Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

X

Dr. Seward'dan Saygıdeğer Arthur Holmwood'a mektup

6 Eylül

Sevgili Art,

Bugünkü haberlerim pek iyi değil. Bu sabah Lucy'nin durumu biraz geriledi. Ama bu durumun iyi bir sonucu oldu: Mrs. Westenra doğal olarak Lucy için kaygılıydı ve bana onun hakkında profesyonel bağlamda danıştı. Bu fırsattan yararlanarak ona eski ustam, büyük usta Van Helsing'in benim yanımda kalmaya geleceğini ve Lucy'yi ikimizin ortak sorumluluğu altına alacağımı söyledim; böylece, şimdi onu gereksiz yere telaşlandırmadan gelip gidebiliriz çünkü bir şok birdenbire ölmesi anlamına gelir ve Lucy'nin zayıf durumunda böyle bir gelişme onun için felaket olabilir. Hepimiz zorluklarla çevrelendik, zavallı eski dostum; ama Tanrı'nın izniyle bunların üstesinden geleceğiz. Gerekirse yazacağım, yani, eğer benden haber almazsan yalnızca haber beklediğimi anla.

Sevgilerimle JOHN Seward

Dr. Seward'ın güncesi

7 Eylül - Liverpool Caddesinde buluştuğumuzda Van Helsing'in bana söylediği ilk şey şu oldu:

"Genç dostumuza yani hanımefendinin sevgilisine bir şey söyledin mi?"

"Hayır," dedim. "Telgrafımda söylediğim gibi sizi görene kadar bekledim. Ona, Miss Westenra pek iyi olmadığı için geleceğinizi ve eğer gerekirse kendisine haber vereceğimi söyleyen bir mektup yazdım."

"Doğru, dostum," dedi, "çok doğru! Henüz bilmemesi daha iyi; belki de hiç bilmemeli. Öyle olmasını diliyorum; ama eğer gerekirse her şeyi öğrenmeli. Ve iyi dostum John, seni uyarayım. Delilerle uğraşıyorsun. Herkes şu ya da bu şekilde delidir; Tanrı'nın delileriyle de -dünyanın geri kalanı- kendi delilerinle ilgilenirken davrandığın kadar sağduyulu hareket et. Delilerine ne yaptığını ya da neden yaptığını söylemiyorsun; onlara ne düşündüğünü söylemiyorsun. Öyleyse, bilgiyi rahatça durabileceği, kendi türündekileri çevresinde toplayabilip üreyebileceği yerinde bırak. Sen ve ben bildiklerimizi şimdilik burada ve burada saklayacağız." Önce benim göğsüme ve alnıma sonra da kendisine aynı şekilde dokundu. "Şu an kendime sakladığım düşüncelerim var. Sana sonra açıklayacağım."

"Neden şimdi değil?" diye sordum. "İşe yarayabilir; karara varabiliriz." Durdu ve bana bakıp şöyle dedi:

"Dostum John, mısır yetiştiği zaman, daha olgunlaşmadan bile önce - doğa ananın sütü hâlâ içindeyken ve güneş henüz onu altın rengine boyamaya başlamamışken çiftçi koçanı çekip pürüzlü ellerinin arasına alır ve yeşil kabuğunu üfleyip sana şöyle der: 'Bak! Bu iyi mısır; zamanı geldiğinde iyi hasat verecek?" Ne demeye çalıştığını anlamadım ve bunu ona söyledim. Yanıt olarak, uzun zaman önce derslerde yaptığı gibi uzanıp kulağımı tuttu ve onu şakacı biçimde çekerek şöyle dedi: "İyi çiftçi bunu sana söyler çünkü bilir, ama o zamana kadar bilmez. Ama iyi çiftçinin, ektiği mısırın büyüyüp büyümediğini görmek için onu topraktan çıkarttığını görmezsin; bu, çiftçilik oynayan çocuklara göredir, bunu yaşamlarını uğraşı olarak görenlere göre değil. Şimdi anlıyor musun, dostum John? Mısırımı ektim ve Doğa'nın onun filizlenmesi için yapacağı işler var; olur da filizlenirse, bir umut var; koçan büyüyene kadar beklerim." Birdenbire durdu çünkü anladığımı gördü. Sonra sözlerini sürdürdü ve büyük bir ciddiyetle şöyle dedi:

"Hep çok dikkatli bir öğrenciydin ve vaka defterin her zaman ötekilerinkinden daha dolu olurdu. O zamanlar yalnızca öğrenciydin; artık bir ustasın ve iyi alışkanlığının azalmadığına inanıyorum. Bilginin, dostum, hafızadan güçlü olduğunu ve daha güçsüz olana güvenmememiz gerektiğini unutma. Bu iyi yöntemi korumuş olmasan bile, sana şunu söyleyeyim, sevgili genç hanımefendimize ilişkin bu vaka, bizim ve ötekilerin öyle ilgisini çekebilir ki - dikkat et, çekebilir diyorum. Öyleyse, iyi not tut. Hiçbir şey çok küçük değil. Sana öğüt veriyorum; kuşku ve sanılarını bile kaydet. Daha sonra sanılarının ne kadar doğru olduğunu görmek ilgini çekebilir. Başarılarımızdan değil, başarısızlıklarımızdan ders alırız!"

Lucy'deki belirtileri betimlediğimde -daha öncekilerle aynı ama çok daha belirgin biçimde- çok ciddi göründü, ama bir şey söylemedi. yanına, içinde, derslerinden birinde, "faydalı mesleğimizin korkunç araç gereçleri" olarak adlandırdığı, tedavi alanındaki bir profesörün donanımı olan pek çok gereç ve ilaç olan bir çanta aldı. İçeri alındığımızda bizi Mrs. Westenra karşıladı. Korkmuştu, ama onu bulmayı beklediğim kadar korkmuş değildi. Doğa, iyi ruh hallerinin birinde, ölümün bile kendi neden olduğu dehşetlere çaresi olmasını buyurmuştu. Burada, yani ani sarsıntının ölümcül olabileceği bir vakada, konular şu ya da bu şekilde öyle bir düzenlenmişti ki, kişisel olmayan şeyler -böylesine bağlı olduğu kızındaki korkutucu değişim bile- ona dokunmuyor gibiydi. Doğa Ana'nın yabancı bir kütlenin çevresini, dokununca zarar verecek kötülükten korumak için bir tür duyarsız dokuyla kaplaması gibiydi. Eğer bu, duruma göre düzenlenmiş bencillikse, o zaman herhangi birini egoizm ahlaksızlığıyla suçlamadan önce durmalıyız, çünkü nedenlerinin bizim bildiğimizden daha derin kökleri olabilir.

Ruh hastalığının bu evresine ilişkin bilgimi kullandım ve kesinlikle gerekli olduğu durumlar dışında Lucy'nin yanında olmaması ya da hastalığı hakkında düşünmemesi gerektiği kuralını koydum. Bunu canıgönülden kabul etti, öyle canıgönüldendi ki, bir kez daha karşımda yaşam için savaşan Doğa'nın elini gördüm. Van Helsing'le ben Lucy'nin odasına götürüldük. Eğer dün onu gördüğümde şaşırdıysam, bugün onu gördüğümde dehşete kapıldım diyebilirim. Ölü gibi solgun, kireç gibi beyazdı; kırmızı renk, dudaklarından ve dişetlerinden bile çekilmişti ve yüz kemikleri belirgin biçimde çıkıntı yapıyordu; nefes alışını görmek ya da duymak acı vericiydi. Van Helsing'in yüzü mermer gibi sertleşti ve kaşları, neredeyse burnunun üstünde birbirine değecek kadar yaklaştı. Lucy hareketsiz yatıyordu ve konuşacak gücü yok gibi görünüyordu, bu yüzden bir süre hepimiz sessiz kaldık. Sonra Van Helsing beni baş işaretiyle yanına çağırdı ve birlikte yavaşça odadan çıktık. Kapıyı kapatır kapatmaz hızla koridorda ilerleyip yandaki açık kapıdan geçti. Sonra beni çabucak içeri çekti ve kapıyı kapattı. "Tanrım!" dedi; "Bu korkunç. Kaybedecek zaman yok. Yüreğinin atmayı sürdürebilmesi için gereksinim duyduğu kanın eksikliğinden ölecek. Hemen kan nakli yapılmalı. Sen mi, ben mi?"

"Ben daha genç ve daha güçlüyüm Profesör. Ben olmalıyım."

"O zaman hemen hazırları. Çantamı getireceğim. Hazırlıklıyım."

Onunla birlikte aşağı indim ve biz giderken giriş kapısı vuruldu. Hole vardığımızda hizmetçi kapıyı henüz açmıştı ve Arthur aceleyle içeri giriyordu. Bana doğru koştu ve sabırsız bir fısıltıyla şöyle dedi:

"Jack, çok kaygılandım. Mektubunun satır aralarını okudum ve o zamandan beri büyük acı içindeyim. Babam daha iyiydi, o yüzden kendi gözlerimle görmek için buraya koştum. Bu beyefendi, Dr. Van Helsing değil mi? Geldiğiniz için size minnettarım efendim." Profesör, Arthur'a baktığında böylesi bir zamanda rahatsız edilmekten dolayı kızgındı; ama şimdi, karşısındaki adamın iri yapısını inceleyip ondan fışkırıyormuş gibi görünen güçlü genç erkekliğin farkına varınca gözleri parıldadı. Elini uzatırken, hiç duraksamadan ciddiyetle şöyle dedi:

"Beyefendi, tam zamanında geldiniz. Sevgili küçük-hanımımızın sevgilisisiniz. Durumu kötü, çok çok kötü. Hayır, çocuğum, kendinizi böyle bırakmayın." Çünkü birdenbire Arthur'un beti benzi attı ve bayılırcasına bir iskemleye oturdu. "Ona yardım edeceksiniz. Onun için, yaşayan herhangi birinden fazlasını yapabilirsiniz ve cesaretiniz en büyük yardımcınızdır."

Arthur kısık bir sesle, "Ne yapabilirim?" diye sordu. "Söyleyin, yapayım. Yaşamım ona ait ve bedenimdeki son damla kanı onun için veririm." Profesör'ün güçlü bir mizahi yanı vardı ve yanıtında eski deneyimlerimden kökenine ilişkin izler sezebiliyordum:

"Genç beyefendi, o kadar fazlasını istemiyorum -son damlasını değil!"

"Ne yapayım?" Gözlerinden ateş çıkıyordu ve açık burun delikleri kararlılıkla titreşiyordu. Van Helsing omzuna vurdu. "Gelin!" dedi. "Bir erkeksiniz ve bizim de gereksinim duyduğumuz şey bir erkek. Benden daha iyisiniz, dostum John'dan daha iyisiniz." Arthur afallamıştı ve Profesör kibarca açıklama yaparak sözlerini sürdürdü:

"Genç hanımefendinin durumu kötü, çok kötü. Kana gereksinimi var ve kan alması gerek yoksa ölecek. Dostum John'la görüş alışverişinde bulunduk, kan nakli dediğimiz dolu damarlardan onun hasretini çeken boş damarlara kan nakli yapılmasını gerçekleştirmek üzereyiz. Benden daha genç ve daha güçlü olduğu için John kanını verecekti," -Arthur burada elimi tuttu ve sessizlik içinde sertçe sıktı- "ama artık siz buradasınız, genç ya da yaşlı, düşünce dünyasında çalışıp yorulan bizden çok daha iyisiniz. Sinirlerimiz sizinki kadar sakin ve kanımız sizinki kadar parlak değil!" Arthur ona döndü ve şöyle dedi: "Eğer onun için nasıl mutlulukla öleceğimi bilseydiniz, şunu anlardınız ki..."

Sesinde bir tür tıkanmayla durdu.

Van Helsing, "Aferin oğluma!" dedi. "Çok uzak olmayan bir gelecekte, sevdiğiniz kadın uğruna her şeyi yaptığınız için mutlu olacaksınız. Şimdi gelin ve sessiz olun. İşlem gerçekleştirilmeden önce onu öpün, ama sonra gitmelisiniz; benim işaretimle oradan ayrılmalısınız. Büyük hanımefendiye hiçbir şey söylemeyin; nasıl olduğunu biliyorsunuz! Şok yaşamamalı; bu konuya ilişkin herhangi bir bilgi şok olur. Gelin!"

Hep birlikte Lucy'nin odasına çıktık. Aldığı emir üzerine Arthur dışarıda kaldı. Lucy başını çevirip bize baktı, ama bir şey söylemedi. Uyumuyordu, ama konuşmak için çaba gösteremeyecek kadar zayıftı. Gözleri bizimle konuştu; hepsi buydu. Van Helsing çantasından bazı şeyler çıkarttı ve onları gözden uzak küçük bir masanın üzerine dizdi. Sonra uyuşturucu ilaç hazırladı ve yatağın başına gelerek neşeyle şöyle dedi:

"Şimdi, küçükhanım, işte ilacınız. İyi bir çocuk olup başınıza dikin. Bakın, kolayca yutabilmeniz için kaldırıyorum. Evet." Lucy bunun için çaba gösterdi ve başardı. İlacın etkisini göstermelinin ne kadar uzun sürdüğünü görmek beni çok şaşırttı. Bu, aslında, zayıflığının boyutunu gösteriyordu. Uyku, gözkapaklarında kıpraşmaya başlayıncaya kadar geçen zaman sonsuz gibiydi. Ama sonunda, uyuşturucu ilaç etkisini göstermeye başladı ve derin uykuya daldı. Profesör tatmin olunca Arthur'u odaya çağırdı ve ceketini çıkartmasını söyledi. Sonra ekledi: "Ben masayı getirirken o küçük öpücüğü alabilirsiniz. John, dostum, bana yardım et!" Böylece, Arthur, Lucy'nin üzerine eğilirken ikimiz de bakmamış olduk.

Van Helsing bana dönerek şöyle dedi:

"Öyle genç ve güçlü ki ve kanı öyle saf ki, kanını sulandırmamıza gerek yok."

Sonra Van Helsing hızlıca, ama mutlak bir düzen içinde işlemi gerçekleştirdi. Kan nakli sürerken zavallı Lucy'nin yanaklarına yaşama benzer bir şey dönüyor gibiydi ve artan solgunluğuna karşın, Arthur'un yüzü kesinlikle sevinçle parlıyor gibi görünüyordu. Bir süre sonra kaygılanmaya başladım, çünkü ne kadar güçlü bir adam olsa da, kan kaybı Arthur'u kötü etkiliyordu. Bu, bana Lucy'nin bünyesinin ne korkunç bir baskıya maruz kaldığı konusunda fikir verdi; öyle ki, Arthur'u güçsüzleştiren şey Lucy'yi kısmen iyileştirmişti. Ama Profesör'ün yüz ifadesi sertti ve elinde saat, gözleri bir hastaya, bir Arthur'a kilitlenip durdu. Kendi kalp atışımı duyabiliyordum. Biraz sonra Van Helsing yumuşak bir ses tonuyla şöyle dedi: "Bir saniye kıpırdama. Yeterli. Sen ona eşlik et, ben küçükhanıma bakacağım." Her şey sona erdiğinde, Arthur'un ne kadar zayıf düştüğünü görebiliyordum. Yarayı sardım ve onu götürmek için koluna girdiğimde Van Helsing arkasını dönmeden konuştu - adamın kafasının arkasında da gözleri var gibi:

"Bence cesur âşık hemen alması gereken bir öpücük daha hak ediyor." Ve şimdi işlemi tamamlamış olduğu için hastanın başının altındaki yastığı ayarladı. O bunu yaparken, Lucy'nin her zaman boynuna takıyormuş gibi göründüğü ve sevgilisinin ona verdiği elmas tokayla tutturulmuş dar, siyah kadife bant biraz yukarı kaydı ve boynundaki kırmızı işareti gözler önüne serdi. Arthur bunu fark etmedi, ama Van Helsing'in duyguları ele verme yollarından biri olan derin iç çekişi duyabiliyordum. Şimdilik bir şey söylemedi, ama bana dönüp konuştu: "Şimdi cesur, genç âşığımızı aşağı indir, Porto şarabından ver ve biraz uzanmasını sağla. Sonra eve gitmeli ve dinlenmeli, çok uyuyup çok yemeli ki aşkına verdiklerini geri alıp iyileşebilsin. Burada kalmamalı. Dur! Bir dakika. Sonuca ilişkin kaygılarınız olduğunu görebiliyorum beyefendi. Öyleyse, işlemin başarılı olduğunu bilerek buradan ayrılın. Bu kez onun yaşamını kurtardınız ve eve gidip yapılabilecek her şeyin yapıldığını düşünüp huzurlu bir zihinle dinlenebilirsiniz. İyileştiğinde her şeyi ona anlatacağım; yaptığınız şey için sizi daha da çok sevecek. Güle güle."

Arthur gidince odaya döndüm. Lucy güzel güzel uyuyordu, ama soluması daha güçlüydü; göğsü inip kalkarken yatak örtüsünün hareket ettiğini görebiliyordum. Van Helsing, dikkatlice Lucy'ye bakarak yatağın başucuna oturdu.

Kadife bant bir kez daha kırmızı işareti örttü. Profesöre fısıltıyla şunu sordum:

"Boğazındaki ize ne diyorsunuz?"

"Sen ne diyorsun?"

"Onu henüz görmedim," diye yanıtladım ve hemen oracıkta bandı gevşetmeye gittim. Tam şahdamarının üzerinde iki delik vardı; büyük değillerdi ama sanki morarmış gibiydiler, sağlıklı görünmüyorlardı. Bu yaranın, ya da her neyse onun, görünürdeki bu kan kaybının kaynağı olabileceği aklıma geldi; ama bu düşünce kafamda oluşur oluşmaz vazgeçtim, çünkü böyle bir şey olamazdı. Zavallı kızı kan naklinden önce bu derece solgun bırakacak miktarda kaybettiği kanla tüm yatağın kırmızıya boyanmış olması gerekirdi.

"Evet?" dedi Van Helsing.

"Evet.' dedim, "Ondan bir anlam çıkaramıyorum." Profesör ayağa kalktı. "Bu gece Amsterdam'a dönmeliyim," dedi. "Orada bana lazım olan kitaplar ve başka şeyler var. Gece boyunca burada kalmalısın ve gözünü ondan ayırmamalısın."

"Yanıma bir hemşire alayım mı?" diye sordum.

"Biz en iyi hemşireleriz - sen ve ben. Tüm gece nöbet tut; iyi beslendiğinden ve hiçbir şeyin onu rahatsız etmediğinden emin ol. Sonra uyuyabiliriz, sen ve ben. Olabildiğince çabuk döneceğim. Ve o zaman başlayabiliriz."

"Başlayabiliriz mi?" dedim. "Ne demek istiyorsunuz?"

Telaşla çıkarken, "Göreceğiz!" dedi. Bir saniye sonra geri geldi ve kafasını kapıdan içeri uzatıp uyarırcasına işaretparmağını kaldırarak şöyle dedi:

"Unutma, senin sorumluluğunda. Eğer onu bırakırsan ve zarar görürse bundan sonra rahat uyuyamazsın!"

Dr. Seward'ın güncesi (devam)

8 Eylül - Bütün gece Lucy'nin yanında oturdum. Uyuşturucu ilacın etkisi alacakaranlığa doğru ortadan kalktı ve kendiliğinden uyandı; işlemden öncekine kıyasla farklı bir insan gibiydi. Morali bile iyiydi ve mutlu bir canlılıkla doluydu, ama maruz kaldığı mutlak bitkinlik halinin izlerini görebiliyordum. Mrs. Westenra'ya Dr. Van Helsing'in, Lucy'nin başında beklememi emrettiğini söylediğimde, kızının yenilenen gücüne ve kusursuz moraline dikkat çekerek bu düşünceye neredeyse burun kıvırdı. Ama kararlıydım ve uzun gece nöbetim için hazırlıklar yaptım. Hizmetçisi onu gece için hazırladığında içeri girdim; bu arada akşam yemeğimi yemiştim ve yatağının başucuna oturdum. Karşı çıkmadı ve göz göze geldiğimizde bana minnetle baktı. Uzun bir süreden sonra uykuya dalar gibi oldu, ama çabalayarak kendini topladı ve uykuyu üzerinden silkeleyip attı. Bu durum, zaman ilerledikçe artan çabalar ve kısalan aralarla defalarca yinelendi. Uyumak istemediği açıktı, bu yüzden hemen konuyu ele aldım:

"Uyumak istemiyor musunuz?"

"Hayır; korkuyorum."

"Uyumaktan korkmak mı! Neden? Uyku, hepimizin mumla aradığı bir nimettir."

"Ah, eğer benim gibiyseniz - eğer uyku sizin için bir korku alametiyse, öyle olmaz!"

"Korku alameti mi! Ne demek istiyorsunuz?"

"Bilmiyorum; ah, bilmiyorum. Ve bunu bu denli korkutucu kılan da bu. Tüm bu güçsüzlük uykudayken üzerime çöküyor; ta ki bunu düşünmek bile beni dehşete düşürene kadar."

"Ama sevgili kızım, bu gece uyuyabilirsiniz. Burada sizi izliyor olacağım ve hiçbir şey olmayacağına söz verebilirim."

"Ah, size güvenebilirim!" Fırsattan yararlandım ve şöyle dedim: "Size söz veriyorum; eğer kötü rüya gördüğünüze ilişkin herhangi bir işaret görürsem sizi hemen uyandıracağım."

"Gerçekten mi? Ah, gerçekten uyandıracak mısınız? O zaman uyuyacağım." Ve neredeyse bunu söyler söylemez rahatladığını gösteren derin bir iç çekişin ardından uykuya dalıp arkasına yaslandı.

Bütün gece onu izledim. Hiç kıpırdamadı ve derin, huzurlu, canlandırıcı ve iyileştirici bir uyku uyuyup durdu. Dudakları hafif aralıktı ve göğsü, sarkaç düzenliliğiyle inip kalkıyordu. Yüzünde gülümseme vardı ve gönül rahatlığını bozacak tek bir kötü rüya bile görmediği belliydi.

Sabah erkenden hizmetçisi geldi ve Lucy'yi onun ellerine teslim edip eve döndüm, çünkü beni kaygılandıran çok şey vardı. Van Helsingle Arthur'a, işlemin kusursuz sonucunu anlatan kısa birer telgraf çektim. Kendi işlerimi -ki çokça kalmışlardı- bitirmem tüm günümü aldı; zoophagous hastamla ilgili bilgi almayı başardığımda hava kararmıştı. Rapor iyiydi: Geçtiğimiz gün ve gece boyunca oldukça sessizdi. Ben yemekteyken, o sırada Amsterdam' da bulunan Van Helsing'den, el altında bulunmam iyi olabileceği için bu gece Hillingham'da olmam gerektiğini ve bu geceki posta arabasıyla yola çıkıp sabah erkenden bana katılacağını söyleyen bir telgraf geldi.

9 Eylül. - Hillingham'a vardığımda oldukça yorgun ve bitkindim. İki gecedir neredeyse hiç gözümü kırpmamıştım ve beynim, yorgunluk göstergesi uyuşukluğu hissetmeye başlıyordu. Lucy uyanıktı ve neşesi yerindeydi. Benimle el sıkışırken keskin bir ifadeyle yüzüme baktı ve şöyle dedi:

"Bu gece size oturmak yok. Bitkinsiniz. Eskiden olduğu gibi çok iyiyim, gerçekten iyiyim; eğer birinin sabahlaması gerekiyorsa, ben sizin başınızda sabahlayacağım." Bu konuda tartışmadım, gidip akşam yemeğimi yedim. Lucy benimle geldi ve hoş varlığıyla neşelendirilmiş kusursuz bir yemek yiyip kusursuzdan da öte Porto şarabından birkaç kadeh içtim. Sonra Lucy beni üst kata çıkarttı ve kendininkinin yanında, sıcak bir şöminenin yandığı odayı gösterdi. "Şimdi," dedi, "burada kalmalısınız. Bu kapıyı ve kendi kapımı açık bırakacağım. Kanepeye uzanabilirsiniz, çünkü yakında hasta varken siz doktorları yatağa yatmaya hiçbir şeyin ikna edemeyeceğini biliyorum. Bir şeye gereksinimim olursa seslenirim ve siz de hemen yanıma gelebilirsiniz." Kabul etmekten başka bir şey yapamazdım çünkü "köpek gibi yorulmuştum" ve sabahlamayı denesem bile bunu başaramazdım. Böylece, herhangi bir şeye gereksinim duyması durumunda bana sesleneceğine dair bir daha söz verdirerek kanepeye uzandım ve her şeyi unuttum.

Lucy Westenra'nın güncesi

9 Eylül. - Bu gece kendimi çok mutlu hissediyorum. Öyle zayıf düşmüştüm ki, tekrar düşünebilmek ve dolaşabilmek, çelik gibi gökyüzünde uzun süren doğu rüzgârından sonraki gün ışığını hissetmek gibi. Her nasılsa, Arthur'u çok ama çok yakınımda hissediyorum. Sıcak varlığının içimi ısıttığını hissediyor gibiyim. Bence hastalık ve güçsüzlük bencil şeyler, bunlar iç gözümüzü ve sevgimizi kendimize yöneltiyorlar; oysa sağlıkla güç, dizginleri Aşk'a bırakıyor ve düşünce ve duygular söz konusu olduğunda istediği yere gidebiliyor. Keşke Arthur bunu bilseydi! Canım, canım, uyurken kulakların çınlıyor olmalı, benimkiler uyanıkken çınlıyor. Ah, dün gecenin keyifli uykusu! O sevgili, iyi Dr. Seward başımda beklerken nasıl da uyudum. Ve bu gece uyumaya korkmamalıyım çünkü çok yakınımda, bana yalnızca seslenme mesafesinde. Bana bu denli iyi davrandıkları için herkese çok teşekkürler! Tanrı'ya şükür! İyi geceler, Arthur.

Dr. Seward'nı güncesi

10 Eylül - Profesör'ün elinin başımın üstünde olduğunu fark ettim ve ânında uyandım. Bu, her ne pahasına olursa olsun, akıl hastanesinde öğrendiğimiz şeylerden biridir.

"Peki hastamız nasıl?"

"Şey, yanından ayrıldığımda, daha doğrusu, yanımdan ayrıldığında," diye yanıtlamaya başladım.

"Gel, bakalım," dedi. Ve birlikte odaya girdik.

Perde çekiliydi ve Van Helsing, sessizce kedi gibi yatağa doğru ilerlerken ben de yavaşça perdeyi açmaya gittim.

Perdeyi açmamla ve sabah güneşinin odaya dolmasıyla Profesörün iç çekişini duydum ve bunun ne kadar ender olduğunu bildiğimden yüreğime ölümcül bir korku saplandı. yanına doğru gittiğimde geri çekildi ve dehşete düştüğünün göstergesi olan "Gott in Himmel!" nidasının yüzündeki acı dolu ifadeyle vurgulanmasına gereksinimi yoktu. Elini kaldırıp yatağa işaret etti; sert yüzü asılmış ve kül gibi solmuştu. Dizlerimin titremeye başladığını hissettim.

Korkutucu derecedeki beyaz rengiyle her zamankinden daha yorgun görünen Lucy, bayılmış gibi yatağın üstünde yatıyordu. Dudakları bile bembeyazdı ve uzun bir hastalıktan sonra bazen cesetlerde gördüğümüz gibi dişetleri çekilmiş görünüyordu. Van Helsing, kızgınlıkla yere vurmak üzere ayağını havaya kaldırdı, ama yaşam içgüdüsü ve yaşadığı uzun yılların alışkanlığı onun bunu yapmasına engel oldu ve yavaşça ayağını indirdi. "Çabuk!" dedi. "Brendiyi getir." Yemek odasına fırladım ve içki sürahisiyle döndüm. Zavallı beyaz dudakları onunla ıslattı ve ikimiz birlikte avuç içini, bileklerini ve kalbini ovaladık. Van Helsing, Lucy'nin kalbini yokladı ve birkaç saniye süren acı dolu bir belirsizlikten sonra şöyle dedi:

"Henüz çok geç değil. Kalbi atıyor, zayıf da olsa atıyor. Yaptığımız her şey boşa gitti; baştan başlamalıyız. Genç Arthur artık burada değil; bu kez senden istemeliyim dostum John." Konuşurken elini çantasına daldırmış kan nakli için gereken araç gereci çıkartıyordu; ceketimi çıkartmış, gömleğimin kolunu sıvamıştım. Şu an uyuşturucu ilaç olanağı da gereği de yoktu; böylece, bir an bile kaybetmeden işleme başladık. Bir süre sonra -o süre kısa gelmemişti çünkü her ne kadar isteyerek verilse de, birinin kanının boşaltılması korkunç bir duygu- Van Helsing beni uyarmak üzere parmağını kaldırdı. "Kıpırdama," dedi, "ama korkarım, artmakta olan gücü yüzünden uyanabilir ve bu durum tehlikeli olabilir, ah, hem de büyük tehlike yaratabilir. Önlem almalıyım. Deri altına morfin enjekte edeceğim." Hızla ve ustaca, amacını yerine getirmek için işe koyuldu. Bu işlemin Lucy üzerindeki etkisi kötü değildi çünkü baygınlığı, zarif biçimde, uyuşturucu etkisindeki uykuya karıştı. Kişisel bir gururla benzi atmış yanaklara ve dudaklara belli belirsiz bir rengin geri geldiğini görebiliyordum. Hiçbir erkek, kendi kanının sevdiği kadının damarlarına çekildiğinin nasıl bir duygu olduğunu deneyimlemeden bilemez.

Profesör, beni eleştirel gözlerle izliyordu. "Bu kadar yeter," dedi. "Bu kadar çabuk mu?" diye karşı çıktım. "Art'tan çok daha fazlasını almıştınız." Bu dediğime yanıt verirken hüzünlü bir gülümsemeyle güldü:

"O, küçükhanımın sevgilisi, onun nişanlısı. Senin, onun için ve başkaları için yapacak işin, çok işin var ve şimdilik bu kadarı yetecek."

İşlemi durduğumuz zaman, ben kesiğe parmağımla baskı uygularken o da Lucy'yle ilgilendi. Benimle ilgilenmesi için işinin bitmesini beklerken uzandım, çünkü kendimi çok bitkin ve biraz da hasta hissediyordum. Çok geçmeden yaramı sardı ve kendime bir kadeh şarap almam için beni alt kata gönderdi. Odadan çıktığım sırada peşimden geldi ve neredeyse fısıldayarak şöyle dedi:

"Dikkat et, bu konuda hiçbir şey söylenmemek. Eğer genç âşığımız daha önce olduğu gibi beklenmediği bir anda ortaya çıkarsa, ona tek söz etme. Bu, onu hemen korkutur ve kıskandırır. Bunların hiçbiri olmamalı. İşte bu yüzden!"

Geri döndüğümde bana dikkatlice baktı ve şöyle dedi:

"Çok kötü olmadın. Odaya git ve kanepende uzanıp bir süre dinlen; sonra bolca kahvaltı et ve buraya yanıma gel."

Talimatlarını yerine getirdim çünkü onların doğru ve akıllıca olduklarını biliyordum. Üzerime düşeni yapmıştım ve bundan sonraki görevim, gücümü korumaktı. Kendimi çok güçsüz hissediyordum ve bu güçsüzlükte olup bitenler nedeniyle yaşadığım şaşkınlığın bir kısmı yok olmuştu. Ama Lucy'nin nasıl olup da böyle kötüleştiğini ve en ufak iz bırakmadan nasıl böylesine çok miktarda kan kaybettiğini merak ederek kanepede uykuya daldım. Sanırım merakımı rüyamda da sürdürmüş olmalıyım ki, uyuyup uyanırken düşüncelerim hep boynundaki küçük deliklere ve kenarlarının -her ne kadar minicik olsalar da- pürüzlü, hamur gibi görünüşün üzerinde dönüp duruyordu.

Lucy günün ilerleyen saatlerine kadar güzelce uyumayı sürdürdü; uyandığında -önceki günkü kadar olmasa da- epeyce iyi ve güçlüydü. Van Helsing onu gördükten sonra yanından bir an bile ayrılmamam konusunda kesin emir verip beni sorumlu olarak bırakarak yürüyüşe çıktı. Holde, en yakındaki telgraf ofisinin yolunu soran sesini duydum.

Lucy, benimle rahatça sohbet etti, bir şeyler olduğunun bilincinde değil gibiydi. Onu oyalamaya ve ilgisini çekmeye çalıştım. Annesi onu görmek için yukarı geldiğinde herhangi bir değişiklik fark etmemiş gibi göründü, ama minnetle bana şöyle dedi:

"Dr. Seward, tüm yaptıklarınız için size çok şey borçluyuz ama cidden, fazla çalışmamaya özen göstermelisiniz. Siz de solgun görünüyorsunuz. Size bakacak, sizinle ilgilenecek bir eş gerek size; evet öyle!" O bunları söylerken, Lucy bir anlığına da olsa kızardı çünkü hastalıktan eriyip bitmiş damarları, başına uzun süre böylesi alışılmamış miktarda kan akıtmaya dayanamadı. Buna tepkisi, yakaran gözlerle bana döndüğünde aşırı miktarda solgunluk oldu. Gülümseyip başımı salladım ve parmağımı dudaklarıma götürdüm; iç çekerek yastıklarının arasına gömüldü.

Birkaç saat içinde Van Helsing geri geldi ve hemen şöyle dedi: "Sen şimdi eve git ve çok yiyip yeterince iç. Kendini güçlendir. Bu gece burada ben kalacağım ve küçükhanımın başında sabahlayacağım. İkimiz vakayı izlemeliyiz ve başka kimsenin durumu öğrenmesine izin vermemeliyiz. Bunun için çok önemli gerekçelerim var. Hayır, ne olduklarını sorma; ne istersen onu düşün. En akla yatkın olmayanı bile düşünmeye çekinme. İyi geceler."

Holde iki hizmetçi yanıma gelip ikisinin birden ya da içlerinde birinin Miss Lucy'nin yanında sabahlayıp sa-bahlayamayacağını sordular. Onlara izin vermem için yalvardılar; Dr. Van Helsing'in arzusunun yalnız kendisi ya da benim Lucy'nin başında sabahlamamız olduğunu söylediğimde oldukça yürek parçalayıcı biçimde, "yabancı beyefendiden rica etmemi istediler. İncelikleri bana çok dokunmuştu. Belki şu an zayıf olduğum için bu kadar etkilenmiştim ya da belki ortaya koydukları bağlılık tümüyle Lucy yüzündendir, çünkü kadınların inceliklerine ilişkin benzer durumları defalarca görmüştüm. Geç bir akşam yemeği için zamanında buraya döndüm; hastalarımı kontrol ettim - hepsi iyiydi; ve uykuyu beklerken bunları kaydediyorum. İşte, uyku da geliyor."

11 Eylül. - Bugün öğleden sonra Hillingham'a gittim. Van Helsing'i mükemmel bir ruh hali içinde ve Lucy'yi de çok daha iyi buldum. Oraya varışımdan kısa süre sonra, Profesör'e yurtdışından büyük bir paket geldi. Çok etkilenmiş görünerek -sözümona tabii- paketi açtı ve kocaman bir demet beyaz çiçek gösterdi.

"Bunlar sizin için, Miss Lucy," dedi.

"Benim için mi? Ah, Dr. Van Helsing!"

"Evet, canım, ama oynamanız için değil. Bunlar ilaç." Bunu duyunca Lucy yüzünü buruşturdu. "Hayır, ama bunların kaynatılarak özü çıkartılmayacak ya da mide bulandırıcı bir şekil almayacaklar; o yüzden, bu güzel burnunuzu kıvırmanıza gerek yok, yoksa dostum Arthur'a böylesine sevdiği böylesi bir güzelliği çarpıtılmış görerek ne acılara katlanması gerekebileceğini söyleyeceğim. Hah, tatlı küçükhanım, işte o güzel burun yine düzeldi. Bunun iyileştirici özelliği var, ama nasıl olduğunu bilmiyorsunuz. Bunu pencerenize yerleştiriyorum, güzel bir girlandyapıyorum ve onu boynunuza asacağım ki iyi uyuyun. Ah, evet! Lotus çiçeği gibi bunlar sizin sıkıntılarınızı unutturacak. Lethe'nin suları gibi kokuyor, conquistador'larınFlorida'da arayıp çok geç buldukları o gençlik çeşmesinin suları gibi."

Profesör konuşurken, Lucy çiçekleri inceleyip kokluyordu. Yarı gülüp yarı tiksinerek hemen çiçekleri yere attı ve şöyle dedi:

"Ay Profesör, sanırım bana şaka yapıyorsunuz. Bu çiçekler bildiğimiz sarmısak."

Tersine, Van Helsing ayağa kalktı ve demirden çenesi kasılmış, fırça gibi kaşları birleşmiş biçimde, tüm sertliğiyle şöyle dedi:

"Beni hafife almayın! Ben asla şaka yapmam! Yaptığım her şeyde çetin bir amaç vardır ve sizi uyarıyorum, bana karşı çıkmayın. Kendi iyiliğiniz için olmasa bile başkalarının iyiliği için dikkat edin." Sonra zavallı Lucy' nin, haklı olarak korktuğunu görünce, sözlerini daha nazik biçimde sürdürdü: "Ah, küçükhanım, canım, benden korkmayın. Bunları sizin iyiliğiniz için yapıyorum; ama bu sıradan çiçeklerde size yarayacak çok büyük güç var. Bakın, onları kendi ellerimle odanıza yerleştiriyorum. Boynunuza takacağınız girlandı kendi ellerimle yapıyorum. Ama şişşt! Çok meraklı sorular soran başkalarına anlatmak yok. Söz dinlemeliyiz ve sessizlik de söz dinlemenin bir parçasıdır; söz dinlemek, sizi bekleyen sevgi dolu kollara güçlü ve sağlıklı gitmenizi sağlayacak. Şimdi biraz kıpırdamadan durun. Benimle gel, John, dostum ve odayı da arkadaşım Vanderpool'un yıl boyunca serasında yetiştirdiği, Haarlem'den gelen sarmısağımla donatalım. Dün telgraf çekmek zorunda kaldım, yoksa bugün burada olamazlardı."

Çiçekleri de yanımıza alıp odaya girdik. Profesörün hareketleri kesinlikle tuhaftı ve bu yaptığımız, duyduğum hiçbir ilaç kitabında bulunmayacak türdendi. Önce pencereleri kapatıp mandalları sıkılaştırdı; sonra eline bir avuç çiçek alıp sanki içeri girebilecek her esintinin sarmısak kokusuyla dolacağından emin olmak istercesine pencere kanatlarına boydan boya sürdü. Sonra, o demetle kapı pervazının tümünü, altını, üstünü, iki yüzünü de ovaladı ve şöminenin çevresine de aynısını yaptı. Tüm bunlar bana çok anlamsız geliyordu ve hemen şöyle dedim:

"Peki, Profesör, yaptığınız şeyler için her zaman bir nedeniniz olduğunu biliyorum, ama bu kesinlikle kafamı karıştırıyor. İyi ki burada bir kuşkucu yok, yoksa kötücül ruhları dışarıda tutmak için büyü yaptığınızı söylerdi."

"Belki de öyle yapıyorumdur!" Lucy'nin boynuna takacağı girlandı hazırlamaya başladığı için sessizce yanıtlamıştı.

Sonra, Lucy'nin gece için hazırlanmasını bekledik ve genç hanım yatağa girdiğinde Profesör odaya girdi ve sarmısak girlandını kendi elleriyle boynuna geçirdi. Lucy'ye söylediği son sözler şu oldu:

"Bunu ellememeye dikkat edin; oda size boğucu gelse de bu gece pencere ya da kapıyı açmayın."

"Söz veriyorum," dedi Lucy, "Ve ikinize de bana gösterdiğiniz incelik için binlerce teşekkür! Ah, böylesi arkadaşlarla kutsanmak için ne yaptım?"

Bizi bekleyen tek atlı arabamla evden ayrılırken, Van Helsing şöyle dedi:

"Bu gece huzur içinde uyuyabilirim ve uykuya ihtiyacım var - iki gece yolculuk, aradaki günde bolca okuma, onu izleyen gün bolca kaygı ve gece gözümü bile kırpmadan sabahlamak. Yarın sabah erkenden uğrayıp beni al ve birlikte üzerinde çalıştığım 'büyü'mle çok daha güçlenen güzel küçükhanımımızı görmeye gelelim. Ho! Ho!"

Öyle kendinden emin görünüyordu ki, iki gece önce hissettiğim yıkıcı etkisi olan özgüvenimi hatırlayıp korkuya ve belli belirsiz dehşete kapıldım. Bunu dostuma anlatmaya çekinmemin nedeni zayıflığım olsa gerek, ama bunu giderek daha da artarak, dökülmemiş gözyaşları gibi hissediyordum.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro