[9- Anlaşma]
İyi okumalar dilerim. Desteğinizi bekliyorum ♥️
•••••
..."Yongbok uyumadığını biliyorum, hadi kalk"
Tanıdık ama bir o kadar da yabancı ses kulaklarını doldurduğunda histerik bir kıkırtı döküldü sarışının dudaklarından.
Evet bu kessinlikle hain arkadaşının sesiydi.
"Mutlu musun Jeongin. Hah, yoksa İ.N mi demeliyim?"
...
Çokça cılız çıkmıştı sarışın prensin sesi. Sesindeki tınıda bile hayal kırıklığının o can acıtan parçacıkları bulunuyordu. Bu parçacıklar onun kalbini yakmakla beraber arkadaşının da kalbine çokça batmıştı.
Koyu mavi saçlı, sarışın olana bakarken bir iç çekti. Bu iç çekişte bile şu an bulunduğü durumun ne kadar zor oldugunu anlamak mümkündü. Arafta gibiydi, iki arada bir derede kalmıştı ama kötü olanın yanında olmalıydı..
Olmak zorundaydı.. başka çaresi yoktu.
Karanlık hareleri hâlâ yerde yatan sarışının üstünde gezinirken yenilmişlik ile bir nefes verip "Bak Yongbok, gerçekten özür dilerim. Bunu yapmak zorundaydım." dedi. Yapması gerekeni yapmıştı ve gelecekte de yapmaya devam edecekti
Yongbok arkadaşının net sesiyle yerdeki bakışlarını hızla ona çıkardı. Yüzünde her geçen saniye daha da ciddi bir ifade peydah gösterirken öldürücü bakışlarını gönderi karanlıktan dolayı zar zor gördüğü bedene. Neyin özründen bahsediyordu bu?
"Ne özrü? Sen beni kandırdın! Bana, bize, hepimize yalan söyledin!.." demişti sarışın olan sert bir sesle "Bu yaratıklar beni yemek istiyor, bize zarar verecekler ve sen karşıma geçmiş benden özür mü diliyorsun Jeongin?" diye de eklemişti.
Şaka gibi gelmişti bir an ona. Uğruna her şeyi yapabileceği arkadaşı ona böyle bir kazık atmışken yapılabileceği tek şey değersiz bir özür müydü?
O sesinin tonuna dikkat etmemişti. Sanki karşısında her zamanki Jeongin varmış da onu azarlıyormuş gibi konuşmuştu. O konuşurken ise suçunun farkında olan arkadaşı sadece başını dik tutup usulca dinliyordu onu. Bu bile Yongbok'u delirtmeye yeterdi.
Jeongin ise yediği onca azarın ardından önce yüzüne baktı sarışın olanın daha sonra ise hafif bir şekilde gülmeye başladı.
Yongbok onun gülüşünü duyduğunda şokla kalakalıp yattığı yerden karanlığa rağmen hızla doğrularak karşısındaki çocuğa kaşları çatık bir şekilde bakmaya başladı. Aklına onunla geçirdiği anıları hücum ederken şokla baktı ona. Jeongin gülüyor muydu? Dalga geçermiş gibi gülüyordu bir de. Kendisi ve diğerleri ona kıyamazlardı bile, onun için her şeyi yaparlardı ama o sadece gülüyor mudyu?
Belki Onlar Jeongin'e kıyamazlardı ama Jeongin onlara güzel kıymıştı...
İ.N ise kısık gülüşünü biraz devam ettirip rahat bir tavırla sarışın olanın yüzüne bakarken "Birincisi, biz insan eti yemeyiz Yongbok. İkincisi, evet bana I.N de lütfen. Üçüncüsü, sana, size, ikinize de bir şey olmayacağına emin olabilirsin." demişti sesindeki eğlenen tonla
"Size zarar vermelerine asla izin vermem. Buna cesaret edemezler" diye de eklemişti sonlara doğru ciddileşerek.
Belki onları bu karanlığa kendisi itmişti ama ne Yongbok'un ne de neye uğradığının bile farkında olmayan Jisung'un zarar görmesine izin vermezdi.
Tabi bazı şeyler onun bile elinde olayabilirdi. O her ne kadar güçlü olsa da asıl korkulması gereken ondan da güçlü olanlardı.
Yongbok onun kendinden emin ifadesine bakarken farkında olmadan rahatladı. Nasıl bilmiyordu ama mavi saçlı olanın sözleri ona güven vermişti.
Ağlayacak gibi hissetmişti sarışın prens. Ağlamak istemişti. Böyle bir durumda bile tanıdığı tek kişi karşındaki hain arkadaşı olurken ona bile sığınacak kadar yalnız ve savunmasız hissetmişti bir an için. Ona sarılmak istemişti
Keşke her şey korkunç bir kabus olsa diye geçirdi içinden bir kez daha. Bilmediği şey ise kabusun daha yeni başlıyor oluşuydu. Eğer bu yaşadıkları bir kabus olsaydı, yongbok daha kabusundaki canavarı bile görmemiş durumdaydı
Her ne kadar bu korkunç kabusun içinde tanıdığı ve azıcık bile olsa güvenebileceği tek kişi Jeongin olsa da ona bile güvenmemesi gerektiğinin farkındaydı sarışın.
Sırtını arkasındaki duvara yaslayıp derin bir iç çekerek, dizlerini kendine doğru çekip başını dizine yasladı. Bir süre ikisinden de ses çıkmamıştı. Sanki ikisi de birbirine zaman tanır gibiydi. Yongbok düşündü Jeongin ise ondan küçük de olsa bir tepki beklemeye başladı.
Karanlık odada sessizce geçen birkaç dakikanın ardından ilk konuşan yine Yongbok oldu.
"Neden?" diye sordu sarışın. Sadece 'Neden?' diye sorabilmişti ama böyle bir durumda sorulabilecek en doğru soruyu sormuştu. O iki hece, tek cümleden oluşan sorunun ağırlığını başka hiçbir soru kaldıramazdı çünkü
Jeongin ise çok şey beklemişti. Sarışın olanın ona saldırmasını, onun tarafından darp edilmeyi, binlerce hakaret duymayı veya en azından daha uzun bir soru ama bu küçücük sorunun yarattığı o büyük etkiyi asla beklemiyordu.
Kendisi de Yongbok gibi sırtını soğuk duvara yaslayarak dizlerini kendine çekip parmakları ile oynamaya başladı. Yine kısa bir sessizlik oluşmaya başlamıştı ki bu sessizliği Jeongin'in "Mecburdum. Görevim buydu" diyen sesi böldü.
O sadece emir kuluydu. Ona söylenen her şeyi yapmak zorundaydı ve yıllardır planlandığı gibi en sonunda vakti geldiğinde görevini yerine getirebilmek için diğer evrene gitmişti. O bile giderken oradaki insanlara bu kadar bağlanmayı beklememişti. Böyle olmaması lazımdı ama onlara fazlasıyla bağlanmıştı.
"Bu yıllar önce planlandı. O zamanlar bana bir görev verildi ve bu görevi yerine getirmek için Walenty'e gittim. Orada her şey sorunsuz devam etti ama sonrasında pişman olsam da artık geri adım atmam imkansızdı. Geri adım atmanın sonuçlarını kaldıramazdım."
Kısık bir sesle açıklamıştı kendini mavili. Onun elinde olan bir şey yoktu. Karşısındaki her ne kadar yıllardır arkadaşlık kurduğu prens olsa da o kişi onun düşmanıydı. Onlar iki farklı evdende, iki farklı ırktan, iki düşmandı. Böyle bir ilişkide arkadaşlığı kurtarmaya çalışmak gerçekten çok zordu.
Yongbok onun söylediği her şeyi tek tek sindirmeye çalıştı. Aslında görevin ne olduğu açıkça belli olsa da "Görevin neydi peki?" diye sormaktan geri durmadı.
Mavi saçlı olan duyduğu kısık sesle karanlıkta yan tarafındaki prenses dönüp onun solgun ifadesine baktıktan sonra bir iç çekerek "Görevim Walenty'e gidip oradaki iki kişinin planlandığı gibi Drakos'a ulaşıp iki evren arasındaki duvarı yıktıktan sonra o iki kişiyi, özellikle de küçük prensi Drakos'a getirmek" dedi.
"Tüm plan olması gerektiği gibi ilerledi ama sizinle geçirdiğim zaman boyunca yapmam gereken bir şey yaparak size bağlandım. Pişman oldum. Gerçekten bu görevi kabul ettiğim için pişman oldum ve dönmek istedim ama görevi yarıda bitirmenin getireceği sorun ve cezaları kaldıramazdım."
Bu açıklamaların ardından yeniden sessizlik olmuştu. İkisi de ne diyeceklerini bilmiyorlardı. Yongbok ihanete uğramış hissederken İ.N sadece yapması gereken şeyi yaptığını düşünüyordu ama her ne olursa olsun prensi kendisi de çok seviyordu.
Karanlık hareleri yan tarafında başını duvara yaslamış boş boş tavanı izleyen -daha doğrusu ışık olmadığından dolayı karanlığa bakan- prense tekrar indiğinde bedenini ona doğru döndürüp elini prensin yanağına koyarak kendisine dönmesini sağladıktan sonra iç ısıtan bir şekilde gülümseyip "Merak etme" dedi.
"İkinize de zarar vermelerine asla izin vermem. Aslında ikinizi de zindana atmayı palnlıyorlardı ama sonra vazgeçtiler"
İ.N, sarışın olan gözlerinin içine cesaret verirmiş gibi bakarken Yongbok içinde kopan fırtınalara inat yüzünü onun elinden çekip "Bize ne yapacaklar. Bu düşüncelerini yok eden şey neydi?" diye sordu. Aldığı cevap ise yine derin ve düşünceli bir iç çekişti.
İkili her ne kadar göz göze olsalar da karanlık nedeniyle Yongbok onu net bir şekilde göremese de içten içe onun gerçekten pişman olduğunu görebilmişti. Anlayabiliyordu. O da emir kukuydu sonuçta. Kendisinden üst mertebelerden emir alıyor ve söylenen ne ise onu yapıyordu ama yıllardır tanıdığı arkadaşının da bu kadar farklı ve yabancı biri oluşunu kırmıştı onu. Bu saatten sonra kime güvenip kime güvenmemesi gerektiğini bile bilmiyordu
İ.N ise özel güçlerinden dolayı karanlıkta bile net bir şekilde gördüğü çocuğa bakarken konuşmak için ağzını aralamıştı ki "Çünkü..." diyen bir ses karanlık odanın içinde yankılandı.
Sesin hemen ardından açılan kapı ve içeri nüfuz eden ışığın ardından çok geçmeden kapıdan içeri Karina ile ismi Giselle olan kız girmişlerdi.
İkisinin de yüzünde bir sırıtış vardı ve bu sırıtış eşliğinde yerdeki ikiliye yaklaşıp tam karşılarında durarak onlara üstten aşağılayıcı bakışlar atılır.
Karina az önceki cümlesine "I.N ve benim ikizim Chris sevgililer ve Chris, I.N ne derse onu yapıyor." diyerek devam etti. Sesindeki memnuniyetsizlik bariz bir şekilde belli oluyordu.
Duydukları ile tekrar şaşırmıştı sarışın olan. Bu inanılmazdı... Jeongin'in bir sevgilisi vardı ve o bir Kraldı. Ah doğrusu geçmişte Jeongin onlara çeşitli imalard bulunmuştu sevgilisi ile ilgili. Ayrıca efsanelerde anlatılan 'Her Drugonun bir ikizi olması' meselesi de doğruydu.
Acaba Jeongin'in ikizi kim? diye düşündü bir an için Yongbok ama bu sorunun cevabını alması ise pek uzun sürmedi.
"Ve benim salak ikizim I.N, gidip Chris'den sana ve diğerine bir şey yapmamamızı istedi. Chris de tabiki kabul etti ve bize de zorla ettirdi." diye devam eden kişi de Giselle olmuştu.
Demek ki I.N ve Giselle ikizi. Ayrıca I.N onlar için kraldan böyle bir istekte bulunmuştu.
İki kız sarışın prense çok bilmiş ve kin doku bakışlar atarken prens onları umursamayıp başını dik tutarak Yüzünü çevirdi. Aslında sormak istediği çok şey vardı. Cevabını merak ettiği onca soru kafasının içinde cirit atarken o sadece sustu. Başı her zamanki gibi dik gözlerinde ise cesur bir ifade vardı. İçindeki korkuyu asla belli edemezdi. Güçsüz duramazdı onların karşısında
Jeongin bir şeyler düşünüyor gibi duruyordu. Ne yapacağını ve bundan sonra ne olacağını hesaplıyor gibiydi. Tam bu sırada ise Felix yani başında bir hışırtı hissedip tekrar kızlara döndüğünde Karina'nın yere çömelmiş kendisini süzdüğünü gördü. Yüzünde alaycıl bir gülümseme yada dalga geçermiş gibi bir ifade yerine, dudakları hafif yukarıya kıvrılmış bir şekilde beğeniyle onu izliyordu.
"Ne bakıyorsun?"diye sordu sarışın, ona bakıp biraz kendimi toparlayarak. Yine aynı gülümsemesiyle eğik olan başını dik konuma getirip;" biliyor musun? Güzel olan her şey dikkatimi çeker ve sende fazlasıyla güzelsin" diye yanıtladı Karina.
Sarışın onun bu hallerinden rahatsız olup tekrar Jeongin'e baktığında, Jeongin onun kolundan tutarak ayağa kaldırıp "Hadi kalk gidelim, sana orada her şeyi anlatacaklar" dedi ve yürümeye başladı odadan dışarıya doğru. Kızlar geldiğinden beri az önceki samimiyeti yeniden kaybolmuştu.
Yongbok ise bir şey demeden peşinden gitti. Sorularının cevabını almak istiyordu ve Jeongin'in dedigin göre ona her şeyi anlatacaklardı.
Karanlık odanın içinden çıktıkları anda birdenbire gözüne hücum eden ışıkla gözleri kamaştı sarışının. Daha gözleri alışamadan ise arkasından gelen Giselle'in onu omzundan ittirmesi ile yeniden bir mahkum gibi yürümek zorunda kalmıştı.
Çitlerle çevrili alandan çıkıp yeniden büyük saraya doğru ilerlemeye başladılarda tekrar bir korku kaplamıştı prensi.
O karanlık gözlerin sahibi sarayda olmalıydı. Onun kendisine olan kin ve nefret dolu bakışlarını hatırlarken birazcık ürkmüştü Yongbok. Kralın neden kendisinden bu kadar nefret ettiğini bile bilmiyordu.
Büyük merdivenlerden çıkıp kocaman bir kapının önüne geldiklerinde kapının önündeki iki asker kapıyı açtıktan hemen sonra prensin iki yanına geçerek onu içeri doğru itip onları bekleyen kalabalığın ortasına attı.
Sarışının içeriye girmesiyle tüm gözler onu bulurken, onun gözleri ise tahtında oturmuş iki krala kaymıştı. Yine diğerlerinin üzerinde normal kıyafetler vardı ama iki kral onlardan farklı olarak görkemli Bajiler giymişlerdi.
Kalabalık bir ortamdı. 15 veya daha fazla kişinin bulunduğu bu ortamda herkesin değişik bakışlarına maruz kalırken gözlerini dik başı eşliğinde salonda gezdirmiş, gördüğü tanıdık sima ile yerinde kalakalmıştı
Belki belli edemiyor ve kendine de itiraf etmiyordu ama gerçekten korkuyor ve yanlız hissediyordu. Bu yalnızlıkta tanıdık birini görmenin onu mutlu etmesi gerektiği yerde üzdüğü bir an olmuştu.
Yakın arkadaşı ve en iyi dostu Jisung, o canavarların arasında ürkek bir tavşan misali kalakalmış nerde olduğunu bilemez durumdaydı.
O da yaklaşık yarım saat önce buaraya getirilmiş ve tıpkı Yongbok gibi kin dolu bakışlar ve alaycıl tavırlarla karşı karşıya kalmıştı
Sarışın olan her ne kadar onu gördüğüne sevinmek istese de böyle bir yerde gördüğü için harap olmuştu. Omuzları onun izni olmadan çökmüş bakışlarındaki o cesur ifade ortadan kaybolmuştu.
Evet belki o da korkuyordu ama korkusunu çok iyi saklayabilirdi Yongbok; ama Jisung.. Jisung bunu yapamazdı. O çok korkardı ve korktuğunu da belli ederdi. Tıpkı şimdi olduğu gibi
Yongbok onu gördüğü an koşar adımlarla kalabalığın ortasına dalıp dik ve ürkek bir şekilde tahtında oturan iki krala bakan arkadaşına yaklaştı ve onu hemen omzundan tutup kendisine çevirerek sıkıca sarıldı.
Jisung ağlıyordu..
Genç çocuk aniden çevrilmesinin etkisiyle koksa da tanıdık gelen sıcaklığı hissetmesi ile ona sarılan kişinin arkadaşı olduğunu anlayıp arkadaşına daha çok yanaştı ve sarılışına karşılık verdi. Sanki bırakmak istemiyormuş gibi, sanki bıraksa ortadan kaybolacakmış gibi sıkıca sarıldılar
İçerdeki herkes ikiliyi ayakta film izler gibi izlerken aradan geçen bir-iki dakikanın ardından en sonunda içerden "EeEeeH! Sanki birbirlerini ilk defa görüyorlar, saçmalığa bak. ıyğk! Vıcık vıcık, iğrenç." diyen bir ses yükselmişti.
Konuşan kişi Hwanwoong'du.
Hwanwoong'un karakteri tam da böyleydi. Yılışıklığı ve yalakalığı sevmeyen biriydi ama Yongbok'a sorarsanız gıcık demek daha doğru olabilirdi onun için.
Jisung onun yüksek sesini duyduğunda burnunu çekip Yongbok'a daha çok sırnaşmıştı. En sonunda ise Chris "Yeter!" diye bağırıp "Şuraya geçin" diye emrederek kendi tahtının karşısına konulmuş iki sandalyeyi gösterdi.
Yongbok her ne kadar itiraz edip karşı çıkmak istese de hem dezavantajlı olduğundan hemde Jisung'a bir şey olur korkusuyla onun dediği yere geçmişti.
Güçlü gözükmek zorunda olduğunun farkındaydı sarışın ama gücü artık buna bile yetmiyordu. Bu canavarların onlara ne yapacağı bile belli değildi
İkili gösterilen yere oturduklarında tahtında tüm asaletiyle oturmuş Chris, eliyle rahat bir tavırla iki insanı göstererek "Sizin ile bir anlaşmaya varacağız" demiş sonrasında ise "aslında sadece seninle" diyerek Prensi göstermişti.
Kral Hwang sadece yüzündeki boş ve tehlikeli ifade ile, başını yana yatırmış bir şekilde ikiliye bakıyor ve hiçbir şey demiyordu. Onları kendi sesine bile layık görmüyor olmalıydı.
Yongbok duyduğu şeyle kaşlarını çatıp "Niye sadece benimle?" diye sordu. Jisung'a bir şey mi yapacaklardı? Bu düşünce onun endişelenmesine neden olmuştu.
"Çünkü keyfimiz öyle istiyor"demisti Yeonjun alaycıl bir tavırla.
Yongbok'un bakışları pembe, saçları çenesinde biten çocuğa kaydında ona sinirle bakıp sanki tehdit edermiş gibi kaşlarını çatmıştı. Biliyordu Yeonjun'a bir şey yapalazdı. Buna gücü yetmezdi ama onun bu tavırlarından bulmaya başlamıştı sarışın.
Yeonjun onun bakışlarını fark ettiğinde şaşırır gibi yapıp "Vay ve, cesarete bak" diyerek Yongbok'a doğru bir adım atmıştı ki ortamda yükselen "Yeter!" diye net ve hiddetli sesle olduğu yerde durmuştu.
Tüm gözler sesin sahibi olan sarı uzun saçlı krala döndüğünde, O sakin bir tavırla ayağa kalkıp yavaş adımlarla elleri arkasında bağlı bir şekilde yüksek merdivenleri yavaş yavaş inip dik ve sert duruşuyla hiçbir şey demeden iki insanın da karşısından geçerek sarayın çıkış kapısına doğru ilerledi.
Onun kapıdan çıkmasının hemen ardından I.N, Yongbok'un yanına gelip "Hadi gidelim" diyerek onu ayağa kaldırıp az önce kralın çıktığı kapıyı göstermişti
Yongbok ne oldugunu anlamadığından dolayı sorgular bir ifade ile ona baktığında ise "Sana bir şey göstericek muhtemelen. Onun dediği her şeyi yap. Sonrasında en azından Jisung serbest kalacak. Tabi sende istersen" diyerek kısaca açıklamıştı olayı.
Yongbok arkadaşlarının serbest kalmasını tabiki de istiyordu ama Hwang'ın ondan ne isteyeceği konsusnda hiçbir fikri yoktu. Hem niye diğerleri değil de bu adam olmak zorundaydı sanki? O çok korkutucuydu. Ama başka seçeneği olmadığının da farkındaydı sarışın. O yüzden hiç itiraz etmeden mavi saçlı olanın yönlendirmesi ile kapıdan çıkarak kralın peşine takılmışlardı.
Jisung ise içerde ürkek bir şekilde oturmaya devam etmişti.
Yine aynı demir tellerle çevrili alana doğru yürüyorkardı. Yongbok oraya geri dönmek istemiyordu. Acaba onu yine o karanlık zindana mı atacaklardı? Oraya geri dönecek ise niye çıkarmışlardı ki onu oradan? Yongbok cidden o odadan korkmaya başlamıştı. Bilmiyordu ki ileriki hayatında o odanın onun ikinci evi olacağını..
"Oraya geri dönmek istemiyorum, çok korkunç" diye fısıldadı I.N'in kulağına, Kral ise önlerinde sessiz bir şekilde yürüyordu. Onların arkasından ise birkaç asker geliyordu.
Mavilide Yongbok'un kulağına doğru "Hayır merak etme seni zindana atmayacak, sadece anlaşma yapacak."diye fısıldamıştı. Hyunjin'in karşısında sesini fazla yükseltmek istemiyordu.
O her ne kadar seçilmiş kişi olup dokunulmazlık sahibi olsa da diğer drugolardan daha az hakka sahipti. Yani en azından bu sarayda yaşayan durgolardan...
Sarışın olan tekrardan "Ne anlaşması?" diye sorduğunda "Görürsün " deyip yürümeye devam etmişti.
Eski nazi kamplarını andıran demir tellerle çevrili alanda yürümeye devam ederken karanlık odanın önünden geçip daha da ileriye doğru yürümeye başladılar. Ne kadar ilerlerlerse odaların şekilleri ve yapıları değişiyor buna paralel olarak ise bulundukları alanın iç boğucu yani artıyordu. Bazı odalardan çığlık sesi gelirken bazılarının önünde askerler nöbet tutuyordu.
Yongbok eğer önünden geçtiği her bir odada bir kişinin çeşitli işkencelere maruz kaldığını ve o işkencelerin neler olduğunu bilseydi asla o tarafa adım bile atamazdı.
Kim bilir belki bu işkencelerde acı çeken ilerde kendisi de olabilirdi.
Kısa bir süre daha yürüdüklerinde en sonunda merkez alana geldiler. Bir zindanın önünde durduklarında Hyunjin ilk defa arkasını dönüp sarışın olana bakmıştı. Gözleri tekrar birbirine değdiğinde küçük olan içinden yine anlamlandıramadığı bir duygu selinin geçtiğini hissetmişti.
Çok yabancı ve çokça yabancıydı.
Bakışmaları kısa bir an sürmüştü. Sonrasında ise Hwang gözlerini çekip yan taraftaki maviliye bakmış bu sırada ise Yongbok'un bakışları Hwang'ın gözünün altındaki o küçük bene takılmıştı. Onun da yüzünde tıpkı diğer herkeste ve İ.N'de de olduğu gibi yanağında küçük bir işaret olsa da ayriyetten gözünün altında tatlı bir ben vardı.
Bir an için geçmişe dönmüştü Yongbok. O böyle benleri ve benlerin sahibini çok severdi
Kabul etmesi gerekirse bu beni krala fazlasıyla yakıştırmıştı Yongbok. Zaten fazlasıyla yakışıklıydı Hwang, hatta prensin bu güne kadar gördüğü en yakışıklı adam olabilirdi ama bu çok soğuk ve kötü biri olduğu gerçeğini değiştirmezdi.
Ama tabi onun bu yakışıklılığı Yongbok'un umrunda bile değildi. Birincisi onlar düşmandı. İkincisi ise Yongbok'un zaten bir sevgilisi vardı. Chenle de fazlasıyla tatlı ve yakışıklıydı.
Sarışın olan "Sana söyleyeceklerimi asla tekrarlamayacağım." diyen yüksek ve sert sesle düşüncelerinden sıyrıldığında duruşunu dikleştirip Kralın gözlerinin tam da içine bakamya başlamıştı.
Hyunjin ise onun bu tavrıyla tehlikeli bir şekilde sırıttı. Onun bu cesareti akıl alır gibi değildi. Şu anda Hyunjin'in onunla konuşması bile onun için bir şanstı krala göre. Normalde işini hemencecik bitirmek istiyordu Hyun.
Onun güçlü gözükmeye çalışması komikti. Hwang'ın karşısında hiçbir şansın yoktu. Chris, Hwang'dan sarışına ve diğerine bir zarar vermemesini istemişti. Diğerinin sonu belli değildi ama sarışın olanın sonu Hwang'ın avuçlarındaydı. Bir gün o son elbet gelecekti. Sadece sabırlı olmalıydı Hyunjin.
Bakışları tekrar sarışın olana dönerken onun tüm odağının kendisinde olduğunu gördü. Konuşmanın tam zamanıydı.
"Arkadaşın..." diye söze giriştiğinde Yongbok pür dikkat onu dinmeleye başladı.
"Eminim ki onu bu yerden kurtarmak isyersin ve aslında bu da sadece senin elinde. İstersen onu kurtarabilirsin" demiş "bunun için ise sadece dediklerime harfiyle uyman yeterli" diye de eklemişti.
Yongbok duydukları ile hiç düşünmeden başını refleksiv olarak sakladığında, Kral ellerini kalçasının üstünde birleştirip tüm gücü ve kudreti ile konuşmaya devam etti.
"Bizim sen veya diğeri ile bir işimiz yok, işimiz senin baban ve diğer tüm Walenty yöneticileri ile. Eğer onlar ikinizin caninj önemsiyorsa bize ihtiyacımız olan kristali verir"
Asıl amaçlarını söylerken başı dikti kralın, söylemediği ise kendi amacıydı ve kendi amacı için işi tamamıyla Yongbok ileydi.
Herşey bir kristal içindi. O kristali aldıklarında sonunda yüzyıllardır süregelen kin ve nefretlerini düzgün bir şekilde Walenty halkından çıkarabileceklerdi.
Planlarına göre İ.N, Lee Taeyong ve diğerleri ile konuşup istedikleri kristali alacak, kristal ellerine geçtiğinde ise Lee Yongbok serbets kalacaktı. Eğer Walenty halkı kristali verirse karışık olarak Yongbok'u alabilirdi.
Korkuyla onu dinledi Yongbok. Kendi hayatı üstüne bir takas oynanırken o bunu arkadaşının hayatı için kabuk edecekti. Kristal derken kast ettikleri şeyin ne olduğunu bile bilmiyordu. Peki ya Jisung? Jisung'a ne olacaktı?
"şimdi bana 'arkadaşımı birakmayacak mısın? ' diye soracaksın, ona ben değil sen karar vereceksin." Demişti Kral onun düşünceli halinden yola çıkarken
Yongbok başını 'devam et' dermiş gibi salladı. Kendinden çok arkadaşı için endişelense de asıl korkması gereken kişi kendisiydi.
Hwang lafını ortaya atsa da devamını ve cevabını vermemişti. Cevabını veren kişi ise Kralın tek bakışı ile Jeongin olmuştu.
"Eğer burada kalırken bize sorun çıkartmayacağına ve ne dersek yapacağına söz verirsen Jisung'u bu gün bırakacağız." demişti İ.N, yalnız olduklarının aksine gayet düz bir sesle.
Yongbok tabiki kabul edecekti çünkü emindi, babası onun için onlar ne istiyorsa verecekti ama o bahsi geçen uğruna kendisini ve arkadaşını kaçırdıkları kristali ne için istiyorlardı ki?
"Taman muhtemelen kabul etmekten başka bir şansım yok-" dediğinde, Kral alaycıl bir şekilde kafasını aşağı-yukarı sallamıştı. Jeongin ise sadece sessizce dinliyordu. "-peki bu kristali ne için istiyorsunuz?" diye devam etmişti.
Bu sorusuna yine yanıt veren kişi mavili olurken "Orası seni ilgilendirmez. Zamanı geldiğinde öğreneceksin zaten." diye cevap verdi
Artık burada işlerinin kalmadığını düşünen prens "Tamam, kabul ediyorum" diyerek kralın gözünün içine kararlılıkla bakarak arkasını dönemeye hazırlanmıştı ki onu durduran şey "bir şey daha" diyen keyifli ses olmuştu.
Sesin ardından tekrardan karanlık gözlerin içine baktığında Kral ona doğru birkaç adım atıp uzun boyunun getirisi olan avantajını kullanarak ona üstten üstten baktıktan sonra konuşmasına tehditkar bir şekilde devam etmişti.
"Eğer sözünde durmayıp bizim dediklerimizi yapmazsan seni zindana atarız ama bu sefer sıradan karanlık bir zindan olmaz, daha değişik olur... tabi görmek istersen kapıyı açman yeterli" deyip arkada kalan zidnan kapısını gösterdi
Onun bu tehditkar tavrından ve ondan korksa da Yongbok, sırf merakından, cesur bir tavırla kollarını göğsünde birleştirip hemen arkasındaki kapı kolunu tutup aşağı doğru indirerek kapıyı açtı ve iç tarafa doğru itti. Başını yavaş ve sakin bir şekilde içeriye doğru uzattığında arkadaki kralın keyifli halini görmese de hissedebiliyordu ama içerde gördüğü görüntü ile cesur tavrını siktir edip donakalması bir oldu.
İçeride devasa büyüklükte bir yılan vardı... Onu bu yılanın bulunduğu odaya atacak değillerdi ya??
Jeongin onun donmuş ifadesine bakarken içten içe komik bulduğundan gülmek istese de sıradan bir sesle "Biz Drugolar tutsaklarımıza işkence yapmayı çok severiz ama işkenceler herkesin bildiği klasik işkencelerden değil. Biz bedene değil ruha işkence ederiz... normalde işkenceler bedene yapılır ve beden acı çeker ama bizim yaptığımız ruha acı çektiriyor. Tabi bedende nasibini alıyor çoğunlukla." diyerek açıklamasına karşın prensin ağzından çıkan tek şey"Bu işkence değil idam." oldu.
Hayır bu idam değildi. işkenceydi. Yılan her ne kadar büyük ve korkutucu olsa da eğitimli olduğu için içerdeki tutsağa asla zarar vermezdi ama o yılanla aynı odada bulunma korkusu tutsağı yer bitirirdi. Eğer yılan tutsağı yerse tutsak kurtulup giderdi ama yemezse korkudan delirebilirdi. Yani düşünsenize kapkaranlık, içeride zerre ışık veya pencerenin olmadığı bir odada belki saatlerce, belki günlerce bir yılan ile kaldığınızı.. delirmemek mümkün değildi
"Peki ben eğer dediklerinizi yapmazsam beni yılana mı atarsınız?"diye sordu sarışın tekrar krala dönerken. Az önceki cesur ifadesinin yerinde tedirginlik vardı.
Kral bu soruyla başını iki yana sallayıp keyifli bir şekilde az önce geldikleri yola doğru bir iki adım atarken "Yılan bu alanda görebileceğin en basit işkence yöntemi. Seni yılana atmayız, sana bu iyiliği yapmayız. Bu sadece bir tehdit" demişti.
Evet kral böyle söylemiş olabilirdi ama bu sözüne uyup uymayacağı muammaydı.
Yongbok bir an için rahatlasa mı yoksa daha fazla mı korksa bilemedi. Bu ucu fazlasıyla açık bir sözdü.
Aslında Yongbok merak ediyordu. Eğer onların dediğini yapmazsa başına ne gelecekti bilmiyordu ve bu bilinmezliğin getirdiği merak her bir zerresini sarmıştı
Yinede bunu merak etmesine gerek yoktu, sonuçta onların dediklerine uysa da uymasa da kaderinde yazılan acılara katlanmak zorunda kalacaktı. Ona bu acıları tek tek tattıran ise tüm gücü ve kudreti ile karşısında yürüyen yabancının ta kendisi olacaktı...
•••••
Ya ben bu kurgumu gerçekten çok seviyorum. İlerde belki çok kufredecek, çok sovecek, çok eğleneceğiz ama gerçekten harika bir şey.
34 bölüm hazır ama yazarın ilk kitabı olduğu için çok çocukça yazıldığından dolayı düzenliyor ama bingo! Yazarın düzenlemeye bile vakti yok.
Her neyse bölümü nasıl buldunuz?
Beğendiğiniz yerler?
Beğenmediğiniz yerler?
Gelecek yb benimsine mi Black venoma mı gelsin?
Hepinizi kocaman öpüyorum iyi günler dilerim HYUNLİX İLE KALIN ☺️☺️☺️☺️☺️☺️☺️
Yongbok
Hyunjin
İ.N
Karina X Giselle
(16.12.2023)
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro