10. Bölüm
Ertesi günün akşamında Şehriyar, Perihan'ı da yanına alarak Adil Giray'ın dairesine geldi. Perihan, sıkıca örtülü bir şekilde, Şehriyar da örtünmede ondan daha üstün olmaya çalıştı. Söze ilk giren Şehriyar oldu. Müzakerelerin iyi bir şekilde bitmesi için Perihan'ın fikirlerinden de faydalanmanın, yerinde olacağını söyledi. Adil Giray, iki devlet arasındaki bu uyuşmazlığın en kısa yoldan giderilmesi gerektiğini söyledi. Ama, İran orduları zafer kazandığı zaman, kendisinin Kırım'a girebilmesine imkân varsa da, bu zafer kesin bir şey olmadığı gibi, Kırım'a girince Han'ı yenmesinin de, Allah'ın iznine kalmış bir şey olduğunu yineledi. Kırım'la ilgili hazırlıklar yapıldığının, o taraflarda duyulmaması için öğütlerde bulundu. Kardeşini burada esir bırakıp gidecek olursa, oralarda gururu incineceği için, hiçbir iş göremeyeceğinden, hem Han'a, hem Osmanlı Devleti'ne bir şey sezdirilmemek için kendisinin oraya esir şeklinde götürülmesi, Gazi Giray'ın da mutlaka kendi yanında olması gerektiğini söyledi. Konuşma, Adil Giray'la Şehriyar arasında bir iki saat kadar sürdü ancak müzakere konusu, başladığı noktadan bir adım dahi ilerlemedi.
Perihan ise, konuşulanları dinlemekle yetiniyor, hiç sohbete karışmıyordu. Bir süre sonra Adil Giray'a,
"Kırım'a girmeniz ve Han'a karşı galip gelmeniz için kaderin sizden yana olması gerektiğini demiştiniz. Kaderin size yardım etmesi için emrinize ne kadar İran askeri istersiniz?" diye sordu.
Buna karşın Adil Giray, istemeyerek de olsa kabullenmiş gibi göründüğü bu tuzağı engellemek istedi. Yanına İran askeri almayı hem amacına, hem de vatanseverliğine aykırı görüyordu. Bunu önlemek için hiç beklemeden cevap verdi:
"Eğer, Kırım'a İran askeriyle girersek, Osmanlılar da, araya bir mezhep kavgası sokar, Tatarların tutuculuğunu kışkırtır, elde etmek istediğimiz başarı o zaman olanaksız hale gelir. Hem ben canımdan çok sevdiğim vatanıma karşı silah da çekemem!.."
Adil Giray'ın sözlerine bakarak Şehriyar'ın önceden söylediklerinin yalan olduğunu anlayan Perihan, utancından meydana çıkmaya cesaret edemiyormuş gibi bir ruh haline büründü. Adil Giray, ortada hiçbir sebep yokken araya Gazi Giray'ı da beraber götürmek teklifini çıkarmış, yanına İran askeri istemediğini ve vatanına silah çekemeyeceğini açıkça söyleyerek konuşmasına son vermişti. Perihan'a göre, Adil Giray, böyle bir müzakere bahanesiyle hem kendini, hem de kardeşini esirlikten kurtarmak gayesindeydi. Oysaki bu karışık meseleyi düzenleyen Şehriyar'ın kendisi olduğu halde, müzakere sırasında Adil Giray'a sanki emir veriyormuş gibi konuştuğu için, Perihan olayın aslını anlayamamıştı. Gerçekten Şehriyar'ın çocuk eğlendirmek için masal uydurur gibi, böyle hiç yoktan bir mesele icat edeceği kimsenin aklından geçecek şeylerden de değildi. Ama Perihan, bu dişi şeytanın ahlakını ve geçmişteki tutumunu düşünerek, konuşma sırasındaki hareketlerini biraz dikkat etseydi, konunun esasını kolayca anlayabilirdi. Ama, bunu anlayamadı. Hatta Adil Giray gibi yakışıklı erkeklere Şehriyar'ın ne kadar düşkün olduğunu eskiden beri deneyimleriyle bildiği halde, Şehriyar'ın bu toplantı boyunca gizleyemediği âşık hallerinden olsun, Adil Giray'a tutkunluğundan olsun, bütün bu hayalleriyle gözünü aşk ateşi bürümüş, gönlünü en amansız sevgi ateşi kaplamış olduğundan, karşısındakilerin durumuna bakarak fikir yürütmek ve bir sonuca varmak kabiliyetinden dahi yoksundu.
Zekası dünyalara sığmayan dolu ve çok akıllı bir kimse, ama gözleri doğuştan kapalı bir insanı hayal edin!.. Gençliğinin en deli dolu çağlarında, kendi arzusuna uygun bir sevgilinin hayaliyle yaşayıp giderken, birden gözleri açılıp yıllarca rüyalarını yaşattığı sevgiliyi karşısında görse ne hale geleceğini düşünün! Perihan da Adil Giray'ı görünce aynı hale gelmiş ve bütün konuşma boyunca kendinden geçercesine dalıp gitmişti. Aslında Perihan, o yaşına kadar hiç kimseyi sevememişti. Bu aşkı ise, öyle Şehriyar'ın zannettiği gibi, kalbini aşk yerine nüfuz ve gelecek hırsı kaplamış olmasından ileri gelmiyordu, tam tersine yüksek duyguların ayrılmaz bir gereği olan sevme kabiliyeti içindeki diğer tüm meziyetler gibi, Perihan'da fazlasıyla vardı.
O güne kadar hiç kimseyi sevmediyse, o büyük kalbini doldurabilecek koskoca bir aşk heyecanını hükmü altında tutmaya layık bir vücut görmediği için sevemedi. Yoksa onun gönlü, güzel ve narin cisimler gibi, düşüncesi akıcı ışıklar gibi, her zaman yükseklerde uçar dururdu, kendisi doğuştan asil olduğu için, karşılaştığı bütün güzeller, onun gözünde, yerlerde sürünen birer kertenkeleden farksızdı. Zekâ ve aklı da ulaşılamayacak kadar güçlü olduğundan, en zeki, en anlayışlı insanları bile çok aptal ve çok anlayışsız bulurdu. Yıllardır kafasında canlandırdığı ve yaşattığı erkekten daha güzel bir yüzü, hayal edebildiğinden çok daha yüksek ruhu olan bir erkekle hayatında ilk defa karşılaşıyordu ki o da Adil Giray'dı. Adil Giray'ın, birinci bölümde anlatılan ve devam eden bölümlerde zaman zaman anlatılacak olan yüz güzelliğine ve güzel ahlakına, demir kafes içine konulan heybetli bir aslan gibi, cesaretteki ağırbaşlılığı da başka bir meziyet ekliyordu. Adil Giray, bu durumuyla Perihan'a tabiatta olmayan ve sanki sadece kendisi için yaratılmış bir insan gibi görünüyordu. Adil Giray'ın beden ve ruh güzelliği karşısında, sevme kabiliyeti, güneş ışınlarına hasret kalmış bir gül gibi hemen açılmıştı.
Sabahleyin çiçeklerin açışına hayran hayran bakarak aşkı için tatlı hayallere dalan bir aşığa uzaktan şakırdayarak akıp giden ırmak akıntısının sesi nasıl gelirse, Adil Giray'ın düzgün erkek sesi de Perihan'a öyle geliyordu. Çünkü can kulağıyla dinlediği şey, müzakerelerin konusu değil, Adil Giray'ın sesindeki o gönül ferahlatıcı ahenkti. Müzakere bu şekilde bir iki saat kadar devam ettiği halde, yine hiçbir karara varılamadı. Konuyu enine boyuna düşünüp tekrar görüşmek üzere toplantıya son verdiler. Şehriyar da, o şeytani zekâsına rağmen, toplantı boyunca bir aşk sarhoşluğu halinde, Perihan'ın haline dikkat edememiş, hiçbir şey anlayamamıştı. Hatta bu toplantıyı ümit ettiğinden çok daha fazla isteğine uygun bulmuş ve o geceyi, sevgilisinin koynunda uyur gibi, rahat ve mutlu geçirmişti. Onlar huzur içindeyken Adil Giray'ın vaziyetine gelecek olursak; büyük okyanuslarda bir fırtınaya tutulan, vücudunda ve kollarında güç buldukça azgın dalgalarla çarpışarak canını kurtarmaya çalışan, gücü tükenince de yine aynı azgın dalgaların akıntısına uyup kaderine boyun eğen zavallılar gibi, atıldığı bu tehlikeli girdapta düşündükçe bir kurtuluş çaresi arayan, düşünme gücü bitince, tamamen şaşırıp kalan bir insan gibi, vaziyetini hadiselerin gelişimine bırakmak şeklindeydi.
Onun bu haline karşılık Adil Giray'ı ilk gördüğünde ayakları yerden kesilen Perihan, hem memnun, hem de dünyaya geldiğine geleceğine bin pişman filozoflar gibi, bir yandan Adil Giray'la tanıştığı için çok mutlu, ancak diğer taraftan da onun kolları arasına girebilmenin güçlüklerinden dolayı çok sıkıntılıydı. O gece sabahlara kadar gözüne uyku girmedi. Henüz yirmi bir yirmi iki yaşlarında ve gençliğinin baharını yaşıyordu. O yaşa kadar hayatın birçok acı ve tatlı taraflarını görmüştü. Şimdi ise, hasret ateşiyle, vuslat cenneti arasında bulunuyordu. Kaderi onu bakalım hangisine götürecekti... O gece sabaha kadar acı tatlı birçok hayallere daldı. Ne yapacağını bilemiyor ve hiçbir şey hakkında kesin bir hüküm veremiyordu. Bu düşünceler arasında sabah oldu. Güneşin ışığı, bütün bir gece dünyayı kaplayan karanlıkları dağıtmakla kalmadı, Perihan'ın üzüntülerini de birlikte sildi attı. Perihan'ın aklı fikri bir konuda toplanmıştı; Adil Giray'la, Şehriyar gibi, sık sık, fakat yalnız olarak görüşmek... Bu isteğini gerçekleştirebilmek için çözümler aramaya başladı. O çareyi bulmakta da hiç zorlanmadı.
Şehriyar iki üç gecede bir nöbetçi olarak Şah'ın hizmetinde kalıyordu. O geceler Perihan için kaçırılmaması gereken güzel bir fırsattı. Müzakereleri güya daha çabuk bitirmek ve daha iyi bir sonuca bağlamak için, devam etmekte olan görüşmeler her gece yapılırsa, Şehriyar'ın sarayın harem dairesinde nöbetçi kaldığı gecelerde Adil Giray'la baş başa konuşabilirlerdi. Bu, olmayacak bir şey değildi. Evet, hiç bir şüphe uyandırmadan, ustalıkla bunu gerçekleştirebilirdi. Perihan, artık hep bunu düşünüyor, zekâsını var gücüyle buna çalıştırıyordu. Hatta Adil Giray'la hiç kimseye fark ettirmeden buluşma hayallerini o kadar gerçek görmeye başlamıştı ki, her sırrı, her gerçeği biliyormuş gibi, buluşmalarında gözcülük görevini şimdiden kendi adamlarına vermeyi ve onları daha önceden çeşitli görevlerle Şehriyar'ın adamları arasına soktuğu en güvenli adamlarından seçmeyi düşündü ve bu işte kullanacağı kişileri hemen o geceden kafasında planladı.
Güzel Perihan, o güne kadar kafasında planladığı her işi devamlı başarıyla neticelendirmişti. Bunda da başarıya ulaşacağını biliyordu. Bu özgüvenle gönlündeki acılar iyice azalmış, onların yerini tatlı bir sevinç almıştı. Ama bu sessizlik ve sevinç uzun süre devam edemedi. İnsanoğlu işte böyledir, özellikle aşka ait planların başı ile değil, sonu ile bile yetinmez. Ruhu lezzete doysa bile yine de onun üstünde yeni lezzetler aramaktan vazgeçmez. Gönlünden yepyeni planlar fışkırır. Perihan da buhaldeydi, gönlünde yeni bir emel, yeni bir endişe belirmişti, Aşkına Adil Giray da acaba aynı şekilde cevap verecek miydi? Bunu gerçekleştirmek kendi elinde olan bir şey değildi ki, istediği şekilde çare bulabilsin... Perihan, tüm iyi ve kötü seçenekleri teker teker gözünün önünden geçiriyordu. Hayatında ilk defa birine âşık olmuştu. Bu aşkta önemli rol oynayacak olan kendi güzelliği aklına geldi. O zamana kadar aynaya hep sütün körü baktığı için, Adil Giray'ın kalbini çalacak derecede güzel olup olmadığının pek farkında değildi. Ama bu sefer yapacağı iş önemli olduğundan hemen yerinden fırlayıp, aynanın karşısına geçti. Sanki kız beğenmeye giden bir görücü gibi dikkatle kendisine bakmaya başladı.
Kelimenin tam anlamıyla güzel bir kızdı. Uykusuzluktan gözleri yorulmuş, bakışlarına sevda kadar tatlı bir hüzün çökmüştü. İnce, anlamlı ve güzel yüzü, önce, sabaha kadar mehtaplar gibi ışıklar içinde bir donukluk gösteriyor, sonra da güneş ışınlarını henüz almaya başlayan gül goncaları kadar tatlı bir pembelikle bakışları okşuyordu. Dünyaları kendine âşık edecek ve sayısız gönülleri yakacak kadar güzel olduğunu kendi de görmüştü. Ama kalbine tam anlamıyla inanç gelmedi. Acaba kendini mi kandırıyordu? Saatlerce aynanın karşısından ayrılmadı. Daha o dönemde esir ticareti yasak değildi.
Kendine esir alış verişi yapan kocakarılardan ve kendine cariye beğenen genç beylerden daha zor beğenen bakışlarla yüzünü ve vücudunu iyice inceledi. Kendi güzelliğine karşı kıskanç denilebilecek kadar titiz davrandığı halde, hiçbir yerinde güzelliğini bozacak en küçük bir eksiklik bulamadı. Sadece bir endişesi kalıyordu. Acaba Adil Giray nasıl güzellerden hoşlanırdı? Kendisini aynı derecede güzel bulacak mıydı? Yoksa onun kafasındaki güzellik daha başka bir güzellik miydi? Bu ve buna benzer endişeler ve meraklarla düşündü ama sonra bu işin içinden çıktı. Çünkü Adil Giray gibi özel bir gencin, güzellik anlayışında herkesin birleştiği tipte böyle bir güzelliği beğenmekten yoksun kalacağı düşünülemezdi. O da kendisini kesinlikle beğenecek ve sevecekti. Buna yüzde yüz emindi. Bundan başka karakterlerinin de birbirine benzemesi, umudunu büsbütün kuvvetlendiriyordu. Adil Giray da, kendisi gibi cesur, atılgan, girişken ve yüksek duygularla doluydu. Giderek ümitleri o kadar kuvvetlenmişti ki, daha birkaç saat önce ortalık aydınlanmaya başladığı zaman, kederli sonbahar sabahları gibi, umutsuzluk ve hüzün dolu bir güzellik içindeyken, şimdi, genç kız şekline girmiş bir ilkbahar sabahı kadar tatlı ve neşeliydi. Fakat bu mutluluğunu başkalarına ve özellikle Şehriyar'a hissettirmemesi gerekiyordu. Mümkün mertebe tedbirli davranarak, Şah'ın huzuruna girdi. Hamza Mirza ile Şehriyar da oradaydılar. Görüşme konusu yine Adil Giray'la ilgiliydi. Meseleye çok fazla önem vermiyormuş gibi ve son derece soğuk kanlı ve kayıtsız bir eda ile Perihan da fikrini belirtti.
"Bana göre konu kapanmış demektir. İşin sıkı tutulamaması yüzünden istenilen sonuç elde edilememiştir. Adil Giray, bizden büyük bir yardım göreceğine bir türlü inanamıyor. Ne yapıp edip, kendisini buna inandırmamız gerekiyor."
Daha sonra da, bir plan düşünerek Adil Giray'ın zekâsını sanki küçümsüyormuş gibi konuştu:
"Güya kurnazlık yapacak. Hem Gazi Giray'ı da birlikte götürmek istemesi, ayrıca dikkate değer ve üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır."
Bu şekilde konuşmasının sebebi, gerçek düşüncelerini Şehriyar'a sezdirmemekti. Bunda başarılı da olmuş, kurnaz geçinen Şehriyar, Perihan'ın Adil Giray'a âdeta düşman gözüyle baktığına iyice inanmıştı. Bundan başka Perihan'ın işi sıkı tutmak konusundaki düşüncesini de kendi çıkarına uygun bulmuştu. İş sıkı tutulursa sevgilisiyle daha sık görüşebilecekti. Şehriyar'ın gözünde önceden gereksiz bir beladan başka bir şey olmayan Perihan, şimdi vazgeçilmez bir nimet gibi görünüyordu.
Şah'ın yanında verilen bu karardan sonra, birbirinin iç dünyasını anlayamayan bu iki kadın, hemen iki gecede bir Adil Giray'la buluşmaya başlamışlardı. Aralarında geçen konuşmalarda Perihan, sürekli, İran devlet adamlarında güven vermek için, Gazi Giray'ın İran'da kalmasını ve Kırım'a girerek devleti ele geçirmek amacının gerçekleşmesini kolaylaştırmak için de Adil Giray'ın yanına mutlaka İran askeri alarak Kırım'a gitmesini ve İran devletinin güvenliğini sağlamaya çalışması gerektiğini ileri sürüyordu. Müzakereler boyunca Şehriyar'ın yaptıklarına gelecek olursak; o da, kabul edilmesi mümkün olmayan bazı değişiklikler ileri sürerek, sanki ikisinin arasını bulmaya çalışıyordu. Sonunda, bu üç zeki insan, her biri bir başka hedef peşinde, işi mümkün olduğu kadar uzatmaya çalışarak, kendi isteklerini gerçekleştirme yolunda, birbirlerinin emellerine de hizmet etmiş oluyorlardı. Eskiden daha az buluştukları halde, şimdi iki günde bir Adil Giray'ı görebildiği için Şehriyar, bayağı mutluydu. Önceki günlerde Adil Giray'a aşkını açıktan söyleyerek utanmanın birinci perdesini yırtmış bulunuyordu. Bundan sonra aşkını ve gönlünün arzularını sevdiğine uzunca anlatmak vardı. Bu ise Adil Giray'la yalnız kalmaya bağlıydı. Oysaki Perihan, her buluşmada bir karaçalı gibi aralarına giriyor, sonuca ulaşmasına mani oluyordu. Bu yüzden Perihan'a içinden çok kızıyor, ancak bir şey söyleyemiyordu. Adil Giray ise, bu durumdan son derece mutluydu. Çünkü Perihan, canlı bir namus ve ahlak abidesi gibi yanlarında bulundukça, karının Adil Giray'a yaklaşmasını engelliyor, delikanlıyı taciz edilmekten kurtarıyordu. Adil Giray'la baş başa kalmayı en az Şehriyar kadar ve belki de ondan daha fazla isteyen Perihan; bir gün elbette kavuşacağını beklediği o mutlu anları hayatının en büyük mutluluğu sayıyordu. Perihan önceden kararlaştırdığı gibi Adil Giray'ın dairesinde nöbetçilik ve muhafızlık için, kendi adamları arasından seçtiği en sağlam kişileri birkaç gün içinde yerlerine yerleştirdi. Sonunda bir çarşamba gecesi Şehriyar'la beraber bulunmamak için, hastalığını bahane ederek düzenli toplantılara katılmayacağını Şehriyar'a söyledi. Bu, kadının arayıp da bulamadığı bir fırsattı. Adil Giray'la yalnız da kalacağı için sevincinden etekleri zil çalıyordu. Ama hiç renk vermedi, görümcesinin o geceki toplantıya gelemeyişine sanki üzülmüş gibi bir edayla:
"Sizinle birlikten olmadıktan sonra ne fayda çıkar ki? İsterseniz toplantıyı başka bir geceye bırakalım!" diye ağız yokladı.
Perihan, onun bu yapmacık tavrına karşı: "Konuşmalar zaten sizin sayenizde başlamamış mıydı? Ben bulunmuşum veya bulunmamışım ne fark eder? İkisi de aynı değil mi? Hem devamlı ikimiz beraber olmaktansa, böyle ara sıra siz kendisini yalnız görseniz, sanırım daha iyi olur. Benim tekliflerime karşı neler düşündüğünü böylece daha kolaylıkla öğrenebilirsiniz." cevabını verdi. Perihan'ın bu önerisine evet demek, Şehriyar için her şeye bedeldi. Fakat şansının bu kadar açık olacağını beklemediği için, Perihan'ın kendisini denediğini düşündü. Hem bu sınamaya başka bir numarayla cevap vererek işin doğrusunu anlamak, hem de karşısına çıkan böyle bulunmaz bir fırsatı kaçırmamak için,
"Çok haklısınız. Fakat Adil Giray'la her seferinde benim yalnız başına görüşmemle elde edilecek fayda, arzu ettiğim şekilde olamaz. Ara sıra siz de kendisini yalnız görmeli ve benim tekliflerimle ilgili düşüncelerini iyice incelemelisiniz ki, durum daha iyi ortaya çıksın. Ne karar vereceksek ona göre hareket edelim." dedi. Perihan'ın bu fikri ortaya atmaktaki amacı da zaten bu sonucu elde etmekti. Sonucun bu şekli alacağından önceden emin olduğu için, bu sonuçtan duyduğu sevinci, saklamakta güçlük çekmedi.Konuyu hiç önemsemiyormuş gibi tamamen ilgisiz bir tavırla ve kısaca,
"Doğru, bu şekilde de olabilir!" yanıtını verdi.
Şehriyar, Perihan'ın bu türlü hareketlerine bakarak herhangi bir tecrübe niyeti veya kendisinden şüphelenme belirtisi bulunmadığı hissine kapıldı. Bu sebepten içine iyice güven geldikten sonra, amaçlarına biraz daha yaklaşmış bir insan edasıyla,
"Aklıma bir şey daha geliyor, acaba Adil Giray'la sürekli ayrı ayrı görüşsek daha iyi olmaz mı? Şayet birimiz işin bir tarafını bozacak olursa, diğerimiz onu onarır. Böylesi daha iyi olmaz mı?" dedi. Bu kez sınava çekilmiş olmak düşüncesi ve şüphelenme sırası Perihan'a gelmişti.
Ona hemen cevap verdi: "Bana kalırsa söylediğiniz şekilde hiç de uygun değildir. Adil Giray, şüpheci bir kişidir. Kendisini ayrı ayrı gördüğümüz takdirde, kendisine ne kadar güvence verirsek verelim, yine inandıramayız. Aramızda söz birliği ettiğimizi sanarak anlaşmayı kesebilir, sonuçta işler bir daha düzelmemecesine bozulur. Zaman zaman ayrı görüşmemiz başka, sürekli yalnız görüşmemiz yine başkadır. Ara sıra ayrı görüşülürse, meşguliyet gibi, rahatsızlık gibi çeşitli mazeretler bulunabilir. Fakat sürekli olarak ayrı görüşecek olursak bunun sebebini kendisine nasıl izah ederiz?"
Bu cevap Şehriyar'ı ikna etmese bile Perihan'ı daha fazla şüpheye düşürmemek için onun fikrine aynen katılmış gibi göründü. Bu şekilde Perihan da sınanmak şüphesinden kurtulmuş oldu.
Şehriyar: "Ben bu akşam onu biraz sıkıştırırım. Siz de yarın akşam görüşür ve bu akşamki görüşmemizin ne gibi sonuçlara ulaştığını anlamaya çalışırsınız." diyerek Perihan'dan ayrıldı. Adil Giray'ın yanına yalnızca gittiği zaman, geçen toplantılarda Perihan'ı çok güzel idare ettiğinden başlayarak kendisinden esirgemediği merhameti ile namusunu ve hatta hayatını kurtardığı için, tıpkı bir İranlıya yakışır şekilde abartıya kaçmadan teşekkürlerden sonra konuşmayı aşka getirdi. Önce hafif imalarla işe başladı, on dakika sonra arzularını açıkça söylemeye başladı. Hep aşkından bahsetti. Delikanlıyı yatak odasına sürüklemediği kaldı. Adil Giray'dan biraz yüz bulsaydı, belki o da yapacaktı. Adil Giray ise, ahlakı, inceliği ve özellikle içinde bulunduğu anormal vaziyet yüzünden hiç oralı olmuyor, kadının amacını anlamazlıktan geliyordu. Durumu kurtarmak için, onu boş ümitlere düşürerek birtakım kaçamak cevaplar veriyor, gerçek duygularını hiç belli etmiyordu. Bu çirkin kadına karşı duyduğu nefreti bile bir utanç ve edep perdesi altında gizlemekte başarılı oluyordu. Şehriyar ise, belli bir gaye peşinde koşan her insan gibi, Adil Giray'ın kesin ret cevabı vermemesini olumlu karşılıyor, hayallerinin gerçekleşeceğine bir işaet sayıyor, sevincinden içi içine sığmıyordu. İkisi de birtakım zıt duygular içinde iki saat kadar konuştuktan sonra görüşme yine bitti. Şehriyar, tam kapıdan çıkacağı sırada birden aklına gelmiş gibi, sözü konuşmalara getirerek: "Ben yarın akşam Şah'ın hizmetinde nöbetçiyim. Perihan benim yerinme müzakereye yalnız gelecek!" dedi.
Adil Giray'ı manevi bir borç altında tutmak için kendinden başka onu koruyan hiç kimsenin olmadığını gösterip lafı Perihan'a getirdi. Zavallı kıza, ikiyüzlülük, namussuzluk, hainlik, hatta büyücülük gibi, aklına gelen her türlü iftirayı atmaktan çekinmiyordu. Perihan'ı Adil Giray'ın gözünden tamamen silmek için daha da ileri giderek;
"İnsan kanını bile içmiş bir yaratıktan daha ne beklenir?" cümlesiyle sözlerine son verdi. Perihan'la konuşurken çok dikkatli ve tedbirli davranması konusunda onu defalarca uyararak delikanlının yanından ayrıldı. Adil Giray, o gece için de olsa belayı def edebileceğine sevinmiş, huzur içinde uykuya dalmıştı.
Perihan ise o geceyi acılar içinde geçirmiş, iki dakika bile uyuyamamıştı. El ayak çekilip de odasında yalnız kalınca, yatağa şöyle bir uzanayım, dedi. Gözlerini kapadı. Ama uyumak ne mümkündü? Yatağının içinde doğruldu, başını avuçlarının arasına alarak yokladı. Adil Giray'ı sevdiği kesindi. Ama o da kendisini seviyor muydu veya sevebilecek miydi? Bu düşünce ile sürekli acılar içinde kıvrandı. Adil Giray'la yaşayacağı mutlu hayatı gözlerinin önüne getiriyor, o zaman Allah'ın cehenneminde yanarken cennetin zevklerine erişmiş gibi derin derin mutluluk duyuyordu. Perihan, o gece Adil Giray'la yalnız buluşacağı için akşamı iple çekiyordu. Sabah olmuş, ortalık aydınlanmıştı. Sonunda ortalık karardı. Arkasında, gümüş damgalarıyla yıldızlı berrak geceleri andıran açık mavi bir çarşaf örtündü. Beyaz tülden bir peçe ile yüzünü örttü. Çarşafın uçlarını kemerine öyle bir şekilde iliştirmişti ki, dışarıdan bakıldığı zaman, duruşundaki güzellik en ilgisiz bakışları bile üzerine çekiyordu. Yüzündeki peçe o kadar inceydi ki, nefes aldıkça hafifçe titriyor, sabah rüzgârına tutulmuş yapraklar gibi hemencecik dağılacak gibi oluyordu.
Sonunda Adil Giray'ın odasına bu güzellikler ve bu âşık bakışlarla girdi, kendisine uygun bir yer seçti. Duruşundaki güzelliği, vücudunun güzelliğini ve beyazlığını gösterebilmek için, sağ ayağını çarşafından dışarıda bıraktı, sol elini dizinin üzerine koyup oturdu. Öyle bir yer seçmişti ki, oturduğu yere mumların ışığı vurdukça yüzünün çizgilerine varıncaya kadar seçiliyordu. Ayağındaki ince İran ayakkabısı parmaklarının tüm güzelliğini meydana çıkarıyor, elleri ise bileklerine kadar tamamen açıkta duruyordu. Adil Giray, gerçi son derece olgun bir şehzadeydi. Ancak aynı zamanda şair yaradılışlı bir genç olduğu ve gençliğinin en ateşli çağlarında bulunduğu için, gözlerinin önünde duran bir güzellik karşısında ilgisiz kalamazdı. Onun, etten ve kandan değil de sanki yanardağ volkanından yapılmış, her an tutuşmaya ve tutuşturmaya hazır gönlü de buna uygun değildi. Allah'ın özene bezene yarattığı Perihan gibi harika bir güzele gönül vermemeye imkan mı vardı? Adil Giray kıza bir bakışta delirecek şekilde âşık oldu. Bunda şaşılacak bir şey yoktu. Güneş doğunca dünya üzerindeki varlıklar nasıl birden aydınlanırsa, çok güzel bir kadına böyle birden âşık oluvermek de olağan şeylerdendi. İkisi de aynı duyguların içinde, normal siyasi müzakerelere başladılar. Fakat zihinleri başka şeylerle meşgul olduğundan, sanki bir hayal âleminde yaşıyor gibi kelimelerden çok bakışlarıyla konuşuyorlardı. Bu görüşme iki üç saat sürdü. Ayrılışları, ruhun bedenden ayrılışı kadar hüzünlü ve acılı oldu.
Konuştuklarının bütün özeti ise, anlaşılmaz birkaç kelimeyle Perihan tarafından da yine önceki mazeretlerin tekrarından ibaret kaldı. Onunla buluşana kadar, kendini sevdireceğinden kesinlikle emin olan Perihan, odasına dönüp de yatağına çekildiğinde derin bir düşünceye kapıldı. İçine heyecanlar ve birçok şüpheler hücum etmeye başlamıştı. Adil Giray'ın bu gece, güzelliğine umduğundan fazla vurulduğu, genç şehzadenin her halinden açıkça belli oluyordu. Ama içinde yine de bir 'acaba!' vardı. Üzerinde özellikle durduğu nokta, Adil Giray'ın bu geceki konuşma şekliydi. Şehriyar'ın da katıldığı daha önceki müzakerelerde Adil Giray, daha canlı ve sıcak konuşuyordu. Oysaki bu gece halinde genel bir durgunluk olduğu gibi, konuşmaları da biraz soğuk gibiydi. Bu nedenle, önce Adil Giray'ın kendisini beğenmediğini düşündü. Ama gönlü bu düşünceye razı olmadı. Adil Giray'ın bu geceki durgunluğuna sebep, terbiyesi ve utancı olamaz mıydı? Olayı bu şekilde yorumlayınca, biraz rahatladı. İçindeki şüpheleri gidermek ve daha kesin bir sonuca ulaşabilmek için bundan sonraki buluşmayı beklemekten başka çare yoktu. Savcının idam talebiyle mahkemeye verdiği bir sanık gibi endişeler ve acılar içinde, sonraki buluşmayı beklemeye koyuldu...
Öte yandan Adil Giray'ın da, zindandayken etrafına ışık yağmaya başlamış, kara topraklar altında kabir azabı çekerken gökyüzünden bir melek inip de kurtulacağını söylemiş gibi, gönlünü sonsuz bir sevinç kaplamıştı. Gözüne Perihan'dan başka hiçbir şey görünmez olmuş, kendini aşkın derinliğine kaptırmış, bütün sıkıntılarını üzerinden atmıştı. Ama ne yazık ki, mutlu anlar, Perihan gibi, onun için de beş on dakikadan fazla sürmedi... Kafasındaki kuşkuları çözmeye çalıştı. Acaba Şehriyar, kendisini sevdiği için Perihan'ı karşısında düşman görüyor, zavallı kızcağızı bu yüzden mi kötülüyordu? Yoksa Perihan için söylediklerinde bir gerçeklik payı var mıydı? Kadının, zavallı kız hakkında söylediği kötülükler aklına geldi, bunları aralarındaki rekabet olarak düşünmek istedi. Aklı Şah İsmail'in öldürülmesi konusuna takıldı. Herkes, Perihan'ın bu idamda en büyük rolü oynadığını sanıyor ve uluorta konuşuyordu. Şehriyar'ın Perihan için "İnsan kanı içmiş bir yaratıktan ne beklenir?" sözü, kafasının tam ortasında çivilenmiş kalmıştı... Kadının bu söylediği eğer doğru ise, bu derece alçak bir kıza gönlünü kaptırdığı için kendi kendinden nefret ediyor, içinden kalbini yerinden koparıp ayaklarının altında ezmek geliyordu... Bu zıt duygular içinde, saatlerce uğraşarak Perihan'ın hayalini kalbinden tamamen silmeye çalıştı. Sonraki akşam Şehriyar, Perihan'ın yanına giderek, önceki gece yalnız buluşmalarında neler konuştuklarını ve nasıl bir sonuca vardıklarını sordu.
Perihan: "Sözlerinde size dair hiçbir şey sezdirmedi. Konuştuklarımız, öncekilerin neredeyse aynısıydı. İlginç bir adam... Biraz daha mı sıkıştırmalı, ne yapmalı?" cevabını verdi. Bu durum, aşkıyla yeni bir buluşma imkânı yaratacağı için, Şehriyar'ı son derece sevindirmişti. Sevincini gizlemeye çalışarak:
"Savaş zamanı daha gelmiş değil. Ancak gereken hazırlıkları bir an önce tamamlayabilmek için mümkün olduğunca çabuk karar vermeliyiz. Çünkü konu İran'ın menfaatleri ile ilgili. İsterseniz bu gece yine ikimiz beraber gidip konuşmaya devam edelim." dedi. Perihan kafasındaki şüphelerden kurtulmak için bu teklife hemen evet dedi. Ame sevincini kadına hissetirmemek için, biraz düşündükten sonra, sanki Şah'a hizmette kusur etmiş olmamak hissiyatıyla, bu teklifi kabul etti. O gece yine beraber Adil Giray'a gittiler. Perihan, tepeden tırnağa dikkat kesilmiş, Adil Giray'ın hiçbir hareketini gözden kaçırmamak için olanca dikkatini onun gözlerinde toplamıştı. Ama delikanlının yüzüne daha ilk bakışta hayal kırıklığına uğradı ve baktığına bakacağına bin pişman oldu. Çünkü Adil Giray, Perihan'ı karşısında görünce yüzünde öncelikle memnunluk ve mutluluk görüntüsü belirmiş, ancak bir süre sonra bunların yerini şiddetli bir nefret ifadesi kaplamıştı. Daha kötüsü Adil Giray, Perihan'a karşı gönlünde kaynayan bu nefret ve kızgınlık duygularını gizlemekte de başarılı olamıyordu.
Şehriyar'a karşı duyduğu tiksintiyi hafif gülümsemeler, ince ve nazik alaylarla biraz gizleyebiliyordu. Ancak Perihan'a bakınca, yüzü ölüm celladına bakan bir idam mahkumunun yüzü gibi korkunç ve acayip bir şekil alıyordu. Zavallı kız bunları gördükçe vücudunun her noktası kavruluyormuş gibi oluyor, sevgilisinin güzel yüzünden ayıramadığı gözlerinin her siniri, kızgın bir tel halinde beynine saplanıyordu. Ağlamaya fırsat bulamadığı için, gözyaşlarının her tanesi bir ateş damlası olarak kalbine dökülüyordu. Şehriyar, hararetle konuşurken, birkaç defa söze karışarak, daha önceki konuştuğu takındığı tavrın aksine, Şehriyar'ın tekliflerini hafifletmeye çalıştı. Ancak Adil Giray, nefretini açığa vurmamakta o kadar ileri gidiyordu ki, zavallının bu arabulucu ve uzlaştırıcı jestlerine hiç önem vermiyor, hatta dikkat bile etmiyordu. Adil Giray'ın bu ilgisizliğine bakarak Şehriyar da devamlı Perihan'ın sözünü kesiyor ve önceki tekliflerinde diretiyordu.
Konuyu kızıştırıp konuşmaları bitirme noktasına getirdikleri sırada, Şehriyar yine tavır değiştirerek, alttan almaya başladı. Gönül alıcı ve yumuşatıcı birtakım sözlerle Adil Giray'ı yumuşatarak müzakereyi ertesi geceye bıraktı ve sonra da ikisi birlikte Adil Giray'ın yanından ayrıldılar.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro