Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

VEDA



"Vedaları bile güzel yapan kadınları sevin. Giderken yüreğinize bir umut tohumu ekip gidenleri."

Multimedia: Ezhel&Murda- Bi sonraki hayatımda gel

Not:Arkadaşlar bölümlere sınır koymuyorum. İnsanların zorla sırf yeni bölüm gels,n diye oy vermelerini istemiyorum. Ancak kitabın okuyucu sayısını arttırması için sizden rica ediyorum. Mümkün olduğu kadar yorum ve oy atmaya çalışın.

Yeni okulum tam anlamıyla hayal kırıklığıydı. Eski okulumdan çok daha kötü bir durumdaydı. Bahçeyi çevreleyen duvarların üstünde tuhaf yazılar vardı. Sınıflar, koridorlar pislik içindeydi. Sıraların çoğu karalanmış, sınıf duvarları ayakkabı izleriyle doluydu. Üstelik sınıf çok kalabalıktı. Bu görüntülerden sonra zaten diplerde olan okul sevgim tamamen sona erdi. İlk gün sınıf arkadaşlarımla, öğretmenimle tanıştım. Bu okul farklıydı.

Eski okulumda sadece bir kez karşılaştığım, Filiz sayesinde bir daha da görmediğim bir şey vardı; dayak. Derste öğretmenler öğrencilere bağırıyordu. Teneffüste ise öğrenciler birbirine bağırıyordu. Sürekli bir gürültü, kargaşa vardı. Bu durum başımı ağrıtmıştı. Son ders başımı sıraya koyup biraz dinlenmek istedim. Ancak öğretmenin gazabına uğradım. Beni "Haydar" ismini verdiği kalın sopasıyla bir güzel benzetti. Kimse derste uyuyamazmış. Bu okulu hiç sevmedim hem de hiç...

Günlerim bir rutine binmeye başlamıştı. Bacağım yavaşta olsa iyileşiyor ama psikolojim bozulmaya başlıyordu. Alışmak zorunda olduğum bu yeni hayatı hiç sevmemiştim. Aklıma bir türlü bir kurtuluş yolu gelmiyordu. Bir ara Filiz'e bahsetmeyi düşündüm. Yurtta dayak attıklarını, çocuklara kötü davrandıklarını anlatacaktım. Biraz düşününce vazgeçtim. Beni buraya bırakarak belki de artık benden kurtulmaya çalışıyorlardı. Onlara yeterince yük olmuştum. Bundan sonra da tek yapmam gereken önceki iyilikleri için minnet duymaktı. Onlara buradaki problemlerden hiç bahsetmemeye karar verdim.

Yurttayken de durum okuldakinden farklı değildi. Bakıcılar, yöneticiler sürekli dayak atıyorlardı. Onlardan korktuğum için denilen her şeyi yapıyordum. Çocukları neden dövdüklerini anlamıyordum. Bir çocuk hata yaptığı için dövülmeyi hak edemezdi. Bu çok ağır bir cezaydı. Dayak hiç kimse için bir ıslah yöntemi olamazdı. Bakıcılar en ufak bir şey de hemen dayak atıyorlardı. Hem de çok fena dövüyorlardı. Burada olduğum birkaç günde en belirgin duygum korkmaktı. Hem de çok korkuyordum.

Bakıcılar dayak işini öylesine abartmışlardı ki onların dayak atarak rahatladıkları fikri bana inandırıcı gelmeye başladı. Banyo gününde bizi topladılar. Tek sıra yaptılar. Herkes banyoda on beş dakika yıkanıp çıkacaktı. Kirli çamaşırlarını da onların verdikleri bir siyah torbaya koyacaktı. Bakıcılardan bir tanesi banyonun içinde bekliyordu. İçeride ne yapıyor acaba, sorusu beynimi esir almaya başladı.

Çok geçmeden çocukların çığlıkları ile yine dayak için orada olduğunu anladım. Acaba bu kez ne gibi bir bahane öne sürüyordu. Sıra ilerledikçe banyo kapısına yaklaştım. O zaman utanç dolu o sahneyi gördüm. Bakıcı çocukların sadece iç çamaşırıyla kalmasını emrediyor. Sonra da çocukların iç çamaşırları pis mi, temiz mi kontrol ediyordu. Temiz olanlara duşa girmelerini söylüyordu. Pis olanlar için ise durum vahimdi. Bakıcı kadın elindeki hortumu bir kırbaç gibi kullanıp dayağa başlıyordu.

Sıra bana geldiğinde annemin temizlik konusunda beni çok küçükken eğitmiş olmasına sevindim. Aslında hortumla dayak atmasa belki bakıcı kadına hak verebilirdim. Bir başkasının kirli iç çamaşırını yıkamak istemeyebilirlerdi. Ancak bu fikrim ve bakıcı kadına hak verişim çok kısa sürdü. Çamaşırları makinenin yıkadığını hatırlayana dek. O gün o banyoda dayak yemedim. Ancak bir sürü çocuğun önünde iç çamaşırımın kontrol edilmesi psikolojim üzerinde yıkıcı etkiler bıraktı.

Başka bir gün yeryüzündeki zebanilerden farksız olan bakıcılar yan tarafımızdaki koğuşun bütün çocuklarını dışarı çıkardı. Bahçe temizliği yapmalarını istiyorlardı. Çocukların ellerine birer büyük çöp torbası verdiler. Ön bahçe ve arka bahçede tek bir çöp tanesinin dahi kalmamasını emrettiler. Çocuklar toplarken onlar güzel bir yer bulup oturdular. Sigaralarını yakıp sohbete başladılar. Çocuklar bütün çöpleri topladıklarını söyleyip gelene kadar da yerlerinden kımıldamadılar.

Sonra çöp torbalarını kontrole başladılar. Odamın camından seyrettiğimden nasıl seçtiklerini anlamadım. Ama tahminlerime göre en az çöp toplayan olmalıydı. Bir çocuğu diğerlerinden ayırdılar. İki bakıcıda hemen nereden bulduklarını anlamadığım birer kalın sopa çıkardılar. Ben kafamı kitabıma eğip okumaya devam ettiğim sıralarda çocuğun tiz çığlıkları dışarıdan odanın ve bütün yurdun içerisine doluyordu.

Bakıcı dediğimiz bu vicdansız insanlar önce kendi işlerini bize yaptırıyor sonra da iyi yapamadığımızı öne sürerek dayak atıyorlardı. İş öyle çığırından çıkmıştı ki hiç kimseden çekinmiyorlardı. Bahçede sopalarla o masum çocuğu döverlerken müdürün ve ya yönetimde olan diğer üyelerin görmemesine imkân yoktu. Müdür koğuş abisine beni dövmesini emrederek nasıl bir pislik olduğunu kanıtlamıştı. Ancak diğerleri de onun bu yanlış yönetimine karışmayarak onun günahına ortak oluyordu.

Yönetimdekiler görmese bile yurdu çevreleyen yüksek katlı apartmanlardan birinde bize neler yaptıklarını gören birileri elbette vardı. Ancak hiç kimse bu zulme sesini yükseltmiyor, durdurulmasını istemiyordu. Bana göre bu vicdansızlığı yapanlar kadar buna göz yumanlar da suçluydu. Filiz burada olsa bir yolunu bulur, bu aşağılık düzeni değiştirmeye çabalardı ve eminim başarırdı. Filiz'in hayatımdaki en özel insan olduğunu ve ona ihtiyacım olduğunu en çok hissettiğim anlardan biri de o gündü.

Mahalledeyken arkadaşlarımla çok güzel oyunlarımız, sohbetlerimiz ve gezmelerimiz olurdu. Buradaki çocukların en büyük hobisi kavgaydı. Kendi aralarında çeteler kurmuşlar hatta bu çetelere isimler bile koymuşlardı. Çeteler birbirleriyle kavga ediyor adeta kimin büyük olduğunu ispata çalışıyordu. Ama bu kadarla da sınırlı değildi. Çetelerin bazılarının yurtta uyuşturucu madde kullandıklarını ve sattıklarını gördüm. Gece bakıcılarına biraz rüşvet veriyorlar sonra da koğuşları geziyor, satıyorlardı. Müdür bu işe onay vermiyor gibi görünüyorsa da uyuşturucunun çocukları yatıştırdığı fikrinde olduğunu sonradan öğrendik.

Çetelerden bazıları kendilerine müşteri bulmak için kendi koğuşunda veya başka koğuştaki arkadaşlarının yiyeceklerine uyuşturucu karıştırıyordu. Bazen de çocuklara ağrı kesici olduğunu söyleyerek uyuşturucu haplar veriyorlardı. Kendilerine müşteri bulabilmek adına en yakınları da dâhil bütün çocukları çeşitli oyunlarla zehirliyorlardı. Ben hiç merak etmedim. O çocukların verdiği hiçbir şeyi de yemedim. Onlardan hep uzak durdum.

Gece bekçileriyle çete liderlerinin tek ortaklıkları uyuşturucu konusu değildi. Daha birçok iğrençliklere karıştıklarını uyku tutmayan bir gece anladım. Aklıma annem ve Filiz gelmişti. Artık neredeyse her gece ağlayarak uyuduğum için o gece de ağlıyordum. Ancak uyku gözlerime uğramıyordu bile. Tuvaletimi yapmak için kalktığımda ilerideki koğuşlardan birinden gece bekçisinin sesini duydum. Bir çocuğu zorla dışarı çıkarıyorlardı. Beni görmemesi için saklandım. Yanında çete liderlerinden birkaçının da olduğunu gördüm. Gün içinde birbirine düşman olan bu çete liderlerinin şimdi neden bir araya geldiklerini merak etmiştim.

Çocuğun elinden kolundan tutup götürdüler. Bir tanesi de bağırmaması için ağzını kapatıyordu. Bağırsa da faydasızdı zaten. Kendisine yardım edecek tek kişi olan gece bekçisi de oradaydı ve çocuklara ne yapmaları gerektiğini de söyleyen oydu. Yurdun kullanılmayan üst katına çıkardılar çocuğu. Onlara görünmeden peşlerinden gittim. Bu çocuktan ne istiyorlardı acaba. Çocuk kendi halinde kimseye zararı dokunmayan bir çocuktu. Diğer çocuklar ona "Kız Fikret" lakabını takmışlardı. Çocukla hiç konuşmadığımdan ona bu lakabın neden verildiğini anlamamıştım. Ama o gece öğrendim.

Gece bekçisi ve çete liderleri bir odaya girdiler. Ben de onların beni görmeyecekleri bir yere geçip onları izlemeye koyuldum. Çocuğu önce dövdüler ve ses çıkarmaması için ikna ettiler. Çocuk sürekli "Yapmayın. Ne olur yapmayın!" diyordu yalvaran bir ses tonuyla. Çocuğun üstünü çıkarmaya başladıklarında ne yaptıkları hakkında bir fikrim oluşsa da buna ihtimal vermeyerek izlemeye devam ettim. Tamamen soyduklarında ise artık emindim ama yine de izlemeye devam ettim. Gece bekçisi çete liderlerine çocuğu tutmalarını emredip kemerini çözmeye başladığında ise midem bulanmaya başladı. Daha fazla izleyemezdim.

Olduğum yerden çıkıp koğuşuma yürümeye başladığımda çocuğun acı dolu feryatlarıyla gece bekçisinin hayvani zevk hırıltılarını duyabiliyordum. O gece uyuyamadım. Sabaha kadar bu iğrenç yerden nasıl kaçarım diye düşündüm. Buradan kurtulmalıydım. Burası dışarıdaki pisliklerden bile daha kötüydü. Bizi burada tutmalarının tek amacı dışarıdaki insanların güvenliğini sağlamaktı. Bu çocuklar, gece bekçileri, bakıcılar hiçbiri insan olamazdı. Burada başka bir dünya vardı. İnsanlar güzel duygularının hepsini yitirmiş sadece bir hayvan gibi bilinçsizce hareket ediyorlardı. Mutlaka bir yolunu bulup buradan kaçacaktım. Bu fikri kafama koymuştum.

O iğrenç geceden birkaç gün sonra benle aynı fikirde olan bir çocuk benden hızlı davrandı. Sabah uyandığımızda günlük rutinlerimizden biri de bizi saymalarıydı. Sayı tam olunca dışarı çıkmamıza izin veriyorlardı. O gün bütün yurdu yemekhanede bir kez daha saydılar. Sonra bir kez daha ve bir kez daha saydılar. Bir gariplik olduğu çok belliydi. Daha önce bunu hiç yapmamışlardı çünkü.

Bakıcılar telaş içinde bir aşağı iniyor bir yukarı çıkıyorlardı. Sonra da hepsi gece bekçisine çıkışıyorlar, neden uyuduğunu soruyorlardı. Müdür ve diğer idari personel geldiğinde onları da bir telaş kapladı. Bütün yurdu en ince ayrıntısına kadar aramadan bizi okula göndermediler. Okula giderken çocuklardan birinin yurttan kaçtığını duydum. İçim sevinçle doldu. Demek bu fare deliğinden kaçış vardı.

Kaçan çocuk bir çete lideriydi. Adı Furkan'dı. Herkesi uyuşturucuya alıştırmaya çalışan hileleriyle ünlenmiş "Tilki" lakabını almıştı. En yakınındakini bile zehirlemeye çalışmasının yegâne amacı kaçışı için para toplamakmış. Yeterli parayı kazandığını düşününce de kaçmıştı. Müdür ve bakıcılar birkaç gün bu problemle uğraşmaktan bizleri boş verdiler. Tilkinin kaçtığı gün gece bekçiliği yapan kişiye soruşturma açıldı. Müdür her ne kadar biri kaçtı, sayıları azaldı düşüncesiyle sevinse de kendi koltuğunu sağlama almak için idari işlemleri uygulamaktan da geri durmadı.

Bir hafta sonra polis yanında Furkan ile birlikte yurda geldi. Müdür polisin yanında Furkan'a bir baba gibi davrandı. Furkan parası bittiği için kapkaç yapmaya çalışmış ama yakayı ele vermişti. Polis onun kimsesiz çocuklardan olduğunu öğrenince ona bir defalık bir şans daha vermek istemiş, yurda getirmişti. Polisin kendi kafasına göre adalet tayin etmesi gördüğüm en saçma olaylardan biriydi. Furkan hırsızlık yapmıştı ve yeri burası değildi. Polisler o yıllarda kendi inisiyatiflerine göre bazı olayları kayda bile geçmiyordu. Polisler Furkan'ı bırakıp gidene kadar müdür ona bir baba gibi davranmaya devam etti. Hatta başını bile okşadı.

Polisler gittikten sonra da gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Furkan'ı bodrum kattaki kalorifer dairesine götürmüşler. Anlatılanlar göre müdür onu demirlerle dövmüştü. Furkan'ı koğuşa çete arkadaşları çıkarmış, her tarafı kan içindeymiş. Arkadaşlarının onu bahçeye çıkardığı bir gün aralarında geçen bir konuşmaya tanıklık ettim. Arkadaşı Furkan'a sordu "Sen nasıl oldu da kaçmayı başardın?".

"Şu halime bak. Sence kaçmış gibi mi duruyorum? Buradan kaçış yok. Hepimiz on sekizimize kadar bu delikte kalmaya mahkûmuz." Dedi öfkeyle. Furkan'ın bu cevabı moralimi bozdu. Kaçmakla ilgili hayallerim suya düşmüştü. Onun yüzündeki, ellerindeki ve vücudunun çeşitli yerlerindeki morlukları görmem de beni korkutmuştu. İstemeyerekte olsam kaçış planlarımı bir süreliğine rafa kaldırmak zorundaydım.

Yurtta en sevdiğim günler Cuma günleriydi. Cuma günlerinde Filiz annesiyle beni ziyarete gelirdi. Bu ziyaretler yurt yaşantım sırasında benim nadiren mutlu olduğum anlardandı. Filiz her geldiğinde mutlaka bana bir hediye de getirirdi. İlk gelişinde bana bir kitap getirmişti. Kitap Reşat Nuri Güntekin'in Yaprak Dökümü kitabıydı. Kitabı okuyunca Filiz'in bu kitabı bilerek seçtiğini düşündüm. Kitapta bir ailenin fertleri, bir ağaçtan dökülen yapraklar gibi dökülüyorlardı. Aile dağılıyor hepsi bir tarafa savruluyorlardı. Benim ailem de bir yaprak dökümü yaşamıştı ve geriye sadece ben kalmıştım. Filiz sanırım bu kitabı ailesi yok olan tek insan olmadığımı göstermek için getirmişti.

İkinci defa gelişinde benim en sevdiğim, beğendiğim ayakkabıyı almıştı. Beni çok mutlu etmişti. Bir dahaki gelişinde mutlaka ben de ona bir hediye alacaktım. Hafta sonu bizi dışarı çıkarıyorlardı. Dışarı çıktığımda ona güzel bir hediye alacaktım. O haftayı ne alacağımı düşünerek geçirdim. Sonunda karar vermiştim. Ona bir kolye alacaktım. Bir melek kolyesi.

Filiz üçüncü ve son gelişinde bir resim getirmişti. Hemen açıp baktım. İki çocuk, dut ağacının bir dalına karşılıklı oturmuş, çıplak ayaklarını sarkıtmış, sohbet ediyorlardı. İlk başta anlamasam da, bu bizim ilk tanıştığımız gün yaptıklarımızdı. Ona sarıldım. Bu muhteşem bir hediyeydi. Hem de çok güzel çizmişti. Filiz çok iyi resim yapardı. Zaten büyüyünce annesi gibi ressam olmak istediğini söylerdi hep. Ben de Filiz'e hediyemi verdim. Çok sevindi. Hemen boynuna taktı. Ama o gün bir tuhaflık sezmiştim Filiz de.

O güzel gülüşü her zaman ki gibi içten ve samimi gelmiyordu. Zoraki gülüyordu sanki. Bir terslik vardı galiba. Filiz' e sordum. Ama kaçamak cevaplar verdi. Eğer konuşmak istemiyorsa kimse onun ağzından bir kelime dahi alamazdı. Giderken bana sımsıkı sarıldı ve şöyle dedi: "Eğer yaşayacak günlerimiz varsa bir gün mutlaka yaşarız. Hiçbir şey yarım kalmaz.". Gözleri dolmuştu. Annesine baktım onun da gözleri doluydu. Bir şeyler olduğu çok açıktı. Ama ısrar etsem de söylemediler.

Ertesi hafta bekledim ama gelmediler. Sonraki hafta da gelmediler. Bir sonraki hafta da gelmediler. O zaman anlamıştım. Filiz de gitmişti. Ne olmuştu, niye gitmişti? Üstelik bir veda bile etmemişti. Bu gidiş beni çok üzmüştü. Çok derinden sarsmıştı. Tek teselli kaynağım, hayatımın anlamı bir veda bile etmeden gitmişti. Aslında o söylediği sözlerle bir veda etmeye çalışmıştı ama benim nazarımda bu bir veda sayılmazdı.

Annem ölünce bu Dünya' ya veda etmişti. Onun ölmesiyle ben de eski hayatıma veda etmiştim. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Eski hayatımdan kimse kalmamıştı ve ben ne yapacağımı, nasıl yaşayacağımı hiç bilmiyordum.

İnstagram: bzkrtmslm1

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro