Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

🌠kırk

Ne çabuk kırkıncı bölüme geldik... Multide Lâl'in dinlediği şarkı var, benim de çok sevdiğim bir şarkıdır :') Beğenip yorum yaparsanız çok mutlu olurum, keyifli okumalar 🩷

CORALINE YOK OLMAK İSTİYOR

Erkenden, sınıfa şarkı dinleyerek girdiğimde henüz beş kişi vardı. Çantamı yerine bırakarak üzerimdeki montu çıkarıp askılığa astım ama beremi ve eldivenlerimi bıraktım, şimdilik kalmalarını düşünerek sırama oturduğumda dinlediğim şarkı tekrar başa sardı.

Un, deux, trois
(Bir, iki, üç)

Gözlerimi kapatarak kafamı sıramın üzerine koyup biraz uyumayı denedim ders ziline kadar, yarım saatten fazla vardı ve bu bile oldukça yeterliydi kendime gelmem için. Ders başlamadan önce de gidip bir kahve alırsam daha iyi olacaktı.

Ne me demandez pas pourquoi
Quand vient l'hiver et le grand froid
On voudrait tous mourir
Comme si c'était la première fois
Que la nuit tombait, dans nos bras
On voudrait tous partir
Retrouver le soleil
Qui nous manque
Qui va brûler toutes nos peines
Le soleil, qui nous hante
Oh reviens, soleil, soleil
(Bana sorma neden kış ve soğuk geldiğinde ölmek istediğimizi, gece kollarımıza ilk kez serildiğinde ayrılmak istemeyişimiz gibi. Özlediğimiz güneşi yeniden bulmak için yapmamız gereken kederlerimizi yakmamız. Bizi avlayan güneş... Geri dön gün ışığı)

Geri dönmeyecek gün ışığı.

Sabah sabah neden bu şarkıyı dinliyordum bilmiyordum fakat beni bu kasvetli hayatımdan alıp güzel bir denizin kenarına götürüyormuş gibi hissediyordum. Geri dön gün ışığı dedikçe ağlıyordum sanki kum tanelerinin üzerinde, deniz kıyıya vururken. Yine de kendime işkence edip dinliyordum. Bir gün güldüysem eksik hisseder, iki gün kendimi üzerdim.

Ne regardez jamais en bas
Ou le méchant loup vous mangera
Vous perdrez l'équilibre
On va tous compter jusqu'à trois
Et faire une chaîne avec nos bras
Sur la route du sud
Retrouver le soleil
Qui nous manque
Qui va brûler toutes nos peines
Le soleil, qui nous hante
Oh reviens, soleil, soleil
(Asla ardına dönüp bakma yoksa kurt seni yer ve dengeni kaybedersin. Üçe kadar sayacağız, güneye kadar uzanan bir yol yapacağız kollarımızla zincir oluşturup. Özlediğimiz güneşi yeniden bulmamız için yapmamız gereken, kederlerimizi yakmamız. Bizi avlayan güneş... Geri dön gün ışığı)

Sınıfa birileri girip çıkıyordu, farkındaydım ama kafamı kaldırıp bakmıyordum. Zaten benimle konuşan da yoktu, Ezgi veya Utku gelseydi belki günaydın derlerdi ama kalanlar diğer herkes gibi beni görmezden geliyordu.

Ben de onları.

Souvenez-vous, la prochaine fois
Que vient la neige et le fracas
On n'va pas tous mourir
Entre les braises on marchera
Et la nuit noire nous embrassera
On pourra tous partir
On pourra tous partir
(Bir sonrakinde unutma ki kar ve parçalanmalar geldiğinde hiçbirimiz ölmeyeceğiz. Közlerin arasında ilerleyip karanlık geceyi kucaklarken hepimiz bırakabiliriz. Hepimiz bırakabiliriz)

Şarkı bitti, kendini başa sardı. Bir, iki, üç derken yanımda bir hareketlenme hissettim. Kafamı kaldırıp bakmadım çünkü ne Utku'ydu ne de Ezgi'ydi. Onların nasıl geldiğini çok iyi biliyordum. Daha doğrusu, Utku sınıfta hiç yanıma gelmemişti doğru düzgün. Ezgi de uykulu uykulu gelir, çantasını fırlatıp neşeli sesiyle günaydın diye bağırırdı.

"Lâl," diyerek omzumdan dürten sesin sahibini hatırlamaya çalıştım. Ya Tuğçe'ydi ya da Hatice'ydi. İkisiyle de doğru düzgün konuşmadığım için hatırlamıyordum. "Lâl, uyansana..."

Kafamı kaldırarak kulaklığımı çıkardım, zaten kısık sesle dinliyordum. Karşımda tahminlerimden birini, Tuğçe'yi, görünce şaşırdım. Üzerinde benim gibi forma, kafasında iki tane mor toka vardı.

Konuşmaya çekinip sessiz kaldığımda elindeki kalemi kaldırıp havaya salladı. Kırmızı bir tükenmez kalemdi, yüzümü incelerken kalemi gözüme sokmak ister gibi havada sallıyordu.

Yüzümü mü çizecekti?

Yanağımdaki iz geçmişti, daha doğrusu biraz vardı ama sabah halam evden çıkmadan odasına girip renkli güneş kremi almıştım, kapatmaya yetmişti. Dudağımın kenarındaki küçük iz duruyordu ama sorun değildi, onu umursamıyordum.

Kimse dudağımdaki küçük yaraya bakıp dayak yedin demezdi ama yanağımdaki parmakları herkes anlardı ki Sude sayesinde, anlamışlardı da...

"Yüzümü mü çizeceksin?" diye sordum fısıldar gibi. "Git yanımdan."

"Evet, çizeceğim," dediğinde rahatsız olarak ayağa kalktım ama kolumdan çekerek oturttu. "Yıldız çizeceğim."

"Ne?"

"Kimse yokken seninle konuşmak istedim," dediğinde sakinleşerek yerime geri oturdum. "Belki beni sevmeyen bir çocuğa kendimi sevdirmeye çalıştığım için aptal olarak görüyorsun, bu umurumda değil çünkü onu gerçekten seviyorum."

"Hakkında hiçbir şey düşünmüyorum."

"Furkan'ı çok seviyorum çünkü onunla ilk tanıştığımızda, ki bu dokuzuncu sınıf oluyor, hayatım çok kötüydü."

"Bana bunları neden anlatıyorsun?"

"Çünkü senin iyi birisi olduğunu biliyorum, herkes gibi bana aptal demezsin."

"Peki, seni dinlerim."

"Dokuzuncu sınıfta hayatım çok kötüydü, bu okulda değildim o zaman. Devlet lisesindeydim, hatta meslek listesindeydim. Furkan da vardı, aynı sınıftaydık. Ailemin durumu iyi değildi, paramız yok denecek kadar azdı. Ablam üniversiteyi son sene dondurup benim güzel bir geleceğimin olması için çalışmaya başlamıştı."

Sessizce onu dinlerken gözlerinin dolduğunu fark ettim, ne yapacağımı bilmiyordum çünkü Ezgi ve Utku dışında ilk kez birisi bana güvenip bir şeyler anlatıyordu.

Sanırım sadece dinlemeliydim.

İnsanların çoğu zaman dinlenmeye ihtiyacı olurdu zaten, çoğu kişi kendini robot olarak görüp hayatın acımasız akışına kaptırsa da bazen durup anlatmalıydı.

"Ama hayatımız o kadar kötüydü ki, ev ortamım o kadar berbattı ki en az ortamım kadar berbat bir puan aldım sınavdan. Açıkta kalıyordum, hiçbir okula yerleşemiyordum neredeyse. Meslek lisesine yerleştiğim için bile şükredecek hâldeydim."

"Önemli değil," dedim samimi olmaya çalışarak. "Hayatımız sınavlarda aldığımız puanlara göre değerlenmiyor, hayatımız zaten değerli."

"Ama sen fen lisesini kazandın, ablamın her zaman kazanmamı istediği liseyi."

"Onu kazanınca hayatım güzelleşmedi Tuğçe, aksine kazandığım her gün için ağladım. Bazen, bazı yerler ne kadar doğru görünse de doğru olmuyor."

"Teşekkür ederim," dedi gülümseyerek. "Doğru kişiye anlattığımın farkındaydım."

"Bu kadar mıydı?"

"Hayır hayır, devam edeyim. Dediğim gibi maddi durumumuz çok kötüydü, bazen annem temizliğe gidiyordu, bazen el işi yapıp satıyordu, bazen bulaşıkçılık yapıyordu. Ablam gündüz kafelerde, gece barlarda barmaidlik yapıyordu. Babam çalışmazdı, o sadece evin huzunu bozup uzaktan izlerdi."

"Üzgünüm."

"Ablam her gün hayata lanet ediyor, annem aynı şekilde lanet ediyordu. Yine de beni okutmak için uğraşıyorlardı, üzerimde o kadar büyük bir baskı vardı ki sanki fen lisesini kazanınca eve bir çanta dolusu para götürecektim. Kimse benim hayallerimi sormuyordu, kimse müzikle uğraşmak istediğimi bilmiyordu, her gün ders çalışmam için aşağılayıcı cümleler kuruyorlardı. Ablam ve annem maddi olarak yardım ediyorlardı ama manevi olarak beni sürekli eziyorlardı. Aptaldım gözlerinde, boşuna uğraştıklarını söylüyorlardı. Babam onlara bulaşıyor, onlar sinirini benden çıkarıyordu çünkü ben evin en küçüğüydüm, ezilirsem bile saygısızlık edemezdim."

Ağlamaya başladığında çantamın kenarına attığım, hiç açmadığım pet şişeyi ona uzattım. Birkaç yudum içerek devam etti. "Bu sırada annem ve ablam çalıştığı için akşam yemeği hazırlamamı, evi temizlememi, bulaşıkları veya çamaşırları halletmemi... Kısacası evdeki her işi benden yapmamı bekliyorlardı. Hem ders çalış diyorlardı hem de eve gelince düzenli, yemek olan bir ev görmek istiyorlardı. Üstelik dokuza gidiyordum ve yemek yapmayı bilmiyordum. Öğretmiyorlardı da, sadece yap diyorlardı. Sonra beğenmiyorlar, tekrar hareket etmeye başlıyorlardı."

"Böyle bir hayatının olduğunu hiç düşünmezdim..." dedim ellerimle oynarken. Tek derdi lise aşkı olan bir kız gibi davranıyordu. Belki benim kötü bir hayatımın olduğu anlaşılırdı ama Tuğçe çok iyi rol yapıyordu.

"Hikayemi bilen herkes böyle söyler."

"İnsanlar da bir kitap," dedim Utku aklıma geldiğinde. "Okunması gerek."

"Beni bir kişi okumak istedi, o da şu an yok... Anlatayım en iyisi, çok fazla kafanı şişirdim zaten... Bu sırada sürekli evdeydi babam, çalışmazdı. Genelde para bekler, huzursuzluk çıkarır, sürekli namus ve ahlaktan bahsedip bizi döverdi. Gücü bize yeterdi, eğer kendinden başka bir erkeğe vurmak istese canı çıkana kadar dayak yerdi ama bize gelince canımız çıkana kadar döverdi çünkü çok da güçlü olduğumuz söylenemezdi. Kadın ve erkek eşittir hikayesine hiçbir zaman inanmadım, benim babamla gücüm hiçbir zaman eşit olmadı. Her zaman dayak yiyip oturdum. Kadın ve erkek hakları eşittir, o da bulunduğum ortamda kimsenin umurunda değildi."

"Öyle," dedim araya girmek isterken. "Kadın ve erkek eşit değildir. Fiziksel özellikleri, düşünce yapıları, güçleri... Hiçbir şeyimiz aynı değil ama haklarımız aynı olmak zorunda. O da sadece senin bulunduğun ortamda değil, pek çok ortamda kimsenin umurunda değil."

"Yine de güçlerimizin aynı olmasını, sadece bir kere babamı saç dipleri acıyana kadar dövmek isterdim çünkü o hep öyle yapardı."

"Belki, bir gün."

"Bana bok gibi bir ortam verip, köpek gibi çalıştırıp, yemek yaptırıp, dayak atıp sınavdan yüksek almamı beklediler. Kitabı ne zaman açsam içeriden kavga sesleri geliyordu, bir şeyler kırılıyordu, herkes birbirine giriyordu... Ben sadece şarkı dinleyebiliyordum Lâl çünkü bıkmıştım o seslerden."

"Umarım bir gün hayallerini gerçekleştirirsin."

"Artık öyle yapıyorum zaten, kimseyi umursamıyorum çünkü kimse de beni umursamadı. Ben hiç görünmedim, ta ki aptalı oynayana kadar."

İstemsizce güldüğümde o da güldü. "Daha sonra," dedi derin bir nefes alarak. "Sürekli namustan bahseden ama her gün saçma sapan kadınlara selam mesajları atan babam, ablamı bir erkekle gördüğü için olay çıkardı. Yirmi iki yaşında olan ablamın erkek arkadaşının olması çok normaldi, neredeyse evlenecek yaştaydı ve ablam çok güzel. Tabii ki erkeklerin dikkatini çekecekti, tabii ki hayatında birisi olacaktı. Üstelik hem kafelerde hem de barlarda çalışıp çok fazla erkekle muhatap oluyordu."

"Kim namus ve ahlak şövalyeliği yapıyorsa, bilin ki en namussuzu odur diyor Friedrich Wilhelm Nietzsche."

"Evet," dedi. "İnsan kendinde olmayan şeyi sürekli dillendirerek sahipmiş gibi davranır ya... Babam da böyleydi, ahlaksızdı, sapkındı. Yolda yürüyen kadınların götüne bakmaktan kendini alıkoymazdı ama biz pantolon giyinince laf yerdik, bir kadın onu öpmek istese koşarak kollarına atlardı ama televizyonda öpüşme sahnesi görse kadına orospu derdi, çalışan kadına oynak derdi ama kendisi çalışıp eve beş kuruş getirmezdi, sürekli sünnetlerden bahsederdi ama karısını aldatarak eskortlara selam yazardı. Böyle bir babam olduğu için utanıyorum."

"Ailemizi biz seçemeyiz."

"O akşam, babam ablamı görünce eve geldi. Yine yemek yapmaya çalışıyordum, bağırıp çağırıp evi yıktı. Korkudan ne yapacağımı bilmiyordum, ablam babamı görmemişti. Daha doğrusu babam, onların yanına gidemeden gözden kaybolmuşlar. Hemen telefonumu alıp ablama mesaj atmam gerekiyordu, eğer eve gelirse dayak yiyecekti. Yaptım da zaten, mesaj attım. Ablam da bir şey olursa mesaj atmamı söyledi."

"Ve o gece bir şey oldu."

"Evet," dedi kalemle oynarken. "Babam annemi suçladı kızlarına terbiye veremediği için, oysaki bizim doğum tarihimizi bile bilmezdi."

"Tahmin ettim."

"En son gördüğüm meyve bıçağıydı, babam ya ablamın eve geleceğini ya da birinin öleceğini söyledi."

"Umarım kimseye bir şey olmamıştır," dedim üzüntüyle. "Umarım annen ve ablan yaşıyordur."

"Evet, çok şükür. Ne kadar bana bok gibi davransalar bile ablamla aynı odada kalıyordum. Bir sabah uyandığımda yanımdaki bazanın boş olduğunu görmeye dayanamazdım, yaptığım yemekleri beğenmeyen annemin söylenmelerini duymadan günü bitiremezdim."

"Sevindim."

"Ablama gizlice mesaj attım, annem de babamı oyalıyordu işten bir saate çıkacak diye. O gece evimize polisler geldi, babamı aldılar. Daha sonra annemle babam boşandı, zaten bize hiçbir katkısı olmayan o adama boşuna bakıyorduk."

Kafamla onayladığımda "Annem bir okulda hademelik yapmaya başladı, en azından artık asgari ücret alıyordu. Kıt kanaat olsa da geçiniyorduk. Ablam son sene okula devam etti ama aynı zamanda yarı zamanlı yine kafede çalışıyordu, daha sonra staj yaptığı yerden iş teklifi aldı."

"Sevindim sizin adınıza."

"Hâlâ durumumuz iyi değildi, yeni üniversite bitirmiş kimse hiçbir zaman yüksek maaşla işe başlamaz. Ablamın çalıştığı şirketteki müdürün oğlu gönlünü ablama kaptırdı, evlendiler. Beni eniştem okutuyor."

"Annen?"

"Enişteme söz verdim, okulum tamamen bitene kadar anneme o bakacak. Benim sadece okuyup iyi yerlere gelmemi istiyor ve ben sözümü tutacağım, daha sonra anneme ben bakacağım."

"Sözünü tut ama müzikle ilgili hayallerini erteleme."

"Konservatuvar okumak istiyorum, hazırlanıyorum şu an."

"Umarım başarırsın."

"Şimdi diyeceksin ki konu Furkan'dan, yıldızdan ne ara buraya geldi? Haklısın. Furkan, kaos dolu ortamımdan beni çeken tek kişiydi. Hayatımda hiç binemediğim bisiklete bile o bindirdi, babamın vurup morarttığı yerlere şekiller çizip kapattı, karanlık hayatıma güneş gibi doğdu. O olmasaydı ölmeyi düşünüyordum, her şeyden o kadar bıkmıştım ki bazen yürürken kendimi hızlı giden arabaların önüne atmak istiyordum ama sonra aklıma Furkan geliyordu. Ne annem ne ablam ne de babam... Okulda tanıştığım bir çocuk beni hayata döndürüyor, bana yaşamı sevdiriyordu."

Seni anlıyorum Tuğçe.

"Neden ayrıldınız?"

"Yan yana her şey çok güzeldi ama Furkan'ın da ailesi berbattı, lise ortamımız berbattı. Tuvalette doğum yapan bir kız bile vardı, kızları geçtim erkekler berbattı. Nargile, sigara, uyuşturucu, alkol... Ne ararsan vardı, Furkan da ailesinin acısını bunlarla çıkarıyordu. Alkolik hâlâ, bırakamıyor. Bir gün sarhoş sarhoş bir kızla yazışmış, mesajlarını gördüm. Çok güzel olduğunu falan söylemiş, gururuma yediremiyorum ama yaralarıma yıldız çizen çocuğu da unutamıyorum."

"Bir dizi var Tuğçe," dedim ellerimle oynarken. Strestim, kendimi anlatmayı pek bilmezdim. "Dizi çok utanç verici, utanç verici derken çok saçma. Birisine o diziyi izlediğimi söylesem daha geçer benimle, aptal olduğumu söyler."

"Ee..."

"Ama diziyi hayatımın öyle kötü bir döneminde kafa dağıtmak için izledim ki benim güvenli alanım oldu. Her şey çok kötüydü, her şey üst üste geliyordu ve ben kaçmak istiyordum. Sadece kafa dağıtmak için açmıştım, belki biraz da gülebilmek için ama beni olduğum ortamdan soyutladı. Ne zaman kendimi kötü hissetsem, ne zaman her şey üzerime gelse bulunduğum ortamdan sıyrılır o diziyi izlerim. Beni güvenli alanıma götürür, o dönemin bile geçtiğini hatırlatır. Furkan da senin için o dizi, evden kaçıp özgürce güldüğün güvenli alanın."

"Daha iyi anlatamazdım," diyerek gülümsedi. "Tam olarak böyle. İstiyorum ki Furkan alkolü bıraksın, istiyorum ki onun benim yaralarıma çizdiği gibi yıldız çizeyim yaralarına. O dönem kimse benimle konuşmazken o konuştu, şimdi de kimse onunla konuşmuyorken ben konuşayım. İsteseydi beni iyileştirmek için uğraşmaz, yalnızlığıma terk ederdi ama yapmadı. Ben de onu yaşadığı bok çukurunda tek bırakmak istemiyorum."

"Ne diyeceğimi bilmiyorum, ikili ilişkiler iki kişinin arasında yaşanır. Kalbinden geçeni yapman her zaman daha doğru."

"Bir gün, bir sabah Furkan'ın öldüğü haberini alırsam ben de yaşayamam. Onu öylece ölmeye terk ettiğim için kendimi affedemem. Beni sevmesin, umurumda değil ama yeter ki iyileşsin. Okusun, iyi yerlere gelsin. Başka bir şey istemiyorum, gerekirse hayatının aşkını bulup evlensin ama sadece mutlu olsun."

"Kimse, ölmeye terk edilmeyi hak etmez."

"Geçen gün Sude sana öyle davranınca kötü oldum, geçmişe döndüm. Küçücük yaşımda kat kat makyaj yapardım yüzümü kapatmak için, herkes eskort mu olacaksın diye sorardı ama kimse neden bu kadar makyaj yapıyorsun diye sormazdı. Gelip seni sınıftan çıkaracaktım ama Utku benden önce davrandı, iyi ki de davrandı. Alp yumruk yediğinde rahatladığımı hissettim, kimse dayağı hak etmez."

"Teşekkür ederim." dedim utanarak. Sanırım yanağımdaki bu izi hiçbir sınıf arkadaşım unutmayacaktı.

"Taylor Swift'in Cardigan şarkısını çok seviyorum, en sevdiğim albümü Folklore. Bir de o şarkıyı kendime çok benzetiyorum, albüm 2020'de çıktı ve Furkan benim yaralarıma 2019'da bir şeyler çiziyordu. Şarkıyı dinlediğimde çok tuhaf gelmişti çünkü... Yani sanki beni görüp yazmıştı."

"Bir şarkı var, ben de öyle düşünüyorum. Sanki beni görüp yazmışlar."

Coraline yok olmak istiyor.

"Şarkıda diyor ki gençken bir şey bilmediğini varsayarlar. Annem ve ablamdı bu, küçüğüm diye hiçbir şey bilmediğimi düşünürlerdi. Hayalin ne diye sormaz, buraya gideceksin derlerdi. Beni öpüp iyileştirdiğini biliyordum diyor daha sonra, Furkan'ı düşünüyorum dinlerken. Birinin yatağın altında unutulmuş bir hırka gibi hissettiğimde beni giydin ve en sevdiğin olduğunu söyledin diyor, yine Furkan. Kimse beni görmezken o görüp en sevdiği olduğumu söylemişti. Yaralarımın etrafına yıldızlar çizdin ama şimdi kanıyorum diyor, burası da ben. Şimdi Furkan yok, yıldız çizen biri de yok. Ben sana yıldız çizeceğim Lâl, belki senin de yıldız çizenin yoktur ve okul bitene kadar istersen hep çizerim. Yeter ki kanama."

"Tuğçe," dedim gözlerim dolarken. İnsanlar beni artık görüyor muydu yoksa ben yanılıyor muydum bilmiyordum ama yalnızlığa terk edilmişken, hayattan vazgeçmişken gelmeleri canımı yakıyordu. Neden sekiz yıldır yalnızdım ki? "Teşekkür ederim."

"Yüzüne çizmek isterdim ama aptal rolü oynamayan, gerçekten aptal olan sınıf arkadaşlarımın neler diyeceğini biliyorum. İstersen eline çizerim."

"Olur," diyerek elimi uzattım. "Çizebilirsin."

Kırmızı kalemiyle elime küçük bir yıldız çizerken "Bende bir kan lekesi gibi iz bıraktı," dedi. "Bir baba gibi terk ederken."

"Bu da mı şarkının sözü?"

"Evet... Tüm şöyle olsaydı dediklerimi avladı, elimizde bu var ve bununla mutlu olacağız dedi. Üzerime sinen sigara dumanının kokusunun çıkmayacağını, babamın yanlış anlarsa beni döveceğini biliyordum ama yine de yanında kalıyordum. Her yerde gözlerimle onu arıyordum, heyecanı geçince beni özledi... Bunlar hep şarkının sözü, bunlar hep biz Lâl."

Yıldız çizmeyi bitirince yanımdan kalkıyordu ki elimi, elinin üzerine bastırıp mürekkebi ona da verdim. Elindeki kalemi alıp önce kendi yıldızımın giden mürekkebini boyadım, sonra da onun az olan mürekkebine mürekkep kattım. "Eğer yıldız çizenin yoksa ben de yollarımız ayrılana kadar sana yıldız çizerim."

"Gençken bir şey bilmediğini varsayarlar," diyerek gülümsedi. "Genciz ve her şeyi biliyoruz."

Yerine geçtiğinde sohbet etmeye o kadar dalmıştım ki sınıfın dolduğunun bile farkında değildim. Neredeyse herkes gelmişti, zile de on dakikadan daha az bir süre vardı. Önce Ezgi, daha sonra Utku sınıfa girdiğinde utanarak gözlerimi telefonuma çevirdim. Cardigan yazıp Tuğçe'nin söylediği şarkıyı açtım. Hareketli bir şarkı değildi, zaten böyle şarkıları severdim.

"Günaydın aşkım." diyen Ezgi'ye "Günaydın," dedim. "Geciktin bugün."

"Tatile çok alıştım."

"Sadece bir gün..."

"Bir buçuk..."

"Unutmuşum." dedim gülümseyerek. Gözlerimi Utku'ya çevirdiğimde uyuyordu. Ezgi nereye baktığımı anlamış olacak ki "Canı sıkkın," dedi. "Alp sinirlerini bozuyor."

"Ne alaka?"

"Alp'e değer veriyordu, değiştiğini görmek canını sıkıyor. Dile kolay on iki yıl... Bir de yüzsüz Alp hâlâ kavga çıkarma peşinde, bugün sana bulaşırsa hiç şaşmam. Özellikle o yumruktan sonra."

"Harika."

"Ee... Dün eve gidince ne oldu? Utku ile mesajaştınız mı?"

"Hayır Ezgi."

"Ama neden?"

"Telefonumu elime almadım çok fazla." dedim dünü düşünürken. Sude'nin gideceğini sanırken kalmış, bütün gün Utku'nun yanında dolaşmıştı. Tuğçe kahvaltı ettikten sonra çıkmıştı ama Mustafa ve Caner bizimle kalmıştı. Eğlenceli bir gündü, genel olarak sohbet etmiştik. Daha doğrusu onlar etmişti, ben dinlemiştim.

Daha daha doğrusu, Sude'den kimseye fırsat kalmamıştı.

Akşam da Utku beni parkta bırakmıştı, eve kadar gelmek için dil dökse de on dakika boyunca kabul etmemiştim. Takip etmemiştir diye umuyordum, eve gidince halamın zoruyla bir tabak çorba içip kapımı kilitleyerek uyumuştum. Oysaki her zaman kapımı kilitlediğimde rahat uyuduğumu sanırdım, bir çift kolun arasında kapısız bir şekilde rahat uyuyabileceğime asla inanmazdım. O kadar rahat uyumuştum ki beni arabaya taşıdığında, ben arabada uyurken arabayı sürdüğünde, arabadan indirip koltuğa yatırdığında bile uyanmamıştım. Utku birkaç kez gözlerimi açtığımı söylüyordu ama hatırlamıyordum.

"Gruba da girmiyorsun artık."

"Sessize aldım."

"Bizim kızlar grubu var, oraya alayım mı seni? Manyak dedikodu dönüyor."

"Yok, ben ayak uyduramam size."

"Sude falan yok, korkma. Tamamen güvenli alan."

"Kantine inelim mi beş dakikaya?" dediğimde kafasını sallayarak sıradan çıktı. Birlikte merdivenlerden inerken koluma girmişti. "Sana dün gece olanları anlatacağım. İnanamazsın, kim geldi doğum günüme... Öğlen arası kalırsam uzun uzun anlatırım, kalmazsam akşam kafanı şişireceğim kusura bakma."

"Bakmam." dedim gülümseyerek. Sanırım benim çağırdığımı bilmiyordu, zaten önemi yoktu... Önemli olan tek şey, mutlu olmasıydı.

"Üçü bir arada sütlü köpüklü," diyen Ezgi'den sonra "İkisi bir arada," dedim. "Utku'ya da alsana, derste uyumasın."

"Ben almam," dedi omuz silkerek. "Sen al."

"Ben de almam."

"Zavallı Utku, derste uyur o zaman... Ders ne? Edebiyat, çok da önemli... Alp de çocuğun moralini bozuyor... Yazık, çok yaz-..."

"Tamam Ezgi, alırım," diyerek kollarımı göğsümde bağladım. "Nasıl içer?"

"Aslında çay alabilirsin," dedi. "Kahve ve çayı aynı anda seviyor ama çay yüzde elli bir olarak ağırlığını koyuyor."

"Ben onu hiç çay içerken görmedim."

"Acaba sen ona hiç baktın mı? Utanmadan konuşuyorsun bir de... Çocuğun yüzüne baktığın mı vardı?"

"Bir tane de çay alabilir miyim?" diye sorduğumda kantindeki adam kafasını sallayarak bir bardak da çay doldurdu. "Aldım Ezgi, verebilirsin."

"Ne?"

"Aldım işte."

"Sence ben parası için mi almam dedim? Sana aldırıp sınıfta da ben mi vereceğim? Hayatta olmaz."

"Ben mi vereceğim?"

"Evet."

Kantinden çıktığımızda ikisini birden taşıdığım için dikkatli olmaya çalışıyordum. "Sınıfta mı?" diye sordum.

"Yok, sen bu çayı sakla. Okul çıkışı verirsin."

"Ben veremem Ezgi," dedim sıkıntıyla. "Yapamam."

"Dün ben mi kucağına atladım?"

"Sus," dedim sıkıntıyla. "Aynı şey mi? Utku nerede oturuyor? Cemre, Sude, Alp, Kılıç, Batuhan ve diğerleri... Dünyanın en kötü yerinde oturuyor, onların yanından mı geçeceğim?"

"Şaka gibi... Duvar tarafı kötülerle, orta taraf karışık, cam kenarı iyilik perileriyle dolu... Utku'yu duvar kenarından çekmemiz lazım."

Sınıfa geldiğimizde ellerim titriyordu, yine kaygıyla dolmuştum. Kalbim şiddetle çarparken derin nefesler almak hiçbir şeye yaramıyordu. Ezgi ona yalvaracağımı anlamış olacak ki kapıyı açarak koşar adımlarla yerine geçti. Sınıfa girdiğimde ellinci defa derin birkaç nefes alarak yerime geçmeden duvar kenarı ve ortadaki sıraların arasındaki boşluktan yürümeye başladım.

Ezgi haklıydı, Sude'nin kafası benimle birlikte baykuş gibi dönüyordu.

Kafasını sıraya yan yatırmış, telefonuna bakam Utku dalgındı. Beni fark etmemişti, elimdeki çayı sırasının üzerine bıraktığımda kafasını kaldırmadan "Sağ ol Ezgi." dedi.

"Rica ederim." dediğimde ses tonumdan tanımış olacak ki telefonunu kapatıp kafasını kaldırdı. "Sen miydin? Pardon."

Cebime attığım iki tane paketli küp şekeri sırasının üzerine bırakarak "Umarım iki tane yeter," dedim. "Fazla almak istemedim."

"Şeker atmıyordum," dedi sırıtırken. "Yardımcı olayım mı?"

Elimdeki kahveyi taşımayı teklif ettiğinde "Yok." diyerek yanından ayrıldım. Sude öfkeyle bana bakıyordu, her ne kadar bakmak istemesem de görüyordum. Yanından geçeceğim sırada bacağını sıradan çıkarıp önüme doğru uzattı. Takılıp düşmemi bekliyordu ama kendimi durdurup düşmemiştim, yine de aniden durduğum için sıcak kahve parmaklarıma dökülüp yakmıştı. Dudaklarımı birbirine bastırarak acıyı bastırmaya çalıştım. Oysaki parmaklarımın acısı geçecekti ama hiç konuşmadığım bu kızın beni incitmeye çalıştığı düşüncesi günlerce kafamda dönüp duracaktı.

Hiçbir tepki vermeyerek bacağının üzerinden geçmek istediğimde bu hoşuna gitmemiş olacak ki bacağını yukarı kaldırıp yolumu kesti. Farkında değildi belki ama yan sırada oturan erkekler eteğinden açılan bacaklarına bakıyorlardı.

"Sude sen çocuk musun?" diyen Utku'yla sıkıntılı bir nefes aldım. Sürekli olay çıkmak zorunda mıydı? Utku'nun Sude'yi sevme şansı olsaydı bile Sude böyle hareketler yaparak kendinden soğutuyordu.

"Geçsin, atla bakayım," diyerek güldü Sude. "Buraya niye giriyorsa..."

"Yeter, sıktınız iyice," diyen bedenini arkamda hissetmiştim. "İndirsene kızım şunu."

"Ne bağırıyorsun Utku? Alt tarafı spor yaptırıyoruz... İyilik de yaramıyor."

"Gel buradan geç Lâl." diyen Tuğçe'yle kafamı o tarafa çevirdim. Tuğçe ortadaki sıraların orta kısmında oturuyordu. O tarafa ilerlediğimde Utku hâlâ olduğu yerde dikilip Sude'ye öfkeyle bir şeyler diyordu, uğraşmasını istemediğim için geri dönerek kolundan tutup çekiştirdim. Sırasının yanına geldiğimizde yerine oturdu, yine sıkkın görünüyordu. Sanki artık bu sınıfa girmek bile istemiyordu.

"Çiçek ol ve dikenlerini içeri sok." dediğimde gülümsedi. Sessiz söylemiştim, sadece o duymuştu. Tuğçe'nin sırasına doğru ilerlediğimde yerinden kalkarak sıranın ve masanın arasından geçmem için kenara kaydı. "Teşekkür ederim." dedim sıradan çıkınca.

"Ne demek."

Yerime oturduğumda "Ne oluyor ya?" diye bağırdı Melis. "Hayırdır Tuğçe?"

"Ne var Melis? Kimle konuşacağımızı size mi soracağız?"

"Sen gidip Furkan için ağlasana."

"Sen de gidip bursluya aşık olduğun için ağlasana."

"Bana bak," dedi Melis öfkeyle, ayağa kalkmıştı. Ardından Ezgi'ye döndü. "Senin yüzünden eziklerin diline düştüm, ben bursluya aşık olmam."

"Ne var?" dedi Ezgi çok rahat bir şekilde. "Benim tespitlerimde hata payı olmaz."

"Sikeyim tespitini, benim ne işim olur ucube fakirlerle? Ben, sen miyim Ezgi?"

"Küfür etmesene kızım," diyerek araya girdi Esra. "Git kendini becer."

"Eziksiniz gerçekten," diye bağırdı Melis. "Böceklerle aynı sınıfta olduğum için utanıyorum."

"Sakin ol Melis," dedi Alp. "Bunlar kaliteden ne anlar?"

"On iki yıldır yanımızda ne işin vardı o zaman?" diye soran Ezgi'ydi. Alp ona bakmayarak "Herkes hata yapar," dedi. "Biraz geç anladım."

"Amcı olduğunu biliyordum Alp de... Bu kadarına ben de şaşırıyorum." diyen Ezgi'yle herkes Ezgi'ye döndü. Sanırım kimse bunu beklemiyordu.

"Düzgün konuş kızım, on iki yılın hatrı demem ağır konuşurum."

"Konuş," dedi Utku. "Artık hatır diye bir şey kalmadı."

Yine benim yüzümden herkes birbirine girmişti.

Bu sınıfta huzursuzluk çıkarıyordum.

Az önce herkes kendi arasında güzel güzel sohbet ederken şu an herkes birbirine girmiş, kavga ediyordu.

Hoca içeri girdiğinde herkes sessizleşti ama yine de birbirlerine kötü kötü bakıyorlardı. Muhtemelen bu kavga teneffüse, hatta bütün güne uzanacaktı.

Ama pazartesiye uzanmamalıydı. Uzatmayacaktım.

Kırk dakika boyunca dersi dinlemeye çalıştım ama yapamadım, aklımdaki her şey sürekli birbirine giriyordu. Hocaya konsantre olamıyor, uyuyamıyor veya kafamı çevirip insanlara bakamıyordum. Ders kitabının köşesine bir şeyler karalarken çalan zille derin bir nefes verdim. Bir an önce bitsin istemiştim ders ama sanki kırk dakika kırk yıl gibi geçmişti.

"Kantine inelim mi Lâl? Bıktım ben bu sınıftan."

"Aslında kütüphaneye gitmem lazım," diyerek ayağa kalktım. "Kitap almam gerek, istersen Esra'yla in."

Ezgi'nin cevap vermesine izin vermeden sınıftan çıkarak idare katına, ikinci kata, indim. Okula ilk geldiğim gün beni sınıfa bırakan müdür yardımcısının yanına indiğimde fazla beklemeden kapısını çaldım.

"Gel."

İçeri girdiğimde kahve içiyordu, beni görünce gülümsedi. "Gel Lâl." dedi. Adımı unutmaması beni şaşırtıyordu, normalde müdür veya müdür yardımcısı sürekli adın neydi diye sorardı.

"Rahatsız ettiğim için üzgünüm."

"Devamsızlık için mi geldin?" diye sordu. "Çok fazla devamsızlık yapıyorsun, özürlüye aktarmazsan belge alamazsın."

"Aslında başka bir şey için gelmiştim."

"Ne için?"

"Şubemi değiştirmek istiyorum."

12.07.23 çok sıcak diye ağlarken;

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro