YALAN
"İnsan yalan söyleyerek karşısındakini kandırdığını sanır. Oysa kandırdığı kendinden başkası değildir."
Birisi beni dürtünce kendime geldim. Gözlerimi açtığımda yanımda Yeliz'i gördüm. İnsanların çoğu gitmişti. Bazıları da benim gibi oldukları yere sızmıştı. "Hadi gidelim." Dedi Yeliz. Hiçbir şey demeden ona eşlik ettim. Başım hala dönüyordu. Kendimde değildim. Çadıra ne zaman geldiğimizi anlamadım bile. İnsan sarhoşken zamanda bir bükülme oluyordu. Saatler, dakikalar hiç olmadığı kadar hızlanıyordu. Belki de sarhoşlar bu yüzden sürekli içiyorlardı. Yeliz beni uyku tulumuna yatırdı. Ancak kendisi çıkıp gitmedi. Çadırın kapısını kapattı.
Dudaklarımı ne zaman öpmeye başladığını anımsayamıyorum. Dudaklarım ve yüzüm de uyuşmuştu. Kulağıma eğilip "Beni afettin mi?" diye sordu. Ses tonu içimi gıdıkladı. Kısık bir sesle, fısıltıya yakın bir ses tonuyla konuşmuştu. Hemen sonra boynumu öptü. Sıcak nefesini, ılık bir meltem gibi boynumda hissettim. Ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Ancak uyuşmuş bedenimle ona eşlik etmem imkânsıza yakındı. Ben kendimi üstüme çöken ağırlıktan kurtarmaya çalışırken, o kıyafetlerini çıkarıyordu. Beyaz tenini gördüğümde onu daha çok arzuladım. Ancak uyku bütün vücudumu esir almaya başlamıştı. Beni soymaya çalışması son hatırladığım şey oldu. Uyku zaferini ilan etmişti. Yeliz'in bütün çabalarına rağmen ben uyumuştum.
Sabah uyandığımda Yeliz yanımda uyuyordu. Çırılçıplak olmamıza bakılırsa amacına ulaşmış olmalıydı. Kendimi kullanılmış hissettim. Sonra bunun aptalca olduğunu düşünüp güldüm. Hareket etmem Yeliz'i uyandırmıştı. "Demek uyandın, uyuyan yakışıklı." Deyip gülmeye başladı. Uzandığı yerden kalktı. Dudaklarımı öpmek için eğildiğinde tenlerimizin temasıyla ürperdim. Yeliz ne olduğunu anlayıp güldü. Ancak yine durmadı. Dudaklarımı öperken üstüme çıkmıştı bile.
Neler olduğunu anlamamıştım. Bu duygular bana çok yabancıydı. Yeliz üstünü giyerken nereye gittiğini sordum. Kahvaltılık bir şeyler hazırlayacağını söyledi. "Kahve de yapar mısın?" dedim. "Sen istersin de ben yapmaz mıyım?" dedi gülümseyerek. Daha dün tanıştığım bir kızla böylesine samimi olmak, hatta onunla birlikte olmak benim mizacıma çok tersti. Ben hiçbir zaman insanlarla böyle hızlı bir şekilde arkadaş olmayı başaramamıştım. Ancak olayların böyle hızlanmasının yegane sebebi Yeliz idi.
Ben de uzun zamandır yalnız sayılırdım ve bu yaşananlar hoşuma gitmişti. Aklımda bir soru dönüp durmaya başladı. Acaba yolda otostop çekerken ben değil de başka bir araba dursaydı aynı şeyleri onunla da yaşar mıydı? Yeliz çadırın kapısından kafasını uzatıp "Kahvaltı hazır." Dedi. Sesi insana yaşam enerjisi veriyordu. Düşündüklerimin aşağılık şeyler olduğunu anlayıp utandım. Kimseyi yargılamaya, sorgulamaya hakkım yoktu. Yeliz bana bir şey vaat etmiyordu. Yalnızca ikimiz de güzel anlar yaşıyorduk. Bu andan sonra zihnimi saçma sorulardan kurtardım. Tek amacım anı yaşayıp, tadını çıkarmak olacaktı.
Kahvaltımızı yaparken Yeliz tereyağında yumurta yapmıştı. Hayır, buna omlet denemezdi. Bir omletten çok daha fazlasıydı. Kahvaltımızı yaparken ileride bize el sallayan Tuğçe ile Burak'ı gördüm. Ben de onlara el salladım. Yeliz arkası dönük olduğundan merak edip kime el salladığıma baktı. O da onları görünce el salladı. Bu gereksiz sevgi tomurcuğu halleri beni bunaltmıştı. Kahvaltımızı bitirdikten sonra Burak ve Tuğçe yanımıza geldiler. Nehirde yüzeceklerini bizim de eşlik edip etmeyeceğimizi sordular. Yeliz hemen cevap verdi "Üstümü değişip geliyorum." Dedi. Cevabı beni şaşırttı.
"Sen yüzme biliyor musun?" diye sordum. "Tabi ki biliyorum." Dedi kendinden emin bir şekilde. "O zaman dün neden yüzmedin? Az kalsın boğulacaktın." "Nereden bilebilirdim aptalın birinin beni nehre iteceğini? Hazırlıksız yakalandım. O yüzden dengemi sağlayamadım. Su yutunca da bilincim kapandı." Burak ile Tuğçe bıyık altından güldüler. Yeliz'in sözleri onları eğlendirmişe benziyordu. "Siz gidin. Ben yüzme bilmiyorum." Dedim. Üçü birden senkronize bir şekilde bana dönüp "Ne?" dediler. Hepsi şaşırmıştı.
Yeliz "Bu söylediğin doğru olamaz. Dün beni sen kurtardın." "Evet seni ben kurtardım. Sen boğulurken kayıtsız kalamazdım. Üstelik ben atmıştım seni. Öyleyse ben kurtarmalıydım." Dedim. Yeliz cümlemi bitirmemi bekliyormuş gibi hemen beni öptü. Kollarını boynuma dolamıştı. "Ölebilirdin. Benim için canını tehlikeye mi attın?" dedi. Yüzündeki gülüşe engel olamıyor gibiydi. Fazlasıyla hoşuna gitmişti, bu hareketim. Cevap vermek yerine ben de onu öptüm.
Burak ve Tuğçe yanımızda olduklarını belli etmek için hafifçe öksürdüler. Ben onları tamamen unutmuştum. Hemen ayrıldık. İkimizde utanmıştık. Burak eğer istersem yüzme konusunda yardımcı olacağını söylediğinde kabul ettim. Hep birlikte nehre gittik. Burak usta bir yüzücüydü. Suyun altında uzun süre kalabiliyor, sırt üstü bile yüzebiliyordu. Bir öğrenciymişim gibi beni eğitmeye başladı. İyi bir öğrenci olmam onu heveslendirmişti. Eğitimler çok uzamadan acemice de olsa kendi başıma yüzmeyi öğrenmiştim.
Yüzmekten sıkıldığımızda nehirden çıktık ve kurulandık. Burak ağaca salıncak kurmayı teklif etti. Bu çocuk neden hiç durmuyor diye düşündüm. Sürekli bir aktivite buluyor, hiç dinlenmek istemiyordu. Sanki dinlemeye alerjisi var gibiydi. Biraz dinlendikten sonra dediğini yaptık. Tabi bizden çok kızlar bindiler. Ancak eğlenceli olmuştu. Yeliz'i öyle hızlı sallamıştım ki, durmam için bana yalvarmıştı. Korkması hoşuma gidiyordu. Ama daha fazla hızlanmamıştım. Salıncak çok da sağlam bir şeye benzemiyordu. Ona bir şey olmasını istemiyordum.
Öğlen olduğunda acıkmıştık. Biraz yeşillik bulan her Türk gibi biz de mangal yaptık. Çalı çırpı toplayıp mangalı yaktık. Etler pişerken etrafa güzel bir koku yayıyordu. Gece olduğu gibi etrafımıza insanlar toplandı. Her gelen yine elinde yiyeceğiyle geldi. Büyükçe bir bez verdi biri. Yere serdik ve etrafında toplandık. Herkes yanında ne varsa sofraya koydu. Yaklaşık on beş kişilik büyük bir sofra kurulmuştu. Herkes birbiriyle sohbet ediyor kaynaşıyordu. Aslında buradaki herkes iyi insanlara benziyordu. Sanırım doğa insanı rahatlatıyor dediklerinde kast ettikleri şey buydu.
Belki de insanları vahşileştirip birbirine düşüren şehirlerdi. Şehirlerdeki imkanların çokluğu insanları hırslandırıyor olabilirdi. İnsanlar kendilerinden daha iyi durumda olanları gördükçe onların yerinde olmak istiyordu. Bunun için de daha çok çabalıyordu. Bir süre sonra istediği şeye erişiyor, bu kez daha da iyi durumda olan birini görüyordu. Farkında olmadan bir tüketim çılgınlığının içine sürükleniyor, hep daha fazlasını ve daha iyisini istiyordu. Bazı şeylere sahip olamayınca da kendi özünü kaybedip vahşileşiyordu. Oysa doğada bu sınırlı imkânlar vardı. Herkesin bir çadırı vardı. İnsanlar birbirini kıskanmıyor, mallarına göz dikmiyordu. Bu durum insanlara iyi geliyor, özüne döndürüyordu.
Yanıma gelen orta yaşlı bir adam beni dürtünce düşünce dünyamdan sıyrıldım. Arabamı göstererek "O araba senin mi?" diye sordu. Tam "Ustamın" diyecektim ki bundan vazgeçtim. Ustam ile ilgili bir sürü soru sorardı muhtemelen. "Evet." Demekle yetindim. "Bu arabalar bir harika. Otomatik vites değil mi?" dedi. Yine sadece "Evet." Demekle yetindim. Adama bu sorularının sıkıcı olduğunu, beni bunalttığını belli ettirmeye çalışsam da sanki o da inatla anlamamaya çabalıyordu. Sonunda Burak bana ehliyetimi ne zaman aldığımı sorduğunda beni kurtardığı için sevindim.
Adama sırtımı döndüm. Burak'a cevap vermeye hazırlanıyordum ki sorunun cevabı olmadığını fark ettim. Çünkü benim ehliyetim yoktu. Daha on altı yaşımdaydım ve ehliyet almam için en az dört ay daha gerekiyordu. Ancak bu durumu açıklarsam benim için sıkıntılar doğurabileceğini biliyordum. Kendimi yalan söylemeye mecbur hissettim. "Geçen ay." Dedim. Kelimeler belli belirsiz ağzımdan çıkmıştı. Neredeyse ben bile anlamamıştım söylediklerimi. Ama onlar anladılar. Birkaç soru daha sordular. Yeliz beni onlardan kurtarmasa belki daha da sorarlardı. Sanırım ustamın arabası çok pahalı bir arabaydı. Bu kadar meraklı olmaları aklıma bu düşünceyi getirmişti. Neyse ki onlardan kurtulmuştum.
İkinci gün daha eğlenceli geçti. Birlikte oyunlar oynadık, şarkılar söyledik ve yiyip içip eğlendik. Burak ve Tuğçe de o kadar da sıkıcı değillerdi. Burak enerji dolu bir insandı, sürekli yapacak bir şeyler buluyordu. Tuğçe ise onun tam tersiydi. O sürekli sakin sakin oturma taraftarıydı. Ancak bu iyi anlaşmalarına mani olmuyordu. İkisi de birbirini çok seviyor, birbirlerini kırmamaya özen gösteriyorlardı. Onları sevmeye başladığım bile söylenebilirdi. Hatta kamp bittiğinde telefon numaramı bile vermiştim. Şehirdeyken buluşmak üzere sözleşmiştik. Yeliz'in telefonunu almış, evine yakın bir yerde bırakmıştım. Yarın sinemaya gitmeye karar vermiştik. Eve varınca beni aramasını söylemeyi de ihmal etmemiştim.
Eve vardığımda ustam beni neşe ile karşıladı. Neler olup bittiğini, nasıl geçtiğini sordu merakla. Beni çok özlediğini de belirtmişti. Çok eğlendiğimden bahsettim. Yeliz'i, Burak ve Tuğçe'yi anlattım. Ustam hemen bir şeyler olduğunu anlamıştı. Yeliz'in soyadını sordu. Bunu neden merak ettiğini sorduğumda, sosyal medyadan kim olduğuna bakacağını söyledi. Lise çağında olan bendim ama öyle davranan oydu. Heyecanı görülmeye değerdi. İsmini araştırdık, ancak hiçbir şey bulamadık. Ustam "Belki de kullanmıyordur." Dedi. Yüzündeki ifadeden bunu inanmayarak söylediğini anladım. Bu ifadesi beni de şüpheye düşürdü.
Hemen bahçeye gidip Yeliz'i aradım. Ancak "Bu numara kullanılmıyor." uyarısıyla karşılaştım. Belki de yanlış aradım diye düşünerek birkaç kez daha denedim. Ancak sonuç değişmedi. Burak da yanlış numara vermiş olabilir düşüncesiyle onu da aradım. Onun verdiği numara doğruydu. Telefonu açtığında ona olanları anlattım. O da yanındaki Tuğçe'den Yeliz'i aramasını istedi. Ancak değişen bir şey olmadı. Yeliz bizi kandırmıştı. Verdiği numara kullanılmıyordu. Burak daha önce de böyle şeylerle karşılaştığını anlattı. İnsanlar bazen kendilerini başka biri gibi tanıtıp gerçek hayatından uzaklaşmak için böyle kaçamaklar yapıyorlarmış. Bu söz çok ağrıma gitmişti. Telefonu kapadım. İçimden Yeliz'e küfürler ettim. Kendimi kullanılmış hissettim. Bir daha da onu düşünmedim.
Günlerim bakkalda ticarete dair yeni şeyler öğrenerek geçiyordu. Ustamın ticarete dair bu kadar çok şey bilmesi beni mutlu ediyordu. Ancak aklımda bazı soru işaretleri de uyandırıyordu. Bir gün aklımdaki sorulardan birini ustama sordum "Usta ticaretle ilgili bir sürü şey biliyorsun. Peki, neden daha çok para kazanabileceğin, daha az çalışacağın bir iş yapmıyorsun?" diye sordum. Ustam gülümsedi "Bir daha aklında oluşan soruları bu kadar bekletme. Uzun zamandır bu sorunun aklında olduğunu biliyorum. Haklı olabilirsin ama neden yapayım ki? Daha fazla para kazanmaya ihtiyacım yok ki. İstediğim evde oturuyorum, istediğim arabaya biniyorum, istediğim her kıyafeti alabiliyorum, istediğim her yemeği yiyebiliyorum. Benim için bu kadarı yeterli." Dedi.
Ustam haklıydı. Onun için bu kadarı yeterliydi. "Ayrıca gelecekle ilgili çok kaygılanma evlat. Çok fazla gelecek kaygısıyla yaşarsan içinde bulunduğun anın tadını çıkaramazsın. Anı yaşamayı öğrenmelisin. Ama geleceği de tamamen göz ardı etmemelisin. Aklının bir köşesinde hep geleceğe dair planların bulunmalı." Dedi. Verdiğim sözden ve yurtta yaşadığım özgüven problemlerinden dolayı çok fazla gelecek kaygısı duyuyordum. Ama daha 16 yaşındaydım ve önümde yaşayacağım uzun yıllar vardı. Ancak benim bir planım yoktu. Hayatımda sadece yurttan kaçarken bir plan yapmıştım o da tam bir fiyaskoydu. Plan yapmayı da bilmiyordum.
"Dünya'dan Çınar'a!" ustam elini sallıyor, gülüyordu. "Efendim usta." Dedim düşünce dünyamdan sıyrılarak. "Yine daldın gittin evlat. Daha yeni ne konuştuk? Bu kadar düşünme geleceği. Şimdinin tadını çıkar." Dedi gülümseyerek. "Ama usta benim geleceğe dair bir planım yok ki. Üstelik plan yapmayı da beceremiyorum." Dedim üzüntüyle. "Hm öyleyse önce kendine bir hedef koymalısın. Senin hedefin ileride ailenin gurur duyacağı biri olmak. O zaman ihtiyacın olan şey para kazanmak. Para kazanmak için bir iş kurmalısın. İş kurmak için de ticareti öğrenmen gerek. Ben de sana şimdi ticareti öğretiyorum." Dedi. Demek ki plan yaparken ilk yapacağım şey hedef koymakmış sonra devamı geliyormuş dedim kendi kendime.
Her geçen gün biraz daha kendimi geliştiriyordum. Ustam da bana daha fazla sorumluluk veriyordu. O yemek yapmak için içeri gittiğinde, bir işi olduğunda, sebze meyve almak için sebze hâline gittiğinde bakkala tek başıma bakıyordum. Zaman hızlı geçiyordu. Evlat edinme başvurusunun üzerinden üç ay geçmiş. İlk denetim için bir heyet gelmişti. Burada keyfimin yerinde olduğunu görünce olumlu yönde rapor alıp gitmişlerdi.
Denetimler her üç ayda bir olacaktı ve ikinci denetime de az kalmıştı. 2008 yılının haziran ayındaydık. Yaz mevsimi geldiği için artık bakkalı daha geç saatlerde kapatıyorduk. Bir cumartesi akşamı bakkalı kapatmamıza az bir süre kalmıştı ki ustam "Gündüz vakit olmadı evlat şimdi gideyim de tıraş olayım. Ben hemen yandaki kuafördeyim. Bir şey olursa seslen." Dedi. Kafamla onayladım. Ustam çıkalı 10-15 dakika olmuştu. Ben de dükkânı süpürüyordum. Sırtım kapıya dönüktü. O yüzden içeri girenleri görmedim.
Ensemde bir soğukluk hissettim. Bir metalin soğukluğuydu bu. "Kıpırdama." Dedi biri diğeriyse kasaya yöneldi. Hırsızdı bunlar. O zaman ensemdeki de silah olmalıydı. Elim ayağım titremeye başladı. "Ne yapmalıyım?" diye düşündüm. Bir hedefe ihtiyacım vardı. Hedefim ensemdeki silahtan kurtulmaktı. Elimdeki süpürgeyle hızlıca hırsıza vurursam ona bir anlık bir şok yaşatabilirdim. Bu anlık şoktan yararlanıp silahı alabilirdim. Hızlıca döndüm bir elimle silahı tutan elini tuttum çevirdim, silah elinden düştü fayans zeminde kaydı. Diğer elimle de süpürgeyle kafasına bir kaç defa vurdum. Bir anda sağ bacağımda bir yanma hissettim.
Hırsızların iki kişi olduğunu unutmasaydım harika bir plan yapmış olacaktım. Kasadaki paraları alan hırsız arkadaşını patakladığımı görünce hemen gelmişti. Bana bir tekme atmış şansa bakın ki bu tekme tam da ameliyat geçirdiğim yere denk gelmişti. Şanssızlık bulutları tepemden hiç eksik olmuyordu. Arkamı döner dönmez ağzımın üstüne yumruğu yedim. Yere düştüğümde ellerimle kafamı korumaya aldım. Çünkü beni tekmeleyeceğini düşünüyordum. "Evet, gençler bu kadar soygunculuk oynamak yeter. Şimdi ellerinizi havaya kaldırın ve arkanızı dönün." Dedi ustam. Evet, bu ustamın sesiydi.
Soygunculardan biri cebinden bıçak çıkardı ve "Elindeki silah kuru sıkı onunla beni öldüremezsin ama ben bu bıçakla gırtlağını kestiğimde sen öleceksin." Dedi dişlerini sıkarak. Ustam silaha baktı. Hırsızın haklı olduğunu anlayınca silahı yere attı "O zaman gel de kes." Diye bağırdı. Adam ustamın üzerine yürüdü. Korku dolu gözlerle olan biteni seyrederken, içimden ustama bir şey olmaması için dua ediyordum.
İnstagram: bzkrtmslm1
Kitabın instagram adresi: bir_cinarin filizi (Şuan da çekiliş yapılıyor.)
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro