bölüm 16
Duende 20K olmuş, ben de mutluluk sarhoşu... Teşekkür ederim. Yorum yapan parmakları da öperim.
Birlikte geçirdikleri güzel birkaç saatin ve beklenmeyen anıların ardından ikili ıslak ayaklarını sürüyerek arabaya doğru yürüdüler. Jimin'in kıkırdamaları geceye eşlik eden en güzel şeyken Jungkook da gülümsemesini kesemiyordu.
"Suyun içinde böcek var mıdır?" diye sordu Jimin ellerini gülmekten acıyan yanaklarına bastırırken.
Jungkook bir şey söylemeden henüz dakikalar önce oturup yemeklerini yedikleri yerdeki örtüyü aldı ve çöplerini poşete doldurdu.
"Sence böcekler suyun içinde nefes alabiliyor mudur Jimin?" derken örtüyü ve poşeti arabanın arka kapısını açıp oraya bıraktı, yüzündeki oldukça eğlenen ifadeyi gizleme gereksinimi duymadan Jimin'in şaşkın yüzüne baktı.
"Belki." Kaşlarını çatarak gülümsedi. Yüzündeki ifade tam bir şapşala benziyordu. "Belki su böcekleri vardır, yok mudur?"
Jungkook kahkahasını bastıramadan dudaklarından firar etti ve Jimin'in kulağına ulaştığında o da gülümsedi.
Jungkook'un böylesine gülmesi sık rastladığı bir şey değildi ve bugün bu kahkahaya ya da gülümseyen suratına, ışıldayan gözlerine birkaç kez tanık olduğu için oldukça mutluydu. Ve içinden daha fazlasını arzu ediyordu, Jungkook bir gülme krizine girse ve garip sesler eşliğinde nefes almaya çalışsa nasıl olurdu merak etti.
"Eğer su böcekleri bu gölde yaşamlarını sürdürüyorsalar, eminim ki biz içindeyken birkaçı kıyafetlerinden içeri girmiştir ve-"
Jimin ani bir şekilde "Ne diyorsun be? Doğru konuş." derken kaşlarını çattı ve yumruk yaptığı minik eliyle Jungkook'un omzuna hafifçe vurdu. "Hem su böceği diye bir şey yoktur Jungkook."
Arabanın ön kapısını açıp Jimin'in binmesini bekledi Jungkook. "Bunu ilk önce sen söyledin."
"Yoo." diyerek Jungkook'un kapıyı tutan eline farketmeden değerek koltuğa yerleşti Jimin. "Ben öyle bir şey demedim ki." diyip güldü.
Jungkook gözlerini devirirken Jimin'in kapısını kapadı. Bugün fazla gülmüştü ama bundan şikayetçi değildi. Gözleri koltukta kafasını arkasına yaslamış onu hala gülerek izleyen Jimin'e değdi. Jimin işaret parmağıyla camı tıklatınca kafasını iki yana salladı ve kendi yerine geçti.
Birkaç dakika bir şey demeden oturdular. Jimin sürekli kıkırdıyordu. Eğer kendisinin Jungkook olduğunu bilmese Jimin'in ona kur yaptığını düşünürdü, aslında evet ona kur yaptığı düşüncesi oldukça hoştu ve Jungkook'un bir saniyeliğine falan aklı Jimin'in dudaklarını büzerek ona naz yaptığı birkaç hayalimsi görüntüye gitti. Pekala hayalimsi...
Gerçi, neden böyle şeyler düşündüğünü anlamlandırmak Jungkook için o an zordu. O erkeklerden bile hoşlanmıyordu.
Ama zaten olay erkeklerden hoşlanmak veya hoşlanmamak değildi. Olay tamamen Jimin'in ve üstüne dikilen gözlerin güzelliğiydi.
"Neden sürekli gülüyorsun?" Jungkook arabayı çalıştırdı ve camını açarken bir elinin parmak uçlarını dudaklarına bastıran sarışına baktı. "Kapat o camı Jimin, zaten ıslağız hasta olursun."
Jimin daha çok gülerek durakladığında ona ne kadar yakın olacağı gerçeğini umursamadan uzanıp camı kapattı. "Hala neye böyle gülüyorsun anlamış değilim."
"Ama sen de gülüyorsun." dedi Jimin. "Hem gülesim var, gitmiyor ne yapayım?"
"O zaman daha çok gül. Gelen tüm isteği bir seferde gül ki arabayı sürerken dikkatimi dağıtan başka bir şey olmasın."
Gülüşüne bakarken kaza yapmayayım da yazar hanımın ellerine bıraktığımız kaderimizi yaşayalım Jimin, ben ona güveniyorum yaşayacağımız çok şey var diye düşündü Jungkook. Yani, en azından birazcık buna yakın bir şeylerdi düşündükleri.
Jimin tam da Jungkook'un dediğinin tersini yaparak hafifçe güldü. Gözleri kırışıp dişleri iki dudağının arasından göründü. "Hepsini bir anda bitirmeyeceğim, eve de kalsın."
Jungkook'a bakarak kaşlarını kaldırdı.
"Of ıslak ıslak da bindik arabana."
Jungkook, çattığı kaşları ile vücuduna yapışan ıslak kıyafetlerini iki parmağıyla kaldırıp vücuduna geri yapışmasını izleyen Jimin'e bir bakış attı ve hemen yola döndü.
"Olsun, arabam o kadar da değerli değil."
Ya da senden daha değerli değil.
Jungkook içindeki yabancıya 'kapa çeneni artık' bakışı atarken bugün tamamen kendinisine yabancılaştığını düşündü.
Kıyafetlerinden bakışını kaldırıp Jungkook'a bakarak birden tekrar gülümsedi Jimin.
"Herkesin arabası kıymetlidir."
"Benim değil işte, düşünmesene sen bunu. Bak oradan radyoyu aç hadi. Bir şeyler dinleyelim."
Aklından geçen o cümleyi sesli bir şekilde dile getirmek istemedi Jungkook. Ne kadar içinden bir şeylerin farkına varmaya başlasa -ve bundan ölümcül bir şekilde korksa- da bunu sesli dile getirmek ayrı bir olaydı. Susmak istedi o yüzden.
Jimin omuzlarını silkti ve yüzündeki aptal gülümsemeyi bozmadan radyoyu açıp o an kulağına güzel gelecek bir şarki bulana kadar değiştirip durdu. Sonunda pek tarzı olmasa da o an kulaklarına ulaşan hafif tempolu sözsüz şarkının her bir ritmi onun kalbinde bir şeyleri uyandırmış gibi hissetti. Kendini kalabalık şehrin sokaklarından birinde yağmurun altında ıslanan ve bir köşeye sığınarak öylece bekleyen bir kedi gibi hissetti, Jungkook ise şemsiyesinin altından ona şefkatli gözlerle bakmış ve gülümseyerek kucağına almıştı. Kulaklarının ardına bir öpücük bırakmış ve onu evine götürmüştü. Dışarıda yağmur yüksek katlı binaları döverken onlar sıcacık evlerinde pencerenin önünde tembelce yuvarlanıp birbirlerine sokulmuşlardı ve Jimin'in, ve Jimin'in gerçekten ne düşündüğü hakkında hiçbir fikri yoktu.
Kendi hayal alemine dalmışken sağ tarafındaki cama vuran Jungkook'un yansımasını gülümseyerek izlediğinin farkında değildi.
Müziği kulakları ile dinlediği söylenemezdi zira kalbi müziğin ritmiyle kendi kendine dans ediyordu, şimdilik yalnızdı. Şimdilik.
O an Jimin nedense huzurlu hissediyordu. Jungkook'un boynuna uzanan sokak kedisi Jimin ne kadar huzurlu olabilirse o kadar huzurluydu işte.
Hem Jungkook'un kahkahalarına tanık olmuştu bugün, hem de tasasız görünen rahat yüz hatlarına, o kiraz dudaklarındaki gülümseye neden olmuştu.
Eğer Jungkook böyle güzel gülecekse, hem de onun için, Jimin su böceklerinin gerçek olmasını dileyebilirdi. Onlar suyun içindeyken kıyafetleri arasına girmesine göz yumabilirdi, o çırpınırken Jungkook'un ona gülmesini sağlardı ve... ve eğer kıyafetlerine böcekler girerse Jungkook'un önünde soyunmak zorunda kalırdı-
Aniden kendine gelip ısınan yanaklarını kavradı ve gözlerini yumdu Jimin.
Ve sonra... birden bugün bedenini sarmalayan sıcacık kolları hatırladı. Onların verdiği güven verici hissi ve Jungkook'un sakince tempo tutan kalbini düşündü.
Jimin, Jungkook'a gerçekten düşmüştü.
Yolun geri kalanında Jimin aynı şekilde şapşal şapşal gülerek hayallere dalıp ve kendi kendine tepkiler verip Jungkook'un varlığını unutmuşcasına kendi hayal alemine dalmışken, Jungkook'un dudaklarının bir ucuna yapışmış miniminnacık bir gülümseme ile gözlerinin ucuyla onu izleyerek keyifle arabasını sürdüğünün farkında bile değildi.
***
"Üşüdüüüüm." Jimin arabadan iner inmez ıslak kıyafetleri yüzünden soğuyan bedenine çarpan esinti ile sızlandı. "Hadi Jungkook koş."
Jimin minik ama hızlı adımlarla önden koşturarak evin kapısına ulaşmaya çalışırken Jungkook gülümseyerek onu izledi ve yavaş yavaş ardından gitti.
Kapının önünde üzerindeki hırkanın ceplerine ellerini sokmuş onları yüzünde bir sırıtışla izleyen Taehyung, ona koşturan Jimin'i görünce elini uzattı.
"Üşüyoruuuum." dedi Jimin tekrar birkaç basamağı Taehyung'un elini tutarak çıkarken.
Hemen kapıya ilerledi ve alnını kapının sert yüzeyine yaslarken ona inat yavaşça ardından gelen Jungkook'u beklemeye başladı.
Taehyung gülerek elini Jimin'in ıslak sırtında gezdirdi. "Size ne oldu böyle?"
"Götüm dondu benim çabuk olsana." Jimin, Taehyung'u umursamadan Jungkook'a bağırdığında esmer olan anahtarı cebinden çıkartırken basamakları çıkan Jungkook'a baktı.
"Götü donmuş, duydun mu? Isıtıver çoçuğun götünü." Taehyung keyifle mırıldandı.
Jungkook bir an afalladığında ve anahtarları düşürdüğünde Taehyung kahkaha attı. "Artık nasıl ısıtırsın bilmem."
"Kes sesini boşboğaz."
Jungkook anahtarları aldı ve kapıya utançla daha çok yaslanan Jimin'i hafifçe geri çekip kapıyı açtı. Jimin'se kendi kendine hayıflanıyordu, neden götüm donuyor dedim ki?
Üçü birden eve girdi ve ıslak kıyafetlerden kurtulmak için odalarına gitmek üzere olan ikiliyi kollarından asılarak durdurdu Taehyung. "Üstünüzü değiştirdikten sonra bize gelin. Seokjin hyunglar geldiler." Taehyung yüzünde sevecen bir ifade ile Jimin'e döndü. "Zaten seninle tanışmak istiyorlardı."
Jimin kaşlarını kaldırarak baktığında Taehyung açıklarcasına "Abim." dedi. "Namjoon da onun en yakın arkadaşı, bir nevi diğer abim gibi. Yurttayken senden çok bahsettiğimiz için seni merak ediyorlardı."
Jungkook kolunu Taehyung'un elinden kurtarıp merdivenleri çıkmaya başlarken içinden Taehyung'un kendisinin Jimin'den bahsettiğini söylememesini diledi. "Ben gelmiyorum. Jimin de çok istiyorsa gelir işte."
Taehyung gözlerini devirdi ve Jimin'e gülümsedi. "İlla diyorsun ki tamam bize gelin. Tamam size gelelim kardeşim, madem bu kadar istiyorsun."
Jimin kıkırdayarak Taehyung'un kolundaki elini sıktı.
Taehyung merdivenlere doğru kafasını kaldırıp söyledi. "Ayrıca Seokjin hyung "Jungkook'un son zamanlarda keyfini yerine getiren çocuğu görmeden gitmem." diyor."
Jungkook gözlerini devirirken Jimin kaldırdığı kaşları ve sırıtan yüzüyle Jungkook'a baktı.
Jungkook onun bakışlarından kaçarken "Hyung keyifli olmanın ne olduğunu kız arkadaşından ayrıldıktan sonra unuttu galiba. Çünkü suratım her zamankinden daha asık." diye söylendi.
"Kendin söylersin." Umursamazca omuz silkip elini geri çekti ve geri geri yürüyerek kapıya gitti. "Ha bu arada Jungkook!"
Merdivenlerin sonunda holde kaybolmak üzere olan Jungkook kafasını çevirip önce Jimin'e, sonra da Taehyung'a baktı. "Ne var Taehyung?"
Taehyung bu sefer ciddi bir yüz ifadesi ve kıstığı gözleriyle Jungkook'a baktı. "Neden yetimhanedeki çocuklara yaz partisi yapacağımızı söyledin? Şu an için bunu planlamak çok zor olur, zaten bir sürü yapılacak şey var. Yapamazsak çocukların hayal kırıklığına uğrayacağını biliyor musun?"
Jungkook elleriyle ıslak saçlarını taradı ve gözlerini başka bir yere sabitleyerek konuştu. "Zaten yurtta değil, burada yapacağız. Çocukları üzecek bir şeyi asla yapmam Taehyung, onları boş yere asla heveslendirmem. Ve o yaz partisi bizim evde olacak." derken Jimin'e baktı. Sonra gözlerini kaçırıp Taehyung'a baktı.
"Tamam o zaman." Taehyung hafifçe gülümsedi. "'Sizin' evde yaparız partiyi, değil mi Jimin?"
"Ha?" Jimin Jungkook'un az önce hafif utanmış ifadesine takılı kaldığından konuşulanların bir tanesini bile duymamıştı. Yapacağı iyiliği söylerken utanarak başını yere eğen Jungkook gözüne çok tatlı gelmişti. Evet evet Jungkook, bizim Jungkook.
Kalbi tekrar kendi dansını etmeye başladığında Jimin gözlerinin hala Jungkook'ta olduğunu farketti ve bakışlarını kaçırdı. Tabi bunu tek farkeden o değildi. Taehyung sırıtarak "Eh, ben gideyim madem. Beş dakikaya dört kişi olmuş olarak geri dönerim." dedi ve hızla kapıyı açıp koşarcasına çıktı gitti.
Geriye bakışan ikili kalmıştı. Bugün yaşadıkları şeylerin garip olduğunu düşünüyordu Jimin. Güzeldi, biraz kalbini sızlatıyordu. Ama parmak uçlarından çiçekler döktürüyor, ardında güzel bir iz bıraktırıyordu. Ki Jimin geri dönüp baktığında çiçek kokusuna bulanmış bir avuç Jungkook'lu anı görüyordu.
***
"Bir keresinde hepimiz sarhoşken bir iddiaya girmiştik, en fazla sakızı kim çiğneyebilir diye. İşte bu salak Namjoon ağzına iki avuç sakız atmıştı. Onları çiğnemeye çalışırken böyle ağzından salyalar akıyordu çenesine doğru." Taehyung kahkaha atıp Jimin'in dizine vurdu. "Sonra da çenesi o kadar sakızı çiğnemeye çalışmaktan yorulunca ağzını açtı ve taş gibi kalıp şeklinde sakız kütlesini yere pıt diye düşüverdi ."
Namjoon gözlerini devirirken elindeki birayla yerine geçmeden önce ayağıyla Taehyung'un baldırına vurmuştu. Herkes gülerek onları izliyordu. Ellerinde birer yerlerde ise çokça bira şişeleri bulunuyordu.
"Namjoon o kadar sakızı çiğneyemeyince o iddiayı kazanan ben olmuştum." Seokjin gülerek ellerini dizlerine vurunca Taehyung da vurmuştu ve Seokjin homurdanıp onun ellerine geri vurmuştu.
Bu arada Jimin, Seokjin ve Namjoon'a bayılmıştı. İkisi de hayatında bu zamana kadar gördüğü bütün samimiyetin -Jinyoung ve Jaebum'u ayrı tutarsak- toplamından daha samimiydiler ve Jimin, Jungkook'un onlarlayken ki huzurundan oldukça etkilenmiş, keyifle mayışmıştı.
İlk içmeye başladıklarında Jimin Taehyung ve Seokjin'in ortasında oturmuş onlarla uzun uzun keyifli sohbet etmeye başlamıştı. Jungkook tam karşısında oturmuş Namjoon'la sohbet ederken gözleri onun iradesi dışında Jimin'e kayıp durmuştu. Eh, bir de onu gülümseyerek izleyen Yoongi'ye.
Yoongi'nin çok güçlü şeyler hissettiğini düşünmüyordu Jungkook ama bir şeyler olduğu kesindi ve bu ona yüzünde çıkan sivilcenin verdiği rahatsızlık hissinden vermişti. Nedenini düşünmek istememişti, bunun için de Jimin'in kanına karışan alkolle kızaran yanaklarıyla aynı hızda içmeye başlamıştı.
Ve şu an, Jimin kıkırdayarak yanında oturduğu Jungkook'un gözlerine bakıyordu. Tam da gözlerinin içine hem de.
Hangi ara buraya geldiğini hatırlamıyordu. Şey, aslında kafası pek yerinde sayılmazdı ama kimsenin değildi. Hatta birazcık Jungkook'un bile. Ama yine de burada aklı en başında insan yine oydu.
Taehyung ve Seokjin saçma şeyler hakkında saçma bir şekilde tartışırken Namjoon koltuğun kenarına yaslanmış telefonuyla ilgileniyordu. Sarhoş kafasıyla eski sevgililerinden birine sensiz çok mutluyum konulu yanlışlıkla atılmış süsü verilen ama aslında çokça acı barındıran mesajlar atmamasını umuyorum. Bunu gerçekten umuyorum. Üçlü koltuğun karşısındaki ikili koltuğa yan yana oturmuş Jimin ve Jungkook'sa hala birbirlerine bakıyorlardı.
Jungkook koltuğa iyice gömülmüştü, boynu gözükmüyordu ve yüzünde huzurlu bir gülümseme ile sarışını izliyordu. Jimin ise Jungkook'a bakarak çoraplarını ayağından ne kadar da çıkarmak istediğine dair bir şeyler mırıldanıyordu. Gerçekten sarhoş olmuştu ve sesi her zamankinden kısıktı konuşurken, kırmızı yanaklarını biraz kuşatmıştı ve alkolün verdiği cesaret -ya da aptallık- ile yüzüne yapışan sarhoş gülümsemesiyle Jungkook'a kur yapıyordu. Tabi bunun farkında değildi. Ama istediği kadar karşısında onu dikkatle izleyen gözlere karşılık verebiliyor, göbeğiyle oynamayı ne kadar sevdiğini, çorapsız ayaklarının çok daha mutlu olduğunu ve dudaklarının genelde soğukta ne kadar da üşüdüğünden bahsedebiliyordu. Resmen kur yapıyordu. Parmaklarından dökülen çiçekler bu sefer avuçlarında birikiyordu, çünkü yarın uyandığında hatırlayacağı bir şey olmayacaktı muhtemelen. Elleri çiçek kokacaktı yalnızca, bu bile bir işaretti ne kadar güzel anılar edindiğine ama Jimin hatırlamayacaktı bile. Jungkook'a 'göbeğinle oynayabilir miyim?' dediğini asla bilmeyecekti.
Yoongi ise kafası en az bulanık kişiydi. Tekli koltuğa yayılmış, telefona dikkat kesilmiş dakikalardır hareket etmeyen Namjoon'u, kıkırdayarak ara ara da birbirlerine hırlayarak sohbet eden ikili Seokjin ve Taehyung'u, ama en çok da birbirlerinin gözlerine bakarak mırıl mırıl konuşan Jimin ve Jungkook'u izliyordu. Elbette ki aralarındaki çekimin farkına varmıştı ve Jimin'i öyle Jungkook'a bakarak gülümsediğini gördüğünde onun da kalbi sıcacık olmuştu.
Jimin'i böyle görmek güzeldi. Kırışmış göz kenarlarını ve gülmekten ortaya çıkan kızarmış elmacık kemiklerini, bir de tombul dudakları arasından parlayan yamuk ön dişlerini... Çocuksu bir güzelliği vardı Jimin'in. Gülünce daha da çocuk oluyordu sanki.
"Bana telefonunu verir misin?" Jimin Jungkook'a yaklaşıp onun boyun hizasındayken gözlerini ona doğru, yukarı dikmişti.
"Niye?"
Jimin küçük şımarık bir çocuk gibi ellerini Jungkook'un göğsüne bıraktı. "Lütfen."
Jungkook tamamen alkolün etkisiyle telefonu sıkıştırdığı cebinden çıkartıp ona uzattı. Yoksa Jimin'in kirpiklerinin altından bakan gözlerine ya da büzülen dudaklarına karşı koyamamasıyla bu durumun bir ilgisi yoktu.
Jimin keyifle telefonu alıp kendini çekmeye başladığında Jungkook ilk başta şaşırsa da sonradan telefonunda bulduğu, Jimin'in gizlice kendini çektiği fotoğraflar aklına gelince sırıttı. Yaramaz çocuk, diye söylendi keyifle. Sonra Jimin fark etmesine bile izin vermeden onun göğsüne yaslanıp kameranın kadrajına ikisini aldı. Ve telefon şuana kadar çektiği en güzel, en huzurlu resmi çekti.
Jungkook telefonu elinden alıp fotoğrafa baktığında Jimin de bakmak için eğildi. "Çok güzeliz." dedi Jimin.
"Çok güzelsin." diye onayladı Jungkook.
Sonra Jimin yaramaz kıkırdamasını tekrar ortalarına bırakıp ondan hafifçe uzaklaştı.
Jungkook bir süre daha, Jimin'in sesini duyana kadar, fotoğrafa baktı.
"Çoraplarımı artık çıkaracağım sanırım. Emin olamıyorum. Çıkarayım mı Jungkook-ssi?"
Jimin gülerek ayaklarını kaldırmış ve ayak parmaklarını kımıl kımıl oynatmıştı. Bunu gören Yoongi elinde olmadan gülümsemişti. Jungkook da gülümsemişti. Sonra Yoongi onları izlerken ikisi gülmeye devam etmişti.
"Çıkar artık çıkaracaksan, dakikalardır çoraplarından bahsediyorsun Jimin-ssi."
"Ahhh," diyerek bacaklarını kendine çekti ve çoraplarını bir bir çıkarırken sanki striptiz yapıyor gibi bir ifadeye bürünmüş yüzüyle Jungkook'a bakarak çoraplarını arkasına doğru fırlattı Jimin.
Çoraplarının nereye gittiği umrunda değildi ve, ve gözleri... gözleri Jungkook'un içkisini yutkunurken oynayan adem elmasına ve dudağının kenarından sızıp o adem elmasının üzerinden süzülen bir damlaya takılmıştı.
"Adem elmana dokunabilir miyim?"
Jungkook gözleri kısılana kadar gülümsemiş ve muzip bir ifadeyle kafasını hayır anlamında sallamıştı. "Sen de her şeyi elleme derdindesin."
Jimin kaşlarını çatıp kollarını göğsünde bağladı. "O zaman göbüşüne dokunayım, ne olur yani bir kerecik mıncıklasam?"
Jungkook minik bir kahkaha atıp yumruk yaptığı elini karnına vurdu. "Benim göbüşüm yok senin aksine. Taş gibi, mıncıklayamazsın."
"Sen de her elleme atağımı reddetme çabasındasın. Kendini tutamamaktan mı korkuyorsun?"
"Saçmalama." derken gözlerini devirdi Jungkook.
Onları izleyen Yoongi birden ayağa kalktı ve artık gitmeleri gerektiğini söyledi. Gitmek istiyordu ve bu sarhoş üçlüyü eve nasıl götüreceğini düşünerek onlara ilerledi. Neyse ki zorluk çıkarmamıştı hiçbiri. Namjoon hala telefonuna bakarak kapıya gitmiş ağzı bir karış açılmış öylece duruyordu. Taehyung'un ise koluna girmişti ve Seokjin de onu paytak adımlarla takip etmişti. Jungkook onları karşılamak için kapıya kadar gitti. Uzaklaşan arkadaşlarını izlerken yüzünde bugün hiç gitmeyen küçük bir gülümseme vardı. Dirseğini kapı pervazına yasladı ve Yoongi'ye seslendi. Yoongi kafasını çevirip ardına baktı.
"Ayıldığında söyle Taehyung'a evi toplamaya gelsin."
Yoongi gözlerini devirip önüne dönmek üzereydi ki Jungkook'un kapıya dayadığı kolunun altında Jimin çıkaverdi. Kıkırdayarak elleriyle Jungkook'un kollarına asıldı. "Evet evet gelsin. Yoksa tek başıma çoraplarımı bulamam. Hem de en sevdiklerim onlar, Jungkook almıştı."
Yoongi bir şey demeden evin yolunu tuttu. Bu gece birden birbiriyle flört etmeye başlayan iki şapşala dönüşmüşlerdi ve Yoongi'nin nasıl bir tepki vereceğine dair fikri yoktu. Ama bu ikisinin arasındaydı değil mi? Bir tepki vermesine bile gerek yoktu. Onları yalnız bıraksa yeterdi ve o da öyle yapmıştı.
Kapının önünde birbirine sırıtarak bakan ikili sonunda önce eve girmişlerdi sonra Jungkook'un odasına girmişlerdi. Jungkook onun neden odasına geldiğini düşünecek gibi olsa da sonra içinden her neyse diye mırıldanıp geçiştirivermişti. Jimin zaten sarhoştu, ne yaptığını ya da ne konuştuğunu bilmiyordu. Tek bildiği Jungkook'un göbüşünü mıncıklamak için duyduğu ihtiyaçtı. Jungkook ise onun kadar gidik değildi ama yine de kendine hakim olamıyordu. Jimin'in gülmesine karşılık vermeden duramıyordu. Jimin, Jungkook'u beklemeden kendini yatağa atıp kıvırılırken Jungkook yatağın kenarında durup onun kendisine dünyanın en sevimli gülümsemeyle bakışına kendince karşılık verdi.
Sonra ikisi de hiçbir şekilde sorgulamadan aynı yatağa girip yattıklarında durgunlaşmışlardı.
Sanırım Tanrı içkiyi siz insanlar sapkınlık yapın diye değil de geleceğin en güzel çiftlerinin birbirlerine atacakları adımları hızlandırmaları için yaratmıştı. Zira ne Jimin Jungkook'a kur yapabilirdi yoksa, ne de Jungkook Jimin'le aynı yatağa girebilirdi. İkisinin de kanında alkol dolanıyordu, kalpleri sarhoştu, zihinleri bulanıktı.
Jimin ise birden üzerine çöken ağırlık ile kalakalmıştı. Sarhoş olmak iyiydi, hoştu da neden yaşadığı acıları tüm çıplaklığıyla gözleri önüne seriyordu ki durduk yere? Neden insanı bu kadar savunmasız hale getirip onlarca kez acısını hissettiği acısına av ediyordu onu?
Jimin o an çok duygulandı. Avuçlarına biriken çiçeklere baktı. Şimdi yoktular, karanlıktı. Ne ailesine karşı, ne çocukluğuna karşı, her şey kapatıldığı o dolap gibi karanlıktı. Gözlerinin dolduğunu hissetti. Etrafına sarılacak bir çift kol istedi, istediğinde ellerini tutacağını bir çift el ve soğuk olduğunda omuzlarına bırakılacak bir ceket. Çocukluğundan beri yalnız oluşu, Jungkook'un yanındaki yalnızlığı kadar yakmamıştı canını. Onun acısına merhem olmak istiyordu ama kendisi de yaralıydı. Yine de... hayat her zaman denemeye değerdi.
"Jungkook," diye mırıldandı sessizce Jimin. Kelimeleri zor toplamasına ve Jungkook'un ses çıkarmamasına rağmen "Biliyor musun?" diye sordu. "Hani içim acıyor, derler ya. Biliyor musun? O içim acıyor demeleri hiç yalan değil. Yemin ederim, gerçekten çok acıyor Jungkook."
Jungkook biliyorum demek istedi. Ama boğazında bir yumru vardı ve yapmak istediği tek şey Jimin'i dinlemekti. Jimin, onun bildiğini biliyordu gerçi. Onun yanışlarını biliyordu tabii, bilmez miydi? Jimin Jungkook'a düşüvermişti ya, ateşine de düşmüştü işte. Hem de... hiç şikayet etmeden.
Gözyaşları usul usul yanaklarından süzülürken Jungkook sesini çıkarmadan elini yanağına yaslamış onu izliyordu. Her bir damlanın çene hattına kadar gidişini izliyor sonra tekrar gözlerine bakıyordu.
"Jungkook-ssi." dedi tekrar Jimin. Sesi minicik bir çocuğun heyecanını taşıyıvermişti bir an.
Jungkook elinde olmadan cevap verdi. "Efendim Jimin-ssi."
Jimin gülümseyerek ona döndü.
"Jungkook-ssi. Birlikte kuş olalım mı? Sadece bir günlüğüne. Sadece bikerecik canımızın acısını tamamen unutalım ve özgür olalım gökyüzünde. Kafeste olmayalım ama. Ben hep kafesteydim çünkü."
Jungkook hafifçe gülümsedi.
"Jungkook-ssi. Hadi benim bir kuş olduğumu söyle."
Jungkook kıkırdayarak elini uzattı ve Jimin'in ıslak yanağını işaret parmağının tersi ile sildi.
"Hadi söylesene."
"Sen özgür bir kuşsun Jimin-ssi."
Jimin gülümseyerek gözlerini gözlerine dikti, parıl parıl parlıyordu.
"Ah gerçekten mi? Tamam hadi şimdi sen de kuş ol. Senin de bir kuş olduğunu söyle. Duymak istiyorum. Yoksa göbüşünü mıncıklarım."
"Ben kuş olamam Jimin-ssi."
Jungkook gözlerini kaçırdığında Jimin kıkırdadı. "Korkma. Eğer korkuyorsan daha önden de daha yüksekten de ben uçarım. Beni takip etsen ne olur?"
Uçamayacak kadar ağır olduğu gerçeği Jungkook'u üzdü. Çünkü onunla uçmak isterdi.
"Ben sana yük olurum Jimin-ssi."
"Olmazsın, eğer yüklerini paylaşırsak bir şey olmaz. Gerçekten olmaz."
"Ah Jimin, yapma lütfen."
Jimin dudaklarını büzerek ona bakarken omuzlarını silkti. "Ama ben ikimizin de kuş olmasını istiyorum. Cik cik cik~"
Jungkook gülümseyerek yüzünün hemen önünde dudaklarını büzerek öten sarışın çocuğu izledi.
(Biliyorum, çok ama çok tatlı~ onu ısırarak sevmek ve bunu yaparken ağlamak istiyorum)
Elini uzatıp alnına düşen sarı tutamları kenarlara iteledi.
O kadar yakınlaştılar ki Jimin ötmeyi unuttu. Yakınlıklarından doğan heyecanı tüm vücudunu sardı.
Sonra gözleri birbirlerinden ayrılmazken herkesi şaşırtacak bir şekilde o iki yumuşak ve bu bir sır olsa da birbiri için yaratılan o iki dudak karanlıkta birbirlerini buldular. Hem de yolu ezbere bilir gibi.
Yavaşça birbirlerini öpmeye başladıklarında Jimin heyecandan öleceğini sandı. Kalbi sızlıyor, avuç içleri karıncalanıyordu. Jungkook'un dudaklarını kendi dudaklarında hissetmenin bu kadar iyi hissettireceğini tahmin etmişti ama bunu yaşamak farklı bir şeydi.
Jungkook'un da sarışından bir farkı yoktu. İç sesi sürekli bir şeyler söylüyor ve Jimin'i daha hızlı, daha sert öpmesine neden oluyordu. Sanki aceleleri var gibi.
Öp, diyordu iç sesi. Hazır sarhoşken öp onu. Tüm tadına var, zaten yarın her şeyi unutacaksın. Ama şu anda tek düşündüğün dudağını minik bir bebek gibi kavrayıp emen dudaklar olsun.
Jimin kendini tutamayarak elini Jungkook'un boynuna attı ve baş parmağıyla adem elmasını okşarken dudaklarını emen dudaklara karşılık verdi. Jungkook'un dilinin yamuk üst dişlerinde gezindiğini hissettiğinde irkilerek o da dilini uzattı. Her yer daha da sıcak oluyordu ve birbirlerine değen dudaklar daha hızlanıyordu. Jungkook dilini emmeye başladığında Jimin avuç içlerini Jungkook'un bedeninde gezdirmeye başladı. Parmaklarından dökülüp avuç içinde minik bir havuz yapan çiçekler bir bir Jungkook'un boynuna, adem elmasına, köprücük kemiklerine bulaşıyordu ve Jimin burnuna gelen kokunun avuçlarından mı yoksa avuçlarıyla ovduğu Jungkook'un teninden mi geldiğine emin olamadı. Tıpkı dudakları gibi kokuları da, tenleri de, her şeyleri gibi birdi şu an. Kalpleri aynı hızla çarpıyordu.
Odada yalnızca ıslak öpüşme sesleri ve arada Jimin'in kendini tutmayarak Jungkook'un ağzına bıraktığı minik inlemeleri duyuluyordu. Jungkook ani isteğiyle Jimin'i yavaşça altında bıraktığında Jimin, Jungkook'un boynuna kadar çekelediği tişört sayesinde açıkta kalan göbek deliğine işaret parmağını geçirmişti. O orayla oynarken Jungkook gülmesini tutamadı ve birkaç saniyeliğine ayrıldılar. Jimin bundan hoşnut olmadığını belli eden bir sesle homurdandığında Jungkook sessiz kaldı. Şu an kahkahalarla gülmek ve yok olup gitmek arasında bir yerdeydi. Yok olup gitse öpülmeyi bekleyen bu dudaklara yazık olurdu gerçi.
Jimin boynunu yukarı kıvırıp dudaklarını Jungkook'un adem elmasına bastırdı ve dudaklarını sürüyerek çene hattına kadar geldi. Jungkook tenine değen dudakların gülümsediğini hissettiği anda Jimin dilini çıkarıp çenesinden dudaklarına ve burnunun ucuna kadar yaladı. Jungkook gülümsemek dışında bir şey yapmazken Jimin diliyle minik bir kedi gibi onun dudaklarını yalamaya devam etti. Tıpkı arabada hayal ettiği gibi sokak kedisi Jimin olmuştu ve Jungkook'un göğsüne kurulmuş onun ağzını yalıyordu.
Jungkook geri çekildikten sonra onun beyaz tenine karşı hissettiği çekime karşı gelemeyip üstüne tekrar eğilerek ıslak dudaklarını onun boynuna bastırdığında Jimin düşüyormuş gibi hissetmesi yüzünden omuzlarına sıkıca tutunurken iyiden iyiye dönmeye başlayan başı yüzünden gözlerini de sımsıkı yummak zorunda kaldı.
Jimin Jungkook'un yanındayken güneşti, kuştu, sokak kedisiydi. Ama en çok kendisiydi ve en çok kendisini sevsin istiyordu.
Bir ara Jimin öpüşmelerini tekrar durdurdu. Minik elleriyle Jungkook'un alnından başlayıp saçlarını geriye iterek başını okşarken hep aklına gelip içinden düşünmek zorunda kalarak söyleyemediği, Jungkook'a ait o cümlelerden birini ona doğru fısıldadı.
"Gözlerin nasıl bakıyor biliyor musun? Sanki bin yıldır aynı hüznü,bin yıldır aynı geceyi yaşıyormuş gibi. Söylesene Jungkook, neden kolların hiç sahip olamadığım o güven dolu ev hissini veriyor?"
Jungkook midesine yumruk yemiş gibi irkilip gözlerini yumdu. Cevap veremedi, onun yerine tekrar dudaklarını birleştirdi.
Dakikalar boyunca orada öylece öpüşmeye devam ettiler. Jimin çiçek dolu avuçlarıyla Jungkook'un çıplak omuzlarını ovdu. Jungkook ise bakir iradesine sahip çıkıp ilerisine gitmeden onu öptü. Birbirlerinin ağızlarına inlediler ama hiçbir zaman daha ilerisi yapmadılar.
Bu hararetli öpücük siz okuyucular için olmasa da onlar için baya büyük bir adımdı ve dua edelim ki... devamı da gelsindi.
Bir süre sonra Jimin Jungkook'un çıplak göğsünde uyuyakalmıştı. Jungkook ise arada onun çiçekli avuçlarını öperken eliyle sardığı bel oyuntusunu okşuyor, çenesine değen saçların ve Jimin'in boynundan yükselen sıcacık bir kokunun tadını çıkarıyordu. Alkol kanında hızlıca dolanıyordu. Beyni uyuşuktu ve aslında ne yaptıklarını idrak etmemişti. Dışarısı karanlıktı. Bu karanlıkta kuş uçamazdı, kedi ise uyurdu. Ama bu karanlığa güneş doğardı, ve bu güneş Jimin gibi kokardı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro