Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

ŞÜPHE

(FİNALE SON DÖRT BÖLÜM)

"Küçük bir kelimeyle başlar şüphe. Sonra bir çığ gibi büyür ve koskoca bir hayatı yutar."

2010

GAZİANTEP

Ertesi gün ustam mağazayla konuştu. Ustamın mahallede büyük bir saygınlığı vardı. Kimse onu kırmak istemezdi. Mağazadakiler de onu kırmadılar. Beni satış danışmanı olarak işe aldılar. Ustam yine dediklerinde haklı çıkmıştı. Onun kadar anlayışlı değillerdi ama ben kısa sürede işi öğrenmiş, yeni ustamın da gözüne girmeyi başarmıştım.

Zaman geçtikçe daha birçok şey değişti. Yaşım, boyum ve görünüşüm de değişmişti. On sekiz yaşıma girmiştim. Uzun boylu ama sıska bir delikanlıydım artık. Ustam bana kırmızı üstü açılabilir bir araba almıştı. Artık daha çok geziyordum. Arabam bana uğur getirmiş, sosyal hayatım canlanmıştı. Kızlarla birlikte oluyor, onlarla eğleniyordum. Ancak hiçbir kalıcı bir ilişkiye dönmüyordu. Bunda kızların da tek düşüncesinin eğlence olmasının büyük payı vardı. İkinci bir etken de henüz küçük sayılacak bir yaşta olmamızdı. Fakat en önemli faktör benim yaşıtlarımdan çok daha olgun olmamdı. Bana çocuk gibi görünüyorlardı. Tavırları, düşünceleri ve sözleri bana bir çocuktan farksızmış gibi geliyordu.

Ustam mağazada çalışarak yeterince tecrübe edindiğimi söylüyordu. Bana yakın zamanda açacağımız ikinci şubenin başına geçecek olgunluğa eriştiğimi söylüyordu. İşin başına geçebilecek kadar bilgi sahibiydim. Ancak hala çalışmaya ve öğrenmeye devam ediyordum. Her gün biraz daha gelişiyor ve değişiyordum.

Hiç değişmeyen şeyler de vardı. Mesela ustamın Almanya'dan arkadaşı sarışın dev adam her ay hiç aksatmadan geliyordu. Ben de onu her gördüğümde korkmaya ve bunu ona belli etmemeye devam ediyordum. Ustam o gelir gelmez bana yukarı çıkmamı söylüyordu. Çoğu zaman ustamın söylemesini beklemeden ben kendim eve geçiyordum. Bazı zamanlar onları bahçedeki ara kapının arkasından dinlesem de Almanca konuştuklarından hiçbir şey anlamıyordum. Bu yüzden bir süre sonra dinlemekten vazgeçmiştim.

Bir akşam işten sonra ustamın yanında otururken yine geldi. Bu kez de ustamın söylemesini beklemeden "Ben yukarı çıkıyorum, usta." Dedim. Ustam kafasıyla onaylamakla yetindi. Uzun zamandır ne konuştuklarını dinlememiştim. Neden bilmiyorum ama o akşam dinledim. İyi ki de dinlemişim. Çünkü o gün duyduğum bir kelime hayatımı değiştirdi. "Beytüşşebap.". Konuşma sırasında bu kelimeyi duyunca şaşırdım. Ustam ile arkadaşı Almanca konuşuyorlardı. Ancak bu kelimenin Almanca olmadığı belliydi. O zaman bu Türkçe bir kelimeydi ama Arapça gibi de geliyordu. Hem bana çok tanıdık geliyordu.

Konuşma bitmek üzereydi. Hemen koşarak içeri girdim. Ustamın on yedinci yaş günümde aldığı telefonumdan araştırdım. Şırnak'ın bir ilçesiymiş. Ama ustam ile Şırnak arasında ne gibi bir bağlantı vardı onu çözemedim. Ustama sorsam konuştuklarını dinlediğim içim hem bana kızar hem de bana olan güveni sarsılırdı. Bu yüzden sormadım. Ama sorular aklımda dönüp duruyordu. Gece geç saatlere kadar düşündüm. Göz kapaklarım yavaş yavaş kapanmaya yaklaşmış, tam uyumak üzereydim ki beynimde bir yıldırım çaktı. Beytüşşebap babamın şehit olduğu ilçeydi.

Sabaha kadar gözüme uyku girmedi. Kafamda bir sürü şey dolanıp durdu. Ama ustamı çok sevdiğim için kendimi iyi bir ihtimale inandırdım. Ustam geçmişimi öğrenmeye çalışıyordu. Eminim bunu bana yardımcı olmak için yapıyordu. Kahvaltıdan sonra ustamla bakkala geçtim. Pazar olduğu için işe gitmeyecektim. Ustamın ağzını aramalıydım. Yoksa içimdeki kuşku beni kemirip öldürecekti. "Usta." Dedim kafama bir şey takılmış gibi.

"Ne oldu evlat." Dedi. "Dün ben mağazadayken bir adam geldi. Mardinliymiş. Öve öve bitiremedi. Çok güzeldir bizim oralar. Bir gelen bir daha gitmek istemez falan dedi. İki saat konuştu durdu. Sen hiç gittin mi oralara?" diye sordum. Ustam benim diğer illeri görmem gerektiğinden bahsederdi sürekli. Şimdi bu konuda merakımın uyanması onu sevindirmişti. "Gittim evlat. Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Şırnak, Hakkâri hepsini gezdim." Dedi gülümseyerek. " Bu illerin hepsini ne ara gezdin usta." Diye sordum şaşkınlıkla. "Hepsini aynı yıl gezmedim tabi ki. 93 de Diyarbakır'a, 94 de Şırnak' a, 96 da ise Mardin ve Hakkâri' ye gittim. Hepsi çok güzel şehirler. Belki beraber de gideriz." Dedi.

"Olur, usta çok isterim." Dedim. Beynime bir balyoz darbesi inmiş gibi oldum. Şırnak' a 1994 de gittiğini söylemişti. Babamın şehit olduğu yılda orada ne işi vardı? Birden tuhaf oldum. Göğsüme bir fil oturdu sanki. "Ne oldu oğlum? Betin benzin sarardı." Dedi ustam. "Mideme bir sancı girdi usta. Kahvaltıda yediğim bir şey dokundu galiba." Dedim. "Hastaneye gidelim mi oğlum?" dedi ustam telaşla.

"Hayır, usta gerek yok. Ben içeri geçip biraz uzanayım. Geçer o zaman." Dedim. Elimi karnıma koymuş, kıvranıyordum. Daha inandırıcı göstereceğini düşünüyordum. " Tamam, oğlum sen git dinlen. Bir şey olursa haber ver. Ben gelirim." Dedi. Ustam artık beni öz oğlu gibi görüyordu. En küçük bir rahatsızlığımda bile benim için endişeleniyordu. Ben de onu babam gibi görmeye başlamıştım. Bu yüzden az önce ona söylediğim yalandan utanç duymuştum ama beynimi kemiren şüphe kurtçuklarından kurtulmalıydım.

İçeri girdim. Hemen üst kata çıkıp diz üstü bilgisayarımı açtım. Araştırmaya başladım ve beni şok edecek şeyler öğrendim. Başımdan aşağı kaynar su değil, lavlar dökülmüştü sanki. Çünkü ustamın gittiğini söylediği yıllarda o şehirlerde hep büyük patlamalar olmuş, bir sürü askerin şehit olduğunu öğrenmiştim. Dört şehirde de ustamın gittiği yıllarda büyük patlamalar yaşanmış olması ve her seferinde rütbelilerin hedef alındığı patlamaların olması, olayların ustamla bir bağlantısı olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Ancak ustamı bu patlamaların sorumlusu ilan edecek kadar büyük bir şey de sayılmazdı. Dahası hepsi birer tesadüf bile olabilirdi. Boş yere ustamın günahını alıyor da olabilirdi. Aslında gerçekten istediğimde buydu. İçten içe şüphelerimin doğru çıkmaması için Allah'a yalvarıyordum. Ustam benim için hep aynı kalsın istiyordum.

Düşüncelere boğulmuşken dış kapının açılma sesi beni kendime getirdi. Hemen sayfaları kapatıp geçmişi sildim. Daha önceden okuduğum bir kitabı açtım ve onu okuyormuş gibi yaptım. Ustam yukarı seslendi "Çınar yemek yiyecek misin?". "Hayır." Demekle yetindim. Ustam yukarı çıktı. Ustama bakarken onun gizli odasına gözüm takıldı. Bu eve ilk geldiğimde bana her yeri göstermiş ve bu odadan kesinlikle uzak durmamı tembihlemişti. Bu zamana kadar hiç merak etmediğim o odayı şimdi deli gibi merak ediyordum. Acaba o odada ne vardı? O odaya bir şekilde girmeliydim. Ama nasıl? Anahtar sadece ustamda vardı. Üstelik o anahtarı şimdiye kadar hiç görmemiştim.

Birkaç gün boyunca bu konuyu düşündüm. Elimde ustamla patlamalar arasına bir ilişki olduğuna dair somut bir kanıtım yoktu. Sadece şüphelerime kapılarak ustamı böyle bir şeyle suçlarsam ve o suçsuz çıkarsa ona çok büyük bir haksızlık yapmış olacaktım. Üstelik beni sokaklardan ve o berbat yurttan kurtarmıştı. Öz çocuğu gibi görmüştü ve ne istersem yapmıştı. Eğer suçsuz çıkarsa ona karşı telafisi olmayan bir hata yapmış olurdum ve bir daha hiçbir şey eskisi olamazdı. Çok düşündüm. Saatlerce hatta günlerce düşündüm. Ama beynimde dolanıp duran şüphe bulutlarını dağıtamadım.

Sonunda bir karar aldım. O odaya bakacaktım ve eğer bir şey bulamazsam bu işin peşini bırakacaktım. Bir daha da asla böyle düşüncelere kapılmayacaktım. Ustama yakalanmamak için bir plana ihtiyacım vardı. Hem de çok iyi bir plana. Çünkü ustam çok zeki bir adamdı. Ona hissettirmeden o odada ne olduğuna bakmalıydım. İçimden bir ses o odada şüphelerime cevap olduğunu söylüyordu. Gece uyuyana kadar düşündüm. Sonunda bir plan bulmuştum.

Sabah erkenden uyanıp işe gittim. İşteyken sürekli yaptığım planı düşünüyordum. Mükemmel bir şekilde uygulamalıydım ve ustamın ruhu bile duymamalıydı. Öğle arası her zaman ki gibi eve geldim. Ustama "Usta anahtarımı kaybettim senin anahtarını verir misin? Yemek yiyip hemen işe gideceğim." Dedim. Ustam sinirlendi "Çınar sana bu konuda dikkat etmen gerektiğini daha önce de söyledim. Bir daha ki sefere daha dikkatli ol yoksa kalbini kırabilirim." Dedi dişlerini sıkarak. Ustamın bu denli sinirlenmesi o odada ne olduğuna dair merakımı daha da arttırmıştı. Ustam sakin bir adamdı. İlk defa bana sesini bu kadar yükseltmiş ve beni üstü kapalı tehdit etmişti. "Tamam usta." Dedim bana uzattığı anahtarı alırken.

Eve girdiğimde hemen üst kata koştum. Gizli odanın üstündeki asma kilidin markasına baktım. Sonra ustamın anahtarlığından aynı markadaki anahtarı çıkardım ve denedim. Doğru anahtarı bulmuştum. Anahtarı diğerlerinden ayırdım ve kargaburnunu alıp mutfağa geçtim. Ocağı yaktım ve gizli odanın anahtarını kargaburnuyla tutarak ısıtmaya başladım. Bir süre sonra anahtarın ısıttığım tarafı siyahlaşmaya başladı. Tamamen siyahlaşıncaya kadar bekledim. Anahtar istediğim gibi simsiyah olduğunda ocakta ısıtmayı bıraktım. Soğuması için bir müddet bekledim.

Soğuyunca bir yapıştırıcı bandı anahtarın siyah yüzüne yapıştırdım. Anahtardaki siyahlık yapıştırıcı bandın üzerinde iz bırakmıştı. Sonra bandı bir kavanoz kapağına yapıştırdım. Anahtarın izinin kavanoz kapağının üstünde çıkmasını istiyordum. Bandı kaldırdığımda istediğim olmuştu. Makas yardımıyla kavanoz kapağındaki izleri takip ederek kopya anahtarımı elde ettim. Hemen yukarı koştum. Anahtarı denedim ve açıyordu. Planımın işliyor olması sevindiriciydi.

Şimdi sırada ısıtırken siyahlaşan anahtarı eski rengine çevirmek vardı. Bir bardağa çamaşır suyu doldurup anahtarı içine attım. Küçük turşu maşasıyla çamaşır suyunun içindeki anahtarı çıkardım ve bulaşık teliyle yıkadım. Siyahlık tamamen gitmişti. Anahtarı tekrar anahtarlığa taktım. Çamaşır suyu dolu bardağı götürüp klozete döktüm. Sonra bardağı götürüp bulaşık makinesine yerleştirdim. Tezgâhın üstünü son kez kontrol ettim. Hiçbir iz bırakmadığımdan emin olunca evden çıktım.

Anahtarı ustama verip ve hızlıca bakkaldan çıkarken ustam "Bu acelen ne evlat?" diye sordu. "Geç kaldım." Dedim ve çıktım. Aslında anahtarı bir anahtarcıya götürüp sadece birkaç dakikada kopyayı elde edebilirdim. Ancak bu çok büyük bir risk olurdu. Esnaflar kendi aralarında hep sohbet ederlerdi. Benim anahtar kopyaladığım bir şekilde ustamın kulağına gelebilirdi. Bu da benim için hiç iyi olmazdı. Sonuçta amacıma ulaştım ve bunu hangi yolla başardığımın şimdilik bir önemi yoktu. O odaya girecek anahtarım vardı. Planım şimdilik güzel işlemişti ama asıl zor olanı bundan sonrasıydı. Ustama hissettirmeden o odaya girmek çok zor olacaktı.

İş çıkışı eve gittim. Yemek yedikten sonra ustamın yanına bakkala gittim. Ustamı çok seviyordum. Onun babamın ölümüyle bir bağlantısının olması ihtimali bile beni çok üzüyordu. Bir yandan da beni o rezil yurttan kurtarıp neredeyse istediğim her şeyi yapan, beni öz oğlu gibi gören bir adama karşı böyle şüpheler duymaktan utanıyordum. Fakat yapmam gerekiyordu. O odaya bakmazsam ustama bir daha asla eskisi kadar güvenemezdim. Ustam düşüncülerle boğuştuğumu görünce "Hayırdır evlat. Son zamanlarda çok dalgın görüyorum seni. Eğer bir şey varsa söyle. Biliyorsun ki elimden gelen her şeyi yaparım." Dedi.

Yüzündeki meraklı ifade bana sahte gelmişti. Ustamın daha önce herhangi bir şeyinden şüphe etmemiştim. Ama şimdi duyduğum bir tek kelimeden sonra içime bir şüphe kurtçuğu yerleşmişti ve o küçük kurtçuk hızla büyüyordu hem de beynimi kemirerek. Ustamın yüz ifadelerinden, davranışlarından dahi şüphe etmeye başlamıştım. Demek ki şüphe de çığ gibiymiş. Nasıl ki çığ küçük bir kar kütlesinin kopmasıyla başlayıp kocaman evleri yutan bir canavara dönüşüyordu, şüphe de küçücük bir kelimeden başlıyor ve sonra koca bir insanı yutacak bir canavar oluyordu. Evet, içimdeki şüphe ustamı giderek yutuyordu. O iyilik meleği adam gidiyor yerine bir katil geliyordu. Babamın katili...

"Hey kendine gel evlat! Yine daldın gittin." Diyerek yine beni düşünce dünyamdan çekip çıkardı. "Babam geliyor aklıma usta." Dedim sesimdeki hüzün ne ara gelmişti? Ne zaman babamdan bahsetsem hüzün kendiliğinden gelip sesimdeki yerini alıyordu. Birden gözüm ustamın kızaran yüzüne takıldı. Bu ifade bana yabancı değildi. Küçükken bir suç işlediğimde yüzümde aynen böyle bir kızarma oluyordu.

Evet, bu suçluluk ifadesiydi. "Bazı şeyleri biz belirlemiyoruz evlat. Kader diye bir şey var. Bazı şeyler orada yazılmış. Ne yapsak fayda etmiyor. İstediğimiz kadar ağlayalım, dua edelim ya da düşünelim boşuna. Hiçbir şey geri getirmiyor gidenleri. Yapacağımız tek şey bu gidişleri kabul edip hayatımıza devam etmek. Eminim onlar da bizden böyle yapmamızı isterlerdi." Dedi. "Haklısın usta." Dedim. Yüzümdeki sahte tebessüm ustamı kandırmaya yetmişti sanırım.

Bakkalı kapatıp eve gittiğimizde ustama uyumak istediğimi söyleyip odama çekildim. Yatağımda uykuyu beklerken, babamdan bahsederken ustamın yüzündeki ifadeyi hatırladım. Kararımı vermiştim ne pahasına olursa olsun o odaya bakacaktım. Çünkü o ifadenin suçluluk ifadesi olduğuna emindim.

Küçükken Filiz ve annem yüzümdeki ifadelerden neler düşündüğümü ya da neler hissettiğimi anlarlardı. Ben hep onlara özenirdim. Bunu nasıl yaptıklarını merak ederdim. Şimdi belki de ilk kez bir insanın yüzündeki ifadenin ne anlama geldiğinden eminim. Ustamın yüzündeki ifade açıkça "Ben suçluyum." Diyordu. Artık insanları anlıyordum. Büyüdüğümden mi yoksa ticaretle uğraştığımdan mıdır hiçbir önemi yoktu. Ben ustamın suçsuz çıkmasını istiyordum. Bütün yaşananlar onun aleyhine de olsa ben hala ona kıyamıyordum. Hatta keşke gözlerim kör olsaydı da, yüzündeki o ifadeyi hiç görmeseydim, kulaklarım duymasaydı da, o kelimeyi hiç işitmeseydim, diyordum. Ancak içimdeki şüphe beni tamamen esir almıştı. Artık mümkünü yok, duramazdım. Önünde sonunda bu şüpheden kurtulmam şarttı.

Ertesi gün işe gittim. Öğle arasına kadar hep ne zaman odaya bakabilirim diye düşündüm ama doğru zamanı bir türlü bulamadım. Yemek için eve gittiğimde bakkal kapalıydı. Yandaki kuaför Necati amcaya sordum. Ustam hale gitmişti. "Ben bunu neden düşünemedim?" diye sordum kendime. Ustam belli aralıklarla sebze haline giderdi. Elbette ki en iyi fırsat şimdiydi. İşte aradığım fırsat ayağıma gelmişti. Doğru zamanı kader göstermişti. Ustam 2-3 saatten önce gelmezdi.

Eve girdim koşarak yukarı çıktım. Odanın önüne geldiğimde nefes nefeseydim. Anahtarı cüzdanımdan çıkardım. Asma kilidi tuttum. Anahtarı takmakta güçlük çekiyordum çünkü ellerim titriyordu. Sonunda taktım ve anahtarı çevirdim "Çıt". Kilit açıldı. Kilidi çıkardım. Kapı koluna elimi koydum. Bu kapının ardındakiler hayatımı değiştirebilirdi. Kapı kolunu aşağı indirdim ve kapıyı ittim. Kapı gıcırdayarak açılmaya başladı.

İnstagram: bzkrtmslm1

Kitabın instagram sayfası: bir_cinarinfilizi (Şuanda harika bir kitap çekilişi yapılıyor. Bakmanızı tavsiye ederim.)

Kitabı hangi ilden okuyorsunuz? :)

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro