YARALI
"Ancak yarası olan anlar yaralının halinden. Ancak başka bir yaralı merhem olabilir yaraya."
Ertesi sabah ustam yine erkenden uyandırdı. Kahvaltımızı yapıp yola koyulduk. Ustamın işlerinden dolayı ertelediğimiz evlat edinme işlemi için resmi dairelere gidecektik. İlk Aile ve Sosyal politikalar bakanlığı il müdürlüğüne gidip başvuru yaptık. Orada da bir sürü belge istediler. Nüfus müdürlüğü, Adalet sarayı, devlet hastanesi derken bütün gün koşturduk.
Bütün belgeleri tamamlayıp teslim ettiğimizde altı ay içinde ustamın evini ve iş yerini ziyarete geleceklerini söylediler. Neden bu kadar uzun bir süre verdiklerini anlayamamıştım. Üstelik başvuru yapan insan sayısı çok da değildi. Alt tarafı bir heyet gelip birkaç saat ustamla konuşup gidecekti. Daha doğrusu ben öyle zannediyordum. İlerleyen günler bana öyle olmadığını çok iyi gösterdi.
Eve döndüğümüzde ustam yemek yapmaya koyuldu. Çok maharetli bir adamdı. Lezzetli yemekler yapıyordu. O yemek yaparken ben de aklıma takılanları sordum. "Usta altı ay içinde geliriz dediler. Sence ne zaman gelirler?" Diye sordum. Bu soruyu sormamın sebebi işlemlerin çok uzamasından duyduğum endişeydi. "Merak etme evlat. Çok uzun sürmez. Ben halledeceğim." Dedi. Kendinden emin olması bana güven veriyordu ama bir sorun çıkma ihtimali de beni endişelendiriyordu.
Yemeğimizi yedikten sonra bakkala geçtik. Ustam "Bir haftadır seni gözlemliyordum. Buraya gelmeden önce hiç birine bir şey sattın mı?" diye sordu. Hafızamı kurcaladım ama hiçbir şey bulamadım. "Hayır usta." Dedim çekinerek. Ustam şaşırdı. "Hiç mi yok? Biraz daha düşün bakalım. Daha önce bir yerde falan da mı çalışmadın?" diye sordu. Küçük bir tecrübe bile ona yetebilirdi ama ne yazık ki o bile yoktu.
"Amcam işleri kötüye gidince bize çok kötü davranıyordu ama hiçbir zaman bizi maddi yokluk yaşatmadı. Bir işte çalışmaya hiç ihtiyacım olmadı." Dedim. Amcamın iyi bir yönünü bulmuştum galiba. Neredeyse istediğim her şeyi bana almıştı. Ama yaşattığı manevi yokluk bu iyi tarafını gölgelemişti. "Bu iyi olmadı. Demek ki sıfırdan başlamamız gerekiyor." Dedi. Sesine yansıyan hayal kırıklığını gizleme çabası yetersizdi.
Biraz düşündü. Sağa sola bakındı. Sanırım nereden başlaması gerektiğini düşünüyordu. Bilge bir ses tonuyla "Ticaretin iki temel yasası vardır: Arz ve talep yasası. Dükkâna bir müşteri geldiğini düşün. Müşteri senden bir şey satın almak ister yani bir şey talep eder. Sen satıcı olarak elinde satılmaya hazır olan malı piyasadaki belli fiyata göre müşteriye arz edersin yani ona sunarsın. Eğer müşterinin talebiyle senin yani satıcının arzı birbirini karşılarsa o zaman başarılı bir ticaret gerçekleşir ve kâr edersin. Eğer müşterinin talebine yaptığın arz yetersiz ise malı satamaz dolayısıyla da zarar edersin. Aslında bütün ticaret kuralları temelde bu iki yasaya dayanır." Dedi.
Söyledikleri kafa karıştırıcı gelmişti ama anlamıştım. O sırada ustam dışarıda ekmek alan müşteriyi gösterdi. "Görüyor musun? Müşterinin bizden talebi ekmek biz de ekmek dolabıyla arzımızı yaptık. Şimdi dolaptan ekmek alıp gelecek. Parasını ödeyince de başarılı bir alışveriş gerçekleşmiş olacak." Dedi. Ustamın verdiği bu canlı örnekle taşlar yerine oturmuştu.
Ustam anlattıkça kafam karışıyor sonra gelen bir müşteriyle örnek verince anlıyordum. Saat onu geçiyordu. Dükkânı kapatma vakti yaklaşıyordu ki bir müşteri geldi. İri yarı, kapıdan zor geçen bir adamdı. Sarışın, yeşil gözlüydü. Görüntüsü ürkütücüydü. Ustam onu görünce bakkaldan direkt avluya açılan kapıyı işaret ederek "Hadi sen eve git. Ben de birazdan gelirim." Dedi. Sesindeki ciddiyet rahatsız edici olsa da dediğini yapma mecburiyeti hissettim.
Avluya çıktım ama eve girmedim. İçeride ne olacağını merak ediyordum. Ustamla adam konuşmaya başladılar ama hiçbir şey anlamıyordum. İlk başta sesleri az geliyor diye kelimeleri yanlış anladığımı düşündüm ama kulağımı kapıya dayayınca sesin az gelmesiyle bir alakası olmadığını anladım. Çünkü yabancı dilde bir şeyler konuşuyorlardı. Sanırım Almanca konuşuyorlardı. Lisede Almanca derslerinde uyumasam belki bir şeyler anlayabilirdim.
Hararetli konuşmalarına bakılırsa anlaşamadıkları bir konu vardı. Tartışma biraz daha sürdü. Sonra iri adam "Çocuk, sana ayak bağı olacak. Onu evlat edinmekle hata yapıyorsun!" dedi kızgın bir ses tonuyla. Ustam "Yanılıyorsun." Demekle yetindi. Adam "Göreceğiz." Dedikten sonra kalktı ve yürümeye başladı. Kapının kapandığını duyunca gittiğini anladım. Koşarak içeri girdim. Çünkü birazdan ustam da gelirdi. Üst kata çıkıp elime yarım kalan "Falaka" kitabını alıp okur gibi yaptım.
Okuyamıyordum çünkü beynimin içinde bir sürü soru dönüp duruyordu. O adam kimdi? Neden ustamın beni evlatlık almasını istemiyordu? Ayak bağı olacağımı iddia ederken neyi kastetmişti? Ayak bağı olma iddiası bana saçma gelmişti. Çünkü dükkânda mümkün olduğunca ustama yardım etmeye çalışıyordum. Bana söylediklerini dikkatlice dinliyor ve öğrenmeye çabalıyordum. Zihnimde bu düşünceler dolaşıp dururken ustamın alt kattan seslenişini duydum "Çınar!".
Aşağı indim "Efendim usta." Dedim. "Yemeği ısıtacağım sen de yer misin?" diye sordu. "Evet." Dedim. Mutfağa geçtik. Aklımda dönüp duran sorulara cevap bulamıyordum. Sonunda dayanamayıp sordum. "Usta o adam kimdi?" diye sordum. Bir cevap alacağımdan endişeliydim. "Almanya'dan bir arkadaşım." Dedi. "Almanya mı?" diye yeni bir soru sordum. Ustam yemeği masaya koydu.
Tabaklarımızı doldurduktan sonra "Bak evlat, hani sana bir şeyler anlatmıştım ya, anlattıklarımı mahalledeki çoğu esnaf bile bilmiyor. O yüzden sakın kimsenin yanında ağzından bir şey kaçırma. Benim babam işçi göçüyle gidenlerden değil. Ben Almanya'ya kaçak giden bir işçinin oğluyum. Babam annemle vatandaşlık alabilmek için evlenmiş ama hesapta ben yokmuşum. Babam oturma iznini alır almaz annemden boşanmış. Annem de ona babamı ve yaptığı yanlışı hatırlatıyorum diye beni yurda vermiş.
Bu gelen adam da o yurttan eski bir arkadaşım." Dedi. "Bütün çocukluğun boyunca yurtta mı kaldın?" diye sordum şaşkınlıkla. "Evet evlat. Hem de on sekizime kadar. O yurdu ve yaşadıklarımı unutabilmek için kaçtım buralara geldim ama hala bazı geceler rüyalarıma giriyor." Dedi. Hüzün dolu bu cümleden sonra geçmişini daha fazla kurcalayıp ona acı vermek istemedim.
Sessizce yemeğimi yedim. Yemeğimiz bittikten sonra ustam "Eee kitap okumaya geliyor musun?" diye sordu gülümseyerek. "Geliyorum tabi ki." Dedim. Yukarı çıktık. Kitaptan daha beş sayfa okumuştum ki göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı. "Usta ben uyumaya gidiyorum." Dedim. Kafasını kitaptan kaldırmadan "İyi geceler." Dedi. Odama gidip uyudum.
Her geçen gün ustamla samimiyetimiz artıyordu. Sıra dışı yöntemleriyle bana ticareti öğretiyordu. O zamana kadar hiç iş tecrübem olmamasına rağmen artık iyi bir bakkal çırağı olduğum söylenebilirdi. Ustamın işi çıktığında beni bakkala bırakıp, gidebiliyordu. O işlerini halledip gelene kadar ben işleri idare ediyordum.
Bir gün ustamla yine ticaret üstüne konuşurken ustamın gözü ileride bir yere takıldı. Dönüp baktığımda orta yaşlı bir kadını gördüm. Karşı kaldırımdaydı ve bakkala gelecekti büyük ihtimalle. Ustam müşterilerin kendisini göremeyeceği bir yere geçip oturdu. "Beni soran olursa burada olmadığımı söyle. Burada oturup seni gözlemleyeceğim." Ustamın bu hareketi beni şaşırttı. Neden böyle bir şey yapma gereksinimi duyduğunu merak ettim.
Bu davranışının bakkala gelen kadınla bir ilgisi olmalıydı. Birkaç dakika sonra kadın kapıda gözüktü. İçeriye göz gezdirdi. Kapıda durup "Uğur yok mu çocuğum?" dedi merakla. "Ustam yok. Ne zaman geleceğini de bilmiyorum." Dedim net olmaya çalışarak. Kadın daha da yaklaştı. Neredeyse iki büklüm olacaktı. Yakından bakınca o kadar da küçük olmadığımı anlamış olmalıydı ki bu kez benimle konuşurken başka bir hitap kullandı "Kardeşim ben veresiye alacaktım. Ustan olsa o hep yardımcı olurdu bana. Beyim inşaatta çalışıyor, akşam geldiğinde hemen para alır, gelirim." Kadın öyle bir konuşuyordu ki yalvarır gibiydi.
Açıkçası haline üzülmüştüm. İnşaat işçilerini biliyordum. Çok fazla para kazanmazlardı ama her akşam günlük ücretlerini alırlardı. Ustama baktım ama hiçbir tepki vermedi. Tekrar kadına baktım. Kadın bana samimi gelmişti. O bence gerçekten muhtaçtı. Bir süre kararsız kaldım. "Ne istiyorsun?" diye sordum kadına. Kadın sevinçle isteklerini saydı. Ben isteklerini verdikçe o arttırıyordu. Fazla olmaya başladığını hissettiğimde "Kusura bakmayın ustam olmadan daha fazlasını veremem." Dedim.
Kadın boynunu büktü. Haline acıdım ama daha fazlasını da veremezdim. Çünkü kadın durmak bilmiyordu. Bakkalın hepsini versem de o yine istemeye devam ederdi. "Tamam kardeşim. Hüseyin Berkis'in hesabına yazarsın aldıklarımı." Kadın üzülmüştü, ben de üzüldüm. Veresiye defterini çıkarıp söylediği ismi aramaya başladım. İsmin olduğu sayfayı bulduğumda gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ustam sayfanın altına kırmızı kalemle kocaman bir puntoyla "VERESİYE VERİLMEYECEK." Yazmıştı.
Dönüp ustama baktım. "Sınavı geçemedin evlat." Dedi. Önce üzüldüm, sonra sinirlendim. "Beni enayi yerine koydu kadın. Ben de hemen inandım." Dedim öfkeyle. "Hayır, sen enayi değilsin. Sen onun yardıma muhtaç olduğunu düşündüğün için yardım etmek istedin. Muhtaç birine yardım etmeye çalışmak erdemli bir davranıştır. Karşındaki insan seni kandırıyorsa, rol yapıyorsa bu kendi ayıbıdır. Evet, senden bir şeyler koparabilir ama aldıklarıyla sadece günü kurtarır. Bize gelip gerçekten muhtaç olduğunu söyleyip, parası olmadığını belirtse biz yine ona yardım ederdik. Ancak o yalan söylemeyi seçmiş. Bazı insanlar böyledir. Onların iyi tarafları, kötü taraflarına yenilmiştir. Burada senin doğru yaptığın şey kadını belirli bir sınırda durdurmaktı. Yoksa kadın bakkalın hepsini alıp giderdi. Dikkat et arada bir gelir böyle ama ona acımamalısın. Karşındaki insanı iyi gözlemlemelisin. Yalan söylüyorsa mutlaka onu yakalarsın. Duygularını kontrol altında tutmalısın. Her fakirim diyene de zenginim diyene de inanmamalısın. Onları gözlemleyip kararı sen vermelisin." Ustam haklıydı.
Kadın ne dediyse hemen inanmıştım. Oysa biraz düşünsem kadının isteklerinin ardı arkasının gelmemesinden onun yalan söylediğini anlayabilirdim. Sonuçta bir inşaat işçisinin gündelik parası belliydi ve bu kadının aldıkları o miktardan çok fazlaydı. Kadın aldıklarının ne kadar tuttuğunu bile sormamıştı. Borcunu ödeyecek bir insan aldığı her şeyin fiyatını sorar, çok pahalı ürünleri almaktan kaçınırdı.
Bir an duygularımı yönetememek bizi zarar ettirmişti. Bundan sonra insanlar karşısında sakinliğimi koruyacaktım. Onların her dediğine inanmayacaktım. Ustam ne düşündüğümü anlamıştı o bildik babacan tavrıyla omzuma vurup "Üzülme evlat. Ders çıkar yeter." Dedi gülümseyerek. "Tamam usta." Dedim. Olmuş, bitmiş bir şeyin ardından üzülmek mantıksızdı. Gereken dersi almıştım.
Bir başka akşam ustamla bakkal hakkında konuşuyorken içeri bir kız girdi. Kızıla yakın saçları, birer nazar boncuğuna benzeyen gözleri vardı. Sesindeki tatlılık etkileyiciydi. Anıların rüzgârına kapılıp gitmemi sağlayan özelliğiyse, Filiz'e benziyor oluşuydu. Onu görür görmez aklıma Filiz ile yaşadıklarımız gelmişti. Gece yastığa başımı her koyuşumda aklıma annem ve Filiz mutlaka gelirdi.
Gün içerisinde işlerle uğraştığım için çok fazla onları düşünmeye fırsatım olmazdı. Şimdi bu genç kızı görünce anılarımız gözlerimin önüne gelmiş, dalıp gitmiştim. Filiz'i ve annemi çok özlediğimi fark ettim. Annemin şefkat ve merhamet kokan sarılmalarını, öpmelerini çok özlemiştim. Filiz o güzel gülümsemesini de alıp gittiğinden beri içimde hep bir boşluk kalmıştı.
Hiçbir zaman birbirimize itiraf etmemiş olsak da ikimizde birbirimiz sevmiştik. O benim ilk aşkımdı. Yaşım büyüdükçe bunu daha iyi kavrıyordum. Gittiğini bilmeme rağmen ondan vazgeçemememin sebebi onu unutamayacağımı düşünüyor olmamdı. Düşünce dünyamdan beni çekip alan şey, yanaklarımdan süzüldüğünü hissettiğim gözyaşlarım oldu. Hemen gözlerimi sildim. Ustam beni izliyordu.
"O kız sana kimi hatırlattı?" diye sordu. Ustamın yüzüme bakarak her şeyi anlayabilmesini seviyordum. "Filiz'i" dedim kısık bir sesle. Bir evladın babasına sevdiğini söylerken çekinmesi gibi ben de ustama söylerken çekinmiştim. Ustam Filiz'i biliyordu "İnsanın ilklerini unutması çok zordur. İlk aşkını unutması daha da zordur. Unutmaya değil kabullenmeye çalış. Evet, sen onu çok sevdin ama o gitti. Üstelik neden gittiğini bile söylemedi. Belki giderken bir adres ya da telefon numarası bırakabilirdi. Ancak geride hiçbir iz bırakmadan sana doğru düzgün bir veda bile etmeden gitti. Gençlik çağındasın, enerjinin yerinde olduğu, kanının coşkuyla aktığı zamandasın. Artık hayatına kaldığın yerden devam etmelisin. Belki de yeni bir kız arkadaş edinmelisin."
Konuşmasının burasında araya girmeye çalıştım ama ustam ne diyeceğimi tahmin etmişti. "Eninde sonunda bir gün hayatına yeni birileri girecek. Sonsuza kadar Filiz'in dönmesini bekleyemezsin. Hem bakkala gelen genç kızların sana nasıl baktıklarını da gördüm." Ustamın bu son cümlesiyle önceki dediklerini unuttum.
Merakla sordum "Nasıl bakıyorlar ki?". "Fark etmemen için kör olman gerek Çınar. Sen yakışıklı bir çocuksun. Kızlar da bunun farkında ve eminim seninle konuşup tanışmak isteyenler vardır." Dedi muzip bir ifadeyle. Hiç fark etmemiştim. Çünkü dediği gibi kördüm. Aklıma Filiz'den başkası hiç gelmemişti. Ancak yine de umursamadım.
"Ben Filiz'i unutmuş değilim. Onu hala severken başka birisiyle bir şeyler yaşamaya çalışmam doğru olmaz." Dedim. Ustam "Haklısın. Aklında biri varken başkasıyla konuşmak en hafif tabirle ayran gönüllülük olurdu. Ancak sonsuza kadar da onu bekleme. Eğer kalbini yeniden harekete geçirecek birini bulursan onu kaçırma." Dedi. "Tamam." Dedim sadece.
Konuşmanın daha fazla uzamasını istemiyordum. Ustamla böyle şeyler konuşmaya alışkın değildim ve utanmıştım. Ustamın haklılık payını da göz ardı edemezdim. Filiz gideli neredeyse iki yıl olmuştu. Gittiğinden beri ondan en küçük bir haber bile alamamıştım. Yurttan kaçıp mahalleye gittiğimde babasının tayininin çıktığını öğrenmiştim o kadar. Bu işte amcamın parmağı olabilirdi ama benim bir suçum yoktu.
Filiz'in bana veda bile etmeden gidişi bana çok dokunmuştu. Sanırım ailece artık beni istemiyorlardı. Benim de bu gerçeği kabullenip hayatıma devam etmem gerekliydi. Belki hemen olmazdı ama bundan sonra çevremdeki kızlara duyarsız kalmayacaktım. Beni bırakıp gitmiş birini daha fazla beklemek aptallıktan başka bir şey değildi.
TEŞEKKÜR NOTU: Kitap sıralamalarda baya yükselmiş. Ayrıca son bölümlere verdiğiniz oylarla sınır olmasına gerek olmadığını bir kez daha gösterdiniz. Hepinize teşekkür ediyorum. Küçük bir ricam var. Mümkün olduğu kadar yorum yapın ve kitabı arkadaşlarınıza tavsiye edin. Hep birlikte bu kitabı daha iyi yerlere taşıyalım. Hepinizi çok seviyorum :)
İnstagram: bzkrtmslm1
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro