Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Davetsiz Misafir

On gün süren ve çalışma maratonu ile geçen günlerden sonra nihayetinde İstanbul'daki son günümüze gelmiştik. Kaya'nın keman soloları bittikten hemen sonra Abant'a evimize dönecektik. İlk defa bizi bekleyen birisi vardı evde. İçimde tanışmamızın kötülüğünden kaynaklanan garip bir his oluşturuyor olsa da sanırım Aylin'e ısınmaya başlamıştım. Geçmişte yaşadığım olaylardan dolayı insanlara kolay güvenen biri değildim ben. Birini hayatıma sokmadan önce kırk defa tartar, artısını eksisini hesaplar, ona göre yakınımda olup olamayacağına karar verirdim. Zaten bu yüzden uzunca bir süredir bir gönül ilişkim de olamamıştı. Armudun sapı- üzümün çöpü hayat felsefem haline gelince Pop müziğin yalnız prensine çıkmıştı adım. Aylin için böyle bir süreç oluşmamıştı. Damdan düşer gibi düşmüştü hayatımın tam ortasına. Kaya, Aylin'i kolundan tutup arabaya doğru getirirken anlamıştım bir terslik olduğunu. Mert'in alkolü fazla kaçırmasının ve o gün yaşadığı sarsıcı bir olayın faturası Aylin'e kesilmişti. O gece ona rastlamamız, Mert'in onu fahişe sanması, Kaya'nın arabadan özür dilemek için inip onun yürek sızlatan halini görmesi ve onun hayatımıza girmesi öylece kendiliğinden oluvermişti işte. Yediği onca dayağa ve bakımsızlığına rağmen güzel kızdı Aylin. Üzerindeki kıyafetlerin eskiliği, yüzündeki yaraların büyüklüğü, yaşam standartlarının düşüklüğü yüzünden rengi solmuş ten rengi bile onun güzelliğini kamufle etmeyi başaramıyordu. Ara ara evdeki kamera sisteminden onu kontrol ettiğimde minicik bir masum kız çocuğu çıkıyordu karşıma. Eline aldığı bir kâse cips ve Light Cola ile bizim yokluğumuzda sabahtan akşama kadar çizgi film kanallarını izliyor, özellikle Çakmaktaşlar'da yüzünün aldığı mimikler gülmekten karnıma ağrılar girmesine sebep oluyordu. Yaşadığı onca pisliğin içinde bu kadar masum kalmayı başarabilmiş olması ona olan hayranlığımı katbekat artırıyordu. Onu öyle birine benzetiyordum ki bu daha çok canımın acımasına sebep oluyordu.

Evden uzakta kaldığımız süre boyunca hangimiz boştaysak Aylin'i telefonla arıyor, onunla saatlerce telefonda sohbet ediyorduk. Doksanlı yıllarda efsane olan ve o yılların çocukları tarafından anlatılan telefon arkadaşlığı gibi bir şey yaşıyorduk adeta.

Mert dönerken götüreceğimiz şeyleri alabilmek için alışverişe gitmiş, Kaya; Barkın'ın son albümü için yapmış olduğumuz şarkının, keman sololarını tamamlamak için stüdyodayken ben de bekleme odasında evde neler olup bittiğine bakmak adına tableti elime almıştım. Sabahtan beri belki de kırk sefer kontrol etmiştim onu. Çünkü ne sıkıntı vardı bilmiyorum ama Aylin hiç yataktan çıkmamıştı. Neyi olduğunu anlamak için aradığımda beni geçiştirmiş hatta film izliyorum diye yalan söylemişti. Oysa benle konuşurken yataktaydı. Onu izlediğimden haberi yoktu. Aylin'e evde ana noktalarda kamera sistemi olduğunu söylememiştik. Çünkü kameralar yangın söndürücülerin içine gizliydi. Ona yerlerini tek tek gösterip, kameraların asıl amacının ne olduğunun yüz yüze anlatmanın daha mantıklı olacağı ile ilgili ortak karar almıştık çocuklarla. Tableti elime aldığımda gözlerime inanamamıştım.

Aylin dakikalar içinde kendisini büyük bir kaosun içinde bulacaktı. Bir şeyler yapmam gerekiyordu ancak aklıma onu oradan kurtaracak ya da çekip çıkaracak en ufak bir fikir aydınlanması gelmiyordu...

***

Eve giderken götüreceklerimizi almak için alışverişe çıkmıştım. Aslında inanılmaz yorucu bir on günün üzerine Abant'a dönüp evde keyif yapmaktan başka hiçbir şey istemiyordum. Aklımda bir an evvel eve dönüp, odama girip, kafamdaki besteyi tamamlamayı tasarlarken, evde Aylin'in oluşu bir açıdan eve dönüşümüze neşe katıyordu. Yıllardan beri ilk defa evde bizi bekleyen birisi vardı aslında...

Her şeyimizle birbirini tamamlayan bir gruptuk biz. Kaya, Burak ve ben halkın ve magazincilerin deyimiyle sahnelerin ve de pop müziğin parlayan yıldızları olsak da aslında söz yazıp beste yapıyorduk. Hatta hali hazırda meşhur olan birçok şarkıcının söylediği şarkılar da bizim aranjelerimizdi. İşin enteresan tarafı, birbirinden bu kadar bağımsız ve alakasız üç kişinin oluşturduğu mucize gibi bir şeydi bizimki belki de...

Kaya, annesi ve babası müzisyen olan saygın ve zengin bir ailenin tek oğluydu. Gerçi ben de zengin ve saygın bir ailenin tek çocuğuydum ta ki tıp fakültesini dördüncü yılında bırakıp müzik yapmaya başlayana kadar. Tamam, aslında müzik benim çocukluğumdan beri hayatımdaki bütün boşlukları dolduran tek şeydi. Fakat annemin beni desteklemesinin aksine babam kendisi gibi dünyaca ünlü bir beyin cerrahı olmamı istiyordu. O fakültedeki dört sene ne zor geçmişti. Genetik olarak doktorluğa ve özellikle cerrahiye karşı özel bir yeteneğim olmasına rağmen, kadavranın karşısına geçip, kesme biçme işlemlerine başladığımızda ne kadar soğukkanlı davranıyor olsam da her ders sonrasında saatlerce istifra ediyordum. Ellerim asla titremiyordu hatta tüm sınıftan çok daha iyi ve seri dikiş atıyordum ancak hiçbir şekilde o an çıkan kokuyu bedenim tolere edemiyordu. Öyle bir noktaya gelmiştim ki bulimia hastası olmama ramak kalmıştı. Kadavra başında işlem yapmadığım günlerde bile yediğim hiçbir şeyi midemde tutamaz olmuştum. Kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım her gün fakülteye giderken ayaklarım geri geri gidiyordu. Kendim için kurduğum hayallerin hiçbir noktasında doktor olmak yoktu. O yaşlarda gözümü ne zaman kapatsam kendimi elimde mikrofon, kocaman bir kalabalığın karşısında, ışıl ışıl yanan spot ışıklarının altında kendimden geçercesine şarkı söylerken görüyordum. Hayallerim gerçek olmuş ancak hayallerim ve ailem arasında seçim yapmak zorunda kalmıştım. O seçimi yapmama neden olan yegâne şeyse gördüğüm bir rüyaydı. Gördüğüm rüya beni öyle büyük bir etki altına almıştı ki gözümü açtığımda tüm bedenim karıncalanıyor, kalbim depara kalkmış yüz metre koşucusunun kalbi gibi atıyordu. Nefesimi düzenleyip yataktan çıkmayı başardığım an karar vermiştim. Üzerimi değiştirip fakültenin kapısından içeri girene kadar yapacağım şeyden hâlâ emin değilken bir anda kendimi idari işlerden elimde ilişik kesme belgesiyle çıkarken bulmuştum. Fakülteden eve dönerken o evin kapısından içeri son kez girdiğimi ve sonraki hayatımın asla eskisi gibi olmayacağını biliyordum aslında. Akşam olup yemek zamanı geldiğinde her akşam olduğu gibi yemek masasının etrafındaki yerlerimizi almış ve yine her zaman olduğu gibi çıt çıkarmadan yemeklerimizi yemiştik. Çocukluğumdan bu yana asla çözememiştim bu olayı. Babam yurt dışında veya acil bir ameliyatı olmadığı sürece her akşam saat tam yedide akşam yemeği için masaya oturulur, "Afiyet olsun." dendikten sonra tek bir çıt bile çıkarmadan yemek yer, yine "Afiyet olsun." diyerek o masadan kalkardık. Ardından dışarı çıkacak olan çıkar, işi olan işini yapar ama kolay kolay evin içinde bir araya gelmezdik. Bir ritüel edasıyla yerine getirilen akşam yemeklerinden kendimi bildim bileli nefret etmiştim bu yüzden. O akşam olağan dışı bir durum yaşanmış, tatlılar masaya geldiği esnada eve geldiğim dakikadan itibaren çerçeveletip duvara asmak istediğim ilişik kesme kâğıdını babama uzatmıştım. Babam kâğıdı okumuş, ardından anneme uzatmış, dakikalardır elinde tuttuğu tatlı çatalını nihayet masaya bıraktıktan sonra peçetesiyle ağzını silmiş ve masadan, "Afiyet olsun." diyerek kalkmıştı. Beklediğim tepki gecikmemişti. Onun hemen arkasından masadan kalktığım anda karşımda dikilmiş, beni tepeden tırnağa süzdükten sonra suratımın tam ortasına elinin tersiyle çarparken, "Derhal evimden defol!" diyerek haykırmıştı. Okulu bıraktığımı ilan ettiğim an babamın can düşmanı haline gelmiştim. O gece beş parasız, birkaç parça kıyafet ve gitarımla bir bankın üzerinde baş başa kaldığımda kendimi dünyanın en mutlu ve özgür insanı olarak hissediyordum.

Burak ise aramızdaki en acılı, bu yüzden de en duygusal kişiydi... Ailesini yıllar önce bir trafik kazası sonucu kaybetmişti. Geçirdikleri o büyük kazadan sadece kendisi kurtulmuş hatta kız kardeşi onun kollarının arasında son nefesini vermişti. Belki de bu yüzden aramızda en duygu yüklü en isyankâr şarkıları besteleyen ve yazan oydu.

Üçümüzün yollarını kesiştiren ve bizi bir araya getiren o yılbaşı balosuna her gün şükrediyordum neredeyse... Son olarak densizliğimizle de olsa aramıza yine acılı, bir o kadar da sevilmeyi ve korunmayı hak eden Aylin katılmıştı. Kaya ona karşı farklı bir şeyler hissediyordu. Birkaç sefer sıkıştırmama rağmen kaçamak cevaplar vermişti. Ancak ne benim ne de Burak'ın Aylin'e baktığı gibi bakmıyordu Kaya. Grubun en densizi ve en delisi ben, en kendi halinde takılanı Burak, en soğuk, en karizma ve en yakışıklısı ise Kaya'ydı. Kaya; tepkilerini ve duygularını asla belli eden biri değildi. Onu anne ve babası çözememişken Burak ve ben çözmüştük. Aylin sinir krizi geçirdiğinde ona sarılışından, ateşi çıktığında elinde kompreslerle başında tuttuğu nöbetten, hatta ateşini ölçmek için Aylin'in alnını öperken ki yutkunuşundan hatta ve hatta son on gündür dalıp dalıp uzaklara gidişinden bu belliydi. Fakat tahmin ettiğim şeyi hissediyorsa, sonucunda Aylin'in daha çok yaralanacak olduğu gerçeği Kaya'ya fazlasıyla kızmama sebep oluyordu. Aylin öyle güzel, öyle çocuk ve öyle masumdu ki... Dün kayıttan fırsat bulduğumuz tüm aralarda Burak'la beraber onu izlemiştik. Yalın ayak, üzerinde ayıcıklı pijamaları ile müziği son ses açarak adeta tepinircesine dans edişini izlerken resmen kendimizden geçmiştik. Tüm hareketlerinde bir minik kız çocuğunun saflığı, masumiyeti ve bir asilzadenin zarafeti vardı. Hatta biz onun yanında bir dizi şeytan bile sayılabilirdik.

Market arabasına elime geçen ne varsa bir taraftan doldurmaya devam ediyorken, aklıma Aylin'e bir şeyler almam gerektiği gelmişti. Kızcağızın bavulundan doğru düzgün hiçbir şey çıkmamıştı. Aylin'i ilk olarak Abant'a götürdüğümüz gece Kaya'nın kolları arasında uyurken sayıklamaları ve ağlamaları çoğalınca ona yatıştırıcı bir iğne yapmıştım. Bu yüzden eve vardığımızda Kaya onu kucağında taşıyarak odaya çıkarmış, ben ise içinden ona giydirecek bir şey bulabilmek için valizini açmak zorunda kalmıştım. Elimi neye atsam adeta elimde kalıyordu. Nihayetinde eskilikten kevgire dönmüş pijamayı gördüğümde içim acımıştı resmen. Aylin yatakta hayattan bir haber yatarken üzerine bir çarşaf örtmüş çarşafın altından el yordamıyla üzerini değiştirmeyi başarmıştık Kaya ile beraber. Pijamasının üstünü giydirirken Kaya ile birlikte göğüs kafesine gelen tekme yüzünden morarmaya başlayan tenini görünce çılgına dönmüştük. Kaya gördüğü manzara karşısında öyle hiddetlenmişti ki duvara yumruk atacağı anda zar zor yakalamıştım onu. Bu yüzden Aylin'e bir şeyler almam lazımdı. Son birkaç gündür her konuşmamızda, "Söyle bakalım sana ne getireyim İstanbul'dan?" diye sormama rağmen o her seferinde; "Sağ salim kendinizi getirin." diyordu. Aylin kendisi için hiçbir şey istemeyecek kadar mağrur bir kızdı. Ona almam gerektiğini düşündüğüm ve kendimi rafların arasında bulduğum şeyin hijyenik pet olması gerçeği ise kendi kendime gülmeme sebep olmuştu. Hangisinden almam gerektiğini bilmediğim için tüm çeşitlerinden ikişer paket almıştım. Sonuçta bizim dağın başında bu ihtiyacını karşılaması oldukça zordu. Kadınlar için ne çok şey vardı... Çeşit çeşit şampuanlar, makyaj malzemeleri, parfüm çeşitleri... Elime ne geçirdiysem sepete atmayı ihmal etmiyordum. Nedense Pelin geldiğinde Aylin'in fazlasıyla güzel ve bakımlı olmasını istiyordum. İçten içe fazlaca sahiplenmiştim Aylin'i. Tamam oldum bittim Pelin'den hoşlanmıyordum da Kaya ile nişanlandıklarında iyice uyuz olmuştum. Pelin bizimle dağda kalmak istemiyordu. Kaya ile evlenmeleri demek, bütün huzurumuzun ve düzenimizin içine edilmesi demekti. Kendini beğenmiş, ukala dümbeleği Pelin'in, Aylin'i hor görmesine veya ezmesine asla izin vermeyecektim. Benim tanıdığım Pelin, Aylin'in güzelliğini gördüğü anda onunla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya başlar, kızın hayatını cehenneme çevirirdi. Allah için eğer kadınların köküne kıran girsin moduna girmiş olmasam ya da başka şartlar altında başka bir şekilde tanışmış olsak âşık bile olabilirdim Aylin'e...

Aşağı yukarı bir araba dolusu eşya almıştım. Daha neler alabileceğimi düşünürken çalan telefonum yüzünden elime aldığım elbiseyi reyona geri bırakmıştım. Ekranda beliren Burak'ın ismiydi. Yanan yeşil simgeyi parmağımla ittirip bıkkın bir sesle;

"Burak ne var oğlum, neyi unuttun yine? Dünya'yı aldım bro!" demiştim...

Duyduğum ses tonu ile işittiğim cümle tüylerimin diken diken olmasına sebep olmuştu...

"Mert s*çtık oğlum! Pelin evde, Aylin ise uyuyor..."

***

Aylin, ona tahsis edilen odanın ve yattığı yatağın Kaya'ya ait olduğundan bihaber vaziyette yaşıyordu son on gündür o evde... Üstelik Kaya dâhil o evde yaşayan hiç kimse Aylin'in varlığı ile ilgili Pelin'i aydınlatmamıştı. Burak bütün gün Aylin'in neden kafasına kadar yorgan çekili halde uyuduğuna anlam verememişti. Pelin ise İstanbul'dan dönecek olan nişanlısına sürpriz yapmak için dağ evine gelmiş, alelacele Kaya'nın odasına gerekli hazırlıkları yapabilmek için çıkmıştı. Odaya girdiğinde yatakta birinin yattığını fark etmiş ve yorganı bir hışımla Aylin'in üzerinden çekip almıştı. Karşısında iç çamaşırlarıyla yatan ve düzgün fiziği ile Pelin'i parmağının ucunda dört döndürebilecek Aylin'i gördüğünde Pelin'in cırlayan sesi odanın duvarlarını inletmişti...

"Sürtük!"

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro