🌠kırk iki
Merhaba arkadaşlar, bölüme geçmeden önce finalle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Çok fazla miktarda finalin mutlu veya mutsuz olmasıyla alakalı soru alıyorum ve diyebileceğim tek şey final belli :') Kurgu aklıma ilk düştüğünde her şeyi belliydi, hiç sonradan değiştirdiğim bir şey olmadı veya yazdıkça şekillenmedi.
Her şeyi kafamdakine uygun gidiyor ve ben bu kitabı yazarken çok iyi hissediyorum. Umarım siz de seviyorsunuzdur. Beğenip yorum yaparsanız çok mutlu olurum. Keyifli okumalar dilerim 🩷
CORALINE YOK OLMAK İSTİYOR
Kendimden emin olmadığım, korkak adımlarımla okula ilerlerken kafamın içinde kırk tilki, kırkının da kuyruğu birbirine değmiyordu.
Kusacak gibiydim, yine.
İnsanlar bana bakıyor, gülüyordu sanki. Oysaki bahçede toplasan üç kişi vardı, herkes soğuktan dolayı içerideydi ama bahçede olan bu üç kişi; tüm dünya karşımdaymış gibi hissettiriyordu. İçimdeki endişenin yarattığı krizler, artık beni paranoyak ediyordu.
Kimse sana bakmıyor Lâl, o kadar da insanların umurunda değilsin Lâl, herkesin oturup seni izleyecek hâli yok Lâl...
Beynime bu cümleleri defalarca tekrar ederken kulaklığımın olmuyor oluşu, beni daha da kötü hissettiriyordu. Şu an sevdiğim bir şarkı çalsaydı ve ben, içimden ona eşlik etseydim her şey daha kolay olabilirdi. Kantine girmeden, kimseye bakmadan üçüncü kata çıktım. O kadar hızlı çıkmıştım ki ben bile üç katı nasıl saniyeler içinde çıktığımı sorguluyordum. Sınıfı açıp kapıyı kapattığımda derin bir nefes verdim.
"Günaydın."
"Utku," dedim şaşkınlıkla. "Senin burada ne işin var?"
Küçük bir kahkaha atarak "Sence?" dedi. "Acaba benim de sınıfım olduğu için olabilir mi?"
"Sen erken gelmezsin ki..."
"Ezgi'ye senin kaçta geldiğini sordum, o da dedi ki Lâl benden bile erken gidiyor... Ben de altıda uyandım, geldim."
"Ama neden?" diye sorduğumda sınıfta başka kimsenin olmamasından rahatsız olmuştum. Biraz güneş açsa oyalana oyalana gelecektim ama evden erken çıkmak zorunda olduğum yetmiyormuş gibi bir de bu soğukta oturacak bir yerim yoktu. Okula gelmek zorunda kalıyordum.
"Seni daha fazla görebilmek için."
"Kurt," dedim kızarak. "Böyle konuşma, ben o masalı sevmem."
"Umay'ın en sevdiği masallardan biri o, daha önce Rapunzel geliyor."
"Ben sevmem."
"Sen neyi seviyorsun zaten?" diyerek yanıma gelip çantamı çıkardı, birkaç adım ileride olan sırama koydu. Ardından beremi çektiğinde ters ters bakmakla meşguldüm. "Bakma öyle, ısırırım seni."
"Sen iyice insan kılığına giren kurt sanmaya başladın kendini."
"Öyleyim sarı kafa, yemek istiyorum seni."
Ellerini montumun fermuarından iterek "Sevmediğimi söyledim," diye kızdım. "Söyleme artık."
"Masaldan nasıl tetiklenebilirsin anlamıyorum."
"İnsan kılığına giren hayvan mı olur? Olmaz, olmamalı... Yani saçma, Almanların her masalı saçma. Sevmiyorum iş-..."
"Tamam, sevmiyorsun."
"Oyun oynayalım yine Lâl. Ben baba köpeğim, sen de yavru köpeksin. Babalar, çocuklarını korur, yanıma gelsene."
"Artık bunu oynamak istemiyorum. Puzzle yapmak istiyorum."
"Bu oyunu sevdiğini sanıyordum."
"Artık sevmiyorum."
"Çok eğleneceğiz, hadi köpekçilik oynayacağız. Köpek ol şimdi."
"Olmak istemiyorum."
"Hadi diyorum sana, sözümü dinle."
"İstemiyorum, oynamayacağım."
"Hadi! Laftan anla bir kere de! Ben, seninle ilgileniyorum, oyun oynuyorum. Senin yaptığın şımarıklığa bak! Keseceğim dilini, çok uzadı artık."
"Özür dilerim, kesme Vedat ağabey."
"Gel şimdi, oyun vakti."
"Evet, sevmiyorum. İnsan insandır, hayvan ha-..."
"Ya bir dur, anladım tamam."
"Utku, midem bulanıyor," diyerek elimi ağzıma kapattım. "Konuşma daha fazla."
Sessiz kaldığında birkaç nefes alarak elimi ağzımdan çektim.
Çok aptaldım. Anladığımda her şey için çok geçti. Ben defalarca köpekçilik oynamıştım.
Yavaşça yanıma gelerek "Başka bir şey konuşalım," dedi. "Okulun son haftası mesela, tatilde ne yapacaksın?"
Montumun fermuarını indirerek üzerimden çıkarıp masamın üzerine bıraktı. Eldivenlerimi de yavaşça çıkardıktan sonra masanın üzerindeki yerine bırakmıştı. Karışık saçlarımı düzeltti, arkaya attı.
"Sence ne yapabilirim? Tatilde plan yapacak kadar hayatı seven birine mi benziyorum?"
"Yerim senin hayata isyanını." diyerek belimden tutup havaya kaldırdığında "Ne yapıyorsun?" diye sordum. "Sınıftayız."
"Ve yalnızız."
"Birileri gelebilir, ayrıca okuldayız."
"Yani?"
"Okuldayız Utku," dedim tekrar kızarak. "Okul bunlar için uygun bir yer mi sence?"
"Neler için?" diyerek sırıttığında ayaklarımı sallayarak "İndir beni," dedim. Söz dinleyerek indirdiğinde "Gülme." diyerek kızdım.
"Sen bu okulda dönenleri bir bilsen..."
"Herkesin yaptığını yapmak zorunda mıy-... Utku bu ne?"
"Çantam."
"Görüyorum, benim sıramın yanında işi var?"
"Gezmeye gelmiş, manzaraya bakıyor."
"Ciddi ol biraz, yanlış yere koymuşsun herhalde uykulu uy-..."
"Senin yanını uykulu olsam da bulurum."
"Yani... Benimle mi oturuyorsun?"
"Artık evet."
"İyi," dedim alayla. "Otur bir gün."
"İkinci dönem de oturacağım ve bu hafta."
"Bulursan oturursun." diye mırıldandığımda yüzüme eğilerek "Sesli konuş," dedi. "Bağır biraz."
"Ben... Bugün halam geliyor." dedim yerime oturarak. Artık her şey için çok geçti, halam gelecekti ve şubem değişecekti. Çoktan müdür yardımcısıyla konuşmuştum, çoktan tamam deyip kağıtları hazırlayacağını söylemişti. Sınıftan şikayetçi olmuştum ama bana yapılanları söylememiştim, sadece ders çalışmadıklarını ve bu ortamda çalışamadığımı söylemiştim. Her ne kadar boş ders saatlerinde okulun çalışma sınıfını ya da kütüphaneyi kullanabileceğimi söylese de kabul etmemiştim çünkü gerçek bu değildi. Gerçek, benim yüzümden herkesin birbirine girmeseydi.
"Neden?" diye sordu yanıma oturarak. "Devamsızlıklarını mı halledecek?"
"O da var ama bir sebep daha var."
"Ne var sarı?" diyerek elini yüzüme atıp saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Bugün de ayrı bir güze-..."
"Şubemi değişiyorum."
"Anladım, ol-... Bir daha söyler misin?"
"Müdür yardımcısıyla konuştum, tamam dedi. Halam gelip işlemleri halledecek bugün, gün içinde."
"Bir daha söyle."
Elimi yüzünün önünde sallayarak "Şaşkın mısın?" diye sordum. "Artık sınıfa lanet ederek girmeyeceksin."
"Bir de bana diyorsun, komik olmayan sensin."
"Ben ciddiyim."
"Saçmalama Lâl, saçmalıyorsun şu an. Ne demek şubemi değişiyorum? Nereye gideceksin kızım? Manyak mısın se-..."
"Bağırma bana."
"Lâl sen iyi misin? Ateşin mi var? Şubemi değişiyorum deyince aferin mi diyeceğim sana?"
"12/C sınıfında olacağım ar-..."
"Aferin sana," dedi kızarak. "Yakıp hastanelik ettiğin Simge'yle kardeş kardeş oturursunuz. Sevgilisi de sana yürür, biraz da Rüzgar yürür, peşinden Melis şube değiştirir... Aferin sana!"
"Böylesi daha iyi."
"Ben hiçbir zaman sınıfa lanet ederek girmedim," diyerek ayağa kalktı. "Her zaman seni göreceğim için gayet iyi girdim. Şimdi ne olacak? Anlamıyor musun kızım, sorun sen değilsin."
"Benim yüzümden mutsuzsun, görüyorum. Hep uyuyorsun, eskiden arkadaşlarınla konuş-..."
"Eski arkadaşlarım."
"Benim yüzü-..."
"Anla artık, senin yüzünden değil! Niye anlamak istemiyorsun? Alp'le defalarca kavga ettik biz, liseye geçtiğimizden beri bu kaçıncı kavgamız... Bu sadece bardağı taşırdı, kendini suçlayamazsın. Her zaman görmezden geliyordum, artık gelmek istemiyorum. Benim kararım anladın mı? Kendini katıp durma."
"Biraz sesini düşürürsen sevinirim," dedim ellerimi birbirine geçirerek. Sakin durmaya çalışıyordum ama birden böyle yükselmesini beklemiyordum, ellerimi sıkarken "Düşüncelerim değişmeyecek." dedim.
"Kaç Lâl," dedi alayla. "Her zaman, herkesten, her şeyden kaç. Korkaksın."
"Kaçtığımı kabul ediyorum zaten."
"Sen benimle alay mı ediyorsun?"
"Etmi-..."
"O sınıf çok mu güzel? Bir şey söyle ya, gideceğin sınıfı araştırdın mı? Kimler var diye baktın mı? Git, gittiğin gün Melis diye ağlarsın."
"Ne saçmalıyorsun? Kim varsa var, ne yapayım?"
"Melis haksız, her zaman bunun farkındayım ama Melis hiçbir zaman kavgaya girmez. Sadece konuşur, şimdi git o sınıfa Lâl, sevgilisi sana baktıkça Simge'yle saç baş girersiniz."
"Beni caydıramazsın."
"Caymıyor musun?"
"Caymıyorum."
"O zaman ben de seni elalemin ortasına atmıyorum."
"Ne demek bu?"
"Avucunu yala demek."
Yürümeye başladığında sıramdan çıkarak koşar adımlarla önüme geçtim. "Nereye?"
"Sen bana, Sude'yle yalnız bırakacak kadar değer vermiyor olabilirsin ama ben seni yavşakların ortasına atmıyorum Lâl. Sınıfın değişmeden haber verdiğin için teşekkür ederim."
"Gidemezsin," diyerek sınıfın kapısını tutup engel oldum. "Nereye gidiyorsun ayrıca?"
"Ne dedin sınıf değiştirmek için?"
"Sana ne?"
"Müdür yardımcısının adını hiç okudun mu Lâl?"
"Murat."
"Soyadı?"
"Şey işte... Bolat."
"Kolayca öğrenebilirim sebebini değil mi?"
"Kim ki bu adam? Akrabanızı mı müdür yardımcısı yapıyorsunuz? Ne mezunu? Ne biçim okul b-..."
"Kendisi gayet eğitimli biri."
"Yine de bu, akrabanızı müdür yardımcısı yaptığınız gerçeğini değiştirmiyor."
"Konuyu değiştirme."
"Ne mezunu? Torpil mi yapıyorsunuz? Ben de sizi aydın bir eğitimci sanır-..."
"Kendisi zaten öğretmendi, sınavlara girip müdür yardımcısı oldu. Kendi emeğiyle, saçmalama istersen."
"Dayın mı? Zaten dayısı olan torp-..."
Kapının üzerindeki elimi tutup çektiğinde engel olmaya çalıştım ama yapamadım. "Saçmalıyorsun cidden."
"Utku, gitme," diyerek göğsüne ellerimi koyduğumda istese beni iter, giderdi ama itmedi. "Lütfen engel olma, ayrıca benim kararım. Senin okulun diye engelleyemezsin."
"Sebebini soracağı-..."
"Ne diyeceksin? Hocam, pardon dayım, Lâl neden sınıf de-..."
"Dayım değil, dayımın soyadı nasıl Bolat olsun zeka küpü?"
"Amcan."
"Değil."
"Kim?"
"Sana ne?"
"Kırıcısın." dediğimde gülerek "Ben mi?" diye sordu. "Ben mi kırıcıyım? Söz verdikten sonra diyorum ki tamam, Lâl değişecek. Sonra gelip diyorsun ki ben şubemi değişiyorum."
"Böylece her şey çözülecek. Görmüyor musun? Alp'le aran bile düzelebilir."
Kafasını sağa sola yatırdıktan sonra "Sabır..." diye mırıldandı. "Sordun mu bana, barışmak istiyor musun diye?"
"İstemiyor musun?"
"İstemiyorum, seni başka sınıfa göndermek de istemiyorum, sana yürümelerini de istemiyorum, hatta seni görmelerini bile istemiyorum. Kimin yanına oturacaksın sen şimdi?"
"Tek."
"Hiç sanmıyorum yanının boş kalacağını."
"Kalır."
"Lâl beni delirtme," dedi kızarak. "Zaten tüm okul seninle konuşmaya çalışıyor, bıktım anasını satayım."
"Ben de konuşacağım belki, sana ne?"
"Eğer bunu gerçekten söylüyorsan, eğer birileriyle konuşmak istiyorsan sana engel olmam, sonuçta görünüşe göre senin için bir şey ifade etmiyorum."
"Ut-..."
"Bırak Utku'yu, konuşmak istediğin birileri varsa söyle Lâl. Ben kıskanmama engel olamıyorum özür dilerim ama sana karışacak da değilim. Şimdiye kadar biriyle konuşmak istediğini düşünmemiştim."
"Yanlış an-..."
"Uzatma, konuşmak istediğin birisi varsa söyle ve git."
Evet deyip sınıf değişmek istiyordum, sonra yapamıyordum. Bunları söylerken bile üzgün üzgün bakıyordu, başkasıyla konuşacak olmama hiç ihtimal vermemişti ki bu yüzünden bile okunuyordu. Yine de konuşacaksam söylememi, bana karışmayacağını söylüyordu.
Babamı hatırlatıyordu.
Annemi o kadar fazla kıskanırdı ki... Yine de hiçbir şeyine karışmazdı, sadece çok kıskandığını söylerdi. Hiç annemi kısıtladığını görmemiştim, bazen Utku gibi üzgün üzgün konuşur annemle eğlenirdi kısa elbiseleri yüzünden. O kadar aşıktı ki anneme, onu hiç kırmazdı.
"Çok sinirlisin şu an," diyerek bir adım geri çekildim. "Sakinleş biraz."
"Anladım, konuşmak istediğin her kimse serbestsin Lâl. İstediğini yapmakta özgür-..."
"Yeter! Konuşmak istediğim biri var dedim mi? Sen buna ihtimal veriyor musun?"
"Veriyorum."
"O zaman kendin bilirsin," diyerek önünden çıktım. "Sınıfımı değişmeme karışamazsın."
"Kaç git," dedi kızgınlıkla. "Her zaman yaptığın şey sonuçta."
"Evet, bıktım bu sınıftan. Başka bir sorun olursa sor yine."
"Gidemezsin ağabey. Nereye gidiyorsun?"
"Ayarların bozuldu iyice, git temiz hava al da beynine oksijen gitsin."
"Gel." diyerek gözleriyle önünü işaret ettiğinde omuz silkerek kollarımı göğsümde birleştirdim. "Gelmiyorum, gidiyorum ben."
"Daha değişmedi şuben, nereye gidiyorsun?"
"Sırama gidiyorum, kör müsün?"
Peşimden gelerek belimden yakaladığında "Bırak," diyerek kızdım. "Gelmiyorum dedim sana."
"Ben geldim zaten."
"Git."
"Az önce gitme Utku diyordun."
"Sana meraklı değilim," dedim elinden kurtulmaya çalışırken. "Şubemi değişmeme engel olma diye yaptım."
"Engel olacağım."
Avucumu açarak yüzüne tuttuğumda uzanarak öptü. Elimi hızlıca çekerek omzuma sildim. "Öpemezsin."
"Öpebilirim."
"Öpemezsin."
"Sen niye beni öptün?"
"Ben hatırlamıyorum öyle bir şey, rüyanda görmüşsün."
"Ezgi'ye soralım bakalım hatırlıyor mu? Camdan görmü-..."
"Sus," diyerek elimi ağzına bastırdığımda yine öptü. "İndirsene beni, şimdi tekme yiyeceksin."
"Arayıp halanı gelmemesi gerektiğini söyle ya da ben müdür yardımcısının yanına inip neden sınıf değişmek istediğini söyleyeceğim."
"Ne diyebilirsin ki?"
"Herkesin davranışını anlatır, şikayetçi olurum senin adına. Sınıfa güzel bir fırça çekmekten geri durmaz."
"Yapamazsın."
"İnanır mısın kimse umurumda değil... Senin yerine şikayetçi olacağım."
"İlkokuldaki gibi şikayet mi edeceksin? Çocuk musun?"
"Edeceğim ve sınıfın senin üzerine gelmesini zevkle izleyeceğim. Bakalım ilkokuldaki gibi şikayet edildiklerinde ne tepki verecekler."
"Sen şikayet ediyorsun, ben değil."
"Senin için ama..."
"Yapamazsın," diyerek elimle omzuna vurdum. "Ben yorulduğum için gitmek istiyorum, sen sınıfı üzerime salmak istiyorsun."
Yere indirerek "Beni dinle," dedi. "Ya da derse kaç dakika var?"
"Bana soracağına saatine bak."
"Çok erken gelmişiz," diyerek dudak büzdü. "Daha kırk beş dakika var."
"Yani?"
"Hava alalım biraz, zaten saatlerce bu sınıftayız."
"Gerek yo-..."
"Sus," diyerek sıramın üzerindeki montumu alıp "Uzat kolunu." dedi.
"Bana ne?"
"Çocuk musun sarı? Giy diyorum şunu."
"Nereye gidiyoruz?"
"Çevrede yürürüz biraz."
"Yürüyeceksek tamam," diyerek montumu alıp giydim. Ardından beremi taktım, eldivenlerimi giydim. "Giy montunu."
Montunu giydiğinde "Hadi," dedi. "Bunaldım."
"Önünü çek."
"Ben senin gibi elli tane şey giyemiyorum, böyle alıştım."
"Beren bile yok."
"Alışkın değilim takmaya." dediğinde peşinden sınıftan çıktım. O sırada bizim sınıftaki ön tarafta oturan iki kız da sınıfa doğru geliyordu. Onlar da hiç konuşmazdı veya daha fazlası, konuşmayan pek çok kişi vardı ama sadece ben göze batıyordum.
"Utku," dedim yanında yürürken. "Kahve de alabilir miyim?"
"Alamazsın."
"Peki." diyerek merdivenlerden indiğimde gülme sesini duydum. Kafamı kaldırıp baktığımda bana bakarak gülüyordu. "Bana niye soruyorsun?" dedi gülerek. "Ne alıyorsan al."
"Yani, bekler misin diye sordum."
"Tabii ki beklerim."
Kantine indiğimizde "Çok fazla kahve içiyorsun," dedi. "Normal değil."
"Ne içeyim?"
"İçme, ye."
"Evde kahvaltı yapıp geliyorum."
"İnanmıyorum," dedi kaşlarını kaldırarak. "Zaten dörtte uyuyorsun, yedide okulda oluyorsun. Muhtemelen yedide okulda olmak için altıda kalkıyorsun... Bir dakika ya, sen nasıl iki saat uyuyorsun?"
"Okulda da uyuyorum."
"Yeterli değil, sınıf uyumak için normal bir alan da değil ayrıca."
"Eve gidince de uyuyorum birkaç saat."
"Çok fazla aralıklı," dedi onaylamaz ifadesiyle. "Berbat bir düzenin var."
"Sen böyle dedin ya, kesin değişirim." diyerek onu arkamda bırakıp "İkisi bir arada." dedim.
"Hayır Atilla ağabey, iki çay."
"Kahve."
"Sen onu dinleme," diyerek beni geri çekti. "İki çay, bir de tost."
Fazla uzatmayarak kantindeki boş bir masaya geçtim. Muhtemelen tostu yapması birkaç dakika sürerdi, Utku da beklemek istemiyordu ki yanıma gelerek oturdu. "Beş dakikaya olurmuş."
"İyi."
"Eğer etek giymeseydin normal bir kiloda olduğunu düşünürdüm ama çok zayıfsın."
Kat kat giyindiğim için üstten normal bir kiloda duruyordum ama eteğimin altına bir şey giyemediğim için bacaklarım çubuk gibi duruyordu, muhtemelen bundan bahsediyordu. "Uykun kötü Lâl, zayıfsın Lâl... Beni mi eleştiriyorsun?"
"Evet, sarılınca fark ettim çok zayıfsın."
"Yani?"
"Sen benim annemin çocuğu olsaydın her gün ağlardı bu hâline," diyerek güldü. "Benim bile zayıf olduğumu söyleyip duruyor sürekli."
"Sen benim annemin çocuğu olsaydın..."
İstemsiz bir şekilde durgunlaştım çünkü şu an bir annenin çocuğu değildim. Bir işkolik halanın umursamadığı yeğeniydim. Bazen beni akşam yemeğine çağırıyor zorla bir şeyler yediriyordu ama bu kadardı, kalan günler muhtemelen Vedat ağabey o yedi gibisinden bir şeyler söylüyordu oysaki mutfağa bile tek başıma inemiyordum.
En çok istediğim şey yemek yapmayı öğrenmekti, bazen internette farklı tarifler gördüğümde yapmak istiyordum ama sonra mutfağı kullanamadığım aklıma gelince vazgeçiyordum. Zaten o tarifleri yapsaydım da yapana kadar kusardım.
"Ne oldu?"
"Hiç," dedim ellerimle oynarken. "Çayımı bekliyorum."
"Vitaminlerin düşük senin, bir ara gidip baktıralım."
"Nereden anladın?"
"Saçın da çok az," diyerek elimi saçıma atıp tuttu. "Çok güzel ama bir avuç."
"Dökülüyor."
"Vitaminsizlikten işte," dedi bilmiş bilmiş. "Demir eksik olabilir, et yemiyor musun?"
"Yemek seçmiyorum," dedim omuz silkerek. "Ne varsa yiyorum işte."
"Ne oluyor genelde?"
"Bilmem," dedim düşünürken. "Eniştemin sevdiği şeyler genelde."
"Niye, sen yaşamıyor musun o evde?"
"O biraz yemek seçtiği için onun sevdiği şeyler oluyor, bir de yemekleri o yapıyor zaten."
"Niye o yapıyor?"
"Evde olan o."
"Halan çalışıyor, enişten evde mi oturuyor?"
"Evet," dedim kafamı sallayarak. "O da çalışıyordu ama ben liseye başladığımdan beri çalışmıyor."
"Çok saçma," dedi kaşlarını çatarak. "İki kişi de çalışmak zorunda."
"Çalışıyor aslında," dedim kıkırdayarak. "Bizi batırıyor."
"Kalk bakalım," diyerek kalktığında peşinden kalkarak kantincinin yanına ilerledim. Sabah evden çıkarken aceleyle cebime attığım parayı çıkardığımda "Buradan," dedi Utku. "Ben alıyorum."
"Ben ödeyebili-..."
"Biliyorum, ödeyebilirsin ama ödemezsin."
"Niye?"
"Ismarlamak istiyorum Lâl, bir çayla tostun lafını da yapma güzelim. Yorma."
"Tost derken?"
Ödemeyi halledip kantinden çıktığımızda "Şunu tutar mısın?" diyerek elindeki tostu uzattı. Kağıda sarılmış tostu alarak tuttuğumda diğer elimdeki çayı aldı. "Ye şimdi."
"Anlamadım."
"Ye diyorum, nesini anlamadın?"
"Bunu kendine almadın mı?"
"Senin aksine ben, gerçekten kahvaltı yapmadan evden çıkmam."
"Ama ben tost yemiyorum ki..."
"Kaşarlı aldım, sevmiyor musun?"
"Yok ama yiyemem şu an," dedim kafamı önüme çekerek. Dersten önce kusmak istemiyordum. "Midem almaz."
"Yiyebildiğin kadar o zaman," dediğinde okulun çıkışına doğru yürüyorduk. "Dene biraz, hemen yiyemem deme."
"Kuşlar yesin," diyerek koyabileceğim bir duvar aradım. "Hem soğuk, yemek bulamıyorlardır."
"Lâl kuşu bunu yesin, diğer kuşlara başka bir şey koyarız. Tamam mı?"
"Peki," diyerek omuzlarımı düşürdüm. Kusarım demek istemiyordum, hemen anlardı neler olduğunu. En iyisi belli etmeden yemeye çalışmaktı. Aynı zamanda kendi çayını içiyor, benimkini sol eliyle dikkatli bir şekilde taşıyordu. "Çok uzağa gitmeyelim."
"Seni kaçırmıyorum."
"Derse geç kalırız diye demiştim," diyerek tostun kenarından küçük bir ısırık aldım. "Yanlış anlıyorsun."
"Karınca gibi yeme şunu, niye senin sevdiğin yemekler pişmiyor o evde? Enişten niye çalışmıyor?"
"Konuyla alakasını anlamaya çalışıyorum."
"Devam et."
"Dediğim gibi, yemekleri o yaptığı için kendi sevdiği şeyleri yapıyor. Kendi de pilav, makarna falan seviyor. Bazen sebze yapıyor. Pizza seviyor, bir dönem İtalya'da yaşadığı için daha çok oradan öğrendiği şeyleri yapıyor. Tavuk yemez, kırmızı et arada sırada... Hamur işlerini seviyor."
"O yüzden senin beynin böyle hamur olmuş."
"Ne?"
Güldüğünde ters ters bakarak önüme döndüm. "Yalan mı hayatım? Düzgün bir yemek göremedim ben şu an, makarnayı sen de yaparsın, pizzayı sen de alırsın."
"Ne diyeyim? Ben bunları yemiyorum mu diyeyim?"
Zaten o adamın yaptığı yemekleri yemiyordum, bazen halam çok ısrar ederse yiyordum ama onlar da mideme indiği gibi geri çıkıyordu.
"Ee... Normal değil mi? Ben anneme söylüyorum sevmediğim yemeği, nesi yanlış?"
"Ama o senin annen."
"O da senin enişten, enişteme de söylerim sevmediğim yemekleri. Normal değil mi?"
"Değil."
"Nasıl değil?"
"Bir gün annenden uzaklaşırsan anlarsın Utku. Sevmediğin yemeği söyleyemiyorsun, ikinci tabağı bile isteyemiyorsun. Herkes annemizle bir değil."
Kendi çayı sohbet ederken bitmişti, karton bardağını çöpe atarak bana döndü. "Seninki de soğumadan iç bakayım," dediğinde elinden almaya çalıştım ama izin vermedi. "İkisini taşıyamazsın sen, ben içiririm."
"Çocuk değili-..."
"Hadi, iç şunu." diyerek bardağı uzattığında "Küçük ver," diyerek çeyrek yudum içtim. "Bu kadar da küçük demedim Utku, bir damla verseydin."
"Al." diyerek çayı ağzıma döktüğünde elini iterek geri çekildim. Ağzımı sıkıca kapatarak büyük yudumu yavaşça yuttum.
"Boğmak mı istiyorsun?"
"Sohbeti bölme, ayda yılda bir cevap veriyorsun zaten."
"Ben mi bölüyorum?"
"Neyse... Niye çalışmıyor?"
"Çalışıyordu liseden önce, sonra birkaç problem oldu çıktı işten. Şimdi evde borsayla, kripto parayla falan uğraşıyor. Bir kazanıyorsa beş batıyor, bizi de zarara sokuyor."
"Hayatımda bu kadar gereksiz bir insan görmedim."
"Ne?"
"Kripto parayla uğraşınca çalışmış mı oluyor?"
"Ona göre evet, sabah bilgisayarın başına oturup akşam kalkıyor."
"Ve halan da hiçbir şey demeden çalışıyor, öyle mi?"
"Evet."
"Hiç mi?"
"Hiç," dedim omuz silkerek. "Vedat ağabey işten bazı problemler yüzünden çıktı, psikoloji çok bozukmuş artık çalışamazmış."
Küçük bir kahkaha atarken "Ne?" dedi. "Ne yaşamış olabilir?"
İş yerindeki bir stajyeri taciz ettiği için şirkette dedikodu çıkmıştı diye hatırlıyordum, o zamanlar psikolojim yerinde olmadığı için tam hatırlamıyordum ama böyle bir şeydi. Zaten hayatımın belirli bir kısmı yoktu, mesela bazı yıllarda, bazı dönemler ne olduğunu hatırlamıyordum. O kısım boşluktu, zihnim silmişti.
Kızın kanıtı yoktu ama herkes kıza inanmıştı iş yerinde çünkü kör olan biri bile Vedat ağabeyin bir kızın arkasından nasıl baktığını görebilirdi.
O, sadece ona aşık halamı kandırırdı.
Vedat ağabey de işten ayrılmıştı, halam kocasına inanmıştı öyle bir şey yapmayacağı için. Yanılıyordu. Kocasını öyle bir savunmuştu ki ben korkmuştum, bir gün beni de görürse ne tepki verir diye günlerce düşünmüştüm.
Artık umurumda değildi, ben yaşamadıktan sonra görse de olurdu görmese de... Yaşarken, yapmadığım bir şey yüzünden suçlanmayı kaldıramazdım. Özellikle yediğim yüzlerce dayaktan sonra, hak etmezdim suçlanmayı.
"Küçük bir olay," dedim yürürken. "Abartıyor işte."
"Bahane gibi geliyor bana."
"Zaten öyle," dedim sakin kalmaya çalışırken. "Sevmiyor çalışmayı, bilgisayarla uğraşıyor işte yata yata."
"Halan için zor oluyordur."
"Yok, olmuyor," dedim yerdeki taşı tekmeleyerek. "Eniştemi çok seviyor, ölene kadar çalışmasa bile itiraz etmez."
"Enayi."
"Utku!"
"Ne?" dedi kızarak. "Adam bir de evde senin sevmediğin yemekleri yapıyor, ben sana her akşam yemek göndereyim mi?"
"İstemem."
"O zaman kendin mutfağa inip bir şeyler hazırla, ben çoğu zaman kendim hazırlıyorum."
"Mutfağa inemem," dedikten sonra gözlerimi sonuna kadar açtım. Yanlış bir şey söylemiştim. "Yani sevmiyorum yemek yapmayı, bilmiyorum."
"Ben sana öğreteyim."
"Teşekkür ederim, zehirlenmek istemiyorum."
"Sus da iç." diyerek zorla çayı uzattığında "Büyükle küçük arası ver," dedim. "Elinin ayarı olsun."
Çayı ortadan biraz fazla döktüğünde geri çekilerek yuttum. "Hâlâ bu kadar mı yedin? Bitir artık."
"Nasıl bitireyim? Yiyorum işte."
"Lâl," diyerek banklardan birine oturduğunda ben de yanına oturdum. "Ben senin aileni bir türlü sevemiyorum."
"Tanımıyorsun ki..."
"Biri evde saçma sapan para işleriyle uğraşıyor, diğeri muhtemelen çok çalışıyor çünkü her şey onun üzerinde. Annen nerede, baban nerede, kardeşin var mı? Halanın çocuğu var mı? Olmuyor, ısınamıyorum."
"Kardeşim yok, halamın çocuğu da olmuyor."
"Al işte, tek kalmışsın."
"Bu anormal bir şey mi? Ezgi de tek çocuk."
"Bazen hissedersin," diyerek bana dönüp elindeki bardağı bankın üzerine bıraktı. "Sana da olmuyor mu? Kötü elektrik almaz mısın bazı şeylerden?"
"Almam."
"Biz seni evlatlık alalım mı?"
"Ne?" diyerek gülmeye başladığımda o da güldü. "Kardeş mi olalım?"
"Olmaz," diyerek kaşlarını çattı. "Ezgi alsın, Ezgi'yle kardeş ol bir süre."
"Bir süre?"
"Sonrasında Ezgi görümce oluyor."
"Anlamadım, Ezgi'nin erkek kardeşiyle mi evleniyorum? Yok ki, Ezgi tek."
"Salak kız, ben neyim?"
"Siz kardeş misiniz?"
"Beynin bazen duruyor, herhalde makarna yemekten," diyerek güldü. "Kardeş sayılırız, hatta kardeşiz. Birlikte büyüdük."
"Haa... Öyle... Ben niye seninle evleniyorum? Salak mıyım?"
"Evet."
"Utku," dedim sinirle. "Sensin salak, iki gramlık aklınla kalkmış bana laf söylüyorsun."
"Yemiyor musun artık?"
"Yiyemiyorum," dedim üzülerek. "Bitiremem ben bunu."
"Sadece çeyreğini yedin."
"Sabahları yiyemiyorum çok fazla, öğlen telafi ederim."
"Tamam, bırak kuşlar yesin. Zorlama mideni," dediğinde sevinerek ayağa kalkıp kenardaki duvarın üzerine bıraktım. Geri oturduğumda "Çayın yarısını da döküyorum," dedi. "Buz gibi oldu. Gidince bir tane daha alırım ben sana."
"Yok, gerek yok. Soğuk içiyorum zaten." diyerek elinden alıp kalan çayı içtim. İlerideki çöpe atıp geldikten sonra montumun fermuarını tamamen çekip çenemi içine soktum.
"Midesiz."
"Sana ne?" dediğimde ağzıma kadar montumun içinde olduğum için sesim boğuk çıkmıştı.
"Üşüyor musun?"
"Yok," dedim kafamı çıkararak. "Öylesine yaptım."
"Yirmi dakika var zile, beş dakika kala kalkarız."
"Olur."
"İstersen birkaç yer biliyorum," dedi elini uzatarak. "Sağlıklı ev yemekleri yapıyorlar, daha çok haşlama ya da buharda pişiyor yemekler. Okul çıkışı akşam yemeklerimizi orada yiyebiliriz."
Elimi tutmamıştı, tutmamı bekliyordu. "Yine mi test ediyorsun?" diye sordum. "Sen saydın mı kaç kere reddedildin diye?"
"Bir insan, aynı kişiden kaç kere red yiyebilirse o kadar yedim. Bin birinci kere yemek istemiyorum."
Elimi uzatarak işaret parmağını tuttuğumda güldü. Tutmuş bile sayılmazdım, eldivenden elini hissetmiyordum. "Senin kadar istikrarlı ve dobra olsaydım hayatım çok başka olurdu."
"Mesela?"
"Bilmem, muhtemelen daha güzel olurdu."
"Sınıf değişecek misin?"
"Utku," dedim sıkıntıyla. "Unutmadın mı sen onu?"
"Unutayım diye sorduğum sorulara bile cevap verdin."
"Yoruldum," dedim elimi çekerek. "Hayatım zaten yorucu, bunaltıcı. Okula da kaçmak için geliyorum ve hiçbir şey yapmadığım kişiler bana kötü davranıyor. Sen söyle, sen olsan ne yapardın? Gerçekten ellinci kere söylüyorum ama yoruldum, anlıyor musun? Yo-rul-dum."
Yüzüme eğildiğinde konuşmaya daldığım için irkilerek kafamı çektim. Beklemediğim bir hamleydi, çok hızlı hareket etmişti. Geri çekilmemi umursamadan muhtemelen kıpkırmızı olan burnumun ucunu öperek geri çekildi. "Sen kulaklığını hep taktığın için bazen sınıftan soyutluyorsun kendini," dedi elimi benim aksime daha sıkı tutarak. "Sınıfta olanları görmüyorsun."
"Ne oluyor?"
"Mesela Melis, her gün Hatice'nin dindarlığıyla alay ediyor, üzerine gidiyor, sorguluyor. Hatice'nin hiç isyan ettiğini duymadım, kız umursamıyor. Tuğçe'nin eski sevgilisine olan takıntısı yüzünden aynı olaylar dönüyor, Ezgi geçen sene garson bir çocuğa aşık oldu diye alay ediyorlar, daha onlarca şey var... Görmüyorsun. Senin dışında kimse kafaya takmıyor bu kadar, Ezgi hiç takıyor mu? Nasıl cevap veriyor, görmüyor musun? Hatice, yine atıyor cuma mesajını gidiyor, Tuğçe yine umursamadan eski sevgilisiyle ilgili bir şeyler anlatıyor. Diğerleri de... Kimse umursamıyor Lâl."
Dünya, hassas kalpler için bir cehennemdir.
"Olabilir."
"Kimse umursamıyor çünkü açık konuşacağım sana, fikrini değiştirmek için. Hiçbir zaman bir kızın dedikodusunu yapmadım, yapmam ama şu an fikrini değiştirmek için yapacağım."
"Ne dedikodusu?"
"Melis'in ne olduğunu herkes biliyor Lâl. Yeri gelince otuz yaşındaki adamlarla takıldığını da biliyorlar. Kimsenin takıldığı kişi beni ilgilendirmez, ben sana insanların düşüncelerini söylüyorum. Sude'nin uygunsuz fotoğraf gönderdiği tek kişi ben değilim, benden önce başka bir çocuk fotoğraflarını yaymıştı. Çok fazla yayılmadı, hemen engellediler ama en az otuz kişi biliyordur. Cemre desen ne yaptığı belli değil, sosyal medya diyor ama yine birkaç mesajı yayılmıştı hoş olmayan. Daha bilmediğin neler var, bilmiyorsun güzelim. Sonra kalkıyorsun Sude sana küfür etti diye moralini bozuyorsun, sen nasıl böyle bir şeyi umursarsın? Nasıl Lâl?"
"Ama... Ben bu yüzden okul değiştim Utku. Kazanmak için kendimi parçaladığım, gecemi gündüzüme kattığım o okulu bu yüzden bıraktım. Hiç kimse ortaokul sınavını umursamazken ben o yaşta bir çocuğun çözmeyeceği kadar test kitabı çözdüm, boyumu geçti. Kolay mıydı sanıyorsun hayalim olan liseyi bırakmak? Fen lisesi deme, onlar akıllılar deme... Buradaki kişilerden farkı yoktu, ses çıkarmıyorum diye benimle uğraşıyorlardı, resim yapıyorum diye engel olup test çözmemi istiyorlardı, müzik dinlememe karışıyorlardı... Kolay değildi son sene bırakmak ama son senemde değişiklik yapayım dedim, burada da aynı şeyler oluyor. Neden beni buluyor bilmiyorum."
Sonlara doğru sesim titrerken "Bana bak," diyerek çenemi kaldırdı. "Anlamıyorsun ki bir tanem, diğer sınıfta da olacak çünkü en başta problem yaşadığın bir kız var. En azından bu sınıfta arkadaş edindin, ortamına alıştın."
"Üzülüyorum," dedim tekrar kafamı çevirerek. "Sanıyorum ki siz benim yüzümden huzursuz oluyorsunuz."
"Ben son birkaç aydır o sınıfa seni görmek için geliyorum."
"Ezgi? Yoruluyor artık laf yetiştirmekten."
"Yalnız Ezgi'nin seninle bir alakası yok. Belki bilmiyorsundur ama Ezgi geçen sene Melis ile kafede bir olay yaşadı, ondan beri kötü araları. Sude'yi zaten hiçbir zaman sevmedi, kaçıyor kızdan."
"Biliyorum," dedim kafamı sallayarak. "Ezgi anlatmıştı."
"Gördün mü? Herkesin kişisel problemleri var, sen niye kendini günahkar ilan ediyorsun?"
"Değil miyim yani? Peki Alp?"
"Artık makarna yeme."
"İyi ki söyledim, dalga mı geçeceksin sürekli?"
"Güzelim, bebeğim, bir tanem, sarı kafam... Elli kere anlattım, sen niye ısrarla anlamıyorsun?"
"Tamam," dedim pes ederek. "Benim yüzümden değil."
"Değil, hiçbir şey senin yüzünden değil. Kimse seni suçlayamaz, anlıyor musun? Anladıysan göz kırp."
"Anladım Utku."
"O zaman niye sınıf değiştirmek istiyorsun?"
"Çünkü sandım ki ben gidersem huzurlu bir sınıfınız olur."
"Hiçbir şey değişmeyecek, herkes yine birbirine bulaşmaya devam edecek. Hatta daha kötü bir sınıf olabilir çünkü bu sefer sen gittiğin için ben kavga çıkaracağım."
"Peki," dedim kafamı sallayarak. "Gitmiyorum, zaten gitmek istemiyordum Ezgi'nin arkasından."
"Ben neyim?"
"Sen de varsın."
"Sus sus," diyerek elini çekti. "Hemen aklına Ezgi geliyor."
"Ama onunla arka arkaya oturmayı seviyorum, çok komik."
"Bana gelince hiç komik değilsin diyorsun."
"Ama sen onun sessiz sessiz neler dediğini bilmiyorsun," dedim gülerken. "En son seni duvar kenarından iyilerin yanına çekmek için plan yapıyordu. Şema çizmişti, kim nerede otursun diye. İyiyden kötüye doğru sıralama yapıp puan veriyordu."
Gülmeye başladığında ben de güldüm. Ezgi kadar komik başka bir kız tanımamıştım, Esra ile bir araya gelince daha da komik oluyorlardı. "Ee... Beni iyiler kısmına mı yazdı?"
"Benhim hyanıma hyazdı."
"Ne?"
"Hbenihim hyanıma hyazhdı."
"Hiçbir şey anlamıyorum," dedi. "Hm hm bir şeyler diyorsun."
"Benim yanıma yazdı."
"Haa... Keşke başka bir şey dileseymiş."
"Gideceksin yanımdan."
"Giderim." diyerek el hareketi çektiğinde "Ne?" diye sordum şaşkınlıkla. "Sen ne yaptın az önce?"
"Yeter ama, benimki de can."
"Hiç yakışmadı."
"Ne yakışır bana?"
"Herkese yakıştığı gibi kibar olmak."
"Öyle mi?" diyerek saçlarımı arkaya attığında onu izliyordum. "Öpsem mi kırmızı suratını bir kere?"
"Hayır."
"Öpeyim," diyerek yüzüme eğildi. "İzin ver."
"Hayır, okula gidelim."
"Beş dakika kalmasına üç dakika var."
"Üç dakika erken gidelim o zaman."
"Üç dakika seni öpmek istiyorum."
"Ama ben istemiyorum Utku, ısrar etme."
Cumartesi günü aklıma geldiğinde gözlerimi kapattım, ellerimi kendime çekip bacaklarımın arasına koydum. Hangi elimi tutmuştu? Aklıma geldikçe Utku'dan uzaklaşmak istiyordum.
"Ben ne zaman istediğim gibi seni öpeceğim?"
"Rüyanda."
"Kalpsizsin."
"Öpmeyi ve öpülmeyi sevmiyorum."
"Öptün ama, öpmeme de izin verdin."
Sen yanımdayken unutuyorum yaşanmışları da o yüzden...
"Hep söyleyecek misin?"
"Bir kere öptürdükten sonra nasıl uzak durayım ben senden? Bana niye hak vermiyorsun?"
"Sana niye hak vereyim? Çok öpmek istiyorsan öpmene izin veren birini bulabilirsin."
"Sen niye her seferinde beni başkalarına gönderiyorsun?"
"Mesajı anla diye."
"Mesajın neymiş?"
"Sen ve ben... Olmaz yani, unut." diyerek ayağa kalktığımda benimle birlikte kalkıp kolunu omzuma attı. "Olduk bile."
"Sen öyle san."
"İster inan ya da inanma, bana diğerlerinden farklı davranıyorsun."
"Çünkü arkadaşımsın."
"Mustafa ve Caner de arkadaşın."
"Değil, sadece kopya veriyorum."
"Bana da kalbini veriyorsun, biliyorum."
Dirseğimle karnına vurduğunda gülerek dirseğimi tutup ikinciye vurmama engel oldu. "Sus istersen."
"Sen hiç eline koluna hakim olamıyorsun," dedi gülerken. "Sinirlerin yıpranmış."
"Sen çok mu sakinsin? Alp'e ben mi yumruk attım?"
"Hak etti."
"Sen de ediyor-..."
"Ben hiç etmiyorum, kabul etmiyorum."
"Çocuksun," dedim yürürken. "Hâlâ büyümemişsin."
"Benim babam da çocuk annemin yanında," dedi ciddileşerek. "Annem der ki aşık erkekler üç yaşındadır."
Kendimi babamı hatırlamaya çalıştım yıllar önce yüzümü güldüren anıları düşünürken, o da annemin yanında çocuğa dönüştürdü. Tatlı tatlı atışırlardı, ben de koltukta çizgi film izlerken onları dinleyip gülerdim. Çok fazla anlamazdım ama yine de komik gelirdi gülerek konuşmaları, birbirlerine yastık atmaları, babamın annemin saçını çekmesi, annemin babamla uğraşması...
"Ee... Aşık mısın? Önce hoşlanıyorum, sonra seviyorum, şimdi aşığım... Yavaş Utku, inandırıcı ol biraz."
"Sen inanma benim sevgime, bir gün pişman olursun."
"Sen bir gün pişman olma da..."
"Hayatımın en güzel deneyimi seni tanımak," dediğinde kafamı yüzüne doğru kaldırdım ciddi mi diye. "Pişman olacağımı sanmıyorum."
"Az at da kuşlar yesin."
"Benim sevgime saygı duymak zorundasın," diyerek elini uzatıp saçımı çekti. Elinden kurtulduğumda kızar gibi bakıyordu. "Saygısızlık diz boyu."
Uzanarak onun saçını çektiğimde kafası aşağı eğilmişti. Saçını çektiğimde yüzüme doğru eğileceğinin farkında değildim, hatta kafasının eğileceğinin bile farkında değildim. "Merhaba." diyerek burnumun ucundan ikinci kez öptüğünde "Utku!" diye soludum sinirle. "Rahat dursana."
"Ben rahat durmam, sen de artık benden rahatsız olmuyorsun. Olsan yapmam."
"Oluyorum."
"Niye gülüyorsun o zaman?"
"Merhaba ne?" diyerek sakladığım gülmemi ortaya çıkardım. "Kafanı biraz eğdim, uzaktan gelmiş gibi merhaba deyip öpüyorsun."
"Uzaktan geldim zaten," dedi. "Cüce."
"Bugün beni çok fazla eleştirdin ciklet."
"Bugün gözüme çok ayrı tatlı geliyorsun."
"Senin de A vitamininde sorun varmış."
Gülerek burnumu iki parmağı arasında sıkıştırdı. "İstersen sen de benimle flörtleşebilirsin," dedi. "Sana kalmış yani, tamamen keyfine bağlı."
Okula geldiğimizde kolunun altından çıkarak "Okula uygun davran," dedim. "Anlaşıldı mı?"
"Buna dikkat eden tek kişi sensin."
"Yani? Sonuçta burası okul. El ele, kol kola gezmek bana normal gelmiyor."
"Tamam, nasıl istersen sarı."
Okula girdiğimizde birlikte üç kat çıktık, öğrenci zili çalmıştı ama öğretmenler zili çalmamıştı. Bizimle birlikte yukarı çıkan başka öğrenciler vardı. Sınıfın önüne geldiğimizde "Sen gir," dedim. "Ben seninle girmem."
"Yuh artık."
"Anlamıyorsun," dedim hemen ellerimi birleştirerek. "Ben tek girince bile heyecanlanıyorum, seninle giremem. Gerçekten seninle alakası yok, ben panik oluyorum."
"O zaman bunu yenebiliriz."
"Olmaz, şu an değil."
"Şu an." diyerek kapıyı açtığında hoca yoktu, öğretmenler zili de tam şu an çalıyordu. Hâlâ yürümediğimi fark ettiğinde titreyen ellerimi polarımın cebine soktum, kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Hâlâ yerimde durduğum için dirseğimden tutup yanına çekti, sessiz sessiz ona kızıyordum ama kafamı kaldırıp bir şey diyemiyordum. Sadece ayaklarıma bakıyordum.
Kolunu omzuma sararak kapıyı kapattığında benimle birlikte yürümeye başladı. "Utku," dedim ağlar gibi. "Bayılacağım."
"Bayıl, ben seni tutuyorum."
Sırama geldiğinde kafamı kaldırarak kızgın bakışlarımı ona atıp yerime oturdum. Ezgi de artık bir baykuştu, kafası bizimle birlikte hareket ediyordu.
"Bu çantanın burada ne işi var Utku? Lâl sana benim gizli şemamdan mı bahsetti?"
"Ne şeması?" diye sordu Utku bilmiyormuş gibi.
"Şemamdan haberin yok mu? İyilere karşı kötüler."
"Ezgi, dön önüne güzelim. Kafanı bunlarla yorma."
"Anladım," diyerek sırıttı. "Özel konuşacaksınız, sakın rahatsız olmayın. Her şeyi konuşabilirsiniz."
Önüne döndüğü gibi yumruk yaptığım elimi Utku'nun bacağına vurdum. "Daha beş dakika önce demedim mi okula uygun davran diye?"
"Unutmuşum, benim B12 vitaminim de eksik."
"Balık hafızalı," diyerek oturduğum yere sindim. "Senin yüzünden buraya bakıyorlar, bana bir şeyler oluyor."
"Abartma," diyerek ellerime baktı. "Bu ne kızım? Sosyal anksiyeten mi var senin?"
"Olamaz mı?" diyerek titreyen ellerimi durması durması için bacaklarımın arasına koydum. "Sakla beni," dedim kızgınlıkla. "Eğil biraz, görünmek istemiyorum."
"Ben senin ilacını biliyorum," diyerek çantasını çekip açtı. İçinden beyaz bir kutu çıkardığında dikkatle onu izliyordum. "Al bakalım."
"Bu ne?"
"Saksı."
"Bu ne?" diye sordum ciddiyetle. "Senin mi?"
"Hayır, yeni aldım. Senin için aldım."
"Senden böyle bir şey istemedim," diyerek geri ittim. "Bana bir şey alman için söylememiştim."
"Seni biliyorum Lâl," diyerek kızdı. "Bu sadece bir hediye."
"Kendin kullan," dedim önüme ittiğinde geri iterek. "Ben alamam."
"Ama neden?"
"Çünkü gerek yok, ayrıca sana bir şey anlattığımda gidip alacaksan anlatmam bir daha."
"Abartıyorsun Lâl, insanların birbirine hediye alması gayet normal."
"Abartmıyorum, hediye de sevmiyorum. Alma bir daha."
"Üzgünüm, sana hediye almaya devam edeceğim ve sen de bunları kabul edeceksin."
"Edemem Utku, zorlama."
"Tek sorun kulaklığın değildi biliyorum ama çok üzgündün, mutlu etmek istedim seni."
"Olmadım."
"Erken doğum günü hediyesi olarak düşün," diyerek kutuyu önüme koydu. "Olmaz mı?"
"Olmaz."
"Abartma Lâl, sanki evin tapusunu üzerine yaptı." diyen Ezgi'yle kafamı kaldırdım. "Bana da ekran koruyucu aldı, nasıl? Lens göz baykuş Sude kırmıştı, sizin fotoğrafınızı çekerken çığlık attı salak."
"Sizin fotoğrafınız?"
"Pardon," diyerek elini ağzına koydu Ezgi. "Ağzımdan kaçtı Utku."
Gözlerim Utku'ya kayınca "Bana bakma," dedi Utku. "Ben de senin gibi uyuyordum."
"Hani fotoğraf?"
"Ben asla silmem o fotoğrafı," dedi Utku telefonunu alacakmışım gibi diğer cebine koyarak. "İstersen yalvar."
"Ben de asla silmem." diyerek önüne döndü Ezgi.
"Utku, göster."
"Olmaz."
"Ne? Nasıl uyudum? Kötü mü?" diyerek dehşete düşmüş bir şekilde ona döndüm. "Sana yanlış bir şey mi yaptım? Fotoğraf mı çektiniz? Bilerek yapmadım, yemin ederim uyuyordum. Bilseydim yapma-..."
"Sadece uyuyoruz Lâl, başka bir şey yok."
"Bir yerlerim mi açılmış?" diyerek eteğimin ucunu çekiştirdim. "Bilerek yapmadım ki, ben açmam normal-..."
"Sen niye her şeyi abartıyorsun? Nasıl açılsın bir yerin? Üzerinde battaniye vardı."
"Fotoğrafı neden benden sakladınız? Bir şey mi yapacaksınız?"
"Yuh," dedi Utku. "Sildirirsin diye sakladım, bir de..."
"Ne bir de?" diyerek kolunu tutup sarstım. "Ben sana güvenmiştim, ne yaptın?"
"Ya sabır... Bırak," diyerek kolunu çekti. "Çattık ya... Uyurken sarılmışım sana, o yüzden göstermedim. Kızarsın diye ama farkında değildim yani, uyuyordum."
"Başka?"
"Bu kadar."
"Yemin eder mis-... Göster fotoğrafı, inanmıyorum."
"Yanında göstermem, atar telefonumu kırarsın."
"Göster Utku, bir şey yapmadan göster."
"Ne yapabilirsin ki?" diye sordu sırıtarak. "Yerim seni üç lokmada."
"Sen bir şey yapmadan göster, ben değil."
"Ne yapabilirim ki? Günlerdir bende ve tek bir kişi bile görmedi, bazen çok garip düşünüyorsun," diyerek kollarını göğsünde bağladı. "Hem hediyemi almıyorsun hem de beni neyle suçluyorsun... Konuşmasak iyi olur."
Aramıza çantasını koyduğunda ağzım açık onu izliyordum. "Göster artık."
"Konuşma benimle."
"Trip atma bana."
"Sen de konuşma benimle."
"İyi," diyerek ben de ondan uzaklaşıp kalorifere yapıştım. Kucağıma defter koyarak etegimin açık yerlerini kapattım. "Kiminle oturduğumu da bilmiyorum, asıl sen konuşma benimle."
"Bir vursam düşer o defterin."
"Ben de sana bir vurursam..." diyerek düşündüm. "Telefonun kırılır."
Güler gibi olup sustuğunda kafamı cama doğru çevirdim. Hem kendi kendine bana hediye alıyordu hem de gizlice fotoğrafımı saklıyordu ve ne hâlde olduğum bile belli değildi. Benim kendi telefonumda bile fotoğrafım yokken, fotoğraflardan nefret ederken başkasının telefonunda fotoğrafımın olması beni korkutuyordu.
Telefonunu çıkararak bir şeyler yaptığında gözlerim ona döndü ama telefonunu saklayarak ters ters baktı.
Sanki bilmiyordum birazdan benimle konuşmak isteyeceğini...
14.07.23 kulaküstü kulaklıkla günün 25 saati dolandığım için kulaklarım kafama yapışırken;
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro