyorum."
Jungkook öfkeyle doluşunu durduramadı. Hatırlayıp hatırlamadığını anlayamamak onu sinirlendirdi. Eğer hatırlıyorsa, bir şey olmamış gibi konuşması sinir bozucuydu, hatırlamıyorsa da hatırlamamasına bozulacaktı zaten.
Jungkook suçlayacak kişiyi Jimin seçmişti.
"Madem baban bu kadar belalı bir tip, onlara zarar verme ihtimalini bilmene rağmen neden onlardan yardım istedin ki?" Jungkook sertçe konuştuğunda söylediklerinin keskinliğini ağzından çıktıktan sonra fark edince gözlerini Jimin'e çevirdi tepkisini izlemek istercesine.
Jimin bıçak darbesi yaratan sesle gözlerini televizyondan alamazken "Ben... öyle olsun diye değil..." diye mırıldanmaya başladı ama sustu. Sonra aniden, "Onlara bir şey mi yaptı demeye çalışıyorsun? Bir şey mi biliyorsun?" diye sordu korkarak.
"Bir şey bilmiyorum Jimin. Öyle demek istemedim de zaten, işleri yoğundur."
Jungkook saçlarını karıştırırken yerinde huzursuzca kıpırdandı. Öfkesini ona yöneltmemeliydi, dediği şey için hemen sonrasında pişman olmuştu ama bir anda çıkıvermişti ağzından o kelimeler.
Jimin'in midesine kramp girmişti sanki. Onlara zarar gelmiş olma ihtimali boğazına baskı uygulamaya başlamıştı.
"Ben..." dedi Jimin. "Aptalın tekiyim. Yapmamam gereken ne varsa yapıyorum, haklısın onlardan yardım istememeliydim. Bencil herifin tekiyim."
Jungkook yüzünü buruşturarak gözlerini kapatırken yanlış yaptım diye düşündü. Onları söylememeliydim.
Jimin gözlerini hala televizyona dikmişti ama orada ne olduğunu sorsanız söyleyemezdi. "Ben sadece çaresizdim tamam mı? Çıkış yolu arıyordum, kim uzatsa tutardım o eli zaten, Jinyoung gerçekten dünyanın en iyi arkadaşı ve her zaman olduğu gibi elini uzattı işte bana. Sorun olmayacağını, hiçbir şey yapamayacağını söyleyince, ben," Sustu. Bir müddet gözlerini kapatıp bekledi.
"Ne yapacağımı bilmiyorum, seni karıştırdığım için de üzgünüm. Dün için de özür dilerim, gerçekten bir daha olmayacak söz veriyorum. Zaten yarın gece çıkarım yola tamam mı? Üzgünüm."
Jungkook Jimin'in kendine dönen bakışlarına karşılık verirken onun özür dileyişine ağlamak istedi.
Hata olarak görmesine, böyle acı çekerek özür dilemesine o kadar çok ağlamak istedi ki sinirle yerinden fırladı.
"Özür mü diliyorsun bir de?" diye bağırdı hesapladığından daha sesli.
Jimin şaşkınlıkla koltuğa sinerken "Ne için özür diliyorsun ki?" diye devam etti. "Sen gerçekten bencil herifin tekisin Jimin. Tek yaptığın yanlış yapıp durmak, sonra özür dilemek. Bu kadar basit yani ha?"
Jimin şaşkınlıktan açılan ağzını kapatmadan önce konuştu. "Jungkook bu kadar küçük bir şey için neden böyle üstüme geliyorsun ki? Olup bitmiş bir şey, zamanı geri alamam ki. Sarhoştum."
İkisinin bahsettikleri şey farklıydı ama ikisi de farkı anlamayacak kadar yoğun hislerle doluydu.
"Küçük bir şey mi?" Jungkook aklını kaçıracakmış gibi hissetti. Onun için bu kadar önemsiz oluşu hayal kırıklıklarının üstüne basmasına neden olunca daha fazla öfke hissetti, öfkesine yine öfkelendi.
Ben ne yapıyorum, nasıl bu kadar önemserim, hem de o, hiç önemsemezken, diye düşünürken delirmiş gibiydi. Beyni patlamak istiyordu.
Jimin onun üstüne gereksiz yere geldiğini düşünüp onun karşısına dikildiğinde "Bu kadar basit bir şey için bu kadar bağırmana ne gerek var?" diye bağırdı ona doğru. "Evinde kalıyorum diye sürekli bana bağıramazsın! Daha fazla beni ezmene izin vermeyeceğim Jungkook. Sikeyim evini! Sikeyim! Hiçbir şey yapmasam bile bana bağıracak, beni kovacak şey buluyorsun kendine! Tek yaptığım sana yemek yapmak, evini temizlemek, başına ıslak bez koymak, gece başında beklemekken senin bu davranışlarını hak etmiyorum ben!"
Jungkook önündeki masaya tekme attığında Jimin hiddetle onun önüne geçti. "Vur, bana vur! Öfken bana değil mi? Vur işte bana! Ne olacak ki?" Jimin'in bağırışı yüzünden boynundaki damarlar belirginleşmiş yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Ama umrunda değildi. Bağırmaya devam etti.
"En fazla, fazladan birkaç morluk eklenir bedenime, belki çok sert vurursan bir kemiğim daha çatlar. Ama sana yemin ederim ki senin bana ucubeymişim gibi davranmandan daha fazla acıtmaz emin ol! Canın yanıyor diye düşündüm, için güzel dedim, sen güzelsin dedim, sorun değil dedim, onun evi dedim, seni kendime sürekli savundum ben. Ama yeter ya! Benim de canım var! Benim de canım yanıyor biraz da sen beni gör be adam! Sen gör!"
Jungkook'un öfkesiyle yarışıyordu o an öfkesi, bu yüzden daha fazla kendini tutmayıp Jungkook'un yüzüne sert bir yumruk geçirdi Jimin. Yaptığından sonra şaşkınca yumruk yaptığı eline bakakalırken Jungkook da aynı şekilde burnuna dokunduğunda eline bulaşan kana bakakalmıştı.
Sonra Jungkook da kontrolünü kaybetti, tekmesini o kadar sert bir şekilde geçirdi ki Jimin'in yanındaki masaya, Jimin kendine vuracağını sanıp korkuyla yerine sindi.
Kollarını önüne siper edişini fark eden Jungkook duraksadı ve ona döndü. Jimin ellerini yavaşça önünden çekerken yüzü kıpkırmızıydı, gözleri korkuyla açılmıştı.
Acizim işte diye düşündü. Korkağın tekiyim.
Jungkook ise onu korkutmasının şaşkınlığıyla kalakalmıştı. Bay Park denen şerefsiz gibiyim diye düşündü.
"Sana vurmayacağım Jimin," dedi sakince. "Hiçbir zaman."
"Göründüğümden daha güçlüyüm." dedi Jimin de kısık sesiyle. "Acı eşiğim yüksektir, yumruğumun karşılığını verebilirsin. Sorun değil."
Jungkook ağlamak istedi. Jimin'in gözleri zaten dolmuş hatta yanağında yol almıştı bile.
İkisi de üstlerine çöken yorgunlukla omuzlarını düşürdü. Ne diyeceklerini bilemediler. Tanrı da yardım etmek amacıyla Jimin'in telefonunun çalmasını sağladı.
Önce ikisinin gözleri buluştu. Sonra Jimin sakince koltuğa ulaştı ve Jihyun'un aramasını cevapladı.
"Efendim?"
"Hyung?" diyen telaşlı sesi duymasıyla "Jihyun?" dedi Jimin gözleri Jungkook'a dönerken. "İyi misin? Bir şey mi oldu?"
"Hyung, Jung Su noonayla konuştum, sana söylememem gerektiğini söyledi ama bunu bilmen gerekiyor. Jinyoung hyung ve Jaebum hyung hastanedelermiş. Jinyoung hyung yoğun bakıma alınmış ve Jaebum hyung'un da çok fazla kana ihtiyacı varmış."
Jimin yerin artık bastığı yerde olmadığını fark ettiğinde çok geçti bu yüzden olduğu yere sertçe çakılmak zorunda kaldı. "Ne?" dedi sesi çatlarken. "Joon Hyuk mu yapmış? Babam mı?"
Jihyun'un sesi acı doluydu. "Öyle hyung, çok üzgünüm. Sadece nolur kendini suçlama ve aptalca bir şey yapma olur mu? Sonradan öğrenirsen daha kötü olacağını düşündüm ben sadece. Bir şey yapabilirsem lütfen söyle, sen şimdi iyi misin?..."
Jihyun konuşmaya devam etti ama Jimin'in duyduğu söylenemezdi. Yanına çöken Jungkook'u bile görmüyordu o an.
"Benim yüzümden." diye fısıldadı. "Benim yüzümden hastanedeler. Jinyoung yoğun bakımdaymış, Jaebum'un durumu da ciddiymiş. Benim yüzümden, o kadar haklıydın ki ve ben o kadar yanlıştım ki fark edemedim. Sadece insanlara zarar veriyorum. Senin huzurunu bozdum, onların benim yüzümden zarar görmesine neden oldum. Kendim için, hiç düşünmeden yaptım." Jimin ağlamaya başladığında Jungkook ne yapacağını bilemeden yerinde kaldı.
Jimin koşarak odasına çıktı. Eşyalarını hızlıca topladı ve ağlamasını bir an olsun durdurmadı. Yapması gereken basitti.
Nefes almayı durdurmadığı sürece kendi canı yanacaktı, canı yanmadığı sürece de başkalarının canı yanacaktı.
Bu sefer planı daha basitti. Denklemi çözmesi de kolaydı. Nefes almayı çıkartırsa mutluluğu bulabilirdi.
Ve görüntü kümesi bu dünyaya ait değildi anlaşılan.
Jimin çantasıyla birlikte aşağı indiğinde Jungkook elleriyle yüzünü sıvazlıyor merdivenin başında bir oraya bir buraya yürüyordu. Jimin'i inerken görünce durup yüzüne baktı. "Jimin?" dedi sorarcasına. "Nereye?"
"Kimsenin benim yüzümden zarar görmesine izin veremem Jungkook. Seni rahatsız ettiğim için özür dilerim. Baştan sona, varlığımdan haberdar olmana neden olduğum için, yaptığım her şey için özür dilerim. Benden daha fazla nefret etmeden gitmeliydim zaten, her şeyde olduğu gibi bu konu da da yanlıştım işte. Yaratılışım yanlış zaten."
Jungkook'un önüne geldiğinde duraksayıp gözlerine baktı.
"Jimin," dedi Jungkook bükülen midesiyle.
Jimin konuşmasına izin vermedi. "Sonunu göremedim ama okuduğum en derin kitaptın Jungkook ve anlaşılan, biz kitabın sonunda ölüyoruz."
Jimin'in sesi ilk defa bu kadar acı dolu geliyordu Jungkook'a. Bu yüzden dengesi yokoluvermişti.
"Bu bir aşk hikayesi değil Jimin," dedi "Bu senin öykün. Kötü sonlu olmak zorunda değil."
Jungkook ağlamak istiyordu. Ama donmuş gibiydi.
"Burası dünya Jungkook," dedi Jimin. "Burası bu kadarcıkmış işte. Öykü falan yokmuş, ben kendimi inandırmışım. Zamanını çaldım, özür dilerim." Jimin son kez konuştuğunda Jungkook sustu. En sesli susuşuydu hem de. Çığlık çığlığaydı.
Jimin kapıdan çıkıp gittiğinde ikisi de iki defa yutkundu. Üçüncü de ağladı.
Ve kitabın sonunda gerçekten ikisi de öldü.
Gerçi her zaman, kitabın sonunda ölünürdü zaten. Çünkü bu kitapta kimse vampir değil, kimse uzaylı değil. Burası dünya işte.
Burada bolca nefret var, bolca gözyaşı var. Burada çoğu insan duygusuzca sevişiyor, hisleri harcıyor, öylesine yaşıyor. Burada herkes birbirini eleştiriyor, başkalarının hayatlarına karışmaktan kendi hayatlarını ellerinden kaçırıveriyor. Anlamadıkları şeyle dalga geçiyor burada yaşayan insanlar. Seviyorum diyorlar, sevemiyorlar.
Yarışıyorlar, birbirlerini ezerek üste çıkmaya çalışıyorlar, bir şey başaramıyorlar. Birbirlerini karşılaştırıp duruyorlar işte.
Seveni, hissedeni, başaranı dışlıyorlar. Ve sonunda ölüyorlar.
Çünkü kitapların sonunda ölüyor işte herkes. Önemli olan ölmemek değil zaten, ölmeden önce yaşamak.
Ve yaşayan da ölürken gülümsüyor işte.
Merhabalar efenim!
Öncelikle bu yumruğu hepinizin istediğini biliyordum, benim yazarken aklımda böyle bir şey yoktu birden oluverdi, yani bir baktım Jiminie yumruk atıverdi. Ben yazarken bazen istemsiz olarak olaylar gelişiyor, yani, bazen yazıyorum ve "Niye böyle oldu şimdi, böyle olmayacaktı ki, böyle demeyecekti, niye böyle dedi?" falan oluyorum. Sanırım daha hiç yazmaya başlamadan önce kafamda karakterleri oturtmamdan dolayı, karakterler kendileri bana hükmediyorlar bazen.
Ve Jungkook'a kızanlar için oğluşumu hemen savunmaya geçiyorum:
Şöyle ki güzelliklerim, Jungkook'un karakteri zor bir karakter, en baştan beri onun karakterini çok ince işlemeye çalıştım, anlayabilin diye. Yaşadıkları zor, o istemese bile oluşturduğu duvar hareketlerine karar verebiliyor. Ayrıca daha yeni 2 hafta olacak tanışalı Jimin'le, yani bir anda aşık bir çocuğa dönmesi imkansız ve anti gerçek olur zaten. Bu yüzden ona çok kızmayın olur mu?
Veee, bölümü daha erken atabilirdim belki biliyorum ama sınavdan kurtulduktan sonra birazcık kendimi vakit ayırmak ve dış dünyaya çıkmak istedim açıkçası. Görüşemediğim çok kişi vardı ve Yuki'yi de özlemiştim.
Onun dışında gerçekten ailesel olarak beni yoran çok fazla sorunum var, kafamı yazmaya vermem biraz zor oldu. Gerçi her zaman olan sorunlar, geçmesini beklemek boşa bekleyiş oluyor.
Her neyse asıl söylemek istediğime gelirsem umarım burayı okursunuz.
Sizi cidden çok seviyorum ve desteğiniz gerçekten benim için çok fazla önemli. Bu kitapta desteğinizi hiç eksik etmeyin bana olur mu?
Ve son olarak, yeni bir fic yayınladım. Çoğu bölümü texting ve #minjoon yani Jimin ve Namjoon :3333
İsmi skytales lütfen benim için göz atıverin.
Şimdiden teşekkürler, sizi çooook öptüm! <3333
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro