Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

3. Bölüm


Kurt Larsen'le dostluğumuz gün geçtikçe güçleniyordu. Zaman zaman tartışıyorduk ama ikimiz de birbirimizle konuşup, sohbet etmekten hoşlanıyorduk.

Günlerden bir gün, kaptanın yanına gittiğimde, başını ellerinin arasına alıp, hıçkırdığını gördüm. Önce ağlıyor sandım. Hayır ağlamıyordu ama acı çekiyordu. Bir ara, avcılara baş ağrısı için bir ilaç sordu. Bu baş ağrısı üç gün sürdü. Bu sürede kimseyle konuşmadı, kamarasında acısıyla başbaşa kaldı.

Üç gün sonra iyileşmişti. Sabahleyin kamarasına geldiğim zaman masasında çalışıyordu. Önünde bazı kağıtlar vardı. Bana döndü:

"Günaydın Hımbıl..." dedi.

"Günaydın." dedim. "Bugün iyi görünüyorsunuz."

Ona kimi zaman "sen" kimi zaman da "siz" diye sesleniyordum.

"Evet, iyiyim." dedi. "Gel bak, sana yeni bir çalışmamı göstereyim. Açık denizde yıldızlara bakarak yer belirlemeye yarıyor. Harita üzerinde uygulandığı zaman geminin yerini kesin olarak belli ediyor.

"Çok yetenekli bir kişisiniz Kaptan." dedim. "Böyle basit bir avcı gemisine nasıl düştünüz? İnsanlığa daha üst kademelerde hizmet edebilirdiniz."

Yüzüme bakarak:

"Ekin ekmeye giden çiftçileri gözünün önüne getir Hımbıl." dedi. "Tarlaya attıkları tohumlardan bir kısmı taşların ya da ısırgan otlarının üstüne düşerler ve hiçbir zaman kök salıp yeşeremezler. İşte ben de o talihsiz tohumlardan biriyim. Norveç'te, batı kıyılarında, Romsdal fiyordu dolaylarında doğdum. Danimarkalı bir ailenin çocuğum. Yoksul ve bilgisiz insanların arasında geçti çocukluğum. Küçük yaşlardan beri denizlerde, gemilerde çalıştım. Azar işittim, küfür yedim, itilip kakıldım."

Sustu, uzaklara baktı.

"Peki nasıl oluyor da..."

Sözümü kesti:

"Okuma yazma biliyorum. Darwin'i, Spencer'i okuyorum değil mi? Oniki yaşımdan sonra İngiliz ticaret gemilerinde kamarot olarak çalıştım. Onyedi yaşımda gemicilikle ilgili her şeyi öğrenmiştim artık. İçimdeki sonsuz hırs ve öğrenme isteğiyle matematik, bilim, edebiyat... hepsini okudum, öğrendim. Böylece hem yalnızlığımı giderdim, hem de dünya görüşüm gelişti... İşte şimdi kaptanım. Gemim, adamlarım var. Yine de kendimi köksüz bir filize benzetiyorum."

Gene sustu, denizi seyretti.

"Bu dünyada, kardeşimden başka beni anlayan kişi sensin Hımbıl!" dedi.

"Demek bir kardeşiniz var ha?"

"Evet, var ya."

"O ne iş yapıyor?"

"O da benim gibi ayıbalığı avcısı. Namı da «Ölüm Larsen» dir."

"Ölüm Larsen ha!"

"O, kafasız biridir. Hiçbir şey düşünmez, okuma yazma bile bilmez."

***

Ölüm Larsen'e Japonya kıyılarında rastladık. Macedonia adlı buharlı geminin kaptanıydı. Gemicilerin söylediğine göre, haşhaş kaçakçılığı yapıyor, Çin'e silah götürüyormuş. Korsanlık yaptığı da söyleniyordu.

Güney Pasifik'e gelmiştik. Önce batıya, daha sonra kuzeye dönecek, adalara uğrayıp su aldıktan sonra Japonya kıyılarına gidecektik. Av bölgemiz orasıydı.

Gemide herkes sabırsızlanıyor, kavga çıkarmak için bahane arıyordu.

Bütün balıkçı gemilerinde olduğu gibi, gemimizde de bir kantin vardı. Kantini de Kaptan Larsen işletiyordu. Johnson, kantinden bir deri ceket almıştı. Ceket hoşuna gitmemiş olacak ki, herkese kantinden bir şey almamalarını söylemeye başladı. İkinci kaptan da onun bu yakınmasını kaptana bildirdi.

Bunun üzerine kaptan, Johnson'u çağırttı. Gelince de kapıyı sürgületti. Onu sorguya çekmeye başladı. Ceketi beğenmediğini ulu orta her yerde söylediği için onu azarladı. Daha sonra da üstüne atılıp tekme, yumruk yağmuruna uğrattı. İkinci kaptan Johansen de kaptana yardım etti. Johnson, çok geçmeden bir külçe gibi yere yığıldı. Johansen hızını alamamış, hala vuruyordu.

Kaptan, ona durmasını söyledi. Dinlemeyince hiddetle yere itti. Daha sonra bana dönerek:

"Kapıları aç artık." dedi.

Ben kapıyı açınca, kaptanla ikinci kaptan, dövdükleri Johnson'u kollarından, bacaklarından tuttukları gibi güvertenin tam ortasına fırlatıverdiler. Johnson'un ağzından, burnundan, kulaklarından kan geliyordu. On dakika içinde yüzü gözü şişmiş, vücudu çürük içinde kalmış, tanınmayacak hale gelmişti.

Önce yanına yaklaşmaya cesaret edemediler. Sonra kamarot George Leach, Johnson'un yaralarını sarıverdi. Kaptan, küpeşteye dayanmıştı. Ağzında bir sigara vardı. Kamarot Leach kendini tutamadı:

"Allah cezanı versin senin!" diye bağırdı, "Sen katil, aşağılık, pis bir domuzsun!"

Hepimiz şaşkınlık ve hayret dolu bakışlarla birbirimize bakıyorduk. Kaptanın hemen zavallı kamarotun üstüne saldırıp, onu döveceğini sanıyorduk. Oysa Larsen dirseklerini küpeşteye dayamış, kendisine hakaretler yağdıran Leach'ı seyrediyordu. Kamarot hızını alamamıştı, bağırıp duruyordu gene:

"Haydi alçak Larsen, Johnson'a yaptıklarını bana da yapsana! Beni de döv. Senden başka ne beklenir ki? Haydi!"

Aşçıbaşı, çöp dökmek bahanesiyle dışarı çıkmıştı. Asıl amacı Leach'ın yiyeceği dayağı görmekti. Kaptana yaranabilmek için:

"Ne biçim konuşma o öyle." diye kamarotu azarladı. "Karşında bulunan kişi bir kaptandır. Senin kaptanın..."

Leach, öfkeyle aşçıbaşının üstüne saldırdı, onu bir yumrukta yere devirip üzerine çıktı, tekme tokat dövmeye başladı. Kaptan, hiçbir şey olmamış gibi bakıyordu. Aşçıbaşıyı kimse sevmediği için yardımına koşan olmuyor, yediği dayaklara seyirci kalıyordu.

Sonunda Leach vurmayı bıraktı. Yerinden doğrulup, terini silerek çevresine baktı. Daha sonra ağır ağır güverteyi terketti. Kaptan yerinde öylece duruyordu. Mutfağa gitmeden önce aşçıbaşıya baktım. Hali fenaydı. İçimde garip bir duygu vardı. Düşmanımın dövülmesi beni memnun etmişti.

İçimdeki güzel ve iyi duygular, yavaş yavaş kayboluyorlardı.

***

Aşçıbaşı Thomas kendini toparlayamadığı için, üç gün mutfak işine ben baktım. Yemek pişirdim, yerleri silip süpürdüm. Yaptığım yemekler çok beğenildi. Üç gün sonra Kaptan Larsen, aşçıbaşı Thomas'a mutfaktaki işinin başına geçmesini emretti. Aşçıbaşı sızlandı, yalvarıp yakardı ama dinletemedi. Oysa her tarafı çürük içindeydi. Yüzü gözü şişmişti. Güçlükle soluk alıp veriyordu.

Mutfağa gelir gelmez, ocağın başındaki bir sandalyeye çöküp ağlamaya başladı. Bir yandan da kötü talihine kızıyor, sövüp sayıyordu.

"Hayatta hiç gülmedim. Hep kötüydü kaderim." diye yakınıyordu. "Okula gönderen, hasta olduğum zaman bana bakacak, karnımı doyuracak bir yakınım olmadı. Ömrümce hep ağladım, acı çektim, üzüldüm. Kaburgalarım kırıldı. Yakında kan kusmaya başlarım."

Gerçekten de, dediği gibi, ertesi günü kan kusmaya başladı. Ama ölmedi. Sağlığına kavuştu. Sürüne sürüne gelebiliyordu mutfağa ve iş yaparken de yüzünü buruşturuyordu. Johnson daha güç iyileşti. Kamarot Leach'ın kaptana ve yardımcısına duyduğu kin ve nefret daha geçmemişti.

Bir gün, ikinci kaptanla itiştiler. Bir gürültü duydum. Gidip baktığımda gördüm ki, yerde kan izleri var. Leach'ın bıçağı duvara saplanmış. Ortalık yatıştığı zaman bıçağı hemen oradan alıp sakladım. Johansen bıçağı aradı, bulamadı.

Gizlice Leach'a bıçağını verdim. Yüzüme gülümseyerek baktı, sevindi.

Avcı Louis, güvertede denize bakarken yanına yaklaştım, fısıltıyla:

"Neyse ki ölen falan yok daha!" dedim.

Louis acı acı başını saladı:

"Yanılıyorsun..." diye mırıldandı. "Bu gidişle bir şeyler olacak, çok kötü şeyler olacak hem de! Üstelik çok yakında!"

***

Louis'in dedikleri, çok geçmeden gerçekleşti. Birkaç gün sonraydı. Geç saatlere kadar güvertede kaldıktan sonra, kamarama gelmiştim. Ama içerisi çok sıcak olduğu için, battaniyemi ve yastığımı alarak güverteye döndüm. Orada yatmayı düşünüyordum. Dümende Harrison vardı. Dalgındı. Battaniyemi yere serip yatmaya hazırlanırken arkamda derin bir ses duydum. Bir de baktım ki, denizden gemiye biri çıkıyordu. Korkuyla irkildim. Uzanıp bakınca bunun Kaptan Larsen olduğunu gördüm. Elimi uzatarak çıkmasına yardım ettim. Başında derin bir yara izi vardı. Biri başına vurup denize atmış olacaktı.

Kaptan üzerindeki suları güverteye akıtıp susmamı söyledi. Kendisiyle birlikte gelmemi işaret etti. Dümendeki Harrison'un yanına gittik. Kaptan ona ikinci kaptanı görüp, görmediğini sordu. Harrison kendisine çekidüzen verdikten sonra:

"Hayır efendim. Öğleden beri hiç görmedim." dedi. Kaptanla birlikte geminin başüstüne gittik. "İkinci kaptanı aşağıda arayayım mı efendim?" diye sordum.

"Hayır. Ben onun nerede olduğunu tahmin ediyorum." dedi.

Gemicilerin topluca yattıkları kamaraya girdi. Ben de onu izledim. Kaptan gemicilerin nabızlarını sayarak uyuyup uyumadıklarını birer birer kontrol etti. Üçüncü yatakta yatan Johnson'du. Kaptan onun nabzını saymaya başladı. Ranzanın üstünde de kamarot George Leach yatıyordu.

Birden Leach yerinden doğruldu. Elimdeki feneri biri hızla çekti aldı.

Her taraf karanlık olunca üst ranzalardan kaptanın üzerine atılanlar oldu. Kaptan karşı koyuyordu, ama onlarla başetmesi olanaksızdı. Gemiciler:

"Vur kafasına! Dağıt beynini!" diye bağırıyorlardı.

Bir gemici:

"İkinci kaptan da burada. Yakaladım onu!" diye bağırdı. Gözlerim karanlığa alışınca, kaptanın üzerinde yedi sekiz kişinin bulunduğunu gördüm. Dövüş bir süre daha sürdü. Birden Leach'ın:

"Buraya gelin, yakaladım onu!" diye bağırdığını duydum. "Bir bıçak bulun bana. Bir bıçak istiyorum. Bıçak yok mu?"

Saldırganlar, karanlıkta birbirlerine girmişlerdi. Kaptan fırsattan yararlanarak merdivenlere yaklaştı. O sırada yukardan birinin:

"Hey, ne oluyor orda?" diye bağırdığı duyuldu.

"Sen kimsin?"

"Latimer! Nöbetim bitti. Nöbet değişimi için geldim."

"Hey oradaki, duyuyor musun beni?" diye sordu.

"Evet, sen kimsin?"

"Kaptan Larsen! Elini ver de çıkayım buradan."

Delikten içeriye uzanan eli, kaptan hemen yakaladı. Aşağıdan bırakmak istemediler. Tekme atarak kurtulmaya çalıştı. Birkaç kişi bağırarak yere düştü. O sırada yakılan fenerin ışığında Leach'ın kaptanı yakalayayım diye hamle yaptığını, ama yediği tekmeyle paldır küldür yere yuvarlandığını gördüm.

Daha sonra Kaptan Larsen ve fener gözden kayboldu. Kamara zifiri karanlığa büründü.


Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro