🌠otuz üç
Beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum, multide Lâl'in dinlediği şarkı var ama çok hassassanız dinlemenizi veya anlamına bakmanızı önermem. Keyifli okumalar 🩷
CORALINE YOK OLMAK İSTİYOR
Dönen çamaşır makinesini izler gibi duvardaki bir resmime dalmışken odamın kapısı aniden açıldığında kilitlemeyi unuttuğum için kendime kızdım. Montumu giyiniyordum, eğer kapı iki dakika önce açılsaydı çıplak olduğumu görecekti.
Elimdeki formüllerin yazılı olduğu kağıdı çantamın içine attım. Dünden sonra bugün okula gitmek istemiyordum ama matematik sınavı vardı, geçerli biz bahanem de olmadığı için muhtemelen girmedi olarak geçerdi sisteme ve halam neden girmediğimi merak ederek üzerime düşerdi. Gitmek zorundaydım zira dikkat çekmek istemiyordum her zaman olduğu gibi.
"Bu aralar farklısın," dedi eniştem beni süzerken. Muhtemelen halam iş için evden çıkmıştı, o yüzden böyle rahat rahat bağırarak konuşuyordu. "Yoksa beni üzecek bir şey mi yaptın civciv?"
"Yapmadım," dedim çantamı sırtıma takarken. Kulaklıklarımı taktım, telefonumu şarjdan çektim. "Okula gitmem gerekiyor."
"Neden bu kadar erken çıkıyorsun? Kahvaltı yapalım, halan yok."
"Aç değilim."
"Hayır, benimle kahvaltı yapacaksın." diyerek kolumu tutup aniden çektiğinde kapıya çarptım. Acıyan omzumla kolumu çekmek istedim ama izin vermedi.
"Okula gitmek istiyorum, sınavım var."
"Bu okula başladığından beri tuhaf davranıyorsun," dedi eniştem merdivenlerden çekerek indirirken. "Beni üzecek bir şey yaptın mı civciv?"
"Yemin ederim yapmadım." dedim korkuyla bakarken. Onun, bu bakışlarını biliyordum. Bu soğuk bakışları, acımasız olduğu zamanlarda takınırdı. Kimse yokken...
"Beni istemiyor musun?"
"Vedat ağabey," dedim elimi omzuma koyarak. Öyle bir vurmuştum ki omzuma çıksaydı şaşırmazdım. "Okula gitmem gerek."
"Sen insanlara bir şeyler mi anlatıyorsun?"
"Hayır, konuşmuyorum."
"Benimle kahvaltı yapmayacak mısın?"
"Okula geç kalı-..."
Yanağıma yediğim tokatla yüzüm sola savrulurken sol gözümden bir damla yaş geldi. Acıdan değildi, kirli ellerinin yanağıma değmesindendi. Kulaklığım kulağımdan çıkmış, yere düşmüştü.
"Şimdi gidebilirsin," dedi beni burada bırakarak. "Eğer aklına beni üzecek şeyler yapmak geliyorsa, sana yapabileceklerimi unutma civciv."
Ses çıkarmamaya çalışarak yere düşen kulaklığımın tekini aldım, elimin tersiyle dudağımdaki kanı sildim. Hep görünmeyen yerlerime vururdu, bugünkü siniri aklını kullanmasına engel olmuştu. Öyle ki, halamın göreceğini bile bile dudağımı patlatmıştı.
"Yanağını kapat, dudağına bahane bul. Eğer insanları şüphelendirecek bir şeyler yaparsan, olacakları biliyorsun."
"Biliyorum." diyerek kulaklığımı takıp evden çıktım. Çıkar çıkmaz yanaklarım yaşlarla dolmuştu, nasıl okula gidecektim bu hâlde?
Matematik sınavı olmasaydı gitmezdim ama her sınavımı kontrol eden halam, girmedi yazısını görünce peşime düşerdi. İnsanlara rezil olmak, halama açıklama yapmaktan daha kolaydı.
Gözyaşlarım usul usul akarken yolda yürümek zordu. Yanımdan biri geçse bana acır gibi bakıyordu. Acınacak hâlde olduğumu biliyordum ama insanların bunu yüzüme vurması kalbimi ikiye bölüyordu.
Sarı saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım. Burnumu çektim, gözlerimi elimin tersiyle sildim. Gülmeye başladığımda dudağımda kuruyan kan, tekrar kanamaya başlamıştı sanki. Yolumun üzerinde duran banka oturmak istedim, gece yağan yağmur yüzünden ıslak olduğu için oturamadım. Hızlı hızlı yürürken kafamı öne eğmiş, muhtemelen yanağımda çıkmış olan beş parmak izini saklamaya çalıştım.
Telefonumun ekranından baktığımda yüzümdeki iz bariz bir şekilde duruyordu, okuldaki insanların bunu görmesi önemli değildi de halam görürse eniştem bu küçük tokattan çok daha fazlasını hediye ederdi bana.
Yine de okulda bu şekilde görünmek istemezdim. Sağ yanağımda olan beş parmak izi, cam kenarında oturduğum için bütün sınıf arkadaşlarım tarafından kolay bir şekilde görünebilirdi. Dalga geçerlerdi büyük ihtimalle, beni incitmekten çekinmezlerdi. Sızlayan burnumla yollarda oyalandıktan sonra dersin başlamasına beş dakika kaldığını görerek adımlarımı okula doğru çevirdim, sonra yapamayarak geri döndüm. Yanaklarımdaki kurumuş yaşlar gözlerimden yenileri akarken tazelendi. Okula böyle gitmek istemiyordum, utanıyordum. Keşke, dedim. Keşke bugün de görünmeyen bir yerlerime varsaydı. Acılarımı içimde yaşardım da başka insanlar bilsin istemezdim.
Islanmayan üstü kapalı bir bank bulduğumda oturarak dizlerimi kendime çektim. Ağlıyordum ama yanağım acıdığı için değildi bu, acısı çoktan geçmişti. Kendime ağlıyordum, beni koruyamayan aileme ağlıyordum, sınıf arkadaşlarımın beni incitmesine ağlıyordum, özür diledikten sonra Utku'yu tekrar incittiğim için ağlıyordum...
Aslında hâlâ yaşıyor oluşuma ağlıyordum. Yok olmayışıma.
Kulaklarımı hüzünle boğan şarkı bitti, listeme geçen günlerde eklediğim neşeli bir melodiye sahip olan ama aslında sözleri içimi boğan şarkı başladı.
Tam şu an, sırası mıydı?
Don't ever laugh as a hearse goes by
For you may be the next to die
They wrap you up in bloody sheets
To drop you six feet underneath
(Bir cenaze arabası geçerken sakın gülme, sonraki ölecek kişi belki de sen olursun. Seni uğursuz bir çarşafla sararlar, toprağın altına gömmek için)
Matematik sınavım üçüncü saatti, iki ders saati burada oyalanıp matematik sınavına girdikten sonra tekrar buraya gelecektim. Soğuktu, kedilerin olduğu bir parktı ama ne eve gidebilirdim ne de okulda benimle alay etmelerine izin verebilirdim. Belki de sadece bir saatliğine okula gidersem kimse fark etmezdi. Üstelik sınav saatiydi, herkes sınavına konsantre olacaktı.
They put you in a pinewood box
And cover you up with dirt and rocks
It all goes well for about a week
And then, your coffin begins to leak
(Seni tahta bir kutuya koyarlar, kir ve taşlarla seni örterler. Bir hafta boyunca her şey güzel gider sonra tabutun sızıntı yapmaya başlar)
Çalan şarkıyı değiştiremiyordum, son bir haftadır en çok dinlediğim şarkılardan biriydi. Kendimi sona hazırlıyordum, başıma gelecekleri bilmek istiyordum. Ölüm beni korkutmuyordu zira şu an yaşadığım hayat, ölümden daha beterdi.
Sadece annem on sekizinci yaşımı görmek isterdi.
And the worms crawl in, the worms crawl out
The worms play pinochle on your snout
They eat your eyes, they eat your nose
As you begin to decompose
(Ve solucanlar sürünerek içeri girer, solucanlar sürünerek dışarı çıkar. Solucanlar burnunda kart oyunu oynar. Gözlerini yerler, burnunu yerler sen çürümeye başlarken)
A slimy beetle with demon's eyes
Chews through your stomach and out your sides
Your stomach turns to rancid grease
And puss pours out like melted cheese
You spread it on a slice of bread
And that's what you'll eat when you're dead
(Şeytan görünümlü sümüksü bir böcek mideni ve bedeninin yanlarını çiğner. Miden bozulmuş yağa dönüşür ve suratın erimiş peynir gibi akar. Bir dilim ekmeğin üzerine yayılırsın ve öldüğünde olacağın şey, bu olur)
And the worms crawl out, the worms crawl in
The ones that crawl in are lean and thin
The ones that crawl out are fat and stout
Your eyes fall in, and your hair falls out
(Ve solucanlar sürünerek dışarı çıkar, solucanlar sürünerek içeri girer. Sürünerek içeri giren solucanlar zayıf ve incedir, sürünerek dışarı çıkan solucanlar şişman ve kalındır. Gözlerin düşer ve saçların dökülür)
Your brain turns into maggot pie
Your liver starts to liquify
And for the living, all is well
As you sink further into hell
(Beynin kurtçuklu turtaya dönüşür. Karaciğerin sıvılaşmaya başlar. Ve yaşayanlar için her şey yolunda, sen cehenneme daha da batarken)
And the flames rise up to drag you down
Into the fire, where you will drown
Your skin melts off as you descend
And Satan tears you limb from limb
Your suffering will never end
(Ve alevler yükselip seni boğulacağın ateşe doğru aşağı sürükler. Sen aşağı yuvarlanırken cildin erir ve şeytan seni paramparça eder. Izdırabın asla bitmez)
And the worms crawl in, the worms crawl out
They'll eat your guts and then shit them out
And when your bones begin to rot
The worms remain, but you do not
(Ve solucanlar sürünerek içeri girer, solucanlar sürünerek dışarı çıkar. Bağırsaklarını yer ve sonra onları dışarı atarlar. Ve kemiklerin çürümeye başladığında solucanlar kalır ama sen kalmazsın)
So don't ever laugh as a hearse goes by
For someday, you'll be the one to die
And when Death brings his cold despair
Ask yourself, "Will anyone care?"
(Bu yüzden bir cenaze arabası geçerken sakın gülme çünkü bir gün ölen kişi sen olacaksın. Ve ölüm kaçınılmaz çaresizliğini getirdiğinde kendine sor "Kimsenin umurunda olacak mı?")
İki ders saati boyunca burada, bu şarkıyı dinledim. Aklımı kimse karıştırmazdı, insanlarla aramda bir bağ kurmak istemiyordum çünkü arkamda üzülen birileri kalsın istemiyordum fakat şimdi düşünüyordum da, kendime soruyordum da gerçekten kimsenin umurunda olacak mıydı?
Kimi kandırıyordum? Kimse beni hatırlamayacaktı bile.
Ne kadar da aptaldım, kimseyle konuşmuyordum çünkü üzüleceklerini düşünüyordum. Gerçekten de çok aptaldım.
Kendimle alay ede ede okula girdiğimde teneffüs saatiydi, kafamı öne eğerek saçlarımla yüzümü gizledim. Okula girmeden önce at kuyruğumu açmıştım, kimseyle göz göze gelmeden giriş kattaki kızlar tuvaletine girdim. Şanslıydım ki kimse yoktu. Kağıt havlu kopararak dudağımın kenarındaki kuruyan kanı temizledim, şişmişti ve kenarında morluk vardı. Yanaklarımdaki parmakları gördüğümde boşa çabaladığımı anladım.
Gözlerim dolarken yardım bekledim, kimsenin gelmeyeceğini bilmeme rağmen.
Telefonumu çıkararak Ezgi'yi aradığımda ilk çalışta açmasını beklemiyordum. Teneffüs olduğu için telefonu elinde olmalıydı. "Yaa... Uyuya mı kaldın yoksa? Yetişemez misin sınava?"
"Yanında kapatıcı gibi bir şey var mı?" dedim burnumu çekerek. Dudaklarım aşağı doğru büzülüyordu ve buna engel olamıyordum.
"İyi misin?" diye sordu. Muhtemelen iki saattir aynı şarkıyı dinleyip ağladığım için sesim kötü çıkıyor olmalıydı.
"Evet, kapatıcı bulup girişteki kızlar tuvaletine gelir misin?"
"Hemen geliyorum." diyerek kapattığında yüzümü soğuk suyla yıkayıp kendime gelmeye çalıştım. Kuruladım, birbirine giren sarı saçlarımı ellerimle düzeltmeye çalıştım. Kulaklıklarımı çıkarıp cebime koyduğumda kızlar tuvaletinin kapısı açılmıştı. Beklediğim suratla karşılaştığım için derin bir nefes aldım. Başkası olsaydı ne yapardım bilmiyordum, ihtimal bile vermek istemiyordum.
"Ay ne oldu? Korktum bir şey oldu di-... Yanağına ne oldu?"
"Teneffüs bitmeden kapatırım." diyerek elindeki fondöteni aldım. Benim tenime göre çok koyu kalıyordu ama yapabileceğim bir şey yoktu, sadece bir ders dayanabilirdim.
"Ne oldu Lâl? Konuşsana."
"Sorma," dedim titreyen sesimle. "Seni buraya çağırdım çünkü sana güveniyorum Ezgi. Bunu hiç görmemiş gibi yapacaksın."
"Saçmalama, kim yaptı bunu?"
"Seni ilgilendirmez," dedim fondötenin kapağını açarak. Sünger yoktu, sanırım aceleyle geldiği için düşünememişti. Elimle yaymaya çalıştığımda titreyen ellerim yüzünden başarırız oluyordum. Ezgi'nin beni böyle görmesine üzülüyordum. "Kapansın konu."
"Ben buna susmam," dediğinde gözlerim aynadan onunla buluştu. Beni korkutuyordu, eğer susmazsa başıma daha kötüleri gelirdi. "Konuşacağız Lâl, anlatacaksın neler olduğunu."
"Ben," dedim kendime yalanlar düşünürken, aynı zamanda da parmak izlerini kapatmaya çalışıyordum. "Oldu işte bir şekilde."
"Şikayetçi oluruz, korkmana gerek yok. İstersen ailemle konuşurum, halledebiliriz."
"Ne düşünüyorsun bilmiyorum ama aklındaki şeyler değil, erkek arkadaşıma ayrılmak istediğimi söyledim ve sonuç bu."
"Senin sevgilin mi vardı?"
"Evet, olamaz mı?" diye sordum ters bir şekilde.
"Olur olur ama... Yoktu, yani bilmiyorum. Yine de şikayetçi olacağız."
"Bir süredir ayrıydık, sonra tekrar barıştık ama yine yürütemedik. Tekrar ayrılmak istediğimde böyle oldu. Şikayet edeceğim bir durum yok, bir daha görüşmeyiz."
"Ne demek şikayet edeceğim bir durum yok? Ben de seni akıllı bilirdim."
Kapatma işlemini bitirdiğimde dudağıma bir şey yapamamıştım, morluğu duruyordu. Belki Melis ve arkadaşları gibi koyu renk ruj sürersem kapanırdı ama buna ne vaktim vardı ne de isteğim...
"Akıllı değilim demek ki, teşekkür ederim." diyerek fondötenin kapağını kapatıp ona uzattım. Elimden alırken şaşkındı, tuhaf bakıyordu.
"Sana inanmıyorum, sen akıllı bir kızsın."
"Sınav başlayacak, gitsek iyi olur," dediğimde hâlâ hareket etmiyordu. "Hadi Ezgi. Bu konuyu bir kere daha açarsan seninle asla konuşmam. Yemin ederim."
"Hayatın, benimle konuşmamandan daha önemli."
Yaşadığım bir hayatım yok.
"Onu hâlâ seviyorum," dedim aklıma gelen son yalanla. "Hiçbir zaman şikayet etmeyeceğim, aslında iyi birisi."
"Sana vuran biri iyi olamaz!"
"Sınava geç kalmak istemiyorum." diyerek onu orada bırakıp kızlar tuvaletinden çıktım. Arkamdan geliyordu, benimle konuşmak isteyecekti ama istemiyordum. Ona bir şeyler anlatmam, bana zarar verecekti ve annem on sekizinci yaşımı göremeyecekti. Annemin en büyük dileğini yerine getirmek zorundaydım.
"Lâl bekle," diyerek yanıma geldiğinde onu dinlemek istemiyordum. Belki de kulaklıklarımı çıkarmamalıydım. "Lütfen susma, şiddete susamazsın."
Ben susmadım Ezgi, ben susturuldum.
"Bir şey söyle."
"Sence sınav nasıl olacak? Klasik mi, test mi?"
"Siktir et sınavı," dedi benimle birlikte merdivenleri çıkarken. "O çocuğa şikayet etmeliyiz, bunlar durmaz Lâl. Bir kere vurunca sesini çıkarmazsan devamı gelir, senin sessizliğinden güç alırlar."
"Hep susan mı suçludur Ezgi?" dedim öfkeyle. "Susturan suçlu değil midir? Sen bile susanı suçladın şu an, hiç soruyor musunuz susan neden susuyor diye? Ölüyor birisi, dayak yediği kocasından boşansaydı diyorsunuz. Bir kere, birisi soruyor mu neden susuyor diye? Başlamayın yine kendine değer vermeyen susar diye, evet kendime değer vermiyorum. Hayatımın bir önemi yok. İtiraz mı edeceksin? Bıktım sizin önyargılarınızdan."
"Anlamıyorum seni."
"Susmak zorundayım," dedim aynı öfkeyle. Bağırmıyordum ama sakin de değildim. "Kimse neden diye sormaz, herkes suçlar. Kimse sebepleri merak etmez, herkes sonuca bakar. Kimse ölenin arkasından gerçekten üzülmez, herkes ölenin fotoğrafının arkasına melek kanadı yapıştırıp durumu romantize eder. Soruyorum kendime, kimsenin umurunda olmaz. Biliyorum."
"Lâl, neyin var? Neden öfkelisin? Sadece sana yardım etmek istedim."
"İstemiyorum," dedim sakinleşerek. "Çünkü bu dünyada yaşayan hiç kimsenin yardımı yaşananları silemeyecek, kimse o kadar güçlü değil. Ben de denedim, olmadı. Şimdi izin verirsen sınava boş kafayla girmek istiyorum."
Merdivenleri tamamlayarak sınıfa girdim, ben girdiğimde herkesin gözü bana dönmüştü. Normalde bu kapıdan biri girince herkes birkaç saniye bakıp önüne dönerdi, ben girince yerime oturana kadar bakıyorlardı.
"Gelmeyeceksin sandım," dedi Mustafa önüme geçerek. "Kurtarıcım, sensiz sınava nasıl girerim ben?"
Ona cevap vermeyerek yanından geçip sırama oturdum. Mustafa da yanıma oturmuştu. "Canım arkadaşım, ne olur yardım et. Hoca gelir şimdi."
"Sınav nasıl olacak?"
"Test," dedi bir çırpıda. "Ne olur yardım et, eğer bundan yüksek alırsam ne dersen yaparım."
"Sus ve kağıdımı geçir, bana dokunursan bir daha asla yanıma oturamazsın."
Sıranın ucuna doğru giderek "Tamam," dedi. "Allah'ın sevgili kuluymuşum ben, on ikinci sınıfta seni bana gönderdi. Bu arada iyi misin? Dudağına ne oldu?"
Sessiz kalarak önüme dönüp kalemliğimi çıkardım. O sırada Caner de gelip önümüze, Ezgi'nin yanına oturmuştu. Kafamı kaldırarak etrafa bakındım, Ezgi hâlâ yoktu ama Utku buradaydı. Yerinde oturuyordu her zamanki gibi, elindeki kağıda bakıyordu. Normalde kafamı kaldırdığım ve o tarafa baktığım an, bana bakıyor olurdu. Bakmıyordu.
Ezgi'den özür dileyip yine kırmıştım. Utku'dan özür dileyip yine kırmıştım.
Ben bencil, berbat, iğrenç biriydim.
Ezgi girdi sınıfa, yerine oturarak bana döndü. Elinde bir krem vardı, muhtemelen revirden almıştı. "Ellerim temiz," dedi kremin kapağını açarak. "Gelmeden önce yıkadım."
Kremden bir parça serçe parmağına dökerek bana doğru iyice döndü, serçe parmağını dudağımın kenarına koydu. Kremi iyice yayarken ona engel olmuyordum, ilk kez annemden başka birisi yaramı görmüştü ve ona krem sürüyordu.
Utku ile Ezgi, annem ve babamla yaşadığım günlere götürüyordu beni.
"Krem kalsın, birkaç kere daha süreriz gün içinde. Olur mu?"
"Sınavdan sonra gideceğim."
"Nereye?"
"Eve." derken gözlerimi kaçırdım. Korktuğum kedilerle, bu soğuk kış gününde parkta oturacağım diyemedim.
"Çok fazla devamsızlık yapıyorsun, derslerden geri kalıyorsun."
"Umurumda değil."
"Lafınızı bölmek gibi olmasın ama iyi çalış Lâl, hayatımız sana bağlı." diyen Mustafa'ya cevap vermedim. Ezgi de baygın baygın baktıktan sonra bana geri döndü.
"Gitme," dedi Ezgi. "Öğlen yemeğini birlikte yeriz, biraz yürürüz. Olur mu? Darlamayacağım, söz veriyorum. Hem... Bugün benim doğum günüm, kırma beni."
"Kutlu olsun," dedim gözlerimi kaçırarak. "Umarım on sekizinci yaşında mutlu olursun."
"Eğer bugün gitmezsen mutlu olurum," dedi Ezgi gözlerimin içine bakarken. "Hatta gelip bizde kalmaya ne dersin? Kız gecesi yaparız."
"İstemiyorum."
"Lütfen Lâl, kırma beni. Söz veriyorum istemediğin konularla ilgili soru sormayacağım. Annem ve babam evde yok, doğum günümü dün kutlayıp şehir dışına çıktılar çünkü onların da yirmi ikinci yıl dönümü. Aslında gitmeyeceklerdi ama zorla gönderdim, neyse... Çok konuştum, amacım seni ikna etmek. Ne olur gel."
"Bilmiyorum."
"İstemiyorumdan bilmiyoruma geçtiğine göre gün içinde seni ikna edebilirim. O yüzden okulda kalıyorsun yoksa seninle birlikte evine gelirim."
Yanağım kapanmıştı ve dudağımdaki yara çok büyük bir sorun teşkil etmiyordu. Soğukta kalmak yerine burada uyumam daha iyi olacaktı benim için, bu sıralar boğazım sızlıyordu ve sürekli söylediğim hastayım yalanı gerçek olacaktı.
"Tamam." dediğimde önce hoca girdi, ardından Sude. Bana kısa bir bakış atarak yerine geçtiğinde hoca kağıtları dağıtmaya başlamıştı. Herkes kağıtları aldıktan sonra "Süreniz otuz beş dakika," dedi hoca. "Beş dakika kala kağıtlar toplanacak."
Herkes sınava odaklanırken yine sorular çok kolaydı. Hızlı hızlı çözerek işaretlerken Mustafa soruların cevaplarını yazmıyor, direkt şıkları işaretleyerek önündeki Caner'e söylüyordu.
Bu okuldan anladığım şeyler: Sınavlar çok kolay oluyordu, öğrencilerin ortalaması yüksek olsun diye özellikle uğraşıyorlardı. Başarısız öğrencileri kimse umursamıyordu, başarılı öğrencilerin üzerine giderek onları dereceye sokmaya çalışıyorlardı ve yıl sonunda onların reklamı yapılıp panolara asılıyordu. Bu çok yanlıştı, başarılı olan öğrenciler bir yere kendi başlarına gelebilirlerdi ama başarısız öğrencilere ilgi göstererek dersleri onlara sevdirmeye çalışabilirlerdi. Bu şekilde onlar da bir yere gelebilirdi. Belki de bir sorunları vardı, belki hayatları yolunda değildi. Belki de hayatları boyunca hiç iyi bir öğretmene denk gelmemişlerdi, eğitim hayatları kötü geçmişti.
Neden kimse köşede kalanları sahneye çıkarmak istemezdi? Belki de karanlık hayatları, sahnedeki ışıklar tarafından aydınlanacaktı.
Koskoca okulda en fazla yirmi tane devlet üniversitesine giden insan çıkıyordu, bunları da tüm panolara asıp reklam yapıyorlardı. Kimse de yüz küsür on ikinci sınıf öğrencisi içinde yirmi öğrencinin çok az olduğunu söylemiyor, herkes reklamlara vay be diyordu.
Gerçekten vay be...
Önümdeki testi yirmi dakika gibi bir sürede bitirdikten sonra Mustafa'nın da hepsini aldığından emin olup ayağa kalktım. Hoca bana doğru gelerek kağıdımı alıp öğretmenler masasına koydu. Beni zeki sanıyorlardı ama bu koca bir saçmalıktı. Bu soruları yapamayan da on ikinci sınıfa nasıl geldiğini sorgulamalıydı.
Benden sonra birkaç kişi daha vermişti ama kalanlar otuz beş dakikanın hepsini kullanmıştı. Beş dakika kala, tüm kağıtlar toplandığında sınıfta gürültü oluştu. Herkes soruları tartışıyor, bazıları çok zor olduğundan bahsediyordu.
"Hafta sonuna kalmadan e-okula girerim," dedi hoca zil çalmadan saniyeler önce. "Diğer ders yeni konuya başlayacağım."
Teneffüs zili çaldı, hoca sınıftan çıktı. Öğrencilerin neredeyse hepsi, hâlâ soruları tartışıyordu. Birkaç kişi Esra'nın yanında toplanmış cevapları öğrenmeye çalışıyordu, bazıları sızlanıyordu zor olduğu için.
"Teşekkürler," dedi Mustafa. "Yirmi dakikada çözdüğüne göre kesin yüksek alacağız."
"Aynen," dedi Caner. "Çok sağ ol Lâl."
Kafamı aşağı yukarı salladığımda ikisi de gitti yanımızdan. Ezgi ve ben kaldık, sınıftaki kişiler de genel olarak teneffüse çıkmamıştı.
Yanıma gelen Sude ve Melis ile kaşlarımı çattım ama sonra önüme döndüm, muhtemelen Ezgi için gelmişlerdi.
"Lâl," dedi Sude yanımda dikilirken. Onların buraya gelmesi ve adımı söylemesi sınıf tarafından ilgi çekici bulunmuş olacak ki sessizlik oluştu. "Nasılsın?"
Cevap vermedim.
"Hiç sırası değil Sude, bas git." dedi Ezgi. Ben yine bir şey söylemedim, yine Utku benim diye başlarsa camdan atacaktım kendimi.
"Hâl hatır sormaya geldik Ezgi, ne bağırıyorsun?"
"Size ne nasıl olduğundan, çok mu düşünüyorsunuz?"
"Sadece bugün makyajını çok beğendim, kullandığı ürünleri soracaktım." dedi Sude. Çok mu belliydi yüzüme bir şeyler sürdüğüm? Belki de ten rengime uymadığı için boynum ve yüzüm arasındaki farkı anlamışlardı.
"Eben artık Sude," diyerek ayağa kalktı. O böyle bağırdıkça insanların dikkatini daha fazla çekiyorduk, sinirlerini kontrol edemiyordu. "Bas git sinirim tepemde zaten, siz düzgün konuşmaktan anlamıyorsunuz."
Ayağa kalkarak sıramdan çıktım, sınıftan da çıkmak istedim. Sınav biter bitmez eşyalarımı alıp gitmeliydim, başıma gelecekleri en başından beri biliyordum.
"Aslında kullandığın ürünler çok güzel, doğal görünüyor." diyerek karşıma geçti Sude. Yanından geçmeye çalıştım, yine önüme geçti. Boyu benden kısa olduğu için boynumu aşağı eğmek zorunda kalıyordum. Cemre, Sude ve Melis neredeyse aynı boydaydı ve üçü de sınıftaki en kısa kızlardı.
"Ama ten rengine uymamış." dedikten saniyeler sonra yanağımda soğuk bir şey hissettim. Islak mendille yanağımı silerek bütün makyajı aldı.
Ve yaşayanlar için her şey yolunda, sen cehenneme daha da batarken.
Anneannem sürpriz yapıp geldiğinde;
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro