Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Dayan...

Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler...

Ağzına dolar insanın.

Sussan acıtır, konuşsan kanatır.

***

"Burak, sen misin?"

"Benim baba! Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama yardımına ihtiyacım var!"

"İyi misin oğlum? Ne istiyorsan söyle. Aradın ya beni sonunda, çok şükür!"

"Baba, Ada'yı kurtarmam lazım! O ölmek üzere..."

"Oğlum gerçekten iyi misin? Korkutma beni! Biliyorum onun ölümünden beni suçluyorsun, haklısın da... Kendime kızmadığım tek gün yok ama Ada öleli çok uzun yıllar oldu. Hem de senin kollarında öldü kardeşin." Ada mı demiştim farkında olmadan? Aylin'i nasıl da Ada'nın yerine oturtuvermiştim, sahiplenmiştim...

"Ada mı dedim baba? Aylin! Aylin ölüyor. Yetişemezsem o ölecek!"

"Burak neredesin sen?"

"Beylikdüzü'ndeyim. Acilen Abant'a ulaşmam lazım. Dakikalar ile yarışıyorum. Detayları boş ver şimdi. Ada kadar masum bir kızın hayatı söz konusu."

"Anladım oğlum, bir saniye bekle."

Babamın sesi ahizeden biraz uzak bir şekilde yankılansa da kulak misafiri olabiliyordum yapmış olduğu konuşmaya.

"Deniz, çabuk bak buraya! Bizim helikopter şu anda hangi hastanemizde?"

"Beşiktaş'ta efendim."

"Tamam, hemen söyle Beylikdüzü'ndeki hastaneye hareket etsinler. Çok acil! Bekle bir saniye!"

"Burak kaç kişisiniz? Sen yalnız mısın?"

"Hayır, baba üç kişiyiz."

"Tamam oğlum."

"Deniz söyle müdahale için de ambulans helikopter hazırda olsun. Oğlum ve iki arkadaşı geliyor. Derhal Abant'a gidilecek. Acil durum kodu geç."

"Peki efendim! Hemen organize ediyorum."

Telefonun ahizesini tekrar yaklaştırdığı için sesi daha gür çıkıyordu artık.

"Burak, hemen Beylikdüzü'ndeki hastaneye geçin. Hazırlık yapıyorlar. Sizi alıp Abant'a götürecekler. Ambulans helikopter de geliyor sizinle. Akut'u da yönlendirelim mi oğlum?"

"Bilmiyorum baba, gerçekten neyle karşılaşacağımı, beni neyin beklediğini bilmiyorum... Sürtüğün biri kızı öldürene kadar dövdü, şimdi de götürüyor ama nereye götürdüğünü bilmiyorum. Bir dakika baba. Mert, Beylikdüzü Yıldız Hastanesi'ne dön çabuk!"

"Burak, kaçtığı arabanın plakasını veya modelini biliyor musun oğlum?"

"Evet."

"Tamam, şimdi telefonu kapatınca bana mesaj at onu. Ben buradan gereken yerleri arayacağım. Korkma oğlum. Aylin'i bulacağız ve onu iyileştireceğiz. Hadi bana bilgileri gönder."

"Peki baba..." diyerek kapatmıştım telefonu. Alelacele mesajlar kısmına girmiş ve babama Pelin'in bilgilerini yollamıştım. Mert sorularıyla bir taraftan beni taciz ediyor, Kaya ise artık telefonu ulaşılmaz hale gelmiş olan Pelin'e ana avrat küfretmeye devam ediyordu. Allak bullak olmuştum... Aylin'e yetişemezsek olacaklardan korkuyordum. Yaşamalıydı. Yaşamak zorundaydı. Sonuçta onu kurtarabilmek için babamı bile aramıştım ben. İki dakika kafamı toplamama izin vermemişti Mert. Habire dır, dır, dır beynimi yiyordu. Kaya o kadar kilitlenmişti ki elindeki tablete bizi duymuyor, görmüyordu. Bir cevap vermezsem susmayacaktı Mert. Al işte yine soruyordu.

"Burak, oğlum delirtme adamı! Ne babası lan? Hani ölmüştü baban? Ne fırıldak dönüyor lan burada? Neden Yıldız Hastanesi'ne gidiyoruz?"

"Mert, tamam abi! Zamanı gelince her şeyi anlatacağım. Şimdi sırası değil. Aylin'i kurtarmaya gidiyoruz. Babam hastanenin helikopterini bize tahsis etti ve aslında soyadım Yıldız, Dinler değil. Sen hızlı sür ve önüne bak!"

Yaklaşık olarak altı yıldır beraberdik biz üçümüz. Öyle bir hale gelmiştik ki ben onları kendimden daha iyi tanıyordum, onlar da beni. Örneğin Mert soru sorduğunda ona cevap vermezsen freni patlamış kamyon gibi süratini artırarak aynı soruları sormaya devam ederdi ta ki sorduğu sorunun cevabını alana kadar. Kaya, soğuk görüntüsünün altında yumuşacık bir kalbi olan, merhamet küpü bir adamdı. Çoğu zaman hep kendi halinde takılırdı. Bam teline dokunmamak gerekirdi çünkü o tel koptuğunda Kaya bambaşka bir adam olup çıkardı. Tıpkı şimdi olduğu gibi... Zümrüt yeşili olan gözleri siyaha bürünmüş, şakaklarındaki damarları şaha kalkmış, soğuk terler döküyor olmasına rağmen etrafına ağzından alevler saçan bir ejderhaya dönmüştü. Kaya'nın Aylin'e karşı bir şeyler hissettiğini biliyordum ama şu an yaşadığı kızgınlık sadece Aylin'e karşı olan hislerinden kaynaklanmıyordu. Bu hem yılların birikiminin patlaması hem de savunmasız birine karşı yapılan acımasızlığa verilen tepkiydi. Haklı mıydı? Tabii ki sonuna kadar haklıydı. Bildiğim bütün duaları Aylin'i sağ salim bulabilmek için sıralarken, bir taraftan da Pelin'in ülke sınırlarının dışına çıkması için dua eder hale gelmiştim. Görünen o ki eğer Kaya Pelin'i eline geçirirse bundan sonra şarkılarını cezaevinde söyleyip besteleyecek ben ve Mert ona düzenli olarak haftalık temiz don ve sigara götürecektik.

Mert, adeta akmayan trafiği yararak gidiyordu hastaneye doğru. Ara sokaklara girip çıkıyor ama bir şekilde doğru yolda ilerlemeye devam ediyordu. Drag şampiyonu oluşunun hakkını veriyor gibiydi aslında. Arabalara olan tutkusu, yarış ve hız merakı yüzünden altı yıldır beste yapmanın dışında Mert'in yarışlarına seyirci olarak giden seyyahlar da olmuştuk biz. Ben yaşadığım kötü olay yüzünden etrafımı sarmalayan bu hız tutkusuna sadece seyirci olarak kalmayı yeğlemiş olsam da Kaya da ona uymuş ve o işi biraz daha abartıp yarış motorlarına merak salmıştı. Motorun üstünde iki yüz seksen kilometre hızla giderken yapmış olduğu video kaydını izlerken zaten hiçbirimizin normal insanlar olmadığımızı biliyordum.

Zihnimi Aylin'in ölmüş olabileceği gerçeğinden uzaklaştırmak için elimden ne geliyorsa yapıyordum. Kaybetme korkum yüzünden yıllardır hayatıma dişi sinek bile sokmamışken bir anda tepeden inme bir kız kardeşe sahip olmuştum. Üstelik onu tanımadan sevmiştim. Belki de acımıştım ilk anda onu da bilmiyordum. Tek bildiğim onu sahiplendiğimdi. Hatta Kaya'nın Pelin'e karşı duyduğu hislere ortak olup denk geldiğim ilk yerde Pelin'i linç edecek kadar sahiplenmiştim. Aylin on gündür hayatımızdaydı, Pelin ise son üç yıldır. Üç yıla karşılık on gün... Neresinden tartarsam tartayım her türlü Aylin ağır basıyordu.

Birkaç dakika içinde kendimizi hastanenin giriş kapısında bulmuş, babamın yönlendirdiği kişilerce karşılanmış ardından da hastanenin çatısındaki helikopter pistine çıkmıştık. Kaya adı gibi taşlaşmıştı sanki... Mert her zamanki gibi kıpır kıpırdı. Biz çatıya ayağımızı basar basmaz, helikoptere binmiş ve son süratle havalanmıştık. Abant'a doğru gökteki bir kuş gibi süzülüyorduk. Bir iki dakika sonrasında kulağımdaki kulaklıktan pilot konuşmaya başlamıştı.

"Burak Bey, en son on yedi yaşındayken görmüştüm sizi, hiç değişmemişsiniz..." Sesi tanımıştım. Babamın emektar pilotu Fatih Bey'in ta kendisiydi. Yıllarca onunla uçmuş ve seyahat etmiştim aslında. Kaya ve Mert beni ailesi öldükten sonra ona miras kalan birkaç gayrimenkulün kira geliriyle geçinen biri olarak tanısa da aslında ben, Türkiye'nin en büyük hastane zinciri olan Yıldız Hastaneleri'nin veliahdı Burak Yıldız'ın ta kendisiydim. Annem ve Ada öldükten sonra annemin soyadı olan "Dinler"i kullanmaya başlamıştım. Eğer o kaza yaşanmamış olsaydı bugün anne ve babam gibi ben de bir doktor olacaktım...

"Burak Bey, yaklaşık on dakika sonra Abant'ın üstünde olacağız. Bu arada babanızdan haber geldi. Arama kurtarma çalışmaları başlamış. Akut da seferber olmuş şekilde ormanlık alanda yaralı yakınınızı arıyor. Babanız size bilgi vermemi istedi efendim."

İçimde hafiften bir umut yeşermişti sanki. Bir ihtimal de olsa onu sağ olarak bulabilecektik. Varacağımız hedefe yaklaştıkça zaman geçmiyordu. Helikopterin camından aşağı doğru bakmaya çalışıyorduk hepimiz. Bu kadar yüksekten onu görme şansımız tabii ki yoktu ama işte bir umut onu ya da Pelin'i görebilir miyiz diye bakınıyorduk. Sonra Kaya birden kendisine gelmiş, "Evin üzerinde ve yakınında arayalım. O sürtüğün onu çok uzağa götürebileceğini sanmıyorum." demişti... Fatih Bey, bizden aldığı direktifi yerine getirmiş ve evin etrafında alçak uçuş yapmaya başlamıştı. Biz bir taraftan daireler çiziyor, kurtarma ekipleri başka taraftan arıyordu. Onu hiçbirimiz bulamamıştık. Ümitlerimizi yitirmeye başladığımız anda Kaya tekrar atılmış; " Arkamızdaki ormanın sonundaki uçurumu hatırladınız mı? Oraya gitmemiz lazım!" diyerek haykırmıştı resmen. Fatih Bey'e gideceği yönü tarif ettiğimde bunu neden yaptığımızı sormuştum Kaya'ya. Çünkü diye başlamıştı söze...

"Çünkü daha önce bana bunu Pelin kendisi söylemişti. Eğer bir gün onu aldatırsam ve beni yakalarsa önce onu aldattığım kızı öldüreceğini ardından kendisini o uçurumdan aşağı atacağını ve intihar notu olarak da kızın cesedini uçurumun kenarına bırakacağını söylemişti. İlk nişanlandığımız zaman orada içerken söylemişti bunu. Sürtük karı ciddiymiş, gerçekten yaptı. Öldürdü onu. Kendisini öldürmesine izin vermeyeceğim anladınız mı? Pelin benim ellerimin arasında acı çekerek ölecek. Ben nasıl bir körmüşüm ki onun saplantılı bir hasta olduğunu göremedim. Benim yüzümden işte, benim yüzümden masum bir kızı öldürdü o k*ltak!"

Kaya, neredeyse helikopterden atlamak üzereydi. Mert onu kollarından yakalarken; "Kendinize gelin artık ölmedi Aylin! Ölmeyecek de! Ya o şom ağızlarınızı kapatırsınız ya da ben kapatacağım!" diyerek haykırıyordu ikimize birden. Aslında ilk dakikadan itibaren içimizde yelkenleri suya indirmeyen tek kişi oydu. Nihayetinde helikopter birkaç dakika içinde inebileceği uygun bir yer bulmuştu. Kaya hepimizden önce helikopterden atlayıp uçuruma doğru koşarken Mert elinde ilk yardım çantası ile Kaya'nın peşinden koşuyor, ben ise Aylin'in cansız bedeni ile karşılaşabileceğimi bildiğimden onlar kadar hızlı hareket edemiyordum. Her şey hızlandırılmış bir film şeridi gibi ilerliyordu. Kaya ve Mert görüş mesafemden çıkmış olsa da çıkardıkları sesleri duyabiliyordum. Onları yakalayabilmek için adımlarımı hızlandırmışken, Kaya'nın ortalığı inleten haykırışı olduğum yere mıhlamıştı beni...

"Sakın Pelin sakın! Seni ben öldüreceğim..."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro