Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

bölüm 10

Kapıyı açan Yoongi'ydi. Gözleri benimkilerle buluştuğunda kaşları ilk olarak şaşkınca havalandı sonra sırıtmasıyla gevşeyen suratı yüzünden aşağı indi.

"Merhaba," dedim gülümseyerek. "Misafir kabul eder misiniz?"

Küçük bir kahkaha salarken dışarı doğru, kapının arkasına geçip eliyle geçmem için işaret etti ve dünyanın en samimi sırıtışıyla söyledi. "Gir içeri."

Kapıyı arkamdan kapattığında ellerimi önümde bağlayarak ona doğru dönüp gülümsedim. Gözleri yavaşça üstümü süzdü. Ben de bundan destek alarak dağılmış yeşil saçlarında, baskılı sarı tişörtünde ve siyah dar pantolonunda göz gezdirdim. Yoongi gerçekten güzel bir adamdı, bunu her gördüğümde tekrar tekrar fark edebiliyordum.

"Taehyung yok mu?" diye sordum garip sessizliği bozmak için.

"Ah," Eliyle ensesini kaşırken yüzünü buruşturdu. "Mutfakta."

Bir sorun varmış gibi durduğu için yüzüne doğru baktığımda ellerini omzuma çıkartıp arkamı dönmemi sağladı ve beni mutfağa doğru ilerletirken "Görünce anlarsın." diye mırıldandı.

Mutfak kapısından içeri girdiğimde Taehyung'u görebilmek için büyük ve sevimli mutfağa bakınmaya başladığımda onun sesini duyana kadar gözlerimizi buluşturamadım.

"Kim gelmiş?" diye soran sesini duyduğumda şaşkın bakışlarımı yere indirdim.

Yere oturmuş önündeki devasa kaplara daldırdığı elleriyle görüntüsü hiç hoş olmayan şeyleri karıştıran halini görünce şaşkınca "Taehyung?" dedim.
"Jimin?" dedi neşeli sesiyle. "Hoşgeldin, bu ne güzel süpriz."

"Sen," dedim bakışlarımı Yoongi'ye 'ne yapıyor' dercesine çevirirken. "Yerde ne yapıyorsun?"

Yoongi başını iki yana doğru 'usandım' bakışlarıyla sallarken Taehyung daha da neşelenerek "Yeni bir tarif bulmaya çalışıyorum." dedi. "Yarın çocuklara sürpriz olarak götüreceğim. Tadına bakmak ister misin?"

"Onu zehirleyeceksin." dedi Yoongi sinirli sesiyle.

Taehyung omuz silkerek tabağı kenara bıraktıktan sonra onu umursamadan yerdeki işine kendini tamamen odaklamış bir şekilde devam ettiğinde kıkırdayıp Yoongi'ye baktım ve sordum. "Hangi çocuklar?"

"Kendi çalıştığı çocuk yurdundakilerden bahsediyor." Yoongi cevapladığında sorgulayıcı bakışlarıma hafif çatılan kaşlarımı da ekledim. "Taehyung yurtta mı çalışıyor?"

"Evet," dedi Taehyung başını kaldırıp gözlerimi buluştururken. "Kimsesiz çocuklar yurdu."

Ağzım şaşkınlığımı belli edercesine hafifçe aralandığında "Jungkook bahsetmedi mi?" diye sordu. Benim cevap vermeme fırsat kalmadan Yoongi buzdolabının yanına doğru ilerlerken yerime cevapladı. "Jungkook konuşuyor mu diye sorsaydın keşke."

"Yani," diyerek Yoongi'yi destekledim, bugün aksi olmasına rağmen. "Pek konuştuğu söylenemez."

Taehyung kıkırdarken melodik bir şekilde "Jungkook, Jungkook," diye tekrar etti. "Yurttaki çocuklar ona bayılıyor."

Bugün belki de beşinci kez ağzım şaşkınlıkla aralanırken "Ha?" diye bir ses çıkardım dudaklarımın arasından. "Jungkook da mı seninle çalışıyor?"

"Hayır," Konuşan Yoongi'ydi. Kollarının göğsünde bağlarken "O çiftlikte çalışıyor." diye ekledi. "Atlarla ilgileniyor. Bundan da mı bahsetmedi?"

Bir süre ne demem gerektiğini bilemeden Yoongi'nin yeşil saçları ve Taehyung'un elindeki soslu eldivenler arasında gözlerimi gezdirken Jungkook'u at binerken hayal ettim ve istemsiz iç çektim. Bugün gerçekten tuhaf bir gündü.

"Onunla ilgili pek bir şey bildiğim söylenemez." diye mırıldandım ve buna istemeden bozuldum. Bir haftadır aynı evin içindeydik ve birbirimizle ilgili bildiklerimiz sadece varsayımlardan oluşuyordu.

"Çocuklar onu nerden tanıyor o zaman?" diye sordum merakla.

"Neredeyse her gün uğrar, gönüllü olarak çizim ve keman dersleri veriyor."

Taehyung omzuyla saçlarını gözünün önünden çekmeye çalışırken-ki uyuz olmuş gibi bir görüntü sunuyordu.- "Ciddi misiniz? Keman mı çalıyor?" diye hayretler içinde sordum ve yere Taehyung'un yanına oturup saçlarına ellerimi daldırarak gözlerinin önünden çekmesine yardım ettim.

"Hmmm, hobi olarak." Yoongi bana bakıp gülümsedi. "Ama güzel çalar. Hayal etmesi zor olacak fakat çalarken çok huzurlu ve sakin görünür. Bir gün gelip izlemelisin." Gri buzdolabının kapağını açıp eline aldığı meyveli dondurmayla bana doğru dönüp ekledi. "Dondurma ister misin?"

Gözlerimi heyecanla açıp ellerimi çırptım. "Şuan bundan daha fazla bir şey istediğimi söyleyemezdim!"

Yoongi güzel gülüşünü yüzüne takıp elindeki dondurmayla birlikte kaptığı tatlı kaşıklarını alıp yanıma, yere oturdu.
"İzlememe izin vermez ki," dedim.

"Ondan izin isteyen kim ki?" Yoongi omuz silkerken sırıttı. "Orada çalışan asıl kişi Taehyung, seni davet ederse o karışamaz."

"O nerede? Bugün tatil günü değil miydi?" Taehyung başını yaptığı şeyden kaldırmadan sorduğunda derin bir nefes çektim. "Öyle ama gelmek istemedi."

"Gelseydi daha şaşırtıcı olurdu zaten." Yoongi dondurmanın kapağını açıp kutuyu ikimizin yanına bırakırken bana doğru söylendi ve ben bir anda kendimi sorarcasına "Onu seviyorsunuz?" derken buldum.

"Elbette," dedi Yoongi. "Buz gibi heriftir falan ama yine de dünyanın en düşünceli adamıdır."

"Ayrıca çok yakışıklı." Taehyung kahverengi saçlarının altından gözlerimizi buluşturduğunda güldüm. Haklıydı.

"Ne kadar süredir arkadaşsınız?"

Yoongi dondurmaya tatlı kaşığını daldırıp bana uzatırken "Neredeyse üç yıl." dedi. "Tabii üç yıldır yakın olduğumuz söylenemez, ben başlarda ondan pek haz etmiyordum açıkçası. Kendini beğenmiş ukalanın teki olduğunu düşünüyordum ama Taehyung onunla arkadaş olma konusunda ısrarcıydı. Çocuklarla iletişimine takmıştı." Ben dondurma kaşığını ağzımı aralayarak kabul ettikten sonra Yoongi elini çekti ve kaşığı elime tutuşturup dondurmadan yemem için işaret yaptığı sırada onun başlattığı konuşmayı Taehyung bize doğru kinayeli bir şekilde gülerken devam ettirdi. "Yoongi'nin sana duruşuna bakma, o da soğuk biridir. Üşengeç, memnuniyetsiz herifin teki yani. Aynı kutuplar birbirini itiyor başlarda." Güldü. "Dediği gibi ben Jungkook ile arkadaş olma konusunda takıntılı hale gelmiştim çünkü ilk kez yurda geldiğinde çocuklarla benim üç ayda ulaşabildiğim yakınlığa ulaşmıştı ve çok tatlı görünüyorlardı."

Yoongi ağzındaki kaşığı çıkarmadan, gözlerini de devirerek "Ondan hoşlanıyordun." diye söylendi.

"Elbette hoşlanmıştım. Bacaklarına hiç dikkatli baktın mı? Hayatımda gördüğüm en seksi şeydi."

Konuşulanların garipliğinden mi yoksa Taehyung'un bacak konusundaki haklılığından mıydı bilmiyordum ama kendimi tutamayıp güldüğümde savunmaya geçercesine bulaşık ellerini havaya kaldırdı. "Tabii kısa süreli bir şeydi. Soğuk tiplerden pek hoşlandığım söylenemez, ayrıca ben oynaşmayı seven biriyim. Jungkook konuşmuyor bile."

"Tamam," dedim. "Bu özel bilgi için sağol."

Yoongi bana doğru gözlerini kısarak güldüğünde ben de ona doğru güldüm ve tam o anda Taehyung "Sen de hoşsun ama iki pasif erkeğin bir ilişki yürütemeyeceğine eminim." diye araya girdi. Dudaklarımın arasında beklettiğim kaşık aralanan ağzım yüzünden yere düşerken sertçe öksürmeye başladım. Yoongi neşeyle gülüşlerinin arasından "Aktif olsan ne fark eder Tae?" diyerek konuştu. "Senden kim hoşlanır?"

Öksürüğümü zar zor toparladığımda kaşığı geri aldım. Taehyung işaret parmağını yüzüne doğru tutarak "Baksana sen şu surata!" diye tısladı. "İnsanlar bu surat için ölürler."

"Evet, her neyse." Yoongi göz devirip bana doğru baktı ve Taehtung'u kastederek kusma işareti yaptı. Ona gülümsemeden edemedim. İkisinin arasındaki bağ çok güzeldi. "Sen de mi onlarla çalışıyorsun?"

"Hayır," dedi masumca gülerken. "Ben öğretmenim. Fizik öğretmeni."

Ve yine ağzım sonuna kadar açıldı. Bu sefer kapatmaya çalışmadan "Bugün daha ne kadar şaşırabilirim acaba?" diye söylendim ama bu daha çok "buğün dağa neğ kağaağ şaşığabiliğim acağa" tarzı şeyler söylemişim gibi dışarı çıkmıştı. İkisi de yüksek sesle güldüler ve Taehyung "Hiç sormadın ki," diye kendilerini savundu.

"Kaç yaşındasın?" diye sordum Yoongi'nin yeşil saçlarına gözlerimi sabitlerken.

"Yirmi altı." Gözlerimiz buluştuğunda kıkırdadı. "Küçük duruyorum, biliyorum."

Başımı sallarken kıkırdadım ve aklıma gelen şeyle hızlıca onlara doğru sordum. "Jungkook kaç yaşında?"

"Yirmi üç."

Taehyung cevap verdikten sonra gözleriyle dondurmayı işaret ettiğinde dondurma aldığım kaşığı ağzına doğru uzatırken "Bana hyung dememekte ısrarcı da." dedim bıkkınca.

"Yurtta bazı çocuklar ona sürekli hyung diye seslendiği için girdiği moddan çıkamıyor olsa gerek."

Taehyung kendi kendine gülümseyerek konuştu ve ben bugünlük gelenek haline getirdiğim şaşırma eylemine geçiş yaparken ekledi. "Gerçekten bir gün gelip görmelisin. Onlara karşı o kadar sıcak ve sevecen ki bazen onları izlerken gözlerimin dolduğunu çok geç fark ediyorum."

"En güzel yanı, oldukça yorgun olduğu günlerde bile akşamları yurda uğrayıp onları görmeden eve gitmemesi. Aralarında oluşan iletişim gerçekten güzel."

"Evet," diye destekledi Taehyung Yoongi'nin söylediklerini. "Bu yanını bilen şanslı ve nadir kişilerden olduğumuz için onun kendini beğenmiş gibi görünen kişiliğinin altındaki sıcak adamı biliyoruz bu yüzden onun söyledikleri veya yaptıklarının arkasındakilerle ilgileniyoruz. Böylece o aksini istese bile birbirimize gün geçtikçe biraz daha yakınlaşıyoruz."

Yoongi dalgınca başını sallarken gözlerini tekrar yavaşça benimle buluşturdu. "Üç yıldır arkadaşız ama hala, bazen bu kadar soğuk olmasına şaşırabiliyorum hatta bazen sinirleniyorum. Sık sık kavga ediyoruz. Sonra ben kendimi yine onun evinde buluyorum. O, ne zaman ona bahsettiğimi bile hatırlamadığım bir albümü, bir tişörtü ya da herhangi bir şeyi bana hediye olarak veriyor."

"Hep diyorum." diye araya girdi Taehyung. "Bu çocuğu aşk kurtarır. Aksi halde bunu derin dondurucu diye satmak zorunda kalırız."

***

Jungkook sanki onun ismini çığlık atmışlar gibi gözlerini aniden araladığında karşısında annesini görmeyi asla beklemiyordu. Kadın yatağının ucunda ona doğru dönmüş bir şekilde uzanıyordu ve gözlerini tamamen açık bir şekilde Jungkook'a bakıyordu. Jungkook nefesinin kesildiğini hissetti. "Anne?" diye seslendi titreyen sesiyle.

"Oğlum," dedi annesi. Öyle güzel söyledi ki Jungkook hissettiği duygusal yoğunlukla gözlerini kapattı. Annesinin sesi evrenin en güzel melodisi gibiydi ve Jungkook bu sese muhtaç olduğunu tam şu anda anlamıştı. Gözlerini geri açtığında göz yaşları ondan kaçıp yastığına doğru ilerlemeye başlamıştı.

Tekrar "Anne," dedi Jungkook gerçek olup olmadığını teğit etmek istercesine. "Gerçekten sen misin?"

"Bebeğim, buradayım." Annesi güzel gözlerini Jungkook'a dikerek söylediğinden Jungkook hıçkırmamak için kendini kastı. "Seni özledim."

Gerçekten çok özlemişti. O kadar fazla bir histi ki bu, boğazında ki o düğüm şimdi kocaman olmuş, nefeslerini yavaşlatmıştı.
"Ben de seni özledim Jungkook." Jungkook annesinin de onu özlemiş olmasına daha fazla ağlamaya başladığında karşısında uzanan kadının titrediğini fark edip duraksadı. "Üşüyor musun anne?"

"Burası soğuk." diye mırıldandı annesi. Şimdi bakışları da soğumuştu.

"Üstünü örteyim." dedi Jungkook ve annesinin üzerini örtmek için yerinde doğrulmak istedi ama bir şey ona engel oldu. Hareket edemediğini fark ettiğinde başını hafifçe kaldırdı ve hemen bedeninin üzerindeki büyük beton parçasını gördü. Şaşkınlık ve korkudan açılan gözlerini annesine çevirdiğinde annesinin gözlerindeki nefrete denk geldi.

"Senin yüzünden." diye fısıldadı annesi. "Seni kurtarmak için kendimi feda ettim."

"B-ben." diye kekeledi Jungkook kendinden bir hıçkırık koptuğunda. "Ben b-böyle olsun istemedim. Çok üzgünüm anne, yemin ederim çok üzgünüm."

Annesinin teni yastığıyla aynı beyazlığa ulaştığında gözlerindeki nefret oldukça artmıştı. Jungkook bundan kaçmak istercesine başını çevirmek istedi ama büyük olan aniden kolunu ona doğru uzatarak elini Jungkook'un başına bastırıp hareket etmesini engelledi.

"Bana bak!" diye tısladı. "Senin yüzünden ne hale geldiğime bak." Jungkook istemeyerek gözlerini tekrar annesine çevirdi. Annesinin boşluğa dalmış gözlerine, bembeyaz tenine ve kan olmuş yastığa baktı. Defalarca "Özür dilerim." diye tekrar ederken yine o koku ulaştı Jungkook'un burnuna. Ölümün kokusu.

Kusmak istedi Jungkook. Altı yaşındayken o depremde bu kokuya o kadar çok maruz kalmıştı ki kusmadan edememişti. Hareket edemediği için hemen olduğu yere kusmuştu. Şimdi burnuna dolan koku da o zaman ki gibi ölüm ve kusmuk kokuyordu işte. Jungkook acı içinde kıvranıyordu ama hareket dahi edemiyordu. Sonra kapının zilinin çaldığını duydu. Çok pasif bir sesti. Jungkook sesin gerçekliğinden emin olamadı. Zil defalarca çaldı.

Jungkook en sonunda gözlerini açtı. Yatakta fırlarcasına doğrulduğunda nefes nefese kalmış bir şekilde ellerini terden ıslanmış saçlarına geçirdi. Tişörtü sırılsıklam olmuş, bedenine yapışmıştı. Her şeyin kabustan ibaret olduğunu anlamak için yatağında nefes nefese oturmaya devam ederken zilin sesini duyduğunda istemeden irkildi ve zor da olsa yorgun bedenini yataktan kaldırarak odadan çıkardı. Ayaklarını sürüyerek dış kapıya ulaştı ve açtı.

"Jungkook!" diye şakıyan Jimin karşısındaki adamın darmadağın olmuş görüntüsü karşısında duraksadı ve bu sefer endişeli bir şekilde tekrar seslendi. "Jungkook? Berbat görünüyorsun, ne oldu?"

Jungkook cevap vermedi, verecek güce sahip değildi. Onun yerine Jimin'i orada bırakıp salona girdi ve kendini koltuklardan birinin başına bırakıp yorgunca gözlerini kapatarak gördüğü kabusun etkisinden kurtulmaya çalıştı.

(Hadi arkasındaki duvarı yokmuş gibi düşünelim. :")

Düşünceleri onun en büyük düşmanı olduğunu kanıtlarcasına annesinin "Senin suçun!" dediği kısmı kafasının içinde 'tekrarla' tuşuna basmış gibi oynatmaya başladığında Jungkook, acı, öfke, suçluluk gibi bir çok berbat his yüzünden inledi. Kendini koltuğun başından iç kısmına doğru bıraktığında sertçe düşerek oturmak zorunda kaldı ama gözlerini açmadı Jungkook. Aksine daha sıkı kapattı, böyle kaçabilecekmiş gibi.

Bu yüzden Jimin'in karşısında ayakta dikilip onu izlediğinden bir haberdi. Böyle bir durumdayken Jimin'i umursadığı pek söylenemezdi gerçi.

Jimin ise endişeli gözlerle Jungkook'u izliyor, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Zaten herhangi bir şey yapsa, yaptığı şeye Jungkook'un vereceği tepkiden korkuyordu. Jungkook'un ensesini koltuğun arkasına dayayıp ellerini yüzüne kapatarak derin derin nefes almasını izlerken tişörtünün ıslak olduğunu fark etti. Muhtemelen ter, diye geçirdi içinden ve bundan sonrasını pek düşünmedi. Hızlıca koltuğun arkasına dolandı. Ona doğru sarkıp Jungkook'un tişörtünün ucundan tuttu ve Jungkook ne olduğunu anlayamadan üzerinden çıkarttı.

"Jimin ne si-"

"Tamam, sorun yok." dedi Jimin sakince. "Hasta olmanı istemiyorum." Jungkook'un üstüne doğru eğilmişti ve Jungkook ona tersten bakıyordu. Saçları terden ıslaktı. Teninin hala terli olduğunu fark edebiliyordu Jimin ama her şeyden önce kırmızı gözlerine dikkat etmişti. Ağladığı belliydi ve en son gördüğünün aksine dünyanın tüm yükü üstündeymiş gibi omuzları çökmüştü. Bir anlık duraksama yaşasada vazgeçmeyip ellerini Jungkook'un terden alnına yapışmış saçlarına daldırdı ve parmaklarıyla arkaya doğru taramaya başladı. Jungkook itiraz edecek gibi oldu ama sarışının parmaklarının kafa derisine sürtmesiyle oluşan rahatlama hissi yüzünden açtığı ağzını gözleriyle birlikte kapadı. Defalarca taradı o minik parmaklar saçlarını. Sonra o ufak ve sıcak eller omuzlarına ulaştı. Jimin omuzlarını sıkarak masaj yapmaya başladığında Jungkook nefesinin titrediğini fark etti. Gerçekten vücudundaki ve kafasının içindeki o ızdırap usulca onu terk etmeye başlamıştı. Gerilen bütün kaslarını yavaş yavaş gevşetmesi için izin verdi Jungkook. Jimin parmakları uyuşana kadar ellerini Jungkook'un nemli omzunda, kollarında, boynunda gezdirdi.

"Biraz daha iyi misin?" diye fısıldadı masaj yaptığı için eğilmiş olduğu boynundan kulağına doğru.

Jungkook belirsiz bir şekilde başını salladı. Büyük olan koltuğun önüne geçip Jungkook'un yanına bıraktı yavaşça kendini. Ne olduğunu sormak istiyor fakat sadece onu izlemekle yetiniyordu. Anlatmayacağını biliyordu.

Bir süre nefes almaktan bile çekinerek yanında bekledi. Orada durmanın gereksiz olduğunu fark ettiğinde "Açsındır, bir şeyler hazırlayayım." diye mırıldanarak saat geç olduğu için karanlık olan mutfağa doğru yürüdü. Bir şeyler hazırlamaya odaklanmak istediğinde bozulan morali bunu yapmasına engel oluyordu. Ayrıca aklı Jungkook'ta kalmıştı ki bu yüzden daha fazla oyalanmadan salona geri gitti.
"Jungkook," dedi tekrar önüne geçerken. Jungkook yavaşça gözlerini açıp ona baktı. "Anlatmak ister misin?" diye sordu Jimin ısırdığı dudaklarını serbest bıraktığında.

Jungkook bütün enerjisizliğiyle "Hayır." dedi sadece. Hissettiği suçluluk duygusu anlatamayacağı kadar güçlüydü Jungkook'un. Acısını, pişmanlığını, keşkelerini ve içinin yangınını anlatacak kelimelere sahip olduğunu da düşünmüyordu. Kendini kimseye açmayı sevmezdi. Jimin de buna dahildi.

"Sadece beni rahat bırak." Jimin'in ısrar etmesine izin vermedi.

Jimin hayal kırıklığıyla yüzüne baktı. "Peki," diye mırıldandı ve o kendini tekrar mutfağa ilerletirken Jungkook yanından uzaklaşan oğlanın ellerini saçlarında hissetme isteğini görmemezlikten geldi. Gördüğü kabustan dolayı mantıklı düşünemediğini varsaydı.

***

Jimin Jungkook'u salonda bulamadığında yemeğin hazır olduğunu haber vermek için onun odasına çıktı ama Jungkook orada da yoktu. Bahçeye çıktığında Jungkook yine o koltukta oturmuş, gözlerini bugün kazma işini yarım bıraktıkları toprağa odaklamıştı.

Yeni duştan çıktığı için saçları bu sefer tamamen ıslaktı ve üstünde incecik bir tişörtten başka bir şey yoktu. Mevsim olarak yaza giriş yapmış olsalar bile akşamları serinleyen hava yüzünden Jungkook usulca titriyordu, yine de, umrunda değildi.

Jimin yanına gitti ve titreyen vücudundaki omzuna minik elini bıraktı. "İçeri gir. Üşüyeceksin." dedi yavaşça. Jungkook bir süre cevap vermedi. Aklı kadar duyguları da karışıktı.

Başını hafifçe çevirip Jimin'in minik burnuna, kendisine göre küçük olan gözlerine baktı. "Bana seçim şansı bırakmadı ki," diye fısıldadı. Jimin Jungkook'un neyden bahsettiğinden emin değildi ama yüzünden belli olduğu üzere canını yakan bir şeydi.

"Bir şey yapmama fırsat vermedi." dedi Jungkook dudaklarını yalamadan önce. Ses tonu o kadar masumdu ki Jimin gözlerini kapatma isteğine zor dayandı. "Seçim şansım olsaydı onun yaşamasını isterdim. Hem de hiç düşünmeden bunu seçerdim. Ama bana sormadı, elimde değildi."

"Tamam," dedi Jimin ona iyice yaklaşıp iki elini de omuzlarına bırakırken. "Kendini her ne için suçluyorsan bunu yapmaya devam etme."

"Boşanma kararını açıkladıklarında onunla kalmak için ısrar etmeseydim beni kurtarmaya çalışmak zorunda kalmayacaktı ya da her şey olmadan önce o odadan çıksaydım, böyle olmayacaktı. Suçsuz değilim. Hatta tek suçlu benim, biliyorum ama küçüktüm Jimin." Jungkook yaşlı gözlerini şaşkınlıktan dili tutulmuş çocuğa çevirdi. "Altı yaşındaydım, korkuyordum."

"Şşş," diye fısıldadı Jimin önünde titreyen çocuğun omuzlarını sıkarken. "Senin suçun değildi hiçbir şey."

Jimin onun tam olarak neyden bahsettiğinden emin değildi sadece onu rahatlatmak istiyordu. Ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu, bu yüzden Jinyoung'ın kendisi ağladığında sarıldığını bildiğinden, Jimin de kollarını Jungkook'un arkasından boynunda doğru dolayıp koltuğun üstünden ona doğru biraz daha eğildi.

"Çocuklar suçlu olamaz Jungkook," diye fısıldadı. "Altı yaşındaki bir çocuğu hiçbir şey için suçlayamazsın."

Boynuna dolanan kollarla irkilen Jungkook sarışının ona sarılmış olmasına mı yoksa sanki bunu bekliyormuş gibi olduğuna mı şaşırmıştı bilmiyordu ama şaşırmıştı. Bunu gelenek haline getirmemesi gerektiğini düşündüğünden büyük olanın ince kollarını tutup boynundan çekti ve "Jimin," diye mırıldandı. "Biraz yalnız kalsam iyi olacak. Aç değilim, beni beklemene gerek yok."

Kolları arkaya doğru itilen çocuk attığı her adımda Jungkook'un onu geriye doğru itelediğini fark etmişti ve bunun, bugün katettikleri yolun yine en başına gerilemeleri, demek olduğunu biliyordu. Jimin iç çekti ve yapabileceği bir şey olmadığını kabullendiğinde bahçeden -iki adımda bir Jungkook'a bakarak- çıktı.

Hissettiği huzursuzluktan bütün iştahının kaçtığını fark eden Jimin mutfağa hiç uğramadan odasına çıktı. Kendini yatağının üstüne bırakıp gözlerini tavana odakladığında neden olduğunu bilmemesine rağmen ağlamaya başladı ve iç çeke çeke ağlamasını durdurabilmek için uyuyakalmak zorunda kaldı.

***

Jungkook belki iki, belki üç saat bahçede boşluğa dalarak oturmaya devam etti. Üşümüştü, bedeni hiç durmadan titriyordu ve duş aldığı için ıslak olan saçları serin hava yüzünden hala kurumamıştı. En sonunda burada böyle oturmanın aptallık olduğuna karar verip yavaşça eve geri girdi. Odasına çıkmadan önce mutfağa uğrayıp kendine kahve yapmak istedi. Uyumak istemiyordu. Uyuduğu zaman göreceği şeylerden korkuyordu.

Mutfağa girdiğinde Jimin'in hazırladığı masanın hiç bozulmadığını fark ettiğinde onun neden yemek yemediğini merak etti Jungkook. Merakı güçlüydü, aklındaki kahve yapma fikrini unutturmuştu.

Merdivenlerden çıkarken uyuyup uyumadığını da merak etti. Onun odasının kapısını yavaşça aralarken de sadece uyuyup uyumadığını kontrol etmek istediğini düşünüyordu ama içeri girip kapıyı sessizce kapattığında düşünceleriyle hareketleri birbirine zıt kalmıştı. Sırtını kapıya yaslayıp bir müddet Jimin'in dün gece olduğu gibi, uyurken ki yüzünü incelemeye başladı. Bugünü dünden ayıran şey pencerenin açık olan perdesiydi. Oradan süzülen ayın belirsiz ışığı Jimin'in tam yüzüne vuruyordu ve uyurken dağılan sarı saçları hafifçe parlıyordu. Kirpikleri yanaklarının üstüne gölge yapmıştı, dolgun dudakları aralıktı. Ellerini birleştirip yanağının altına bırakmıştı. Jungkook bu kadar huzurlu uyuyor olmasını kıskandı.

Kendini yatağının yanına ilerletip bedenini yavaşça Jimin'in yorganının altına sokarken kafasının içinde, tutunduğu tek şey bu kıskançlık düşüncesiydi. Kendine başka bir şey düşünme fırsatı verseydi ilk irdeleyeceği şey burada ne yaptığı olacaktı. Bunu yanlış olduğunu biliyordu ama dün iyi uyumuş olması bugün de burada uyumayı denemek istemesine neden olmuştu.

Ve Jungkook hiç istememesine rağmen bu konuda haklı çıkmıştı. Sabah güneşin ilk ışıklarıyla gözlerini açtığında yine tek bir kabus bile görmemişti.

Gözlerini açtığı anda gözüne ilk çarpan şey Jimin'in sarı saçlarıydı. Jungkook birkaç saniye ilk gördüğü şeyin neden bu olduğunu algılayamadı. Gece buraya gelenin kendisi olduğunu hatırladığında yüzünü buruşturdu.

Bunu yapmayı kesmeliydi.

Jimin'in nefesi tişörtünün açık bıraktığı kısımdan köprücük kemiğine doğru çarpıyordu ve Jungkook üşüyen bedenine değen bu sıcak nefesten hoşnut olmuştu. Jimin'in minik ellerinden biri hafifçe kendi göğsündeydi. Jungkook kendine kızmadan önce sarışının nefes alışverişini dinledi.

"Ne yapıyorum ben?" diye fısıldadı sarı saçların içine doğru. Kokusunu alabiliyordu. Tam olarak ne olduğunu anlayamadı Jungkook, tuhaftı ki güneş gibi koktuğunu düşünmüştü ve güneşin koktuğundan emin bile değildi.

Düşünceleri karmaşıklaşıp bir labirent oluşturduğunda bunu devam ettirmek istemedi. Jimin'i uyandırmamaya dikkat ederek yataktan kalktı ve tek nefeste odadan kaçtı.

Labirentten kaçış noktasını bulamadı Jungkook. Bencilce davrandığını fark ediyordu. Uyuyabilmek için Jimin'den izin almadan onun yanına uzanıyordu ve bu olaydan onun haberinin olmamasını sağlamak için güneş doğduğu anda oradan kaçıyordu. Bunu nasıl yaptığını anlamıyordu çünkü sabahları bunu yaptığını fark ettiğinde sinirleniyordu. Oysa ki gece yanına uzanırken beyninin mantıklı düşünmeden sorumlu kısmı faaliyet göstermeyi bırakıyor gibiydi. İki gündür sarhoş gibi kendini yorganın içine girerken buluyordu Jungkook.

Bunu bir daha yapmayacağım, dedi kendi kendine. Düşünmekten kaçmak için bahçeye çıktı her zaman yaptığı gibi. Dün yarım kalan yere doğru adımladı ve kazmayı beklemeden eline aldı. Bir şeylerle uğraşarak düşünce labirentinden çıkabilmeyi umdu. Jimin'in böcek dansını hatırladığında fark etmeden, kazma işine odaklandığı için sert olan yüz hatları gevşedi ve sırıtmaya başladı.

"Tuhaf." diye mırıldandı.

O an Jungkook hayatında gördüğü en tuhaf adamın Jimin olduğundan emindi ama gözünden, düşüncelerinden ve duygularından kaçırdığı bir şey vardı ki, o an fark etmese bile onun tuhaflıkları kendisine iyi gelen nadir şeylerdendi.

Ne yazık ki Jungkook bunu fark ettiğinde bazı şeyler için geç olacaktı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro

Tags: #jikook